05.03.2011 - Adana'da İşadamlarına Yönelik Yapmış Oldukları Konuşma.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
İşadamlarına Yönelik Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
5 Mart 2011 - Adana

 

İş Hayatının Sayın Temsilcileri,

Değerli Arkadaşlarım,

Muhterem Katılımcılar,

Kıymetli Basın Mensupları,

Ülkemizin ve Dünya’nın kritik günlerden geçtiği bir süreçte, sizlerle bir araya gelmekten dolayı son derece bahtiyarım.

Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere, 12 Haziran 2011 tarihinde Milletvekilliği Genel Seçimleri yapılacaktır.

Zaman gittikçe daralmakta, millet iradesinin kesin hükmü için geri sayım hızla devam etmektedir.

Böylesine anlamlı, hayati ve Türkiye’nin geleceğini yakından etkileyecek olan Milletvekilliği Genel Seçimleri öncesi sizlerle bir araya gelmek ayrı bir değere sahiptir.

Siz Adanalı işadamlarımızla ülkemizin meselelerini konuşmak ve görüş alışverişinde bulunmak son derece yararlı sonuçlar verecektir. İnancım bu yöndedir.

Bu güzide şehirden ülkemizin sanayisine ve ticaret hayatına çok ciddi katkılar vermiş önemli şahsiyetler yetişmiştir.

Türkiye’nin gururu olmuş, sanayileşmede ve ülke ekonomisinin gelişmesinde sürükleyici bir özelliğe sahip Adanalı hemşerilerimin arasında bulunmak benim için ayrı bir anlam ve öneme sahiptir.

Bu akşam öncelikle, parti olarak Türkiye ekonomisine bakışımızı, hedeflerimizi ve bu alandaki vizyonumuzu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Elbette ekonomiyi siyasetten, toplum gerçeklerinden, bölgesel ve küresel gelişmelerden ayıramayacağımızdan dolayı, değerlendirmelerimin arasında bunlara da yer vermeyi düşünüyorum.

Beni dinleme zahmetine katlanacağınızdan dolayı sizlere şimdiden teşekkür ediyorum.

Hepiniz hoş geldiniz.

Değerli Katılımcılar,

Geçtiğimiz yüzyıl bir taraftan iki dünya savaşına sahne olmuş ve ağır bedeller ödemiştir.

Diğer taraftan da ideolojiler arasındaki gerilime, ülkeler arasındaki kamplaşmaya, ekonomik mücadelelere ve küreyi baştanbaşa etkisi altına alan Soğuk Savaş şartlarına ortam hazırlamıştır.

Üstelik 1980’li yılların sonunda tek kutuplu bir görünüme bürünen küresel sistem yeni ve daha karmaşık sorunlara davetiye çıkarmıştır.

20.yüzyılın bu kasvetli, gergin ve güvensiz yapısı, ister istemez içinde bulunduğumuz yüzyıla birçok sorunu miras olarak bırakmıştır.

Anlaşılmaktadır ki; terör, baskı, ekonomik krizler, sefalet, işsizlik, silahlanma çabaları, saldırganlık eğilimlerindeki artışlar ve çevre felaketleri konusundaki alarm zilleri insanlığın bu çağda da karşılaştığı başlıca sorun alanları arasında yer alacaktır.

Özellikle kilit pazarlar, enerji rezervleri ve stratejik kaynaklar üzerindeki paylaşım kavgalarının artarak devam etmesi gelecek açısından ümitli olmamıza ne yazık ki mani olmaktadır.

Bu itibarla küreselleşmenin yol göstericiliğinde huzurlu, güvenli, müreffeh bir küresel nizam tesisinin önünde birçok güçlükler vardır.

İlave olarak diyebiliriz ki, küreselleşme denilen çok boyutlu süreç, en başta ekonomik uçurumu derinleştirmekte ve beraberinde durgunluğu, siyasi istikrarsızlıkları ve kültürel yavancılaşmayı arttırmaktadır.

Bundan kaynaklı şiddet dalgasının ise; yerel, bölgesel ve küresel ölçekteki toplumsal kaosun hızlanmasında belirleyici olacağı görülmektedir.

Adil, adaletli, özgür ve eşitlik ilkelerine dayalı küresel ilişkiler ağının kurulması konusundaki isteksizlikler ve engeller geniş problem alanlarının ortaya çıkacağına işaret etmektedir.

Karşımızda güçlü olanın dilediğini yaptığı, kafasına koyduğu planı uyguladığı ve farklı mazeretleri ileri sürerek güç gösterilerine soyunduğu bir manzara bulunmaktadır.

Bu garabetin sözde parolaları arasında ise; umudu yeniden yaratmak, haklı dava, özgürleştirmek, farklılığa saygı, demokrasiyi getirmek, barış harekâtı gibi iddialar ve aldatmacalar en göze çarpanlardan bazılarıdır.

Yine benzeri tarz ve propagandaya ekonomi alanında da şahit olmamız mümkündür.

Etik ticaret, dayanışmacı ekonomi, dışlanmışlıkla mücadele, sürdürülebilir kalkınma, insani yardım, insani müdahale gibi hepimizin üzerinde ittifak sağlayacağı kavramlar maalesef hegemonya mücadelelerinde araç haline getirilmekte ve küresel güç merkezlerinin elinde gerçek niteliklerinden saptırılmaktadır.

Sadece ve sadece stratejik ve ekonomik çıkarların doğrultusunda yapılan bu temennilerin içinin ne kadar boş ve temelsiz olduğu bu zamana kadarki tecrübelerle sabittir.

Ne kadar görmezden gelinse de bugün yeryüzünün büyük bir bölümü açlık ve yoksullukla adeta boğuşmaktadır.

Nitekim Dünya üzerinde yaklaşık bir milyar insan yiyecek ekmek dahi bulamamaktadır.

İçecek temiz suyu olmayan, başını sokacağı meskeni bulunmayan ve yarınlardan umudunu kesmiş milyarlar esasen insanlığın en büyük açmazı olmaya devam etmektedir.

Bu kötü ve içler acısı duruma yüreklerini ve vicdanlarını kapatan gelişmiş ülkeler ve kontrol altında tuttukları uluslararası kurumlar eminim ki beşeriyetin vicdanında ilelebet mahkûm olacaklardır.

Var olan küresel sistemin tüm yönleriyle dengesiz ve adaletsiz bir içeriğe sahip olduğunu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ifade edebiliriz.

Bakınız, bir yanda servetin, gelirin ve teknolojik gelişmelerin üst üste yığıldığı ülkelerin belirleyiciliği ve etkinliği alabildiğine yaygınlaşırken,

Diğer yanda ekonomik sorunlara teslim olmuş, kimlik kavgalarından yorulmuş, etnik kargaşanın eşiğinde bulunan ve kendi köklerinden kopma aşamasına gelmiş aralarında bizim de yer aldığımız ülkelerin varlığı hepimizin içi acıyarak şahit olduğu gerçekler arasındadır.

Dünyanın her tarafında artan ekonomik ve siyasi gerilimin kökeninde, elbette tarihsel faktörlerin ve dünden devralınan emperyal mirasın katkısı çok fazladır.

Şaibeli ve insanlık değerleriyle bağdaşmayan sömürgeci zihniyetle, kaynaklara ulaşıp zenginleşen ülkelerin, bugünkü çağda demokrasi ve özgürlük savucusu kesilmeleri de bir bakıma kürenin en büyük çelişkisi ve talihsizliği olmuştur.

Ne yazık ki, açgözlülük, bencillik, adaletsizlik ve ihtiras kürenin bir bölümünün istikrarsızlıkların ve kaosların içine girmesine yol açmış ve bunun sarsıntıları bu yüzyıla kadar artarak devam etmiştir.

Aslına bakılırsa, başta ülkemiz olmak üzere, gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerin yaşadıkları sorunların büyük bir bölümünü burada aramak ve varlığını sürdüren küresel tasarımın altındaki büyük haksızlığı ve adaletsizliği açıklıkla itiraf etmek gerekmektedir.

Güçlünün kazandığı ve sözünün geçtiği mevcut küresel sistemin, sahip olduğu dengesizlikler ve çarpıklıklar artık sürdürülemeyecek noktaya kadar gelmiştir.

İnsanlığın daha iyi ve güzele olan talebi ve bunlara ulaşma gayreti, önümüzdeki yıllarda oyun kurucuların yeniden değişeceği bir dönemin ortaya çıkacağını şimdiden bize göstermektedir.

Özellikle maliyeti çok ağır olan küresel ekonomik krizin ortaya çıkardığı gerçekler arasında; geleneksel güç merkezlerinde yaşanan kaymaların tetikleyeceği yeni bir ilişki ağına gidişin emareleri bulunmaktadır.

Yüzyıllardır sürekli değişen ve farklı bir noktada dengeye oturan küresel sistemin, önümüzdeki süreçte buna bir kez daha muhatap olması kaçınılmaz gibi durmaktadır.

Ülke olarak bu gelişmeleri iyi okumamız ve şimdiden gerekli tedbirleri almamız çok önemli ve hayati bir nitelik taşımaktadır.

En başta Türk girişimcisinin, başkent Ankara’dan küreye doğru uzanışındaki, kavrayışındaki isabeti ve mahareti inanıyorum ki milletimizi her alanda tekrar güçlü bir konuma getirecektir.

Bu nedenle siz değerli sanayicilerimizin ve iş adamalarımızın hem ülkemizde hem de Dünya’da daha fazla yatırım yapması, kar elde etmesi, yeni iş sahaları oluşturması her alandaki gelişmelerin sağlıklı analiziyle mümkün olacaktır.

Milli ve üreten bir ekonomik sistemi merkezine alan Türkiye’nin müteşebbis gücünün eşliğinde gerçek anlamda sözü dinlenen ve belirleyici bir ülke olması kaçınılmazdır.

Ne var ki Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik gücünü harekete geçirmekten aciz ve bihaber olan sorumluluk sahibi siyasi zihniyetin, sadece küresel alana eklemlenme niyetiyle avunması ve üstelik bunu da taviz ve teslimiyet döngüsü içine hapsolarak yapması bu zamana kadar hayırlı ve faydalı bir sonuç vermemiştir.

 Üstelik toplumsal huzurumuz zayıflamakta ve birlikte yaşama ülküsü sürekli saldırılara maruz kalmaktadır.

Bu halde küresel alanda sözü dinlenir bir ülke olmamız hayaldir, aksini söyleyenler ise iyi niyetli ve dürüst değillerdir.

Şehit kanlarıyla çizilmiş sınırlarımızın tartışıldığı, üniter yapımızın sorgulandığı, kardeşliğimizin ve milli kabullerimizin değersizleştirilmeye uğraşıldığı bir ortamda, gelişmeden, zenginleşmeden ve itibarı artan bir ülke olduğumuzdan bahsetmek basiretini ve idrakini kaybedenlerin kötü bir oyunundan başka bir şey değildir.

Siyasi sorumluluk üstlendiği ülkesinin iç sorunları katlanırken, dışarıda sıfır sorun hezeyanlarıyla vakit geçiren bir hükümet etme anlayışının etkinliğinden, ciddiyetinden ve samimiyetinden de bahsedilemeyecektir.

Bölgesinde cazibe merkezi olmaya talip ve hakikaten sözü dinlenir ülke haline gelmemiz için ekonomik ve siyasal alanlarda istikrarlı ve kudretli olmak tartışmasız bir gerekliliktir.

Bunlar olmadan, yalnızca sözde ve propaganda düzeyinde, ülke olarak itibarımızın arttığını ileri sürmek yalandır, sanaldır ve aldatmadan başka bir anlama gelmeyecektir.

Arkasına ekonomik gücünü alamamış, askeri caydırıcılığını sağlayamamış, coğrafyadan kaynaklanan üstünlüğünü gösterememiş ve beşeri varlığını huzura erdirememiş bir ülkenin küresel düzlemde belirleyici olmasına tarih henüz tanıklık etmemiştir.

Eğer bugün ABD’nin küresel sistemdeki kuvvetinden ve etkinliğinden söz ediliyorsa, bu söylediklerimi siyasetinin ana ekseni yapmasıyla mümkün olduğunu hatırlardan çıkarmamak gerekmektedir.

60 trilyon doları geçen Dünya toplam gelirinin, yüzde 21’ne yakınını alan ABD’nin, var olan askeri gücüyle iç içe geçmiş bu ekonomik gücü sayesinden kıtalar arasındaki sorun alanlarına doğrudan müdahale ettiği ve yönlendirdiği hepimizce bilinmektedir.

Ortadoğu’daki çalkantıları, yönetimlerin devrilmesini, arkasındaki unsurları, hedeflenenleri bu çerçevede ele almak daha doğru olacaktır.

Ülkemizin ise insanlığın toplam gelirinden aldığı yüzde 1,2’lik payla ne yapacağı, sözünün nasıl dinleneceği ve hangi tarihsel hatıraları canlandırarak sürükleyici ve tayin edici bir konuma yükseleceği ise belirsiz olduğu kadar da şüphelidir.

Üstelik ordumuzun darbeci olarak gösterilmeye çalışıldığı ve sindirilmek için özel bir gayret sarfedildiği bir ortamda, vatanımızı parsellemeyi hedefine koymuş olan bölücü mihraklar da şımartılmışken güçlü ve bölgemizde istikrar abidesi olduğumuza yönelik iddialar tam bir karartma ve safsatadan ibarettir.

Bugün vatanımızı bölmek için zehir ve ölüm saçan bir terörist başının ev şartlarında cezasını çekmesi konuşulmaktadır.

Seçimler öncesi, terörle işbirliği ve diyalog arayışının daha da belirginlik kazandığı anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin huzuru kaçmaktadır ve insanımız tüm karşı iddialara rağmen geleceğinden umutsuz ve endişelidir.

Uzayan darbe iddiaları, peşi sıra ve sistematik bir hale getirilen gözaltılar, hukukun siyasallaştırılması, sürekli tedirgin ve korku içinde kıvranan ve cephelere bölünen toplum yapısı, yoksulluk ve işsizlik gibi sosyo-ekonomik afetler millet olarak enerjimizi en çok heba eden konu başlıklarından bazılarıdır.

Bu durum çerçevesinde, başımızı kaldırıp küresel sistemde güçlü, kudretli, tayin edici ve yönlendirici olmamız mümkün değildir.

İşte bu yüzden Türkiye dengesini ve istikrarını kaybetmiş bir ülke görüntüsü çizmektedir.

Ekonomik dinamizmini yitirmiş, başkalarının yazdığı ve sahnelediği oyunda figüran olmaya razı olmuş bir ülke tablosu ortadadır.

Bize göre bu ifadeye çalıştığım karanlık ve kaygılandırıcı Türkiye gerçeğinden hepimizin rahatsızlık duyması normaldir ve gereklidir.

Zira daha iyiyi aramak için, evvela sorunu teşhis etmek ve özellikle Dünya’da nerede durduğumuz iyi belirlemek lazımdır.

Her duyarlı, sorumlu ve hassas vatan evladının; ağırlaşan sorunlar karşında tepkisiz kalması mümkün değildir.

Öncelikle, siz değerli Adanalı sanayici ve ticaret erbabı kardeşlerimin buna sessiz durması kuşkusuz imkânsızdır.

Muhterem Misafirler,

Bugün gelişmiş ve zenginleşmiş ülkelerin ortak özelliğine baktığımızda hepsinde köklü, gelenekleri olan ve yaşadıkları toplum için fedakârlıklarda bulunan ekonomik aktörlerin ve müteşebbis zihniyetlerin bulunduğunu görürüz.

Özellikle sosyal ve ekonomik özelliklerin, üretim tekniklerinin ve tarihsel şartların bir araya gelmesiyle sermaye sahibi güçlü girişimci kitlesi oluşmuştur.

Demokrasinin gelişmesinde, hukuk ve adalet ilkelerinin kurumsallaşmasında, ulus-devlet yapısının hayat bulmasında ve kitle üretiminin gerçekleşmesinde sermaye sahiplerinin önemli katkısı söz konusudur.

Bununla birlikte demokrasiye ekonomik bir nitelik kazandıran gelişmelerin arkasında da bu gerçekler yer almaktadır.

Ne var ki meseleye ülkemiz bağlamında baktığımızda; tam ve istenildiği gibi müteşebbis yapısına ulaştığımızı söylememiz çok zordur.

Özellikle 19.yüzyılın başından beridir kalkınmanın ve ekonomik gelişmenin sağlanabilmesi için sağlıklı bir sermaye birikimine ulaşamadığımız bir hakikattir.

Tanzimat yılları özel teşebbüse hareket alanı kazandırmayı, onun emniyetini sağlamayı amaçları arasında tayin etse de, ortaya çıkan sonuç maalesef yerli zanaatların yıkılması ve aracıların palazlanması şeklinde somutlaşmıştır.

Meşrutiyet yılları bunun farklı şekillerde devamına neden olmuş ve Cumhuriyet’e kötürüm, aksak ve yetersiz bir girişimci zihniyetinin devrolunmasına kapı aralamıştır.

Mukayeseli bir üstünlüğe sahip, ekonomik yeniliklere açık, gözünü ve dikkatini Dünya’nın her tarafına dikmiş girişimci ruhunun oluşması istediğimiz ve hedeflediğimiz biçimde gerçekleşememiştir.

Şüphesiz bunda da en başta ülke yönetiminde bulunanların sorumluluğu ve ihmali çok fazladır.

Çok şükür bazı eksik ve sorunlarına rağmen, içinden geçtiğimiz zaman diliminde Türk girişimcisinin zinde, rekabetçi özelliğini güçlendiren ve sürekli gelişen bir tempo içinde olduğunu sevinerek söylemek istiyorum.

Ne var ki bunun yeterli olmadığını ve daha fazlasına ihtiyacımız olduğunu da biliyor ve inanıyorum.

Zira küresel rekabetin acımasız ve kural tanımadan ilerlediği hepinizin malumudur.

Maliyet ve işgücü avantajına sahip, teknolojik yenilikleri sürdürülebilir bir hale getirmiş, üretimlerini ve pazarlarını kürenin her tarafına yaygınlaştırmış, hepsinden önemlisi de arkalarına ülkelerindeki siyasi yönetimlerin desteğini almış şirketler rekabetçi üstünlüğü ellerinde tutmaktadırlar.

Bugün Dünya’nın her tarafında yatırım yapan, tesis ve fabrika açan, istihdam yaratan, gelir ve kazançlarını katlayan küresel şirketlerin, başlangıçta beli bir aşamaya kadar kendi devletleri tarafından korunduğu bir gerçektir.

Zamanımızın serbest piyasa sözcülerinin; kendi endüstrilerini, sanayilerini desteklemek için hangi politikaları ve korumacı uygulamaları hayata geçirdiğini gayet net olarak biliyoruz.

Bunun için, Türk şirketlerinin daha güçlü ve rekabetçi avantaja ulaşabilmeleri için siyaset kurumuna büyük görevler düştüğü tartışmasızdır.

En başta sermaye birikimine engel teşkil eden faktörleri ortadan kaldırmak ve girişimcileri rahatlatacak ve önlerini açacak politikalara çok ihtiyaç vardır.

Sosyal, siyasal, hukuki ve ekonomik yapının bu amaca dönük reforma tabi tutulması bir gereklilik ve mecburiyettir.

Unutmayalım ki, Türk girişimcisi kar elde ettiği ölçüde milli gelirimize katkı sağlayacak, istihdama destek olacak ve milletimizin sesini her tarafa duyuracaktır.

Küresel güç olmanın ve lider ülke hedefine ulaşmanın en önemli yollarından birisi de budur.

Eğer bugün Türkiye’nin yeterli ve kabul edilebilir bir gelişme sürecine giremediğini tartışıyorsak, bunun en başta gelen nedenlerini öncelikle sermaye birikimini elinde tutacak ve yönlendirecek girişimcilerimizin eksikliğinde aramak gerekmektedir.

Kalkınma mücadelelerine bizden sonra başlamış milletlerin dahi ülkemizi geride bırakmasının ve aramızdaki mesafenin gün geçtikçe açılmasının gerisinde bu gerçekler yatmaktadır.

Yanlış ekonomi politikaları, çatışma ve kavga temelli siyaset uygulamaları ne yazık ki Türk girişimcisinin hak ettiği ve beklediği ilgiden mahrum bırakmış ve kendi kaderlerine terk edilmelerine neden olmuştur.

Biz parti olarak bu gerçeklerin fazlasıyla bilincindeyiz ve sizler olmadan Türkiye’nin parıltılı ve iftihar edilecek bir seviyeye ulaşamayacağına inanıyoruz.

El birliği yaparak, güç birliğini hayatın her alanına taşıyarak, karşılıklı yükümlülüklerimizi ihmal etmeden aziz Türk milletini çağlarına ötesine sıçratmanın mümkün ve gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Türk girişimcisinin küreselleşmenin soğuk sularında, küresel rekabetin insafsız ve izansız sahasında çaresizce çırpınmasına ve soluksuz kalmasına razı olamayız.

Türk’ün adını, Türkiye’nin kudretini, bayrağımızın varlığını binlerce kilometre uzağa taşıyacak olan ilk önce sizlersiniz.

Demokrasinin güçlenmesinde, ekonominin gelişmesinde, milli ve üniter devlet sistemimizin ayakta kalmasında Türk girişimcisinin çaba ve gayreti belirleyici bir rol oynayacaktır.

Ülkemizin uzunca bir süredir içinde bocaladığı belirsizlik ve güvensizlik ikliminden kurtulabilmesi için birlikte yaşamanın cazibesine tekrar kavuşabilmesi gerekmektedir.

Toplumsal barışın, karşılıklı saygının, kardeşçe yaşamanın kurumsallaşmasında ve ekonomik gücün elde edilmesinde siz değerli arkadaşlarımın katkılarına çok ihtiyaç vardır.

Bunu da her birinizin göstereceğinden şüphe duymuyorum ve Türk müteşebbis ruhunun ülkesi için fedakârlıktan kaçınmayacağına, üzerine düşen her sorumluğu yerine getireceğine içtenlikle inanıyorum.

İş Hayatının Değerli Temsilcileri,

Muhterem Katılımcılar,

 Siyasetçi özelliğimin yanı sıra, bir iktisatçı olarak da açıkça söyleyebilirim ki, Türkiye ekonomisi halen belini doğrultabilmiş değildir ve krizin pençeleri ekonomik bünyeyi yerle bir etmiştir.

Bunun bütün sancılarını sizler yaşadınız ve yaşamaya da devam ediyorsunuz.

Siparişleriniz kesildi, kredi almakta ve yeni yatırım yapmakta büyük zorluklar yaşadınız.

Kapasitelerinizi azalttınız, işyerlerinize kilit vurdunuz, dönen çarklarınızı durdurmak zorunda kaldınız.

Son aşamaya kadar beklediniz, ancak bir umut kapısı açılmayınca mecburen birçok çalışanınızla yolunuzu ayırdınız.

Biriken borçlarınızı ödeyemediniz, borçlarınızı çeviremediniz.

İhracat kanallarının tıkanmasından ve iç talebin bıçak gibi kesilmesinden dolayı gelirleriniz azaldı ve ayakta kalmak için adeta çırpındınız.

Bazılarınız işlerini tasfiye etti, işini değiştirdi ve ne yazık ki iflas edenler oldu.

Emek emek bugünlere getirdiğiniz şirketleriniz, ticarethaneleriniz, işletmeleriniz ve firmalarınız ‘bize bir şey olmaz’ diyenleri yalancı çıkarırcasına büyük zararlara uğradılar ve ekonomik yıkımın eşiğine kadar geldiler.

Sattığınızın yerine yenisini koymakta güçlükler yaşadınız, hatta ürettikleriniz bile elinizde kaldı.

Dünya şartlarına göre son derece yüksek olan faiz baskısından ve vergi yükünden dolayı yüzünüz bir türlü gülmedi.

Hükümetten talimatlı maliye görevlileri işyerlerinizi deyim yerindeyse ablukaya aldı.

Krizin neden olduğu tahribat yetmiyormuş gibi; hükümet tarafından sizlerin teslim olması, itiraz etmemesi ve sinmesi için her türlü girişim sergilendi.

Bunları en iyi siz biliyorsunuz ve yaşayan sizlersiniz.

Krizin teğet geçtiğine yönelik sözlere içten içe öfkelendiniz, hükümetin ilgisizliğine, vurdumduymazlığına ve ekonomik direnci artırmak için atması gereken adımları geciktirmesine içerlediniz, ama yine de vazgeçmediniz.

Yıllarınızı sanayi ve ticaret hayatına vermenize rağmen, kısa sürede iktidar destekli türedilerin önünüze geçirilmesini kabullenemediniz.

Siz alın terinizle, geceyi gündüze katarak çalıştınız, çabaladınız, ürettiniz, iş verdiniz, sarfettiniz; ama özelliği yalnızca hanedana yakın olanların sizden değerli olmasını kendinize yediremediniz.

Üzülerek ifade etmeliyim ki, başta Adanalı işadamlarımız olmak üzere, ülkemizin her yöresindeki girişimcilerimizin yaşadığı sıkıntılar özet olarak bunlardan ibarettir.

Bu ifadeye çalıştıklarımdan daha fazlasına muhatap olduğunuzu biliyorum.

Şüphe etmeyiniz ki, kulun bir hesabı varsa, bunun üstünde ve her şeyden önce Cenab-ı Allah’ın da bir adaleti vardır.

Bu adalet inşallah tecelli edecektir.

Ancak biz, bu dünyada yapılan yanlışların, art niyetli davranışların, taraflı uygulamaların, iş alemine gösterilen baskıların hesabını sormakta kararlı ve hazırız.

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye zenginleşme, büyüme ve istikrar sözlerine rağmen; ekonomik tahribatı bütün boyutlarıyla yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir.

Her alanda sorunlar büyümekte ve ekonomik sistemin itibarı, iş ve aş üretmesi, krizlere karşı koyma kabiliyeti hala sağlanabilmiş değildir.

Biliyorsunuz, ülkemizin yaşadığı 2009 Büyük Ekonomik krizi ibretlik sonuçlara ve gelişmelere neden olmuştur.

İşsizlik fırlamış, yoksulluk her haneye ulaşmış ve ekonomik çöküşün ağır bedellerine herkes az ya da çok ortak olmuştur.

Özellikle gelir dağılımı adaleti endişe verici bir şekilde bozulmuş durumdadır.

Toplumun en alt gelir grubunda bulunanlar toplam gelirin yüzde 5,6’sini alırken, en yüksek gelir grubunda bulunanlar bu gelirin yüzde 46,7’sine sahip olmuşlardır.

Ne hazindir ki gelir farklılığı en yoksul ile en zengin arasında yaklaşık 8,5 kata ulaşmıştır.

Bu adaletsiz ve vicdansız görüntünün giderilmesi ve adaletin sağlanması bizim parti olarak öncelikli yapacaklarımız arasındadır.

Ekonomide adaleti, eşitliği ve özgürlüğü sağlayamazsak, emin olun ki millet olarak huzur ve mutluluğa ulaşmamız mümkün olmayacaktır.

Ayrıca yapılan son araştırmada ülkemizde hanehalkı başına düşen ortalama yıllık kullanılabilir gelirin 21 bin 293 TL olduğuna dönük iddianın temelsiz ve bir anlam ifade etmeyen uydurma bir tespit olduğu kanaatini taşıyorum.

İşsizler ve bir geliri olmadan yaşayanlarla birlikte; Türkiye’de milyonlarca insanımızın da asgari ücret şartlarında yaşadığı göz önüne alındığında bunun ne kadar hayali bir rakam olduğu açıklıkla görülebilecektir.

TÜİK tarafından yapılan ve birkaç gün önce açıklanan yaşam memnuniyeti araştırmasında da; 18 ve daha yukarı yaşlardaki vatandaşlarımızın yüzde 61,2’sinin mutlu olduğunun ifade edilmesi kendi içinde tutarsızlıklarla doludur.

Yoksulluğa mahkûm olmuş, işsizlikten bunalmış, asayişsizlikten dolayı endişeli, toplumsal kamplaşmadan kaygılı ve artan şiddet vakalarından dolayı korku içindeki insanımızın kendini gerçek anlamda mutlu hissetmesi bize göre çok zordur.

Türkiye’nin içinde bulunduğu fasit daireden çıkabilmesi mümkündür ve parti olarak hedefimiz de budur.

Güçlü devlet, mutlu millet ve huzurlu fert hedefine ulaşmak hayal değildir.

İnsan eylemlerinin sonucu olan ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlar yine insanın kararlı ve azimli mücadelesiyle ortadan kalkabilecektir.

Bizim için öncelikli hedef üreten ve milli kaygıları gözeten bir ekonomik sistemi kurmak ve işlemesini sağlamaktır.

İnsanımızın ve iş hayatının mutlu ve refah içinde olacağı bir ekonomik yapıya ulaşmak asla hayal değildir.

Türkiye'de her bir ferdimiz araya sıkışmış, derinleşen ve kökleşen ekonomik sorunlarından dolayı, olması gereken ve layık olduğu yaşam standardının çok gerisine düşmüştür.

Ekonomik konularda yeni ve yerli bir zihniyetin varlığı bize göre bir zorunluluk haline gelmiştir.

Bunu planlamadan, gerekli fikri olgunluğu yakalamadan ekonominin girdiği sorunlarla dolu süreçten kısa sürede çıkması mümkün olmadığı gibi, yaşanılacak tahribatın etkisi ne yazık ki büyük olacaktır.

Ekonomik ve sosyal kalkınmanın gerçekleşmesinde gösterilecek heyecanın ve mücadeleci zihniyetin daha iyi günlere ulaşmamamızda başlıca etken olacağı açıktır.

Her sorunun mutlaka bir çözümü vardır ve isteyen, iyi niyetini koruyan ve kesinlikle milletimizin geleceğine kendisini adayanlar çare ve çıkış yollarını inşa edebileceklerdir.

Mesela işsizlik bunlar arasındadır.

Bize göre, işsizliğin çözümü imkânsız değildir.

Başlangıç olarak; gerekli olanın kararlı bir hükümet etme anlayışı, bunu tamamlayacak donanımlı kadrolar ve beraberinde iyi tasarlanmış sosyal ve ekonomik politikalar olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

İşsizliğin yakıcı etkisini azaltabilmek ve sosyal devletin zorunlu bir ön şartı olarak iş güvencesi ve işe iadeyi yeniden ve öncelikle sağlamak için lazım gelen önlemlerin alınması yerinde olacaktır.

Ayrıca, ekonomiyi canlandırıcı bir önlem olarak, verilecek işletme kredilerinin; üretim ve istihdam şartı ile uzun vadeye yayılmış bir biçimde uygulamaya sokulması işsizliğin yayılmasının önüne geçebilecektir.

İşsizliğin etkisini azaltabilmek için, üretimi ve özellikle ara malı üretimini teşvik edecek bir politika geliştirilmeli, nihai ürün içinde yerli katma değer oranını artıracak teşvik politikaları uygulanmalıdır.

Yatırım yapan, üretim ve ihracat artışıyla istihdam sağlayan siz değerli girişimcilerimize de vergi indirimi ve kolaylıkları mutlaka sağlanmalıdır.

Ulaştırma, enerji ve diğer girdi maliyetlerinin sizleri nasıl zorladığını ve girdi maliyetlerinizi yükselterek rekabetçi özelliğinize zarar verdiğini biliyorum.

Parti olarak, tasarladığımız üreten ve güçlü ekonomik modelimizde bunları ayrıntılarıyla düşündük ve gerekli tedbirleri aldık.

Unutmayalım ki, ekonominin merkezinde insan vardır.

Ve her niyet, hedef ve plan insanın mutluluğuna dönük olmalıdır.

Bu itibarla, ekonominin ve iş hayatının kültürel gerçeklerimizden, sosyolojik özelliklerimizden, ahlak ve gelenek kriterlerimizden azade olması asla doğru olmayacaktır.

Türk milletinin kendine has yaklaşımı, toplumsal ilişki ağı, ekonomik konulara bakışı söz konusudur.

Sosyal ihtiyaçları gözetmeyen ve yalnızca piyasa dengelerine odaklanmış, psikolojik gerçekleri dışlayan, rakamlara, oranlara ve yüzdelere dalmış ekonomi politikalarının başarı şansı yoktur.

Biz ekonomi politikalarımızın merkezine insanı ve üreten, çalışan bir zihniyeti koyduk.

Bunu başarmanın şartı, öncelikle Türkiye’nin teslimiyetçi ruh hâlinden kurtulması ve Türk Milletinin özünü temsil eden değerlere yönelmesinden geçmektedir.

  • Kendi milli ve tarihi değerleri ile barışık,
  • Sorun çözme kabiliyeti olan etkin bir devlet düzeni kurmuş,
  • Ülkenin kaynaklarını seferber edecek milli bir ekonomi modeli uygulamaya koymuş,
  • Ve küresel sistemde saygın konuma gelmiş güçlü bir Türkiye; 21’inci yüzyılda dünya siyasetinde ve ekonomik hayatında söz sahibi olacaktır.

Bu çerçevede; her bakımdan güçlenme ve kalkınma hamlesi yapacak olan ülkemizi Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı olan 2023 yılında,  “Lider Ülke” konumuna taşımayı hedefliyoruz.

Bunun içinde önümüzdeki 24., 25. ve 26 yasama dönemlerinde tek başına iktidar olmayı amaçlıyoruz. Nitekim çalışmalarımız, gayretimiz de bu yöndedir.

Parti olarak, 2023 yılına kadar Türkiye’nin şu temel hedeflere ulaştırılmasını öngörüyor ve hedef olarak benimsiyoruz:

  • Ekonomik ve teknolojik gelişmeyi sağlamak; üretim kapasitesini, sanayi ve enerji alt yapısını dünya ölçülerinin üzerine çıkarmak,
  • Tarımda kendi kendine yeterli hale gelmek,
  • İşsizlik ve yoksulluğu ortadan kaldırmak,
  • Gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek,
  • Sosyal güvenlik ve sosyal adaleti bütün icaplarıyla tesis etmek,
  • Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması ve vergi adaletini sağlamak
  • Doğal kaynakları en rasyonel ve optimum düzeyde değerlendirmek,
  • Köklü bir eğitim reformu gerçekleştirmek ve bilgi toplumu dönüşümünü tamamlamak,
  • Vatandaşlarımızın kimseye muhtaç olmayacağı ve insanca yaşayacağı bir düzeni oluşturmaktır.

Adaletli olmaya, eşitlik içinde yaklaşmaya ve katma değer üreten siz değerli girişimcilerimize her türlü kolaylığı sağlamaya her zaman kararlıyız.

Bu toplantı vesilesiyle sizlerle bir araya gelmekten büyük bir memnuniyet duydum.

Kısa da olsa, genel hatlarıyla ekonomi perspektifimizi, Dünyaya ve ekonomik ilişkilere nasıl baktığımızı sizlerle paylaştım.

Katılımlarınızdan dolayı her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.