29.01.2011 - Akademisyenlerle Gerçekleştirilen Toplantıda Yapmış Oldukları Konuşma Metni.- Antalya
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Akademisyenlerle Gerçekleştirilen Toplantıda Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
29 Ocak 2011 - Antalya

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli

Muhterem Misafirler,

Değerli Öğretim Üyeleri,

Kıymetli Basın Mensupları,

Bugün ülke ve Dünya gündemini değerlendirmek, karşılıklı görüş alışverişinde bulunmak için bir araya geldik.

Çok yararlı olacağına inandığım bu toplantının milletimize, ülkemize ve Türk demokrasisine hayırlı olmasını diliyorum.

Siz değerli hocalarımı sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Hepiniz hoş geldiniz.

Sayın Katılımcılar,

Millet bir arada yaşamış ve yaşamayı hedeflemiş insanların dil ve kültür etrafında asırlarca oluşturdukları müşterekler üzerinde şekillenmiş teşkilatlı ve güçlü toplulukların beraberliği demektir.

Her millet gibi bizim milletimiz de geride kalan bin yıl içinde bir arada yaşayabilmenin doğal ve zorunlu sonucu olarak toplumsal kurumlar geliştirmiştir.

Aile, ekonomi, inanç, siyaset, eğitim kurumları binlerce yılın kaynaşması ve ihtiyaçlarından doğmuş ve bireysel ve toplumsal talepleri karşılayarak bugünlere gelmiştir.

Toplumsal yapı ise, kendini oluşturan kurumların toplamını da aşan, kültürel unsurlarla şekillenen kendine has bir bütündür.

Siyaseti hem bir toplumsal kurum olarak bir sonucun ifadesi, hem de toplumun ihtiyaçlarını karşılama yönünde kurumların ahengini sağlamakla görevli bir başlangıcın tanımı olarak görmek gerekmektedir.

Bu itibarla, bir toplumu değiştirmek isteyenlerin başvurduğu en kestirme ve yapay yol önce toplumsal kurumları değiştirmekten geçmektedir.

Bunun en kısa şekli ise ya bir savaş mağlubiyetinin teslimiyeti ile mümkün olacaktır, ya da devrim denilen kökten ve ani dönüşümlerle gerçekleşecektir.

Uzun ve dengeli bir yükselişin yolu ise sosyolojik süreçlerin demokrasi içinde hızlandırılması ile mümkün olabilecektir.

Demokratik rejimlerde köklü dönüşümler toplumsal tahribatlara yol açar ve ağır bireysel ve toplumsal kimlik ve kişilik travmaları oluşturur.

Bu bizim tarihimizde de rastlanan bir durumdur ve başarılı oldukları tartışmaya açıktır.

Bir toplumsal kurumun değişmesi veya ılımlı bir yolla yenisi ile mübadele edilmesiyle o toplum eski ihtiyaçlarını yeni araç ve kurumlarla da karşılayabiliyorsa mesele yoktur.

Yeni kurumlar topluma tutunmuş demektir.

Nitekim demokrasi artık milletimizin sahip çıktığı bir temel değer olarak siyaset kurumunun varlık nedeni haline gelmiştir.

Ancak, eskinin yerine konulurken doku uyuşmazlığı yaşanıyorsa, toplumsal bünyenin rahatsızlık göstermesi ve hatta reddetmesi kaçınılmaz bir hayat gerçeğidir.

İfadeye çalıştığım bu husus da bizim tarihimizde yaşanan vakıalar arasındadır.

Bu konuda toplumsal taleplerin çok ötesinde kurumsal zorlamalara müracaat edenlerin, toplumu kazanmadan dayatmalara başvuranların veya toptan eski kurumu yıkarak yeni olduğunu zannettiklerini eski topluma zorlayanların başarısızlıklarına tarih şahittir.

Ne var ki, toplumsal kurumları ortadan kaldırarak, yerine yenilerini koymaya çalışanlar kadar, mevcut yapıları özürlü siyaset algıları ile kötü yönetimleri ile tahrip edenler de aynı çıkmaz yolun yolcularıdır.

Tıpkı devrimlerle toplumu değiştireceklerini sananlar kadar zarar vericidirler.

Yaşanan her toplumsal yozlaşmayı elbette ki bir iktidar gücüne bağlamak veya tek bir hükümet dönemine atfetmek doğru ve hakkaniyetli bir yaklaşım olmayacaktır.

Ancak toplumsal kurumları onarmak ve toplum taleplerine cevap vermek için sekiz yılı aşan tek başına iktidar gücü de çok önemlidir ve kaybedilen zaman mutlaka sorgulanmalıdır.

Temel bir toplumsal kurum olan ailenin sorunları olduğu öteden beri bellidir.

Aile kavramının zayıflamaya yüz tuttuğu bilinmektedir.

Ancak AKP iktidarının “üç çocuk” tavsiyesi dışında aileyi koruyucu hiçbir tedbir almadığı da bir gerçektir.

Kaybolan, istismar edilen, çalıştırılan, dilendirilen, organları alınan, şiddete maruz kalan çocukların varlığı bu kurumun üzerindeki ağır tahribatın eseridir.

Kadınların sorunları da çocukların sorunlarından az, çektikleri sıkıntılardan eksik değildir.

Aile maalesef ahlaki yozlaşmanın kaynağı haline gelmiştir.

Yine bir toplumsal kurum olan din, toplum bünyesinde çok şükür ki yaşayamaya devam etse de inananlar üzerindeki ağır siyasi istismar, bu kurumu da yıpratmaktadır.

Üzerinde tartışmaların yapıldığı laiklik de bu yıpranmadan payını almakta, devleti ve toplumu ayakta tutan yapı taşları yerinden oynamaktadır.

Kuşkusuz ki gelecekte nerede olacağımızın en önemli göstergesi eğitim kurumunun işleyişi ve hedefleri ile yakından ilgilidir.

Milli heyecan ve beklentilerden uzak, kimliksiz ve yetersiz bir eğitim sistemi de ülkemizin gerçeğidir.

Bu yapısal kusurlarına bir de yönetim ve etik sorunları eklenince eğitim sistemi AKP zihniyetinin emrinde, geleceğin Türkiye’sini inşa edecek beşeri kaynakları yetiştirmekten çok uzak kalmıştır.

Yine bir toplumsal kurum olan ekonomi ülke gerçeklerinden, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak bir anlayışla, adaletli bir bölüşümü,  refahı ve kalkınmayı bir türlü sağlayamamıştır.

AKP ile geçen sekiz yılda ise bu kayıplar artarak büyümüş, kaynaklar elden çıkartılmış, yoksulluk artmış, üretimden çok tüketim, kazançtan çok harcama, tasarruftan çok borçlanma eksenli bir anlayış önce bireyi ve ardından toplumu yozlaştırmıştır.

Nihayet yine bir toplumsal kurum olan siyaset de çözüm üretmekten uzak, kısır çekişmelere odaklanmış, dayatmacı anlayışını hakim kılmaya çalışan ve en önemlisi kendisinde tecelli eden toplumsal ittifaka ve millet yapısına zarar verir hale gelmiştir.

Özellikle AKP zihniyetinin gerilimden medet uman, her türü istismarı siyaset adına yapmayı mübah gören, milletin sosyolojik süreçlerini alt üst eden tahripkar gafleti, ihanete varan uygulamaları ve geçmişle bağlantılı nefreti bugün karşımızdaki karanlık ve vahim tabloyu çıkarmıştır.

Bir toplumsal ihtiyaç ve kararlardan doğmuş yapı olan devletin toplum hayatında sahip olduğu üç önemli hak; yasama yapabilme, yürütmede bulunma, yargılama hakları ve bunları icra eden müesseseler arasındaki gerilimler AKP iktidarları döneminde tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.

Toplumsal kurumların birbiri ile olan bağı ve ilişkileri ister istemez benzerlik gösterecek, tıpkı birleşik kaplardaki sıvılar gibi toplumsal değerlerde oluşabilecek boşluklar diğer değerleri de aşağı çekecektir.

Bu itibarla, ailenin zarar gördüğü bir ülkenin kalkınmış olması mümkün olamayacağı gibi, eğitiminin kötü olduğu bir ülkenin kalkınması da söz konusu olmayacaktır.

Veya siyaset kurumunun yozlaştığı bir ülkenin gelişmiş, kalkınmış ve eğitilmiş olması düşünülemeyecektir.

Üstelik bu tarihi toplumsal yapının kendisini oluşturan bütün kurumların ve unsurların toplamını da aşan ve milli dil ile şekillenen kültürü tahrip olurken hedeflerin tutturulması bir yana ayakta kalması bile zor olacaktır.

Bugün karşımızdaki tehlikelerin temeli ve özeti bunlardır.

Nitekim tarihin derinliklerinden gelerek toplumsal taleplere göre şekillenmiş toplumsal kurumlar ve oluşmuş yapı alt üst olmaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken husus her değişimin gelişme olup olmadığıdır ve değişim hızının toplumu değişim arzusu ile destekleyip desteklemediği konusudur.

Aksi halde bütün iyi ve güzel fikir olarak çıkılan yoldaki arayışlar ve yanılgılar hüsranla sonuçlanacağı ve macera kalacağı gibi, toplumsal seviye ise başladığı noktadan gerilerde bir hizaya düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.

Bütün bu tespitlerimizi seçim yılı içinde bulunduğumuzdan dolayı muhataplarına bir kez daha hatırlatmayı görev sayıyoruz.

Zira yaşadığımız sancılar mutlaka olması gereken toplumsal değişim arzusundan ziyade, kötü bir yönetimin neden olduğu “Kriz, Kargaşa, Kaos, Korku, Kutuplaşma, Kavga ve Karanlık”dan oluşan “7-K”lı tahribat zinciridir.

Bu yönetim değişmeden, mevcut iktidar gitmeden, toplumsal beklentilerin cevap bulması, milli vicdanların rahata ermesi mümkün değildir.

Türkiye’nin kötü yönetilmesi bir sonuçtur ve müsebbipler hali hazırda görevleri başındadır.

Ülkemizin normalleşmesi ve millet olarak özgüvenimizi tekrar kazanmamız için demokratik yollardan siyasi iradenin el değiştirmesi ve yenilenmesi zorunlu bir hale gelmiştir.

İnancım odur ki, büyük Türk milleti elbette kendi kaderine, yine kendi azim ve iradesiyle sahip çıkacak ve tarihi hükmünü mutlaka en doğru bir şekilde verecektir.

Değerli Misafirler,

Kıymetli Basın Mensupları,

Türkiye’nin karşısındaki çok ciddi iç ve dış güvenlik tehlikeleri ve tehditleri gittikçe ağırlaşmaktadır.

Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terör tırmanmıştır.

Siyasi ayrılıkçılık hevesleri hız kazanmıştır.

Etnik bölünmeye zemin hazırlayan iç ve dış tahrikler artmıştır.

İç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhu yara almıştır.

Terör inisiyatif almış, “eylem, ateşkes, pazarlık ve taviz kopartma” oyunu tekrarlanmıştır.

Cumhuriyetin ilke ve esasları tartışmaya açılmış, yıkıma anayasal kılıf bulma süreci başlatılmıştır.

Kimlikler kaşınarak sistemli tahriklerle kavga ve çatışma ortamı körüklenmiştir.

Türkiye’nin milli devlet niteliği ve üniter yapısı hedef alınmıştır.

Türk milletinin bin yıllık kardeşliği tehdit altına girmiştir.

Milletimiz tarihi “soykırım” yalanları ile mahkûm edilmek istenmiştir.

Tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ilkeleri sorgulanmakta ve yıkılmak istenmektedir.

Ülkemiz siyasi sorumluluk taşıyan zihniyet tarafından tehlikeli bir cepheleşme sürecine acımasızca sürüklenmiştir

√ Etnik temelde bölünme, inanç temelinde cepheleşme, mezhep temelinde ayrışma, devletin ana ilkeleri temelinde kavga cepheleşmenin unsurları olmuştur.

√ Cumhuriyetin temelleri, demokratik rejim, milli ve manevi değerlerimiz çatışma ve istismar alanı haline gelmiştir.

√ Toplumsal huzursuzluk, gerginlik ve çatışma alanları genişlemiştir.

√ Kamplaşma ve kutuplaşma süreci hız kazanmıştır.

√ Yıkıcı bir tahribat Türkiye’yi içten içe çürütmektedir.

√ Maalesef Türk milleti, “ilerici-gerici”, “laik-dindar”, “inançlı-inançsız” ayrımına sürüklenmiştir.

Bunun yanı sıra siyasi ve sosyal hayatımızla ilgili yapısal sorun ve açmazlar had safhaya ulaşmıştır.

√ Siyasi ve ahlaki çürüme devlet ve toplum yaşantısını sarmıştır.

√ Yozlaşma kültürü her alanda kök salmıştır.

√ Türkiye yolsuzluk ve kanunsuzluklar ülkesi olmuştur.

√ Devlete ve adalete olan güven duygusu zedelenmiştir.

√ Siyaset kurumu kirlenmiş ve toplum nazarında itibar kaybetmiştir.

Daha vahimi ise ekonomi derin bir krize sürüklenmiş, milletimiz yoksulluğa mahkûm olmuştur.

√ Hayat pahalılığı, cari açık, dış borçlar, işsizlik, iflaslar, işten çıkarmalar, yoksulluk, yolsuzluk ve kaygılar artmıştır.

√ Dar gelirlimiz, emeklimiz, işçimiz, memurumuz, köylümüz ve çiftçimiz açlık ve çaresizlikle yüz yüze gelmiştir.

√ Yaşanan yokluk ve yoksulluk artık geçici tedbirlerle ve yardımlarla kapatılamayacak boyutlara yükselmiştir.

√ Gelir dağılımındaki bozukluk ve adaletsizlik çaresizliğe ve gerilime neden olmaktadır.

Basit tedbirlerle geçiştirilemeyecek, masum talepler olarak küçümsenmeyecek derecede önemli olan karşımızdaki bu ağır tehdit;

Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, geleceğini ve sınırlarını hayati derecede yakından etkileyecek düzeyde bir beka sorununu ortaya çıkarmıştır.

Buradan hareketle ‘Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği’ni zorunlu gördük ve bunun için güçlü adımlar attık, milli hamleler yaptık.

31 Ekim 2010 tarihinde gerçekleştirdiğimiz tarihi toplantı bunun için iyi bir başlangıç teşkil etmiştir ve bu Güç Birliği artarak, saflarını genişleterek her geçen büyümektedir.

İnşallah sizlerin desteğiyle, katkısıyla ve duasıyla daha da kuvvetlenecektir.

Muhterem Katılımcılar,

Türkiye dokuz yıla yaklaşan bir süredir çözümsüzlüğün, çıkmazın, çarpıklığın ve çaresizliğin içine itilmiştir.

Bu yıllar içinde; skandallar filizlenmiş, kavgalar ateşlenmiş, cepheleşmeler yaygınlaştırılmış, milli kimliğin aşağılandığı ve krizlerin vasat bulduğu bir dönem hepimizin gözü önünde cereyan etmiştir.

Milletimiz işsizlik bataklığının dibine kadar itilmiştir.

Ekonomik yıkım yaygınlaşmış, gelirsizlik her tarafı sarmış ve ne hazindir ki Türkiye küçük bebeklerin açlıktan öldüğü bir ülke haline gelmiştir.

Geçen yıllar içinde; toplum şiddet sarmalına girmiş, aile dramları, cinnet ve cinayet vakıaları, tecavüz ve taciz hadiseleri endişe verici bir şekilde artış göstermiştir.

Adalet kurumuna olan inanç kalmamış, güçlünün mazlumu ezdiği, zayıfın hakkını alamadığı eşitsiz ve ahlaksız bir düzenin temelleri atılmıştır.

12 Eylül Referandumunun öncesinde ve sonrasında yaşananlar, hukukun üstünlüğündeki alaborayı netleştirmiş, üstünlerin hukukunun nasıl olacağını göstermesi bakımından hepimize bir fikir vermiştir.

Kırıp dökülmedik hiçbir taraf kalmamış; baskı ve zulümle tesir ve etki altına alınmadık hiçbir kurum ve sosyal kesim bırakılmamıştır.

Devlet organları son derece tehlikeli gerilim ve çatışma ortamlarına çekilmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri tartışmaların odağına yerleştirilmiş ve yeni mağduriyet alanları oluşturulması için sinsi bir faaliyet yürütülmüştür.

Siyasi sorumluluk taşıyanların sinirli, asabi bir ruh haliyle herkesle itişmeleri, çekişmeleri ve ihtilafa düşmeleri tehlikeli gelişmelere zemin hazırlamıştır.

Nitekim öğrenciler ve işçiler coplanmış, memurlar eziyetlere maruz kalmıştır.

Çiftçi azarlanmış, kulüp taraftarlarıyla kavgaya tutuşulmuştur.

AKP hükümeti; sözde demokratikleşme projesi adı altında Türk milletinin kardeşliğini bozmak ve birlikte yaşamasını felç etmek için elinden geleni her şeyi yapmıştır.

Bu zihniyet tarafından ana dilde eğitim kapıları aralanmış, AKP kanalı haline gelen TRT farklı dillerde yayın yapmaya başlamıştır.

Milli devlet anlayışımız arkadan hançer üstüne hançer yemiş, kutsallarımız ve milli tezlerimiz ağır bir darbe almıştır.

AKP hükümeti peşmergeye abi demiş, Kandil’le işbirliği arayışında olmuş ve model ortaklığı yaptığı gücün taşeronluğunu utanmadan üstlenmiştir.

Üstelik Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanı olmakla övünen zihniyet, küresel projelerin hayat bulması için her çabayı göstermiştir.

Ön alıyoruz, oyun kuruyoruz diyerek yabancı başkentlerin çekim alanına göz göre göre girilmiş, hiçbir anlam ifade etmeyen komşularla sıfır sorun politikasıyla da vakit ve emek israfına neden olunmuştur.

Bize göre AKP Türk milletini sekiz yılı aşkın bir zamandır oyalamış ve meşgul etmiştir.

Adeta mültezim gibi milletimizi soymuş, fakirleştirmiş ve takatsiz bırakmıştır.

Heba olan yılların arkasından Türk milleti AKP’ye kızgındır ve hesaba çekmek için dört gözle sandığı beklemektedir.

Bu itibarla önümüzdeki seçimler Türk milleti ve Türkiye için bir kader seçimi olacaktır.

İnşallah aziz milletimizin tercih ve kararıyla AKP hükümetinin taviz ve teslimiyet döngüsü artık son bulacak ve bu zihniyet için çetin bir hesap verme süreci başlayacaktır.

Değerli Katılımcılar,

Sayın Basın Mensupları,

Cumhuriyet döneminin en ağır bunalımlarını yaşayan Türkiye’nin bu bunalım sarmalından çıkacak, bu sorunları aşacak gücü, imkânları ve kaynakları vardır.

Uzun tarih yolculuğunda birçok badireyi atlatan Türkiye ve Türk milleti bu karanlık süreçten de çıkmaya muktedirdir.

Türk milletinin engin tarih ve kültür mirası, köklü devlet tecrübesi ve geleneği, milli ve manevi değerleri, yüksek ahlak şuuru, demokratik değerlere bağlılığı, genç ve dinamik nüfus yapısı, her alanda yetişmiş insan hazinesi ve ekonomik kaynakları bu sorunları geride bırakmaya yetecektir.

Çok ağır sorunların altında ezilen, çok ciddi tehdit ve tehlikelere maruz bırakılarak karanlık bir uçurumun kenarına sürüklenen Türkiye’nin;

Ebedi vatanında milli birliğini ve kardeşliğini koruması,

Gelişmiş, güçlü, huzurlu ve istikrarlı bir toplum olması,

İnsanı odağına alan, adil, akılcı ve demokratik bir devlet düzeni ve temiz ve namuslu bir siyasi yapı kurması ve,

Yoksulluğu, işsizliği yenmiş, dünya standartlarında üreten, gelirini adil paylaşan, kaynaklarını rasyonel kullanan hakkaniyetli ve istikrarlı bir ekonomik yapı kurması, 

Milli varlığını sürdürebilmesinin asgari şartları olarak karşımızdadır.

 Bunun için her şeyden önce;

Türkiye’nin sorunlarına “Türkiye ve Türk insanı” merkezli bakan ve geleceği “Türkçe düşünen ve planlayan”,

Ortak değerler etrafında kucaklaşmayı, sevgi, kardeşlik ve birlikteliği amaçlayan,

İlkeli, dürüst, açıklığa ve hesap vermeye dayalı, milletin hizmetinde temiz ve sorumlu bir siyaset ve yönetim anlayışına ihtiyaç bulunmaktadır.

Ülkemizin bu temel sorunlarını çözüme kavuşturarak Türkiye’yi ayağa kaldırma konusunda azimliyiz.

Ve huzurlu, onurlu, güvenli ve aydınlık bir geleceğe taşımak için hazırlıklıyız.

Türkiye’nin milli tarih ve kültür bilincinin, varisi olduğu Türk-İslam geleneğinin ve milli değerlerinin rehberliğinde çağı kavrayan ve kuşatan yeni ve büyük atılımların hayata geçirilmesi mecburidir.

Başkent Ankara merkezli ve insan odaklı bir aydınlanma dönemi ve yeni bir milli birlik ve dayanışma ruhuyla Türkiye’nin ayağa kalkacağı topyekun bir onarım, yeniden inşa ve şahlanış süreci başlatılmalıdır.

Sizlerin de bunlara bütün yüreğinizle, fikrinizle katılacağınızdan, destek vereceğinizden şüphe duymuyor, bir kez daha katılımlarınızdan dolayı teşekkür ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Hepiniz sağ olun, var olun.