15.02.2011 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
15 Şubat 2011

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Temsilcileri

Hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Son zamanlarda iş hayatında meydana gelen ve can kaybına neden olan kazalar hepimizi büyük bir üzüntüye sevk etmiştir.

Peşi sıra ülkemizin değişik bir yöresinde yaşanan iş kazaları tahammül sınırımızı çoktan aşmıştır.

Bu kapsamda elem verici bir iş kazası da Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinde vuku bulmuştur.

Kahramanmaraş Afşin-Elbistan B Termik Santrali için kömür üretimi yapılan maden sahasında ortaya çıkan heyelan sonucunda, dokuz çalışanımız maalesef toprak altında kalmıştır.

Arama ve kurtarma çalışmalarının sürdüğü söz konusu yerde, kısa süre içinde, toprak kayması sonucunda iki işçimiz Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, ona yakın işçimiz de yaralanmıştır.

Beklentimiz AKP hükümetinin, devletin imkânlarını tümüyle harekete geçirerek toprak altında kalan kardeşlerimize bir an önce ulaşmasıdır.

Ve bu felaketin nedenlerini ayrıntılı bir şekilde belirleyerek bir daha benzeri acı olayların yaşanmasının önüne geçmesidir.

İş kazaları konusunda hiç kimsenin dayanacak ve sabredecek hali kalmamıştır.

Buradan, Afşinli vatandaşlarımıza ve vefat eden iki kardeşimizin ailesine sabır ve başsağlığı dileklerimi iletiyor, Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Bu kederli günlerde kalbimizin aziz Afşinlilerle birlikte olduğunu ifade etmek istiyorum.

Cenab-ı Allah’tan niyazımız, günlerdir göçük altında bulunan kardeşlerimizin sağ salim bir şekilde ailelerine kavuşmaları ve hepimizi sevince boğmalarıdır.

Bunu bekliyor, bunu istiyor ve bunun için de dua ediyoruz.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

AKP iktidarları döneminde milletimiz, beklentilerin hilafına büyük hayal kırıklıklarına uğramış ve Türkiye’de çivisi çıkmamış hiçbir alan kalmamıştır.

Geçen yıllar içinde ülkemiz ağır bunalımlara maruz kalmış, toplum cephelere ayrılmış, güvensizlik virüsü her tarafa sıçramış, kimlik ve değer aşınmaları endişe verici bir noktaya ulaşmıştır.

Aziz milletimiz dokuz yıla yaklaşan AKP iktidarları döneminde;

  • Yoksulluğun pençesine düşmüş, ekonomik sorunlardan başını kaldıramamış, iş ve aş sorunlarının altında ezilmiş,
  • Siyasi ve sosyal bünyeye ağır darbe vuran kamplaşmalardan dolayı yorulmuş, umutlarını kaybetmiş,
  • Bir türlü çözüme kavuşturulamayan kronik sorunlardan, yolsuzluk ve yozlaşma batağından çok olumsuz etkilenmiştir.

Milli bekamızı hedef alan bölücü terör ve etnik tahrikler AKP hükümetlerinde zirve yapmış, PKK ve Hizbullah militanları serbest kalmış ve rahata ermiştir.

Terör ve bölücü tahrikler tırmanmış, terörle mücadele zaafa uğratılmış ve bu doğrultuda PKK’nın siyasallaşması için gerekli adımlar hayâsızca atılmıştır.

Türk milletinin bünyesine etnik nifak tohumları saçılmış, ayrışma ve husumet düğmesine basılmış, milli birliğimiz felç edilmiştir.

İmralı canisi ile pazarlık ve müzakere yürüten AKP hükümeti PKK açılımı ile bölücü emelleri siyaset sahnesine taşımış, bundan cesaret alan etnik bölücüler ayrı bayrak, ayrı dil, ayrı millet ve özerk yönetim zırvalarıyla boy göstermişlerdir.

Millet ve devlet olarak geleceğimizi tehdit eden bütün şirret girişimler ve hunhar faaliyetler bu iktidar zamanında atağa geçmiştir.

Yoksulluk, işsizlik, açlık ve ekonomik krizler milletimizi köşeye sıkıştırmış, gelecek ümidini kaybettirmiştir.

AKP karanlık olmuş, çaresizliği yaygınlaştırmış ve deyim yerindeyse insanımızı ekmeğe muhtaç hale getirmiştir.

Hayatın her alanı AKP vurgunu yemiş ve toplumun her kesimi bundan ziyadesiyle nasibini almıştır

Maalesef perişanlık diz boyu artmış; işçimiz, memurumuz, emeklimiz, esnaf ve sanatkârımız, çiftçimiz büyük sıkıntılara mahkûm olmuşlardır.

Geride kalan yıllarda üretenlerin derdi büyümüş, yatırımcıların hayali sönmüş, işsizlik endişe verici bir hale gelmiştir.

Ne yazık ki AKP milletimizi borçlandırmış, sekiz yılda iç ve dış borç miktarı muazzam artış göstermiştir.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve dengesizlik kaygı verici bir noktaya ulaşmıştır.

AKP yandaşları, yolsuzluk kervanını düzerken, vatandaşlarımız nasıl geçineceklerinin derdine düşmüş ve şikâyetleri doruk noktaya çıkmıştır.

Yanlış ekonomi politikalarından dolayı ülkemiz; istikrarsızlığın, hüzünlerin, feryatların ve krizlerin merkezi haline gelmiştir.

Başbakan Erdoğan ve partisinin sorumsuz uygulamaları neticesinde; sorun alanları genişlemiş, köken, dil, din, inanç ve mezhep temelli ihtilaflar körüklenmiş ve keskinleşmiştir.

Ahlaki çöküntü, sosyal çözülme ve kültürel çürüme her alana yayılmıştır.

AKP’nin yönetimi altındaki ülkemizde kadınlarımız hunharca katledilmiş, çocuk yaştaki genç kızlar alçakça eziyet ve saldırılara uğramış ve her vatandaşımız sahipsiz ve yalnız bir halde kaderine terk edilmiştir.

Özgürlükleri genişletmekten bahseden AKP zihniyeti, masum insanlarımızın canına ve malına kast etmeye çalışan canilere karşı sessiz ve hareketsiz kalmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’de; sokaklarda arabalar yakılmakta, caddelerde maskeli katiller cirit atmakta, işyerlerine molotof kokteyliler atılmakta, meskenlere tecavüz edilmekte, ileri asayişsizliğin tüm halleri görülmektedir.

Başbakan’ın yönetimi Türkiye’ye kan kusturmakta, kavganın zehri iktidar eliyle her tarafa şırınga edilmektedir.

Kibrin ve aşırı gururun çıkmazında yolunu ve yönünü kaybeden bu kafa yapısının, ülkemizi yaşanmaz bir hale getirmek için her melanete göz yumduğu görülmektedir.

İnsanlarımız artık başlarına ne geleceğini bilmeden ve korku içinde hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır.

Başbakan ise koruma ordusu ile saltanat sürmekte, geçtiği yerlerde tıpkı Sakarya’da olduğu gibi, mutat işlerini yaparken apar topar yere yatırılıp zalimce sorgulanan vatandaşlarımıza rastlanmaktadır.

Bu saygısız, vicdansız ve küstah davranışları hiçbir masum vatandaşımız hak etmemektedir.

Bize göre Başbakan Erdoğan, başını serbest bıraktığı katillere çevirmeli, savunmasız vatandaşa güç gösterisi yapmaktan utanmalı ve bu konuda nedamet göstermelidir.

Üzülerek ifade etmeliyim ki, AKP despotluğu yalnızca hukuka ve adalete saygılı, başkalarının haklarını gözeten vatandaşlarımıza yönelik işlemektedir.

Kıbrıslı kardeşlerimize besleme diyerek hakaret eden, futbol kulübü taraftarlarımızı nankör sözleriyle azarlayan siyasi zihniyetin, terör maşaları karşısındaki tepkisizliği yalnızca bir oyundur ve Türk düşmanlarıyla el birliği yapmasının bastırılamaz bir sonucudur.

Özellikle 12 Eylül Referandumunda, ‘Evet’ oyunu artırabilmek için ne söylendiyse bugün tersi yapılmış ve Türk milleti AKP’nin tefrikacı ve entrikacı siyasetinin tüm yönleriyle tanışmıştır.

AKP döneminde kanunsuzluklar ve hırsızlıklar kök salmış ve kurumsallaşmıştır.

Siyaset kurumu kirlenmiş, yozlaşmış, siyasi alabora ciddi bir düzeye gelmiştir.

AKP’yle birlikte milli kimliğimiz aşındırılmış, milli değerlerimiz aşağılanmış, bin yıllık kardeşliğimiz bozulmak istenmiş, milli varlığımız yıpratılmış ve Türk milleti bölünmenin eşiğine kadar getirilmiştir.

Bununla birlikte içeriden ve dışarıdan fitne kuşatması altına alınan Türkiye, milli birliğine ve varlığına kastetmeyi amaçlayan hain bir suikastla karşı karşıya bırakılmıştır.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi;

  • Yoksullukla mücadele edeceğiz demiş, ancak yoksulluğu ve işsizliği her tarafa yaymıştır.
  • Yolsuzlukla mücadele sözü vermiş, ancak bütün kadrolarıyla boğazına kadar yolsuzluk batağına saplanmıştır.
  • Yasaklarla mücadele edeceğiz sloganıyla işbaşına gelmiş, ancak iktidar döneminde ahlaki, vicdani, hukuki ve siyasi hiçbir kayıt tanımayan uygulamalarıyla korku ve baskı hanedanlığı kurmuştur.
  • Tek millet ve tek devlet sloganını ağzından düşürmemiş, ancak yıkım projesiyle bölücü çevrelere umut vermiş ve Kandil’le pazarlığa girmiştir.

Krizler ve tehditler sarmalına hapsedilen Türkiye sürekli hırpalanmakta, kan ve derman kaybetmektedir.

Karanlığın, karamsarlığın ve korkunun esiri olan Türk milletinin ufku ve gelecek ümidi kalmamıştır.

Bugün geldiğimiz noktada bıçak kemiğe dayanmış ve sabır taşı çatlamıştır.

Ne yazık ki Türkiye yoksulluk ve işsizliğin, iş ve aş sorunlarının üstesinden gelemezse, Türk milletini sosyal patlamalarla ve çalkantılarla dolu karanlık bir gelecek beklemektedir.

Toplumsal gerginlikler, huzursuzluklar ve kamplaşmalar çözülemezse, Türkiye’nin cephe hatlarının çatışma alanına dönüştüğü bir kaos ortamına sürüklenmesi kaçınılmazdır.

Siyasi kirlilik ve ahlaki yozlaşmanın, yolsuzluk, kanunsuzluk ve hırsızlığın önü alınamazsa, toplumsal bünyemizin çürümesi ve sonunda çözülmesi mukadderdir.

Kanlı terör ve etnik bölücülüğün kökü kazınamazsa Türkiye’yi bekleyen etnik temelde ayrışma, husumet, çatışma ve bölünme sürecidir.

İçinde bulunduğumuz durum bu kadar vahim, bu kadar ciddidir.

AKP’nin dokuzuncu yılına giren tek başına iktidar dönemi sonrası bugün karşımızdaki hazin ve trajik tablonun bir kısmı maalesef bunlardan ibarettir.

Bu haliyle önümüzdeki seçimler daha da bir önem ve anlam kazanmıştır.

Türkiye’de siyasi iktidarın yenilenmesine ve milletimizin yeni bir başlangıca ihtiyacı vardır.

AKP’yle daha fazla gidilmesi telafisi olmayacak sorunlara neden olabilecek ve ülkemiz Allah korusun dönüşü olmayan bir yola girebilecektir.

Başbakan Erdoğan ve partisinin dinlenmesi ve seçim sandığıyla kenara çekilmesi mecburi bir hal almıştır.

Aziz milletimiz, demokrasinin sunduğu imkânlarla iktidar mührünü AKP’den alacak ve bin yıllık kudretiyle azametli yumruğunu kafasına indirecektir.

Kars’tan Edirne’ye, Trabzon’dan Mersin’e kadar tüm vatandaşlarımız sekiz yılı aşan bir süredir görevde bulunan AKP hükümetinin demokratik yollardan yakasından tutacak ve alaşağı edecektir.

Bilinmelidir ki, bugün geçmişin pisliğini temizlediklerini söyleyen müfteri Başbakan; en büyük pisliği ve iğrençliği kendi dönemlerinde yandaşlarıyla birlikte oluşturmuştur.

Unutulmasın ki, biz bu dönemin kirlerini hem arındıracağız hem de bunun müsebbiplerinin burunlarından bir bir getireceğiz.

Ve yandaş hale soksalar da, AKP markalı vurgun çetelerini adalete teslim ederek milletimiz adına hesap sorulmasını mutlaka sağlayacağız.

 

Değerli Milletvekilleri,

Bildiğiniz gibi Mısır’daki olayların 18.gününde Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek protestoların artması sonucunda görevinden çekilmiş ve bir dönem böylelikle kapanmıştır.

Bu gelişmenin Ortadoğu ve Müslüman coğrafyasında önemli sonuçlara kapı aralayacağı şüphesizdir.

Tunus’tan başlayarak Akdeniz kıyı şeridi boyunca yayılarak yıllardır görevleri başında olan otokrat yöneticileri teker teker deviren halk hareketlerinin, hangi mecraya yöneleceğini yakın bir zaman içinde daha iyi görmek mümkün olacaktır.

Ancak bir gerçek vardır ki, o da bundan sonra Müslüman coğrafyası eskisi gibi olmayacaktır.

Anlaşıldığı kadarıyla, komşu coğrafyaları merkezine alan yeni bir siyasal dizayn çalışması devrededir ve bunun taraflarının karanlıkta kalan suratları belirginlik kazanmaya başlamıştır.

Demokrasi ve özgürlük gibi hepimizin üzerinde ittifak sağladığı hayati kavramların paravan yapıldığına son zamanlarda fazlasıyla tesadüf edilmiştir.

Nitekim küresel ayak oyunlarının değişim sloganları altında yakın coğrafyalara ulaştırıldığı ve kabul ettirildiği bir dönem herkesin gözü önünde cereyan etmektedir.

Özellikle Mısır’da vesayeti sonlandırmak, statükodan kurtulmak iddiaları ve sözleri maalesef yeni vesayetlerin vücut bulması için adeta manivela işlevi görmüştür.

Bu çerçevede Mübarek sonrasında ortaya çıkan manzara bizim başka bir şey düşünmemize mani olmuştur.

Mısır’da hâlihazırda yönetim Yüksek Askeri Konsey’in kontrolüne geçmiş, parlamento feshedilerek anayasa askıya alınmıştır.

Bu son gelişmelerin demokrasiyle nasıl bağdaştırılacağı üzerinde mutlaka durulmalı ve yaşananların neye ve hangi çevrelere hizmet edeceği samimi bir şekilde analiz edilmelidir.

1 Şubat 2011 tarihli grup konuşmasında ifade ettiğim gibi; toplumun demokratik bir iklimi arzulamadığı, demokrasinin bütün kurum ve kurallarının iç toplumsal dinamiklerden yükselmediği ülkelerdeki demokrasi denemeleri hem sancılı hem de başarısız olmuştur.

Bu zamana kadarki deneyimler bize sürekli bu gerçeği göstermiştir.

Eğer gerçek ve tutarlı bir demokrasi arayışı varsa, bu durumda cemiyet içinde yoğrulmuş, kendi tabii dengeleri ile mesafe alan sosyolojik yapılara çok ihtiyaç duyulacağı tartışmasızdır.

Mısır’daki yeni yönetim yapısının bununla ne kadar örtüştüğü son derece muammadır ve belirsizliğini korumaktadır.

Demokrasiden kasıt, üzeri cilalanmış yeni bir vesayetin ve baskıcı zihniyetlerin değişik bir şekilde yönetimi ele geçirmesi ise, bu durum karşısında bunun daha büyük sarsıntılara davetiye çıkaracağını gözlerden uzak tutmamak lazımdır.

Şüphesiz askeri bir yönetimin işbaşına gelmesi ve bir konsey marifetiyle ülke yönetimini ele alması bizim anladığımız ve inandığımız demokrasiyle asla uyuşmamaktadır.

Demek ki, ‘Mısır halkının sesine kulak verilmeli’ çağrılarının gerisinde farklı bir niyet vardır ve bu şimdi daha da su üstüne çıkmıştır.

Bu konuda ABD ile aynı alanda buluşan ve aynı dili konuşan AKP hükümetinin; kendi dışındaki ülkelere yönelik demokrasi temennisinin nasıl bulanık ve karanlık olduğu bu vesileyle bir kez daha açıklık kazanmıştır.

ABD’nin yaklaşımlarını Mısır’a dayatan ve küresel güç merkezlerinin kurguladığı iktidar oyununda idraki kapalı bir aktör haline gelen hükümetin, ülke dışındaki vesayetçi ve statükocu politikaları gerçek kimliğini deşifre etmesi bakımından çok önemli olmuştur.

Başbakan Erdoğan’ın; ‘Mısır’da kaybeden statüko, kazanan değişimdir’ sözleri yalnızca bir aldatmadır ve eskinin yeniymiş gibi yutturulmasından başka bir anlam taşımamaktadır.

Üstelik Başbakan’ın baskının kaybettiğini, buna karşılık demokrasinin kazandığını söylemesi tam bir zihni iflas ve akıl tutulması olarak hafızalardaki yerini almıştır.

Değerli arkadaşlarım, en kötü yönetimin bile vesayetçi idarelerden daha makbul olduğu ortada iken, Mısır’ın mevcut halinde demokrasinin kazandığını söylemek gaflettir, densizliktir ve çarpıklığın daniskasıdır.

İktidar partisi içeride ileri demokrasi diyerek istismarcı bir anlayışın ev sahipliğine soyunmuş, dışarıda ise yeni baskıcı yönetimlerin kurulması için faaliyete geçen küresel planların taşeronluğunu yapmaktan zerre kadar çekince göstermemiştir.

Artık her şey ayan beyan ortaya çıkmıştır ve AKP’nin kirli çamaşırları statükocu kimliğiyle ve vesayetçi özelliğiyle Ortadoğu’da etrafa saçılmıştır.

Bu son gelişmelerden sonra; hükümetin 12 Eylül’le hesaplaşma sözlerinin, darbecilere haddini bildirme beyanlarının ne kadar ucuz ve ahlaksıca bir kandırmacadan ibaret olduğu daha da netlik kazanmıştır.

Şüpheye yer bırakmayacak bir biçimde diyebiliriz ki; AKP söz ve duruşunda samimiyetsizdir ve art niyetlidir.

Geldiğimiz bugünkü aşamada, Mısır’daki askeri yönetime ABD ile birlikte koro halinde alkış tutan iktidar zihniyetinin, küresel destekten mahrum olmamak uğruna atmayacağı iftira, söylemeyeceği yalan ve girmeyeceği işbirliği ağı yoktur.

AKP’nin üzerini örtmeye çalıştığı otoriter yüzünün boyaları Ortadoğu’nun sancılı ve sıcak coğrafyasında akmış ve Türk milleti bu çirkin yüzü açıkça görmüştür.

Ülkemizde kavganın ve hizbin adresi haline gelen AKP hükümetinin, bundan sonra vereceği ve yapacağı bir şeyi artık kalmamıştır.

Dünya 18 günde Mübarek’in gitmesine şahit olmuştur. Ve bu hepimizin bildiği bir sondur.

İnşallah 118 gün sonra yapılması gündemde olan Milletvekilliği Genel Seçimlerinde de Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi demokratik yollardan gidecek ve milletimiz bu fesat siyaset erbaplarına hak ettiği dersi ve karşılığı mutlaka vererek geldikleri gibi gönderecektir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Mısır’daki son hadiselerle eş zamanlı olarak ülkemizde de önemli olaylar vasat bulmuş ve Balyoz darbe iddiaları kapsamında 163 kişi gözaltına alınarak tutuklanmıştır.

Bu meseleyi değerlendirmeye geçmeden önce, Mısır’daki askeri vesayet yönetiminin oluşmasına paralel, Türkiye’de asker kişilerin mahkeme önüne çıkarılmasını ilginç ve manidar bulduğumuzu açıklamak istiyorum.

Eğer yalnızca bu gelişmeler tesadüf ise diyebileceğimiz bir şey yoktur. Ancak arkasında başka dinamikler ve yönlendirici unsurlar varsa bunların da er ya da geç ortaya çıkacağı aşikardır.

AKP hükümeti yıllardan beridir, milletimize yaşattığı hezimetleri gizleyebilmek için sanal bir darbe karşıtlığına soyunmuş ve sahte bir demokrasi taraftarlığıyla eğip bükmediği bir şey bırakmamıştır.

Oynanan oyun belidir ve tarafları ise ortadadır.

Ne ilginç bir tesadüftür ki, her seçim öncesinde AKP klasiği haline gelen darbe iddiaları ya da sivil asker gerilimi ısıtılıp ısıtılıp tekrar servis edilmektedir.

AKP’nin bizim açımızdan malum olan siyasi stratejisinin özünde;

  • Mağduriyet üzerine bina edilmiş gerilim taktikleri uygulamak,
  • Toplumu bir yanda demokrasi taraftarı, diğer tarafta ise darbe yanlısı olarak kutuplara ayırmak,
  • Baskıyla, zor kullanarak ve vesayetçi yaftasını vurarak korku uyandırmaya çalışmak,
  • Ve elbette ki inançları istismar ederek siyasete alet etmek bulunmaktadır.

AKP’nin kurnaz ve sinsi siyasetine devletin tüm imkânları seferber edilmekte ve darbe iddialarıyla sindirilmiş toplum kesimleri tepkisiz bir hale sokulmak istenmektedir.

İktidarın darbe yandaşı ve karşıtı olarak ikiye ayırdığı devlet ve toplum yapısı, doğal olarak birbirine hasım kamplara ayrılmakta ve birlikte yaşamanın asgari şartları böylelikle ortadan kaldırılmaktadır.

Bu tezgâhın paslandığını ve artık bir işe yaramayacağını görmek ve anlamak lazımdır.

Şüphesiz demokrasiye dışarından müdahale arayışları affedilemez bir hatadır ve bu yanlışa düşenlere adalet önünde hesap sorulması mutlak bir zarurettir.

Türkiye’de siyasi yönetimin değişeceği bir yer varsa o da sandıktır; bunun dışındaki her girişim gayri meşrudur ve millet iradesine ihanet olacaktır.

Ancak Mısır’da askeri vesayete sesini dahi çıkarmayanların, hatta alkış tutanların; ülkemizde güya darbe karşıtı tutum takınmaları iflah olmaz bir çelişkidir ve kapatılmayacak kadar açığa çıkan ikiyüzlülüğün dışa vurumudur.

Millet egemenliğinin yegâne adresi TBMM’dir.

Ancak bu kutlu çatı, milletin üstünde ve millete tahakküm edecek bir mekân da değildir.

Aziz milletimizin vermediği bir yönetme yetkisine sahip oldukları vehmine kapılarak, siyasi iradeyi alaşağı etmeye çalışanlar elbette millet vicdanında ve tarih önünde her zaman mahkûm olacaklardır.

Kerameti kendinden menkul bahanelere sığınarak, hukuk ve demokrasi dışı yöntemlerle müdahale arayışında olanları ne Allah ne de Türk milleti hiçbir zaman affetmeyecektir. İnancım bu yöndedir.

Ne var ki, yakın tarihimizde belirli aralıklarla darbelerin yaşandığı ve sonucunda birçok mağduriyetlerin ortaya çıktığı hepimizin malumudur.

Bugün AKP’nin istismar malzemesi yaptığı darbe iddialarının geçmişte gerçekleşenlerinde bizatihi Milliyetçi Hareket Partisi ve onun mensupları ağır bedeller ödemişlerdir.

Eziyet görenler, zindanlarda çürüyenler ve ihtilal dönemlerinin arkadan kurmalı mahkemelerinde darağaçlarına yollananlar Türk milletinin varlığına kendisini adayan aziz dava arkadaşlarımdır ve bunlara sebep olanları dünya durdukça nefretle hatırlayacağımızı herkes çok iyi bilmelidir.

Bu itibarla hiç kimse bize demokrasi dersi vermeye kalkışmamalı, hele hele ara dönemlerin ürünü olanlar bu konuda hadlerini asla aşmamalıdırlar.

Zira bize vesayetçilerin, otoriter yönetim heveslilerinin ve besin kaynağı sözde asker müdahalesi olanların vereceği ve göstereceği hiçbir şey yoktur.

Bu zamana kadar yaşadığımız tecrübeler, demokrasiye en büyük zararın ve askıya alınmasına neden olan gelişmelerin; kutuplaştırıcı ve çatıştırıcı siyaset tercihlerinden kaynakladığını ispat etmiştir.

Pek tabiidir ki, demokrasiye yönelik tehlike yalnızca siyaset dışındaki unsurlardan gelmemektedir.

Nitekim çarpık ve sorunlu demokrasi algısının da darbeci zihniyetler kadar tehlikeli olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.

Bu nedenle, demokratik kültürü derinleştirmenin ve demokrasiyi korumanın biricik yolunun sadece dış müdahale kanallarını kapatmak olmadığı açıktır.

En az bunun kadar, belki de bundan daha önemlisi, değişik siyasal görüşlere saygı gösterebilen, onlara tahammül edebilen ve herkese eşit yaklaşabilen siyasi yönetimlerin var olmasıdır.

Kaldı ki, demokrasi ancak ve ancak adaletsizliğin ve şiddetin olmadığı ya da en aza indiği toplumlarda bir anlam ifade edecek ve değer üretecektir.

Vurgunculuk dalgalarının kaynakları süpürdüğü, para baronlarının egemenliğini ilan ettiği, eşitlik ve adalet prensiplerinin hiçe sayıldığı, benden-senden ayrımının hayatın her alanına yayıldığı, siyasal rekabetin düşmanlık doğurduğu bir toplumda demokrasinin tahrip olması için dışsal bir faktöre ihtiyaç yoktur.

Zaten demokrasi bu durumda içten içe çürümektedir ve en büyük tehlike de budur.

Kaynakları harekete geçirme ve başkalarını etkileme potansiyeline sahip olan siyasal güç, hoşgörü ve uzlaşma zemini oluşturamıyorsa, toplum her sorun karşısında anında cephelere bölünecektir ve birlik ruhunu korumak bir aşamadan sonra imkânsız hale gelecektir.

Kendisinden başka herkesi hakir gören, azarlayan ve öfkeyle taciz eden iptidai siyasi anlayışın, demokrasiye her şeyden daha fazla kötülük yaptığını bilmek gerekmektedir.

Bu itibarla, millet egemenliğini gasp etmek için fırsat kollayanlarla, yalnızca demokrasiyi biçim ve sözde hatırlayanların aynı safta bir araya geleceği açık ve tartışmasızdır.

Balyoz darbe planı iddiaları kapsamında yapılan son göz altıları bir de bu çerçeveden ele alıp değerlendirmek zannederim daha doğru olacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye’de son yıllarda bazı dava süreçlerinin hukuki çerçevesi ve mecrası dışına çıkarılarak AKP’ye siyasi rant sağlamak hesabıyla kullanıldığı izlenimi milli vicdanda giderek yer etmektedir.

Parti olarak bağımsız yargıya saygılıyız, dava süreçlerine nereden gelirse gelsin her müdahaleyi kabul edilemez gören bir siyaset anlayışının temsilcileriyiz.

Takdir edersiniz ki, makamı, görevi ve statüsü ne olursa olsun hiç kimse suç işleme özgürlüğüne ve imtiyazına sahip değildir.

Adalet her türlü ön yargıdan, hesaptan ve müdahaleden masun ve hukuk kurallarına sadık kalarak işlemelidir.

Adil yargılama hakkı, masumiyet karinesi ve geciken adalet, adalet değildir gerçeği, bu sürecin her aşamasında herkesin saygı göstermesi gereken temel taşlardır.

Hâkimler ve savcılar emri kanunlardan ve vicdanlarından alırlar.

Yargı üzerinde siyasi baskı kurmak, yargı süreçlerinde kanunları ve kuralları görmezden gelmek ve çiğnemek hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir. Bu açık bir suçtur.

Hâkimler ve savcıların suç işleme, kanunları ve kuralları yok farz etme imtiyazları olmadığı da unutulmamalıdır.

Bugün sürmekte olan bazı dava süreçlerinde bu konularla ilgili ciddi endişeler bulunduğu, bu durumun adalete olan güven duygusunu zedelediği, bunların siyasi iktidarı ve yargı kurumunu zan ve şaibe altında bıraktığı ise bir vakıadır.

Hangi kurum içinde demokrasi dışı yollara itibar eden varsa, bunların bağımsız, adil ve süratli bir yargılamayla ortaya çıkarılması ve cezalandırılması doğal ve gereklidir.

Bununla birlikte siyasi çıkar hesabıyla kurumları töhmet altında bırakmanın, itibarlarını yaralamanın hiç kimseye fayda sağlamayacağı unutulmamalıdır.

Türk ordusu, topyekûn Türk milletin ordusudur.

Az önce de vurguladığım gibi, AKP’nin seçimler yaklaşırken yeniden sahte mağdur rolü oynamak için Türk Silahlı Kuvvetlerini darbeci olarak gösterme çabaları bu bakımdan çok çirkin ve kabul edilemezdir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak darbe anlayışına ve darbecilere kesinlikle karşıyız ve Türk Silahlı Kuvvetleri içinde darbe emeli taşıyanlara asla yer verilmemesini istiyoruz.

Ne var ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütünüyle darbeci gösterilmesine, incitilmesine, yıpratılmasına da şiddetle karşı çıkıyoruz ve bu amaçta olanlarla her şart altında mücadele etmekte kararlıyız.

Özellikle sözde darbe iddiaları doğrultusunda 163 kişinin gözaltına alınması ve bunların içinde Güneydoğu’da terörle amansız bir mücadele sergileyen emekli ya da muvazzaf askerlerin de bulunması aklımıza bu değerli şahsiyetlerden intikam alındığı hususunu getirmektedir.

Bu itibarla işleyen yargı sürecini savsaklamadan, her gün yeni bir bahane ile geciktirilmesine meydan vermeden devam eden hukuki süreç biran önce ve süratle sonuçlandırılmalıdır.

İlave olarak suç ve suçlunun açıkça ortaya konulması bizim en öncelikli beklentimiz haline gelmiştir.

Biliyoruz ki, dava süreçlerinin siyasi amaçlarla kullanılmasının, bunu yapanlara ve bu amaçla kendisini kullandıranlara hayrı olmayacaktır.

Adalet er ya da geç tecelli edecek, bu süreçte kimin ne yaptığı mutlaka açığa çıkacaktır.

Varsa yapılan yanlışlar, kanunsuzluklar ve hukuksuzluklar, bunların sorumluları da milli vicdanda mahkûm olacak ve adalet önünde mutlaka, ama mutlaka hesap verecektir.

Halen sürmekte olan ve iyice şirazesinden çıkan sözde darbe iddialarıyla ilgili hukuki süreçlerde dikkat edilmesi gereken başka önemli hususlar da vardır.

Öncelikle, herkesin insan olmaktan kaynaklanan ve vazgeçilmeyecek hakları olduğu şüphesizdir.

Bir defa, suçun oluşmasına kadar herkesin masum olduğu tartışma götürmez bir hukuk kuralıdır.

Her zaman ve her fırsatta ifade ettiğimiz gibi, kim darbe yapmaya yelteniyorsa, böyle bir niyetin ve planın içindeyse yürürlükteki ceza hukuku kapsamında haklarındaki işlemler gecikmeksizin yerine getirilmelidir.

Kimden ve hangi mahfillerden geldiği şaibeli de olsa var olan delillerin tasnifi dikkatle yapılmalı, kamuoyuna servis edilmesine fırsat ve imkân tanınmamalıdır.

Bu konuda yazılı ve görsel medya sorumlu davranmalıdır.

Özellikle AKP’nin el altından Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı malum mihraklarca birlikte yürüttüğü psikolojik operasyona bir an önce son verilmeli, Mehmetçiği siyasete çekme çabaları kesinlikle sonlandırılmalıdır.

Türk Silahlı Kuvvetlerini ‘kâğıttan kaplan’ olarak değerlendirilenlerle, ‘futbol topu gibi oynarlar’ diyenler ellerini Türk milletinin ordusundan çekmelidirler.

Özellikle halen sürmekte olan ve bir türlü karara varılamayan darbe iddiaları kapsamında; kim olursa olsun, insan haysiyet ve şerefinin kaldıramayacağı zulüm, baskı ve muameleler tutuklu bulunan kişilere karşı gösterilmemeli ve adaletin hükmünü verebilmesi için personel, kaynak ve fiziki imkân acilen seferber edilmelidir.

Aksi halde bugün kapıları kapatarak kendince adalet oluşturmaya çalışanlara, yarın tüm kapılar bir daha açılmamak üzere yüzlerine kapanacaktır.

Türkiye artık darbe iddialarından kurtulmalı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin darbe heveslisi bir kuruluş gibi gösterilmesinden tamamen vazgeçilmelidir.

Türk milletinin bir tane ordusu vardır ve onu da demokrasi karşıtı gibi göstermek hiç kimsenin faydasına olmayacak ve karanlık hesaplarını aklamaya yetmeyecektir.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan bir mitingde açılan pankart bahane edilerek, Başbakan’ın Kıbrıs Türklerini bir bütün olarak hedef alan kabul edilemez sözleriyle başlayan tartışmaların bugün geldiği nokta Başbakan’ın gerçek niyetlerine ve hesaplarına ışık tutmuştur.

Başbakan Erdoğan suçüstü yakalanmış, maskesi düşmüştür.

Başbakan’ın yavru vatandaki çirkin bir pankartı gerekçe yaparak son Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle Kıbrıs Türk halkını cezalandırma niyeti bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.

Yaşanan son gelişmelere ilişkin inkâr ve tevil götürmeyen şu gerçekler Başbakan’ın sinsi planlarını açığa çıkarmıştır. 

  • Başbakan Erdoğan Annan Planı konusunda 24 Nisan 2004’de yapılan referandumda dönemin Başbakan’ı Talat ile birlikte bir cephe oluşturmuş ve referandumda evet çıkması için bir militan gibi çalışmıştır.
  • Rumların hayır demesi üzerine Annan Planı geçersiz hale gelmiş ve BM Genel Sekreteri aracılığında yeni bir müzakere süreci başlamıştır.
  • Yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Rauf Denktaş’ın yerine Mehmet Ali Talat seçilmiştir.
  • Görev süresinin sona ermesiyle, Kuzey Kıbrıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mehmet Ali Talat, Başbakan’ın bütün çabalarına rağmen ikinci kez seçilememiştir.
  • Bu gelişmeden duyduğu büyük rahatsızlığı saklama gereğini duymadan alenen dışa vuran Başbakan, Kuzey Kıbrıs demokrasisini hedef alan hezeyanlarla ve dile getirdiği tepkilerle demokrasiden ne kadar nasibini aldığını göstermiştir.
  • Başbakan bu gelişmeden dolayı Kıbrıs Türklüğünü cezalandırmak için uygun zemin ve zaman kollamıştır.
  • Aradığı fırsat nihayet gelmiş ve Başbakan hem Kuzey Kıbrıs hükümetini çalışamaz hale getirmek için ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlamış, hem de açılan bir pankartı bahane ederek Kıbrıslı soydaşlarımızı topyekûn hedefine alan “besleme” hezeyanlarıyla geçmişin intikamını çıkarmaya çalışmıştır.
  • Burada herkesin şu gerçekleri çok iyi görmesi ve anlaması büyük önem taşımaktadır.
  • Başbakan’ın zahiren tepki göstermesine gerekçe olarak gösterdiği pankartı açanlarla, 2004 referandumunda Başbakanla aynı safta Annan planına evet cephesi oluşturan kuruluşlar aynıdır.
  • Başbakan Erdoğan bu müttefiklerinin tahrikini vesile olarak kullanıp Annan planına hayır diyen ve daha sonra Cumhurbaşkanı seçimlerinde Başbakan’ın gönlündeki adayı desteklemeyen Kıbrıs Türklüğüne hakaret ederek bu yolla cezalandırmaya çalışmıştır.
  • Göreve yeni başlamış Lefkoşa’daki Büyükelçimizin görevden alınarak, yerine buradaki son tartışmaların odağında yer alan Türk yardım heyeti başkanı bir müşavirin atanması ise bu rezalete tüy dikmiştir.
  • Başbakan’ın mesajı son derece açıktır: Başbakan Erdoğan seçilmiş Cumhurbaşkanı’na ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hükümetine; ‘ben sizi ekonomik cendereye alarak çalıştırmayacağım’ demektedir.
  • Lefkoşa Büyükelçimizin görevden alınması Dışişleri Bakanlığı gelenekleri, ilkeleri ve uygulamaları bakımından da görülmemiş bir rezalet olarak tarihe geçmiştir.
  • Dışişleri Bakanlığı meslek memurları dışında, dışarıdan Büyükelçi ataması yasal olarak mümkündür.
  • Ancak, bugüne kadar buna istisnai hallerde başvurulmuştur.
  • AKP hükümeti ise dışarıdan atama yöntemine iki yıl içinde dördüncü kez başvurarak Dışişleri’nin geleneklerini alt-üst etmiştir.
  • Lefkoşa Büyükelçimizin görevine altı-yedi ay önce başlamışken apar topar merkeze alınması, yerine Dışişleri kadroları haricinden Büyükelçinin mahiyetinde alt düzeyde bir müşavir olarak çalışan Türk ekonomik yardım heyeti başkanını ataması tam anlamıyla bir skandaldır.
  • Dışarıdan Büyükelçi atanan bu şahsın hangi özelliklerinin bu süreçte belirleyici olduğu doğrusu merak konusudur.
  • Kıbrıs müzakerelerinin çok nazik bir aşamaya girdiği bugünkü süreçte Kıbrıs’ın “K”sını bile bilmeyen birinin Lefkoşa gibi hassas bir merkeze Büyükelçi olarak atanmasının arkasında hangi hesapların yattığı da ilerde daha iyi anlaşılacaktır.

Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetinin Türk milletini ve Kıbrıs’lı kardeşlerimizi derinden yaralayan bu planlı tezgâhı sonrası önümüzdeki döneme ilişkin endişelerimiz daha da ağırlaşmış ve derinleşmiştir.

Kıbrıs milli davamızı, AB ve ABD’nin politikaları karşısında bir kambur ve ayak bağı olarak gören Başbakan’ın Kıbrıs Türklüğünü Rumlar’a yamayarak tasfiye etme yolunda önümüzdeki dönemde hangi adımları atacağı çok ciddi bir soru işareti olarak karşımızdadır.

Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hükümetini ekonomik baskı altına alarak çalıştırmamak, bunun sonucu toplumsal huzursuzluk ortamı yaratarak siyasi tabloyu değiştirmek için hangi zorlamalara yöneleceğini bugünden kestirmek güçtür.

Yavru vatanda bilinçli olarak yarattığı pankart krizi sonrası, Ankara’ya kimleri davet ederek baş başa görüştüğüne bakıldığında, yeni bir tezgâh içine girdiğini gösteren işaretler yoğunlaşmaktadır.

Başbakan Erdoğan bu anlamda da suçüstü yakalanmıştır.     

Milliyetçi Hareket Partisi bu vahim gelişmeleri büyük bir endişe içinde ve yakından izlemektedir.

Kıbrıs Türkleri sahipsiz ve çaresiz değildir.

Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklüğünü Kıbrıs’tan tasfiye etmeye, AB üyeliği perspektifi yalanıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, Kıbrıs’ın sözde yasal hükümeti olarak Kıbrıs Rum Yönetimine peşkeş çekmeye hiç kimse muvaffak olamayacaktır.

Kıbrıs Türklerini tasfiye etmeye yeltenen Başbakan, çok yakında demokratik yollardan Türk siyasetinden tasfiye edilecektir.

Önümüzdeki seçimler, bu tasfiye işleminin seçim sandığında tecelli edecek milli irade yoluyla tamamlanması için tarihi bir vesile olacaktır.

Milliyetçi Hareket’in iktidarında Kıbrıs’ta iki devletli, iki milletli ve iki bölgeli yeni bir ortaklık yapılması dışında hiçbir çözümün çözüm olarak görülemeyeceğini herkes anlayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Kamuoyunun Torba Yasa olarak bildiği; Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın görüşmeleri tamamlanarak Yüce Meclis’te kabul edilmiştir.

Torba Yasa Tasarısı, 31 Aralık 2010 tarihine kadar tahakkuk etmiş “Kamu Alacakları”nın büyük kısmına af getirerek silinmesini ve anaparanın taksitlendirilerek tahsil edilmesini amaçlamaktadır.

Söz konusu Yasa ile 33 devlet kurumunun vatandaşlarımızdan talep ettiği birçoğu davalık olmuş alacakları yeniden yapılandırılmıştır.

Bu yönüyle toplumun büyük kısmını ilgilendirmektedir ve yapılması yerinde olan bir düzenlemedir.

Parti olarak bu Yasaya, komisyonda ve Meclis Genel Kurulunda katkı verdik ve önemli gördüğümüz maddelerine destek olduk.

Milletimizin yararına ve menfaatine olacak düzenlemelerin yasalaşması için üzerimize düşeni yaptık.

Ancak AKP iktidarının sorunlu düzenlemelerine de karşı durduk ve etkili bir muhalefet sergiledik.

Aslına bakılırsa iktidar partisi bu Yasayla ülkemizi kötü yönettiğini de itiraf ve kabul etmiştir.

AKP’nin sekiz yıllık bilançosunun özünde; alacağını tahsil edemeyen devlet, borcunu ödemeyen millet gerçeği vardır. İşte AKP Türkiye’yi bu hale getirmiştir.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Türkiye’nin ve Türk milletinin geleceğini tayin edecek ve şekillendirecek olan Milletvekilliği Genel Seçimleri muhtemelen bu yılın Haziran ayında yapılacaktır.

Süre gittikçe daralmakta ve AKP iktidarıyla yapacağımız amansız hesaplaşmanın tarihi her gün biraz daha yaklaşmaktadır.

Parti olarak Türkiye’yi yönetmeye hazırız ve AKP yıkımının hesabının sormak için sabırsızlık içindeyiz.

Dokuz yıla yaklaşan AKP iktidarının tahribatını, talanını ve yolsuzluklarını yok etmek ve yeni bir başlangıca adım atmak için milletimizin desteğini istiyoruz.

Bunun için Anadolu’nun bağrında Üç Hilalin dalgalanması ve gönüllerde yer etmesi için büyük bir azim ve mücadele sergileyeceğiz.

Başaracağız, dertleri bitireceğiz ve 42 yıllık tek başına iktidar özlemini inşallah bu yıl dindireceğiz.

Bu itibarla Milletvekilliği Genel Seçimleri tarihinin bir an önce belirlenmesini ve katılımın yüksek olması amacıyla gerekli şartların oluşturulmasını arzu ediyoruz.

Muhtemel seçim tarihinin, vatandaşlarımızın durumunu gözeterek tayin edilmesinde şimdiden yarar görüyoruz.

Bu kapsamda, bugün itibariyle 23. Dönem 5.Yasama yılındaki son grup toplantımızı gerçekleştiriyoruz.

Böylelikle 23 Dönem’deki Meclis Grup toplantılarımız bu toplantıyla son bulacaktır.

İnşallah 24 Dönem TBMM yapısı içinde, Milliyetçi Hareket’in tek başına iktidarıyla Türkiye’de yeni bir sayfa açılacaktır.

Parti olarak önümüzdeki süreçte seçim çalışmalarına daha çok ağırlık vereceğiz. Ancak, Meclis çalışmalarına katkı sağlamayı da ihmal etmeyeceğiz.

22 Temmuz 2007 seçimleriyle oluşmuş olan 23. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında siz değerli milletvekili arkadaşlarımla birlikte omuz omuza mücadele vermekten dolayı son derece bahtiyarım.

Şimdi Türk milleti bizleri beklemekte, kucaklaşmak ve kavuşmak için fırsat kollamaktadır.

Köylerimiz, kasabalarımız, ilçelerimiz, illerimiz vereceğimiz sesi ve tutacakları milli eli beklemektedir.

Vatanın her köşesi kutlu iktidar yürüyüşümüzü gözlemektedir.

Asla beklemeyeceğiz. Katiyen yorulmayacağız.

Gece demeyeceğiz, gündüz demeyeceğiz milletimize koşacağız, hanelerinde onlarla hasret gidereceğiz, büyük Türkiye ülkümüzü anlatacağız.

Bağda olacağız, bahçede bulunacağız, tarlalarda gelincikler gibi açacağız.

Camide, cemevinde, çarşıda, pazarda, dükkânlarda aziz vatan evlatlarıyla buluşacağız.

Saflarımızı sıkı tutarak, gönülleri kazanarak, elele Milliyetçi Hareket’in iktidarına yürüyeceğiz.

Elleri nasırlı analar, yazması yüzüne düşmüş bacılar, çocuğuna aş bekleyen gelinler, güneşten bağrı yanmış babalar, terini tezgâhına akıtan işçiler bizi bekliyor.

Sofrasında bir tabak sıcak çorba isteyenler, elleri üşüyüp soğuktan titreyenler, vatan sevdalısı yürekler Milliyetçi Hareket’i bekliyor.

Yolda kalmışlar, başını sokacak bir meskeni olmayan çaresizler, ayakkabısının altı delinmiş fukaralar, yamalı gezen, ama yüreği Ağrı Dağı kadar engin olanlar Üç Hilali istiyor.

Yavrular, gençler, torunlarının geleceğinden endişeli olan dedeler, nineler hepimizi yanlarında istiyor.

Nerede gözü yaşlı, yardıma muhtaç, derdine deva bekleyen varsa bizi bekliyor.

Milliyetçi Hareket “Tam Yol İleri” parolasıyla Türk milletiyle bütünleşmek için geri dönülmez bir yola çıkıyor.

Sesime Kulak Ver Türkiye, Ses Ver Türkiye diyerek yollara düşeceğiz.

Dere tepe gideceğiz, engelleri aşacağız; Türk’ün ve Türk milletinin iktidarını Milliyetçi Hareketle mutlaka kuracağız.

Yeter artık diyenlerle, iş bekleyenlerle, ekmek isteyenlerle ve lider ülke Türkiye özlemini yüreklerinde taşıyanlarla kutlu yolculuğumuzu Cenab-ı Allah’ın izniyle sürdüreceğiz ve zalime, ihanete ve Okyanus ötesinin oyunlarına inat mutlaka iktidara ulaşacağız.

Siz değerli milletvekili arkadaşlarımın eşsiz ve çok değerli katkılarıyla başarılı bir yasama dönemini geride bırakmak üzereyiz.

Bu zamana kadar yaptığınız çalışmalarınızdan dolayı hepinize takdirlerimi sunuyorum.

Partimizin milli, uzlaşmacı, yapıcı ve milletimizin menfaatine aykırı girişimlere karşı dik ve kararlı muhalefetini Meclis çalışmalarında en iyi şekilde gösterdiniz.

Sizlerle gurur duyuyor ve hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Bundan sonra seçim bölgelerinizde partimizin politikalarını ve tek başına iktidar hedefini yorulmadan, yılgınlığa teslim olmadan ve tam bir inanmışlıkla daha çok anlatacağınızdan kuşku duymuyorum.

‘Sesime Kulak Ver Türkiye’, ‘Ses Ver Türkiye’ sözleriyle vatanımızın her köşesine mesajımızı götürüp; Türkiye’yi refaha, berekete ve huzur dolu günlere ulaştıracağımızın müjdesini her bir vatandaşımızla buluşturunuz.

Yolunuz, alnınız ve bahtınız açık olsun.

Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.

Ne Mutlu Türküm Diyene.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.