25.01.2011 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
25 Ocak 2011

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Basın Mensupları,

Bu haftaki grup konuşmama başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi verdiği kısa bir aradan sonra bugün tekrar çalışmalarına başlamıştır.

Bu itibarla siz değerli milletvekili arkadaşlarımın, bu yasama döneminin kalan süresi içinde, partimizi temsilen yapacağınız çalışmalarda başarılı olacağınızdan asla şüphe duymuyorum.

Bildiğiniz üzere, Haziran ayında yapılması gündemde olan Milletvekilliği Genel Seçimleriyle birlikte 23.Yasama Dönemi son bulacak ve milletimizin tercihleriyle Meclis’in yeni siyasi yapısı şekillenecektir.

Ülkemizin kaderi üzerinde çok belirleyici ve tayin edici bir rolü olacak olan bu seçim için vakit hızla daralmaktadır.

Türkiye’nin kötü gidişinin durdurulması, milletimizin hüzünlerinin ve acılarının son bulması için önümüzde tarihi bir fırsat bizleri beklemektedir.

Yapılacak olan seçim Türk milletinin geleceği üzerinde kumar oynayanlara ve buna ortam hazırlayanlara büyük bir ders olacaktır.

Özgürlük diyerek baskıyı meşrulaştıran, demokrasiyi dillendirerek otoriter eğilimleri güçlendiren Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidardan milletimiz tarafından süresiz uzaklaştırılması inşallah bu seçimlerde gerçekleşecektir.

Sekiz yılı aşan AKP hükümetinin her türlü tahribatı, tefrikası, talanı, talihsizliği, takatsizliği, tahrifatı ve tarumarı çok yakın bir zaman sonra tarihe karışacaktır.

Bu kara dönem mutlaka bitecek ve Türk milleti AKP’ye yalanlarının, yasaklarının, yolsuzluklarının ve neden olduğu yıkımlarının tek tek hesabını soracak, kabarık faturayı muhataplarının önlerine koyacaktır.

Aziz milletimiz iyinin, doğrunun, güzelin ve adaletin kazandığını yapacağı seçimle bir kez daha gösterecek ve AKP iktidarı boyunun ölçüsünü alacaktır.

Gelişmeler ve vatandaşlarımızın yükselen şikâyet ve tepkileri bize bunu göstermektedir.

Bugünkü zaman sürecinde feryat etmeyen, derdi olmayan bir insanımıza tesadüf etmek âdete bir mucize haline gelmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’ne gönül vermiş, destek olmuş kardeşlerimizin de sızlanmalarında tempolu bir artış görülmektedir.

Umutları tükenenler ve AKP’yle daha fazla gidilemeyeceğini anlayanlar iktidar kervanından kafileler halinde ayrılmaya başlamışlardır.

Dün bizim aramıza yer alan, ancak bir sebeple AKP’ye oy vermiş milyonlarca vatandaşımız saflarımızda yer almak için sabırsızlanmaktadır.

Viyana’dan Hicaz’a, Kırım’dan Kuzey Afrika’ya kadar milletimizin kutlu hatıralarını oya gibi yüreklerine işleyenlerin AKP’ye dur diyecekleri bir dönem ufukta görünmüştür.

Milletimizin büyük çoğunluğu artık kararını vermiştir, ancak bunu halihazırda belli etmemektedir.

Çünkü AKP tehditkârdır, acımasızdır ve insafsızdır.

İktidar partisi aba altından sopa gösterircesine; kış aylarını yaşadığımız şu günlerde, yoksul kardeşlerimizi yardımlarla kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.

Muhtaçlıklarını hatırlatarak siyasal tercihlerini belirlemeye ve ipotek altına almaya çabalamaktadır.

Bir gerçeğin altını kalın olarak çizmekte yarar vardır:

Düşkün, yardıma ihtiyacı olan kardeşlerimizin her şeyin daha fazlasını almaları onların en tabii haklarıdır.

Sorarım sizlere, çocuklarını sinemaya götürmek, ailece ayda bir dışarıda yemeğe gitmek, senede on günlük bir tatil yapmak ve milli gelirden daha fazla pay almak en yoksul kardeşimizin hakkı değil midir?

Her şeye rağmen verilen erzak paketleriyle ihtiyaçlar bitmemekte ve hanelere bolluk gelmemektedir.

Üstelik AKP, devletin imkânlarını vatandaşlarımıza sadaka verir gibi sunmakta, bunun karşılığında da bedel istemekte ve diyet talep etmektedir.

Gerçekten de devlet yardımları AKP’nin elinde çığırından çıkarılmış ve bir gözdağı vasıtası haline dönüştürülmüştür.

Sırf bundan dolayı yardım alan kardeşlerimiz, siyasi eğilimlerini belli etmemektedir.

Ayrıca AKP tasfiye olacağını hissettiğinden dolayı yandaş çevrelerin ısmarlama anketlerinden medet ummaya başlamıştır.

Milliyetçi Hareket’in yükselen performansını bastırmak, gerçek kudretinin görülmesini engellemek için ise kamuoyunu aldatmak maksadıyla durmadan anketler servis edilmektedir.

Ancak bu nafile ve sonuçsuz yaklaşımların üç hilalin önünü kesmesi asla mümkün olamayacaktır.

MHP iktidara koşmakta, AKP ise durmadan tökezlemektedir.

Türk milletinin başına musallat olanlar artık son iktidar günlerini yaşamaktadır.

Recep Tayyip Erdoğan için bitiş çizgisi görünmüş, tahrik ve öfke dolu sesinin kısalacağı ve mahkeme önlerinde ayakta bekleyeceği günler yakınlaşmıştır.

İktidardan baş aşağı düşmenin nasıl olacağını, şimdiden zafer havasına giren AKP zihniyeti kesinlikle yaşayacaktır.

Kamuoyu oluşturmaya dönük çalışmaları ihalesiz üstlenen, temelsiz ve gerçek dışı anketlerle akılları çelmek amacıyla seferber edilen AKP yardakçılarının ise insan içine çıkmaya yüzleri olmayacaktır.

Demokrasinin belirleyiciliği altında AKP’nin ibretlik sonu resmedilecek ve büyük Türk milleti ahlaksızlığın, asayişsizliğin, arsızlığın, anarşinin, açılımın, anaforun, avantanın, acizliğin, adaletsizliğin, aymazlığın, ahmaklığın, akılsızlığın, angaryanın, asabiyetin ve ataletin üzerini sandıktaki tercihiyle mühürleyecek ve AKP’ye hayır diyecektir.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki ülkeler kaynamakta ve toplumsal karışıklıkların ateşi hızla yükselmektedir.

Hat safhada yaşanan çalkantılı ve bunalımlı günler sosyal tepkileri bardağından taşırmış ve yönetimlerin devrilmesine, sokakların alev topuna dönüşmesine yol açmıştır.

Bu kapsamda Tunus’taki gösteriler ve sonrasında meydan gelen gelişmeler üzerine hepimizin iyi düşünmesi gerekmektedir.

Tunus’u 23 yıl yöneten cumhurbaşkanının, yolsuzlukları ayyuka çıkınca ülkesini terk etmek zorunda kalması da ibretlik bir hadise olmuştur.

Hak, özgürlük ve refah talep eden halkların seslerini iktidar gücüne dayanarak polisiye tedbirlerle bastıran otoriter yönetimlerin nasıl hızla ülkelerini kaosa ve kargaşaya sürüklediği açıkça görülmüştür.

İşsizliğin bunalttığı, yoksulluğun her tarafı sardığı, devleti yönetenlerin yolsuzluk çamuruna saplandığı bir ülkede, en küçük kıvılcımın nelere yol açabileceği bu son olaylarla iyice gün ışığına çıkmıştır.

Gelişmekte olan ya da azgelişmiş her ülke yöneticisi için çok ciddi ders niteliği olacak vakıalar dünyanın gözü önünde yaşanmıştır.

Haramiliğin ve yandaşları kayırmanın nelere mal olacağı bu vesileyle ortaya çıkmıştır.

Tunus’ta başlayan gerilim hattı birçok ülkeyi çarpmış, Arnavutluğa kadar uzanan coğrafyalardaki halkları adaletsizlik, haksızlık ve hırsızlık karşısında harekete geçirmiştir.

Günümüzde ülke yönetimlerinin gayri meşru ve gayri insani yollara tenezzül ederek var olan kaynakları aile üyelerine, taraftarlarına ve yandaşlarına peşkeş çekmesi nefretleri artırmakta ve hoşnutsuzlukları yaygınlaştırmaktadır.

Bununla birlikte Tunus’ta vasat bulan olaylar, bölgesel memnuniyetsizlikleri kitlesel hareketlere çevirme tehlikesini içinde taşımaktadır.

İlave olarak Cezayir, Ürdün, Yemen, Mısır; Tunus’taki fırtınanın bulaşıcı etkisi altına girmeye başlamışlardır.

Başbakan Erdoğan ve hükümetinin başarısız olduğu ve üçlü görüşmelerden çekildiği Lübnan’da ise toplumsal tansiyon hızla yükselmektedir.

Hükümet bunalımı yaygın çatışmaları tetikleyebilecek riskleri içinde barındırmaktadır.

AKP’nin çok sevdiği Ömer El Beşir’in yönettiği Sudan ise bölünmek için referanduma gitmiştir.

Dileğimiz ülkemizi de doğrudan etkileyebilecek bir özelliğe sahip komşu coğrafyalarda istikrarın ve güvenliğin bir an önce hâkim olmasıdır.

Bu son olaylar, yoksulluğun vücut bulduğu geniş toplum kesimlerinin, gözlerini kapatıp verilenlerle yetinmeyerek demokratik tepkilerini ve hatta daha ilerisini yapabildiklerini göstermiştir.

Ekonomik dengesizlikler, alın teri sarfedilmeden kazanılan paralar, devlet kaynaklarının sömürülmesi, ihale ve arazi mafyalarının çoğalması, çalışmadan konfor ve lüks içinde yaşayanların televizyon ekranlarındaki abartı görüntüleri sürekli olarak içten içe kızgınlıkları bilemektedir.

Mevcut ekonomik ve siyasal düzenin artan kırılganlıklarını önümüzdeki süreçte daha fazla görmemiz mümkün olacaktır.

Bu son gelişmelerden AKP hükümetinin de azami ölçüde gerekli sonuçları çıkarması gerektiğini düşünüyorum.

Ve geçmiş iktidar yıllarının vicdan muhasebesini ve ahlaki değerlendirmesini yaparak hesap vermek için bugünden hazırlıklara başlamasının yararlı olacağına da yürekten inanıyorum.

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Henüz bir ayını geride bırakmak üzere olduğumuz 2011 yılında da, önceki yılları aratmayacak nitelikteki tehlikeli olaylara ve gelişmelere şahit oluyoruz.

Anlaşılıyor ki, 2011 yılının AKP’yle geçecek aylarında ve günlerinde sıkıntı ve sorunlar durmadan katlanacak ve yayılacaktır.

Zira iktidar partisinin artan tahammülsüzlükleri, su üstüne çıkan tahakkümcü zihniyeti ve belirginlik kazanan kendi dışındakileri susturmaya yönelik girişimleri bize başkaca bir fikir vermemektedir.

Özellikle Başbakan Erdoğan’ın kararan ve kapanan idraki, kendisinin kontrolden çıkmasına neden olmakta; beğenmediği, tasvip etmediği ve yandaşlarından görmediği tepkiler karşısında gerçek hüviyetinin ortaya çıkmasına kapı aralamaktadır.

Başbakan Erdoğan herkesle kavgalıdır ve hoşgörüyle birlikte tevazuun kendisine ne kadar yabancı olduğunu da her fırsatta ispatlamaktadır.

Sahip olduğu gerilimli ruh halini, niza ve hizipten beslenen üslubuyla birleştirmesi ortaya kişiliğinde baskın olan hırçın, uzlaşmaz ve sinirli tarafını çıkarmaktadır.

Gerçi Başbakan Erdoğan’ın öfke nöbetleri içine girmesi ve sözle şiddet uygulaması yeni bir vakıa değildir.

Çiftçimize ananı da al git diyen, Mehmetçiği tahkire yeltenen, şehide hakaret eden, basını sindirmeye çabalayan, memuru yıldırmak için uğraşan, yargıyla didişen, işçiyle ve öğrenciyle atışan Başbakan Erdoğan’dan başkası değildir.

Bu zihniyet sahibinin kaba ve seviye yoksunu yaklaşımlarına, ifadelerine sıklıkla rastlamamız gerçekten de bir tesadüf olarak görülmemelidir.

Ne var ki sıra İmralı’da yatan haine geldiğinde ise sayın diyerek nezaket ve saygı gösteren de yine kendisidir.

Türkiye’nin böylesi bir kişi tarafından sekiz yılı aşan bir süredir yönetilmesi talihsizlikten öte utanç ve esef vericidir.

Bu kapsamda son günlerde cereyan eden iki konu bizim fazlasıyla dikkatimizi çekmiş ve Başbakan’ın ikircikli yaklaşımlarını deşifre etmesi bakımından anlamlı olmuştur.

Bunlardan birincisi hepinizin bildiği gibi güzide kulüplerimizden Galatasaray’ın yeni stadyumuna kavuşması münasebetiyle yapılan açılış törenlerinde vuku bulmuştur.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, ülkemizi Avrupa kupalarında en iyi şekilde temsil eden bu kulübümüz başta olmak üzere, tüm spor kulüplerimiz her şeyin en iyisine layıktırlar.

Uluslararası müsabakalarda milletimizi sevindiren, kucaklaşmasına ve coşkuyla sokaklara taşmasına vesile olan her spor kulübümüzün hepimizin gönlünde müstesna bir yeri vardır ve olmalıdır.

Spor faaliyetleri aynı zamanda toplumsal birleşmenin, aynı safta toplanmanın ve milyonlarca kişinin aynı his ve ortak tezahüratla gönül verdikleri takımlarının arkasında durmalarını sağlayan muazzam güzellikleri sergilemektedir.

Stadyumlarda oluşan kolektif ruhu diğer sosyal alanlara yayabilirsek hiçbir kem göz milletimize ve devletimize asla yan gözle bakmaya cüret edemeyecektir.

Hangi spor kulübünün taraftarı olursak olalım, Türk milletinin onurlu ve eşit bir ferdi olarak, türkümüz birliğin ve kardeşliğin dizelerinden feyiz almalıdır.

Şahsen spora büyük bir ilgi duyan ve takip eden birisi olarak da, milletçe elde edeceğimiz başarıların saflarımızı daha sıkılaştıracağına ve ellerde bayraklar ve dillerde ‘en büyük Türkiye’ haykırışlarıyla güç birliğini hayatın her alanına yayacağımızı düşünüyorum.

Doğudan batıya, güneyden kuzeye tek ses, tek yürek ve tek millet olarak varlığımızı sürdürmemizin en etkili yollarından birisi de budur.

Ancak AKP zihniyeti, kâbus gibi Türk sporunun üzerine çökmüş, burada da yandaşlığı ve tarafgirliği attığı adımlarla belirginleştirmiştir.

Ermenilerle mutabakat arayışlarında futbol müsabakaları bahane olarak kullanılmış ve Bursa’daki karşılaşmada bayrak avcılığı dahi yapılmıştır.

Spor bu dönemde siyasete alet edilmiş, kulüplerin, federasyonların iktidarın etki ve hâkimiyet alanına sokulması için olmadık oyunlar oynanmıştır.

Hatta daha da ileri gidilmiş, tanınmış ses sanatçıları, sahne ve şov dünyasının ünlü simaları, edebiyatçı ve düşünürlerin yanı sıra spor camiası da yıkım projesine ortak edilmeye çalışılmış ve Başbakan Erdoğan Dolmabahçe Sarayı’na geçtiğimiz yılın Haziran ayında davet ettiği konuklarına PKK açılımını yüzü kızarmadan anlatmıştır.

Bununla birlikte bu toplantıda, ‘zaman orta saha da top çevirme zamanı değil’ diyerek, Türk milletinin ayrışmasının melun taktiklerini vermiştir.

‘Zaman dar alanda kısa paslaşmalar yapma zamanı değil’ diyerek, yıkımın kirli oyun planını kabul ettirmeye çalışmıştır.

Ve Başbakan Erdoğan; “zamanın ekip oyunu oynama, pası isabet ettirme ve netice, yani gol atma zamanı'' sözleriyle de sporu menfur emelleri uğrunda vasıta yapmak istemiştir.

Çocukluğunda, mahalle aralarında kâğıttan toplarla oynadığını ifade eden Recep Tayyip Erdoğan yetişkinliğinde de Türk milletinin sinir uçlarıyla oynamış ve tahrip etmiştir.

Bu zihniyet sahibi için önemli olan sporun hoşgörüsü, ahlakı, çevikliği, centilmenliği ve dinamizmi değildir.

Amaç birlik ruhunun canlandırılması, bütünlüğün sağlanması değil, saha içinde bile farklılıkların hatırda tutulmasıdır.

Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Başbakan Erdoğan ve hükümeti her alanda olduğu gibi sporda da gedikler açmaya çalışmış, hükümet etme gücüyle siyasetin merkezine çekmek için her şirret yolu denemiştir.

Nitekim Galatasaray Kulübümüzün yeni stadyumunun açılış törenlerinde bunu bir kez daha görme fırsatımız olmuştur.

Stadın açılışında kulüp taraftarlarını tahrik edici konuşmalar, bu zamana kadar biriken toplumsal tepkinin ateşini yükseltmiş ve protestolara neden olmuştur.

Öyle ki TOKİ Başkanı olan zatın tariz dolu ve zan altında bırakan sözleri, haklı bir infiale neden olmuş ve patron edasıyla yaptığı konuşmasının cevabını misliyle almıştır.

Tribünde alacaklı gibi oturan Başbakan Erdoğan da, Galatasaray taraftarı kardeşlerimizin tepkisini soğukkanlılıkla ve olgunlukla karşılamak yerine stadyumu terk etmiş ve sinirlerine yine hâkim olamamıştır.

Sonrasında ise stadyumu yapanın ve parayı verenin kendileri olduğunu ısrar vurgulamış ve kendisine yönelik organize bir hareketin olduğunu ifade etmiştir.

Üstelik danışmanından siyasetçisine tüm AKP yandaşları Galatasaray taraftarlarına en pis ve iğrenç hakaretlerle saldırmışlar ve protestoları en hafifinden nankörlükle itham etmişlerdir.

Soruşturmalar açılmış ve kameraların izlenmesiyle demokratik tepkisini gösterenler tespit edilmeye çalışılmıştır.

Bunun aynısını AKP zihniyeti, geçmişte şehit cenazelerine katılan dava arkadaşlarımıza yönelik de uygulamıştı ve kameralarla ve zor kullanarak kendisine yönelen tepkileri durduracağını zannetmişti.

Kabul ve itiraf edilmelidir ki, ileri demokrasinin sözde savunucularının çirkin maskesi Türk Telekom Arena Stadyumunda bir kez daha yerlere düşmüş ve kırılıp, dağılmıştır.

Bu zihniyet sahipleri için demokrasi ve ifade özgürlüğü yalnızca kendilerinin anladığı ve dilediği şekilde olmalıdır.

Başbakan’ı övmeyen, minnet duymayan, şükran gösterileri yapmayan ve sözüm ona lütfettiği yardımlardan dolayı el etek öpmeyen kim varsa organize işlerin bir parçasıdır.

Sanırsınız ki Başbakan Erdoğan servetinden ayırdığı paralarla ya da çocuklarının rızkından keserek stadyum yapılmasına katkı sağlamıştır.

Bundan dolayı kadir kıymet bilinmemesi abesle iştigaldir.

İşte sorunlu bir kafa yapısının ve bozuk mantığın sonucu budur.

Başbakan Erdoğan ve kendi yanında cephe almışlara hatırlatmak isterim ki;

Türkiye krallık, emirlik, şahlık, sultanlık değil, milletimizin egemenliğiyle vücut bulmuş bir Cumhuriyettir.

Hükümet olarak yaptığınız harcamalar kendi özel hazinenizden değil, milletimizin cebinden karşılanmaktadır.

Tabiidir ki milletten aldığınızı yine millete vereceksiniz ve bundan dolayı da minnet duyulmasını asla beklemeyeceksiniz.

Kaldı ki aziz milletimizin size siyasi sorumluluk vermiş olması en büyük lütuftur ve bunu da asla aklınızda çıkarmayacaksınız.

Milletimizi borçlu, kendinizi alacaklı olarak görmeniz ise içine düşebileceğiniz en büyük densizliktir.

Yurdumun her köşesine yapılacak olan hizmetler milletimizin hakkıdır, helalidir ve bedellerini de vergilerle zaten karşılamaktadır.

Bu gerçeği görmeden ya da yok farz ederek; “verdim, yaptım, dağıttım, yardım ettim” türünden söz ya da imalar Türk milletine karşı yapılacak en büyük yanlış ve hakarettir.

Ve böylesi bir düşüklüğü ne Recep Tayyip Erdoğan’ın ne de yanında tuttuğu siyasetçi ve bürokrat taifesinin yapmasına asla izin ve fırsat vermeyeceğiz.

Bir tarafta yoksul kardeşimize makarna, un, yağ, kömür dağıtarak siyasi baskı altında tutan; öbür tarafta da ‘stadyumu ben yaptım, tabi olun’ diyen çürümüş ve alçalmış zihniyetin takdir edersiniz ki iyi niyetinden, samimiyetinden ve âlicenaplığından bahsetmemiz mümkün değildir.

Küresel güçler tarafından uzaktan kumandayla yönlendirilen ve bunun acısını da vatandaşlarımızdan çıkaran AKP hükümetine milletimiz çok yakın bir zamanda geciken şamarını mutlaka indirecektir.

Yeri gelmişken bir hususu daha vurgulamanın yararlı olacağı inancındayım.

Her ne sebeple olursa olsun, toplu halde bulunan yerlerde demokratik itirazların kullanılmasında aşırıya kaçılmamalı, başka kapılar aralanmamalı ve küfür ve hakarete varan sözlere tevessül edilmemelidir.

Haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan olacağı şüphesiz bir hakikattir.

Ancak, ölçüyü kaçırmamak ve toplumsal hareketlenmeyi sağlayacak ve önüne geçilmeyecek başka gelişmelere neden olmamak için herkesin de sorumlu davranması gerekmektedir.

Kimsenin şüphesi olmasın ki AKP iktidardan tepe taklak inecektir.

Bunun da yolu bellidir ve o da sandıktan başkası değildir.

 

Değerli Arkadaşlarım

Dikkatimizi çeken ikinci konu ise az önce arz etmeye çalıştıklarım kadar önemlidir ve Başbakan Erdoğan’ın gerçek niyetini belirginleştirmesi bakımından kayda değerdir.

Başbakan Erdoğan nedense zayıf gördüğü, diklenmesinin kendisine bir zarar vermeyeceği ve kolaylıkla alt edebileceğini düşündüğü ya da iç politika malzemesi olarak kullanmasına izin verilen kişi ya da ülkelerle sürekli gerilim halindedir.

Mesela sahte İsrail kabadayılığı bunlardan birisidir.

Sonuçsuz bağrışları ve bu ülkeye yönelik içi boş tehditleri hepimizin bildiği gerçekler arasındadır.

Ancak ne hikmetse Türklüğe ve Türk milletine sataşanlara, hakir görenlere, iftira atanlara ve geçmişimize dil uzatanlara karşı da sessizdir, suskundur ve sinmiş bir haldedir.

En son olarak Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın Yunanistan ziyareti esnasında kamuoyuna yansıyan ve bizim de asla kabul etmeyeceğimiz çirkin ve küstah ifadeler bunlar arasında yer almıştır.

Bu çerçevede Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın aziz milletimizi; Ermenilerin ve Rumların katlinden sorumlu görmesi ve barbar sıfatını yakıştırması alçaklığın son versiyonu olarak hafızalarımıza kazınmıştır.

Geçmişin acı hatıralarının şahitliğiyle açıklıkla söyleyebiliriz ki, eğer ortada bir barbar ve katil varsa, o da bu kötü sözleri bize atfedenlerden başkası olmayacaktır.

Polatlı’ya kadar gelerek vatanımıza göz dikenlerin, Türk’ün şerefiyle ve bağımsızlığıyla oynamaya kalkışanların, Doğu’da kanlı çetelerle sistematik kıyım yapanların masumiyet zırhına bürünmeleri döktükleri kanları asla temizleyemeyecektir.

Caniliğin, kana susamışlığın, işgalciliğin, haydutluğun taraflarının Türk milletine söz söylemeye ne kirli sicilleri ne de karanlık geçmişleri asla müsaade etmeyecektir.

 

Muhterem Milletvekilleri

Ülkemiz son günlerde kaygı verici tartışmaların, tahripkâr hadiselerin, art niyetli ve sorumsuz beyanatların gölgesi altında kalmıştır.

Siyasetin ahlaki derinliği kaybolmuş, kısır bir döngünün içine hapsolmuş, incelik ve dengeden hızla uzaklaşmıştır.

 AKP ile CHP arasındaki ‘oynak ve kaynak’ tartışmaları çapsızlığın ve vizyonsuzluğun hangi seviyelere ulaştığını bariz bir şekilde ispat etmiştir.

Aslında birbirini tamamlayan bu iki partinin, perde arkasında aynı amaçlara hizmet ettikleri dikkatli ve milli gözlerden kaçmayacaktır.

Anlaşıldığı kadarıyla tek başına iktidar olma şansını elde edemeyecek olan bu iki parti, seçimden sonra koalisyon kurmanın altyapısını şimdiden oluşturmaya kendilerini adamışlardır.

AKP ile CHP arasındaki artan benzerlikler, meselelere aynı mantık örgüsüyle yaklaşımlar ister istemez bizim bu şekilde değerlendirme yapmamıza neden olmaktadır.

Özellikle Ana Muhalefet liderinin teröre kuşkulu bakışı ve milli konulardaki çekimser duruşu AKP’yle aynı çizgide buluşmasını sağlamaktadır.

Ne ilginç bir tesadüftür ki, iki siyasi zihniyette neredeyse İmralı’nın dilini ve projelerini hayata geçirmek için birbiriyle yarış içine girmişlerdir.

İkisinin de kafasında İmralı canisinin affedilmesi vardır.

Türklük değerleri, Türk milletinin birliği ve Cumhuriyetin devamlılığı ikisinin de öncelikleri arasında yoktur.

Ana Muhalefet Partisi liderinin çelişkili ve kılıktan kılığa giren siyasi mesajlarıyla, Başbakan Erdoğan’ın değişken ve tutarsız sözleri üst üste örtüşmektedir.

Başörtüsüyle eğitimlerini sürdürmek isteyen evlatlarımızın önünde bu iki siyasi anlayış engel teşkil etmiştir.

Geçtiğimiz günlerde Danıştay’ın ALES sınavına başörtüsüyle girilemeyeceğine dönük verdiği sorunlu ve tartışmalı karar gerginlik yanlısı bu iki partinin ekmeğine yağ sürmüştür.

Ayrıca aklına geleni söylemek, laf olsun diye konuşmak, tehlikeli düşüncelere sahip olmak AKP ve CHP Genel Başkanlarının ortak özellikleri arasındadır.

Çözüm ve çareyi yabancı başkentlerde aramak, çok konuşup bir şey söylememek yine CHP ile AKP’nin benzeştiği alanlar olmuştur.

Sonuç itibariyle taviz ve teslimiyeti besin kaynağı yapan AKP’nin yanına CHP’nin de düşmesi ülkemiz açısından hayırlı sonuçlar ortaya çıkarmayacaktır.

Değerli arkadaşlarım dikkatlerinizi bir noktaya çekmek isterim.

CHP’nin bölücü taleplere kapı açması ve arka çıkması da tuhaf ve sancılı bir sürecin başladığına işaret etmektedir.

Nitekim Cumhuriyet’i kurduğunu iddia eden Cumhuriyet Halk Partisi’nin PKK tezlerini savunan ve rezil planlarını sahiplenen bir anlayış içinde olması savrulmadır, kendisi açısından tarifi olmayan utanılacak bir durumdur.

Bakınız hakikat komisyonun kurulmasıyla ilgili CHP beyanlarını milletimiz kaygıyla karşılamıştır.

Diğer tarafta, hem asker hem de terör örgütü aynı anda silah bıraksın sözlerini hepiniz mutlaka işittiniz.

Söyler misiniz lütfen, bugünkü CHP’nin neresi aziz Atatürk’ün kurduğu ve ilk genel başkanlığını yaptığı partiyle benzerlik taşımaktadır?

Bölücü taleplere şirinlik yapan Ana Muhalefet lideri, İmralı’daki bölücübaşının kanlı projelerine destek vererek aynı safta yer almıştır.

 Bundan sonra CHP ne diyecektir? Ve ihanete prim veren bu tutumunu nasıl izah edecektir?

AKP’nin izinden yürüyen Ana Muhalefetin kabullerinden saptığı, milli ilkeleri bir yük gibi gördüğü ve üniter devlet yapısını fantezi olarak değerlendirdiği ortadadır.

AKP’yle CHP aynı sahnede buluşmuşlar, önde kavga ederken, arkada el ele Türkiye’nin geleceğini karartmanın meşum planlarını yapmaya başlamışlardır.

Artık önümüzdeki süreçte AKP, CHP ve PKK’nın tavırlarında paralellik olacağını söylememiz yanlış olmayacaktır.

Türkiye’nin temellerinde oynama yaparak kaynaşma sağlanacağını düşünen bu sefil siyaset tüccarlarının milletimizden hak ettiği cevabı en iyi şekilde alacaklarını hep birlikte yaşayarak göreceğimizden kuşku duymuyorum.

Ateş çemberinden geçmekte olan ülkemizin, çok ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıya olduğu tartışmasızdır.

Suikastın hedefinde Türk milleti vardır ve milli birliğimiz ve kardeşliğimiz bozulmak istenmektedir.

AKP iktidarı, ülkemizi mayınlarla döşeli etnik tuzağın içine çekmek amacıyla yapmadığını bırakmamıştır.

Bununla beraber vermediği taviz de kalmamıştır.

AKP’nin dışarıdan eline tutuşturulan senaryo gereğince oynadığı oyunun gayesi bellidir ve Türk milleti kimlik bölünmelerine ve dönüşü olmayan etnik kargaşaya itilmek istenmektedir.

CHP’de böylesi bir sürecin figüranları arasında yerini almış ve tarafını böylelikle netleştirmiştir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’nin, geleceğini tayin edecek tarihi bir yol ayrımına her gün biraz daha yaklaşmaktayız.

Üzülerek söylemeliyim ki, hayatın her alanında etki alanı genişleyen sarsıntılara ve bozulmalara şahit olmaktayız.

Bu kara tablonun oluşmasında en büyük sorumlu ve hızlandırıcı unsur AKP hükümetinden başkası olmadığı açıktır.

Milli ve manevi değerlerimiz iktidarın yol göstericiliğinde ve müsamahakâr tutumu sayesinde darbe üstüne darbe almaktadır.

Bu noktaya hazmettire hazmettire gelindiği malumlarınızdır.

Hukuksuzluğun kol gezdiği, suçluların serbest kaldığı ve vicdansızlığın doruk yaptığı düşündürücü bir Türkiye manzarası karşımızdadır.

Habur’da davul zurnayla karşılanan teröristler, AKP tertibiyle kurulan düzemece mahkemeler milletimizin aklından bir an olsun çıkmamıştır.

Adaletin hain amaçlar uğruna nasıl içinin boşaltıldığını yaşanan rezil görüntülerden maalesef izleme fırsatımız olmuştur.

Bölücü teröristlerin törenlerle karşılanmasından yaklaşık 15 ay sonra bu defa da Hizbullah militanları halaylar eşliğinde serbest kalmış ve bunlar karşısında milletimizin yüreği burkulmuştur.

Yüzlerce insanın kanına giren caniler rahata erdikten sonra, sıradan suçlu muamelesi görerek mutat kontrol prosedürüyle taltif edilmişler, ancak buna dahi riayet etmemişlerdir.

Ve kendilerine sunulan AKP imkânını kullanmışlar ve adaletten kaçmışlardır.

Yakalama girişimleri bir kaçı dışında sonuç vermemiş ve atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiştir.

Katiller AKP hükümetinin açtığı kapıdan göstere göstere çıkıp gitmişler ve büyük bir skandalın yaşanmasına sebep olmuşlardır.

Temennimiz aynı uygulamaların diğer suçlulara yönelik olarak vuku bulmamasıdır.

Şimdi sırada İmralı canisinin hapis cezasını evde geçirme dayatmasının ve pazarlığının ne şekilde karşılanacağı konusuna gelmiştir.

AKP’nin önümüzdeki seçimlerde istediği siyasal neticeyi aldığı takdirde, bölücübaşı için gün doğacaktır ve serbest kalmasının ilk durağı olan ev hapsi hayata geçebilecektir.

AKP iktidarıyla birlikte adalet duygusu körelmiş ve hukukun üstünlüğü komaya girmiştir.

Yargının siyasallaştırılması ve AKP hukukunun devreye sokulması peşi sıra birbirini izlemiştir.

Yasalarla çarpışarak büyüdüklerini söyleyen Recep Tayyip Erdoğan işlediği her suça hukuki bir kılıf, yaptığı her yanlışa yasal mazeret arayışı içinde olmuştur.

Anayasa Mahkemesi’nin ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun tanzim edilmesiyle önüne çıkabilecek pürüzleri etkisizleştirmeyi hedefleyen Başbakan, gözü şimdi de Danıştay ve Yargıtay’a dikmiştir.

Hazırlanan uyum yasaları gereğince, AKP’nin etki ve tesir alanında bulunan Anayasa Mahkemesi’ne; bu iki üst yargı kurumunun üzerinde bir pozisyon verilmesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır.

Bildiğiniz üzere, son yapılan anayasa değişiklikleriyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru imkânı getirilmiştir.

Bu durum temel alınarak AKP’nin kafasında ve gündeminde yer alan; bireysel başvuru bağlamında Anayasa Mahkemesi’ne, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın kararlarını iptal etme yetkisi verilmesine dönük planlar adaleti daha fazla keşmekeşliğin içine itecek ve yeni bir kaos yaşanmasına kapı aralayacaktır.

AKP merkezli yargıyı kuşatma harekatı hızla sürerken, yargının kendi içinde sorunları olduğu kuşku götürmez bir gerçekliktir.

Hukukun kapsamlı bir reforma tabi tutulması kaçınılmazdır ve çok da gerekli bir hal almıştır.

Özellikle yandaş yargı girişimlerinin yoğunlaşmasıyla birlikte verilen kararların doğruluğu daha çok tartışmalı bir duruma gelmiştir.

Adaletin vicdanlarda ne kadar karşılık bulduğu ise belirsizdir.

AKP hükümeti hukuku kendi menfaatine göre değerlendirmekte ve hukuksuzluğun adeta içtihadını yazmaktadır.

Hukukun bu şekliyle daha fazla soluk alıp vermesi çok zordur.

Adaletin olmadığı, hukukun etkili bir şekilde işlemediği bir toplumda özgürlükten ve demokrasiden bahsedilmesi beyhude bir çaba olacaktır.

Demokrasiyi yalnızca prosedürlere ve sloganlara indirgeyen AKP zihniyetinin bu söylediklerimizi anlaması tabiatıyla imkânsızdır.

Böylesi bir bakış açısının adaleti güçlendirmesi ve hukukun üstünlüğünü tesis etmesi de söz konu olmayacaktır.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Gündeme düşen her konu anında toplumsal yapıyı kutuplara sevk etmekte ve milletimizin duyarlı olduğu ne varsa kaşınmakta ve kanatılmaktadır.

Doğal olarak, Türkiye’nin problemleri katlanılamaz bir boyuta ulaşmakta, her gün yeni bir badire karşımıza tüm kasvetiyle dikilmektedir.

Özel hayatın dokunulmazlığından dizi ve heykel tartışmalarına kadar her mesele anında içinden çıkılmaz bir soruna dönüşmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın gündem saptırması ve sanal gerginlik alanları inşa etmesi, bir bakıma çaresizliğinin ve tükenmişliğinin de delilidir.

AKP iktidarı vatandaşlarımızı korku girdabına sürüklemiş ve özgürlük alanlarını alabildiğine daraltmıştır.

Emin olun ki, ülkemizin içinde kıvrandığı sorunların hiçbiri aşılamayacak değildir.

Hepsinin bir makul ve kalıcı bir çözümü vardır.

Milletimize ‘Karar Anı Geliyor, Ses Ver Türkiye, Sesime Kulak Ver Türkiye’ sözleriyle umut olacağız.

Türk milletine sesimizi duyuracağız, sesini duyacağız ve sorunlarına çare olacağız.

Sözlerimizle, bakışlarımızla ve kurduğumuz gönül köprüsüyle milletimizle bütünleşeceğiz.

Milliyetçi Hareket olarak milletimizin huzura ve refaha her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğunu görüyor ve bunları gerçekleştirmek için ise tüm hazırlıklarımızı tamamlıyoruz.

Önümüzdeki Cuma günü açıklayacağımız seçim beyannamemizle de Türk milletinden sesimize kulak vermesini ve buna karşılık ses vermesini talep edeceğiz.

Bu tarihi toplantının şimdiden hayırlı uğurlu olmasını diliyor konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.