25.09.2011 - Denizli'de Düzenlenen İl Başkanları Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Denizli'de Düzenlenen İl Başkanları Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
25 Eylül 2011

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye’nin temel meselelerini ele alacağımız bu basın toplantısına geçmeden önce, siz değerli katılımcıları sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

İl başkanlarımızın iştirakiyle Denizli’de gerçekleştirdiğimiz iki günlük siyasi çalışmalarımızın son günündeyiz.

Bu kapsamda partimizin tüm il başkanlarıyla birlikte, ülkemizin içinde bulunduğu ağır şartlar ayrıntılı olarak görüşülmüştür.

12 Haziran Milletvekili Genel Seçimi’nden bu tarafa geçen 105 günlük sürede vuku bulan siyasi, sosyal ve ekonomik konular ele alınmıştır.

Aynı zamanda il başkanlarımızın görüş ve düşünceleriyle teşkilatlarımızın son durumu ve seçim sonuçları değerlendirmeye tabi tutulmuştur.

Küresel ekonominin içine düştüğü bunalım ve ülkemize yansımaları; medyanın partimize bakışı, tutumu, ilişkilerin aldığı seyir incelenmiş ve karşılıklı görüş alışverişinde bulunulmuştur.

Uluslararası ilişkilerin aldığı boyut, bölücü terörün ulaştığı kaygı verici seviye, yeni anayasa süreci gibi konu başlıkları toplantılarımızın ana fikrini teşkil etmiştir.

İlave olarak parti teşkilatlarımızın mahallinde yaptıkları çalışmalar, bundan sonraki hedefleri ve karşılaştıkları güçlükler de irdelenmiş ve analiz edilmiştir.

Türkiye’nin endişe verici bugünkü ortamında, Denizli’de düzenlendiğimiz toplantıların çok yararlı neticelere vesile olacağına inancım tamdır.

Değerli Basın Mensupları,

Son zamanlarda gelişen ve çapraşık bir hal alan hadiselerin iyi okunması ve üzerindeki sis perdesinin itinayla kaldırılması gerekmektedir.

Konuşmamın bu aşamasında ülkemizin, belli başlı kritik meselelerin kanatlarına tutunarak aşırı güç ve derman kaybettiğini ifade etmeliyim.

AKP’nin narkoz işlevi gören kara propagandası maalesef gerçeklerin üzerini örtmekte; hayalin, tezviratın ve dedikodunun gerçekmiş gibi algılanmasını sağlamaktadır.

Ülkemiz ağır bir iç kanama geçirirken, Başbakan Erdoğan küresel düzlemde sorumsuzca ve pervasızca hareket etmektedir.

Başbakan, her gün ülkemizde şehitler verilirken, kendisini başka coğrafyaların güvenliğine memur etmiş ve adamıştır.

Kabaran kibri Başbakan Erdoğan’ı kendinden geçirmiş, dış yönlendirme ve verilen destek sayesinde adeta ‘dünyayı kurtaran adam’ rolüne soyunmuştur.

Aşırı güveni nedeniyle ayakları yerden kesilmiş, şişen benliği başını döndürmüş, böylelikle ülkemizi ve milletimizi kandırmaktan ve aldatmaktan çekinmemiştir.

Başbakan Erdoğan sıkıştığı ve bunaldığı her fırsatta minderden kaçmakta ve kuralları çiğnemektedir.

Bu itibarla Türkiye iyi yönetilmediğinden kilitlenmeyle karşı karşıyadır.

Başbakan için başarısızlığını kapatacak, aczini gizleyecek ve habis emellerine korunak olacak çıkışlar, diklenmeler ve meydan okumalar cankurtaran işlevi görmektedir.

İşte İsrail gerilimi, Suriye resti ve Kıbrıs Rum kesimiyle atışmalar aradığı imkânları kendisine sunmuş ve sahte çıkışlarına müzahir bir zemin oluşturmuştur.

Oysaki iç sorunlarımız telafisi çok zor olacak bir aşamaya gelmiştir.

Bugünkü süreçte, dozu ve seviyesi gittikçe artan problem alanları, Türkiye’nin geleceğine ve stratejik varlığına düğüm üstüne düğüm atmaktadır.

Bölücü terörün kaygı verici saldırıları tahammül sınırlarını çoktan aşmış ve milletimizi dehşet sarmalına çekmiştir.

Hain eylemler milletimizin can ve mal güvenliğini üst düzeyde tehdit etmektedir.

Terörün kanlı yüzü şehirlerimizi, caddelerimizi ve sokak aralarını yürünmez hale getirmiştir.

Patlayan bombalar, iğrenç tuzaklar, rezil pusular, masum ve mazlum insanlarımızın hayatlarına kast etmektedir.

Türkiye, deyim yerindeyse ateş çemberine alınmıştır.

Bölücü canilere verilen tavizler, uyandırılan umutlar etnik kalkışmanın bahanesi ve gerekçesi haline gelmiştir.

Milletimiz çaresizce terörün menfur suikastlarına maruz kalmaktadır.

Ankara’nın göbeğinde patlayan bomba ve sonucunda üç vatandaşımızın alçakça şehit edilmesi ve 34’ünün de yaralanması hıyanet şebekesinin insanlık düşmanı eylemlerine hazin bir misal olmuştur.

Siirt’te dört genç kızın teröre kurban gitmesi de, vicdansızlığın, izansızlığın nerelere kadar ulaştığını açıkça resmetmiştir.

Polislerimize yönelik kalleş ve kahpe saldırıların çığırından çıkmasıyla arka arkaya şehit haberlerinin gelmesi milletimizi derinden sarsmıştır.

En son olarak da Siirt’in Pervari ilçesi Belenoluk Jandarma karakoluna düzenlenen hain saldırıda 5 Mehmetçiğimiz şehit olurken 10’u da yaralanmıştır.

Bu vesileyle tüm şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet; ailelerine, aziz milletimize sabır ve başsağlığı, yaralılarımıza ise acil şifalar diliyorum.

PKK terör örgütü ve şehir uzantılarının ölüm makinesi gibi çalışması ve masum insanlarımızı hedef haline getirmesi çok vahim bir noktaya gelindiğine işaret etmektedir.

Ankara ve Siirt'teki vahşet ne ilktir ne de anlaşıldığı kadarıyla son olacaktır.

Bölücü terör hazırladığı kanlı saldırılarla toplumu korkutmak, sindirmek ve teslim almak için her çirkefliğe ve vahşete başvurmaktadır.

Ne ibretlik bir çelişkidir ki, barıştan, demokrasiden ve özgürlükten bahseden katiller; belirli aralıklarla sivil vatandaşlarımıza gözlerini kan bürümüşçesine saldırılar düzenlemektedir.

Hatırlanacağı üzere, 31 Ekim 2010 günü Taksim’deki canlı bomba felaketinde 15 polisimizle birlikte 17 sivil vatandaşımız yaralanmıştı.

Ne var ki İstanbul Taksim’deki kanlı girişimin hemen sonrasında olduğu gibi, PKK terör örgütü Ankara Kumrular Caddesindeki suikastı de kabul etmemiş ve hedef saptırmaya hayâsızca tevessül etmiştir.

İşin tehlikeli tarafı ise, bombalı saldırının PKK üzerinde kalmaması için malum mihrakların el birliği etmişçesine izahlarda bulunmaları ve tevil çabalarına girmeli olmuştur.

Oluşturulmaya çalışılan iyi PKK, kötü PKK tasnifi bir kez daha belirginlik kazanmıştır.

Tüple bombayı ayırt edemeyenlerin kamuoyunu yanıltmaya, yönlendirmeye ve PKK’yı aklamak için yoğun gayret sarfetmeye cüret ettikleri manidar bir şekilde görülmüştür.

Elbette bu garabete, işgüzarlığa, art niyete ve çirkinliğe aziz milletimizin kanması ve duyarsız kalması düşünülemeyecektir.

Görüldüğü kadarıyla PKK ile AKP arasındaki görüşmelerin, mutabakat arayışlarının maliyeti çok ağır olmaktadır.

Terörle arkalanmış ve güçlendirilmiş pazarlık süreçleri; bomba, kurşun, mayın olarak somutlaşarak milletimizin korku ve kaygı girdabına girmesini hedeflemektedir.

Bastırdıkça taleplerinin karşılandığını gören bölücü hevesler, özellikle yeni anayasa hazırlık sürecinde ellerindeki kanlı enstrümanlarla sonuç almaya odaklanmışlardır.

Hiçbir etkili önlemin alınmadığı bir ortamda, bölücü kalkışmanın ve isyan provalarının adım adım ilerlediği açık ve nettir.

Şehirlerimize gizlendiği iddia edilen bombaların tehdidiyle, milletimizin soluğu kesilmek ve mukavemet gücü eritilmek istenmektedir.

PKK’nın şehir uzantısı olan TAK isimli cinayet organının, hayâsızca yaptığı tehdit bunun en açık kanıtıdır.

Bizim ısrarla sorduğumuz ve MİT eski müsteşar yardımcısının dile getirdiği, metropollere PKK tarafından yerleştirilen ve vatandaşlarımızı vahşice öldürmeye ayarlı bombaların nerede olduğuna dair doyurucu bir cevap halen gelmemiştir.

Bölücü terörün masum insanlarımızı katleden saldırıları şüphesiz yeni ve olağan dışı bir vakıa değildir.

Geçmişin acı dolu sayfaları buna ziyadesiyle şahittir:

25 Aralık 1991 tarihinde İstanbul Bakırköy Çetinkaya Mağazasının kundaklanmasıyla 7’si kadın, 1’i çocuk olmak üzere 12 vatandaşımız;

4 Mayıs 1995 tarihinde Küçükçemece’deki molotof saldırısında 3 genç kızımız,

13 Mart 1999 tarihinde İstanbul-Kadıköy Mavi Çarşı’da 13 vatandaşımız,

12 Eylül 2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkında 7’si çocuk 10 vatandaşımız,

√  23 Mayıs 2007 tarihinde Ankara Anafartalar Çarşısında 7 vatandaşımız,

28 Temmuz 2008 tarihinde İstanbul Güngören’de beşi çocuk, biri daha doğmamış bebek olmak üzere 18 insanımız,

√  Yine Diyarbakır’da 3 Ocak 2008 tarihinde aralarında dershane öğrencilerinin de bulunduğu 5 vatandaşımız, ne yazık ki terör saldırılarından dolayı hayatlarını kaybetmişlerdir.

İşte AKP’nin pazarlık masalarında sırnaştığı, alttan aldığı ve müzakere yaptığı insanlık hasımlarının gerçek yüzleri budur.

Bebek, çocuk, kadın, yaşlı demeden hiçbir suçu ve günahı olmayan insanlarımıza vahşice kıyanların karanlık sicilleri böyledir.

Başbakan Erdoğan’ın ‘silahı bırakır masaya gelirsiniz’ diyerek el uzattığı eşkıyaların vicdansızlığı ve kepazeliği bunlarla da sınırlı değildir.

4 Ekim 1993 tarihinde Siirt’in Deltepe Köyünde 33; 23 Ekim 1993 tarihinde Erzurum’un Yavi Köyü’nde 35 masum vatandaşımız terörist eylemler sonucunda katledilmişlerdir.

12 Eylül Referandumunun arkasından, Hakkâri’nin Durankaya Beldesi Geçitli Köyü yakınlarında, uzaktan kumandalı bir mayının patlatılması sonucunda aralarında küçük çocukların da yer aldığı 9 vatandaşımız teröre kurban gitmiştir.

Ahlaktan, edepten, hayâdan, Allah korkusundan ve insanlık değerlerinden mahrum olan canilerin özetle kanlı bilançolarının bir bölümü işte bunlardır.

Meselenin düşündürücü tarafına bakın ki, bu kan damlayan ağızlardan, gerçek anlamlarından uzaklaştırılmış barış sözleri ve sözde insan hakları hezeyanları işitilmektedir.

Nerede ihanetle iç içe geçmiş bir güruh varsa demokrasi kahramanı kesilmekte, özgürlük savunucusu olarak tanıtılmaktadır.

Kuşkusuz buna en büyük dayanak ve destek AKP’nin açılım sürecinden gelmiştir.

PKK’yı aklamak ve siyasallaştırmak adına, bütün değerlerimiz ve milli ilkelerimiz ayaklar altına alınmıştır.

Yıkım projesi Türkiye’yi bölme ve milletimizi parçalama niyetinde olanlara altın tepsi içinde imkânlar sunmuş ve ülkemizi geri dönüşü çok zor olacak bir ayrışma ve dağılma sürecine sokmuştur.

Bölücülükle tahkim edilmiş terör, dört bir koldan ülkemizi kuşatmışsa bunun sorumluluğu kesinlikle Başbakan Erdoğan ve hükümeti üzerinedir.

Biz bu olacakların hepsini yeri ve zamanı geldiğinde gündeme getirdik ve muhataplarımızı ısrarla uyardık:

Yıkım projesinden vazgeçin, bu yol Türkiye’yi uçuruma götürüyor dedik.

Türkiye demokratikleşiyor, sözde Kürt sorununu bitirmek lazım dediler.

Bu gidişle terörü azdıracaksınız, bölücülüğü meşrulaştıracaksınız dedik.

Siz susun, analar artık ağlamayacak dediler.

Türk milletinin bin yıllık kardeşliğini dinamitlemeyin, ayrılıkçı emelleri özendirmeyin dedik.

Siz anlamazsınız, güzel şeyler olacak, umutluyuz dediler.

PKK’yla müzakere değil, mücadele edin dedik.

Eski yöntemlerle sonuç alınmıyor, ileri demokrasi var dediler.

Şayet girdiğiniz yoldan dönmezseniz şehitlerimiz artacak, hanelere ateş düşecek dedik.

Şehit cenazelerini istismar ediyorsunuz, kandan besleniyorsunuz, dediler.

İmralı’yla görüşüyorsunuz, yapmayın, ihanet yolundasınız dedik.

Şerefsiz, alçak diyerek inkâr ettiler.

Ancak bugün bu sıfatlara kimin layık olduğunu sonunda gördüler ve gerçekler karşısında siyasi felç yaşamaktan kurtulamadılar.

Başbakan Erdoğan şimdi bize çıkıp, hükümet ve devlet ayrımını bilmediğimizi, devletin terör maşalarıyla görüşebileceğini, istihbarat teşkilatının görevinin de iz sürmek ve suçluyu tespit etmek olduğunu terbiye sınırlarını aşan bir üslupla dile getirmektedir.

Bu konuyla ilgili diyeceğim şudur:

Başbakan Erdoğan’a göre devlet; ele geçirilmesi ve yandaşlara peşkeş çekilmesi gereken rant kapısıdır.

Bizim için yaşaması ve yaşatılması gereken muazzam maddi ve manevi bir değerdir.

Başbakan Erdoğan’a göre devlet bir araç ve sertliğin simgesidir.

Bizim için Mete Han’dan beri devam eden kutlu bir geleneğin baş tacıdır.

Başbakan Erdoğan’a göre devlet yeri ve zamanı geldiğinde suçlanacak, örselenecek günah otağıdır.

Bizim için devlet ebed müddettir.

Başbakan Erdoğan için devlet bir engeldir ve bu engel ya kaldırılmalı ya da etkisiz hale getirilmelidir.

Bizim için kutup yıldızı ve aziz millet varlığının teminatıdır.

Başbakan Erdoğan için devlet suçlanacak, sanık sandalyesine oturtulacak ve tarumar edilecek duygusuz ve ruhsuz bir yapıdır.

Bizim için devlet, hürmetle andığımız ecdadımız Alparslan’ın, Osman Gazi’nin, Fatih’in ve Mustafa Kemal’in kutlu bir mirasıdır.

Başbakan için devlet ve hükümet kavramları belirsizdir ve meşum amaçlarına ulaşmak için bir vasıtadır.

Bizim için milletimizin sosyal ve siyasal organizasyonun muhteşem bir terkibidir.

Unutmayınız ki, biz dün ne söylediysek, bugün haklı çıktık. Ne dediysek yerini buldu.

Herkes emin olmalıdır ki, bugün söylediklerimizle ne kadar isabetli tespitler yaptığımız gün gelecek ortaya çıkacaktır.

Türkiye’nin artan huzursuzluğu ve kardeş kavgasının eşiğine gelmesinin nedeni, ihalesi dışarıdan yapılan yıkım projesindeki inat ve ısrar olduğu bugün açıkça meydandadır.

Patlayan bombaların azmettiricisi de AKP’nin sözde demokratik açılımından başkası değildir.

Özel yetkili savcılar inandırıcılığı muamma olan ihbarlarla, imzasız şikâyet mektuplarıyla, teyit edilmesi gereken bilgi ve belgelerle neredeyse önüne geleni tutuklamaktadır.

Ancak terörün tırmandığı bir ortamda; bölülücülük propagandası ve tahrikçiliği yapan bazı siyasetçilere, köşe yazarlarına ve sözde aydınlara hiçbir şey yapılmamaktadır.

Bu adalet anlayışına güven duyulması ve bölücülere zırh olan ve korumaya alan uygulamalara itimat edilmesi bizim açımızdan mümkün değildir.

Böylesi bir iki yüzlülüğü ve tarafgir duruşu affetmemiz ve unutmamız asla söz konusu olmayacaktır.

Doğal olarak şartların müsaitliğinden dolayı şımaran bölücülük, kanlı tezgâhını şehirlerimize kurarken amacına biraz daha yaklaştığını hesap etmektedir.

Bundan sonra daha ağır terör hadiselerinin olması ise hiç sürpriz olmayacaktır.

Terör artık herkesi doğrudan doğruya tehdit etmektedir.

Meselenin hafife alınır bir tarafı ve ihmal edilecek bir yanı kalmamıştır.

AKP, PKK’ya yol açmış ve kanlı saldırılarını icra edebilmesi için yığınak yapmasına göz yummuştur.

Başbakan Erdoğan, faili olduğu suçları devlete yükleyerek sorumluluktan muaf olamayacaktır.

Şüphesiz bunun hesabı Allah’ın izniyle hükümetten ve Başbakan’dan mutlaka sorulacaktır.

Gelişmeler Yüce Divan dosyasının kabardığını göstermektedir.

O tarihi adalet ve hesaplaşma günü geldiğinde, bugünlerde kendilerinden geçen iktidar sahipleri yaptıklarının bedelini hukuk önünde misliyle ödeyeceklerdir.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Bölücü terörün artan saldırıları karşısında AKP hükümetinin işi ağırdan alan ve kamuoyunu oyalamaya dönük taktikleri dikkat çekicidir.

Hala sınır ötesi kara harekâtı gerçekleşmemiş ve bölücülükle mücadelede kapsamlı ve etkili bir plan uygulamaya sokulamamıştır.

AKP hükümeti, teröre karşı tam saha pres yapılacağını iddia etse de, kendi sahasından henüz çıkabilmiş değildir.

Türkiye’nin çok hassas ve endişe verici bir döneminde Başbakan Erdoğan ABD’ye gitmiş ve Birlemiş Milletler Toplantısına katılmıştır.

Burada özellikle ABD Başkanı ile terör konusunun ele alındığı taraflarca ifade edilmiştir.

Üzülerek söylemeliyim ki, Başbakan Erdoğan’ın temaslarından ve diyaloglarından milletimiz açısından sevineceğimiz bir gelişme ortaya çıkmamıştır.

Yine bildik temenniler, malum tavsiyeler, aynı dilekler karşılıklı olarak dile getirilmiştir.

ABD’nin terörle mücadele konusunda her türlü desteği vermeye hazır olduğu tekerlemesi bir kez daha yinelenmiştir.

Daha önce ne işe yaradığı meçhul olan anlık istihbarat paylaşımı konusunda bir itilaf olmadığı bizzat Başbakan tarafından açıklanmıştır.

Terör örgütüne yönelik mücadelede ABD’nin destek olacağı avutması yeniden gündeme gelmiştir.

Bu çerçevede Başbakan Erdoğan’ın, mevcut ABD ziyareti öncekilerden farklı olmamıştır.

Ve kendisinin sırtı sıvazlanmış, her tarafa çekilebilecek ve bir amaca hizmet etmeyecek görüşmelerle günleri heba olmuştur.

Bugüne kadar ABD başkanlarıyla yaptığı görüşmelerin herhangi bir sonuç doğurmadığını en başta Başbakan Erdoğan’ın fark etmiş olması gerekmektedir.

Fakat bu berrak zihinden ve analitik bakıştan yoksun olan Başbakan’ın bu ziyareti de bir işe yaramayacaktır.

Nitekim milletimiz ABD başkanlarıyla yapılan görüşmelerin rutin ve değişmez kalıplarına yıllardır muhatap kalmıştır.

Başbakan Erdoğan her defasında derin bir uysallık içinde buna boyun eğmiş ve sesini çıkarmamıştır.

2003 yılından beridir aynı masalları dinlemekten, benzeri açıklamaları yapmaktan kendisi usanmasa da milletimiz bıkmıştır.

Bu kapsamda Başbakan Erdoğan’dan cevabını beklediğimiz sorularımız vardır ve şunlar olacaktır:

Geçmişte ABD’yle, PKK terör örgütü konusunda bir dayanışma noktasında ve bir nevi işbirliği içinde olduğunuzu ifade ederken neyi kast etmiştiniz?

ABD’yle stratejik ortak olarak PKK terörüne karşı daha fazla işbirliği içinde olduğunuzu söylediniz mi söylemediniz mi?

Her defasında, PKK terör örgütüne karşı işbirliğinin daha ileri bir noktaya götürülmesinden bahsettiniz mi bahsetmediniz mi?

Madem terörün önlenmesi konusunda aynı düşünceleri paylaştığınızı 2006 yılında dile getirdiniz, o zaman bugüne kadar hangi terör örgütüyle mücadele ettiniz?

2007 yılında stratejik ortak olarak değerlendirdiğiniz ABD’ye, PKK terör örgütüne karşı hangi işbirliği ve elde ettiğiniz ne gibi sonuçlar için teşekkür ettiniz?

Dün stratejik ortaklık dâhilinde, minnet duyduğunuz bu devletten hangi kalıcı ve etkili desteği aldınız?

İçinden geçtiğimiz bu zaman zarfında, model ortaklık sözlerine aşırı anlam yüklense de, terörle mücadele konusunda geçmişin tekrarından başka bir gelişme ortaya çıkmamıştır.

Başbakan Erdoğan’ın ağzına bir parmak bal sürülmüş ve insansız hava araçlarının alınması bile önemli bir gelişme olarak takdim edilmiştir.

Suya sabuna dokunmayan ve yalnızca iş olsun kabilinden yapılan görüşmelerden milletimizin hanesine iyimser bir gelişme düşmemiştir.

Ne var ki Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin karanlık bir tünele girdiği bir süreçte, enerjisini ve nefesini başka ülkelerin menfaatine, haklarını savunmaya heba etmiş ve kendi ülkesini bir kenara itmiştir.

Milletimizi çepeçevre kuşatan kriz ve gerilim atmosferi Başbakan’ı fazla ilgilendirmemiş ve bu konuda fazla mesai harcamamıştır.

Özellikle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı ve yandaş basın tarafından göklere çıkarılan konuşmasında; ülkemizin yaşadığı buhran ve açmazlar hiç gündeme gelmemiştir.

Üstelik sahte İsrail düşmanlığıyla kendisine biçilen rolü oynamaya devam etmiştir.

Başbakan konuşmasında dünyanın değişik coğrafyalarındaki meselelere vurgu yapmış, ancak sıra Türkiye’nin tezlerini, beklentilerini ve milletimize yönelik haksız uygulamaları haykırmaya geldiğinde bunları hiç hatırına bile getirmemiştir.

Başbakan’ı dinleyen herkes neredeyse, Türkiye’de her şeyin yolunda gittiğini düşünecektir.

Filistin’in tanınması ve Birleşmiş Milletlerin 194. üyesi olması için olağanüstü gayret gösteren bu şahsın, ülkemizle ilgili meselelerde suskun kalması, ipe un sermesi affedilmez bir aymazlık olarak karşımızdadır.

Gazze dramını sürekli olarak uluslararası platformlarda gündeme getiren Başbakan’ın; Filistinli grupların derin ihtilafından bahsetmemesi ve kendi aralarındaki ayrılıklara değinmemesi de üzerinde durulması gereken ayrı bir tartışma konusudur.

Filistin’in kaderi elbette bizleri yakından ilgilendirmekte ve yaşanan acı hadiseler yüreklerimizi burkmaktadır.

Oradaki zulüm ve baskıların faili İsrail’in affedilir hiçbir tarafı yoktur.

Filistin’in tanınması ve Birleşmiş Milletlerde hak ettiği yeri alması bizim en samimi dileğimizdir.

Ancak Filistin’in bağımsız bir devlet olma konusunda kendi içinde bile mutabakatı bulunmamaktadır.

El Fetih ile Hamas sürekli olarak birbiriyle sürtüşüp kavga etmekte ve derin bir ihtilafın iki yakası olarak görülmektedir.

Bu şartlar altında Başbakan Erdoğan’ın; ABD’nin belirlediği alanda bütün gücüyle Filistin sözcülüğüne soyunması son derece dikkat çekici ve düşündürücüdür.

Aslında Filistin’in tanınmasının önündeki en büyük engel şu haliyle ABD yönetimi ve ittifak halinde olduğu İsrail’dir.

Mavi Marmara konusundaki haksızlığa ve hukuksuzluğa ABD Başkanı’nın katıldığı itiraf edilmişse de, bunu teyit edecek bir açıklama ABD yönetiminden gelmemiştir.

Bununla birlikte Başbakan’ın İsrail’e karşı ileri sürdüğü tazminat, özür ve Gazze ablukasının kaldırılması şartlarından geri adım atılmamalı ve kararlılık ısrarla sürdürülmelidir.

Anlaşıldığı kadarıyla iyi geçtiği iddia edilen görüşmelerde ABD ikna edilememiş ve İsrail’in uluslararası sulardaki kanunsuz girişimi kabul ettirilememiştir.

Başbakan Erdoğan asıl muhatabını nedense hep pas geçmekte ve hiçbir şey yokmuş gibi davranmaktadır.

Irak ve Afganistan’da milyonlarca Müslüman’ı katledenlere karşı çekingen ve hareketsiz durmaktadır.

İsrail’in fosfor bombası atmasını haklı olarak gündeme getiren Başbakan’ın; kitlesel katliamlara çanak tutanlara karşı neden gözü kör, kulağı sağırdır?

Gazze ablukasını yerden yere vuran ve İsrail’i bulduğu uygun ortamlarda sürekli eleştiren bu zihniyet; Irak’ın kuzeyinde kanlı örgütün elebaşlarını barındıran, canilere kol kanat geren peşmerge yönetimine karşı neden tepkisizdir?

Başbakan Erdoğan’ın gerçek kimliği ve asıl amacı esasen ortadadır.

Sömürgeci zihniyetlerin yanında saf tutan bu anlayış sahibinin maskesi artık düşmüş ve gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.

BOP Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan küresel siyaset masalarında imal edilmiş bir figür olarak, işini son derece iyi yapmaktadır.

Bir tarafta İsrail’e diklenmektedir.

Diğer tarafta Füze Savunma Sistemiyle bu ülkeyi, İran’a karşı korumaya almaktadır.

Bunun ödülü olarak da İsrail’i yalnızca sözle hedef tahtası haline getirmesine izin verilmektedir.

Gerekirse İsrail’le savaşmaktan bahsetmesi ise bir uydurma ve ucube bir açıklamadan başka bir anlam taşımamaktadır.

Sözde Arap baharını yaşayan ülkelere Batı’nın planlarını servis etmedeki performansı iyi olduğundan, kendisine hareket edebileceği daha geniş alanlar açılmaktadır.

Başbakan ülkemizin gerçeklerinden kopmuş ve şuursuzca iç düzenimizi ve dengemizi tesis etmeden bölgesel liderlik peşine düşmüştür.

Hakikaten bölgesinde ve hatta küresel alanda liderlik iddiaları, iç dinamizmimizden ve sahip olduğumuz potansiyelden kaynaklansaydı biz de destek olur, alkışlamaktan geri durmazdık.

Ancak bu küresel güçlerin içine çektiği bir tuzaktır ve Batı’nın planlarını uygulaması için dönemsel bir aldatmasıdır.

Başbakan Erdoğan bunu göremeyecek, görse de karşı duramayacak kadar milli bakıştan mahrum ve uzaktır.

Bu da kendisi açısından büyük bir kayıp ve açıkçası ne kadar zavallı olduğunun delilidir.

Dilemeyiz ama, son kullanma tarihi gelip çattığında, arkasında duran destekçilerinin birden bire karşısına geçtiğini eninde sonunda yaşamaktan kurtulamayacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Güney Kıbrıs Rum yönetimi Doğu Akdeniz’de ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ ilan etmiş ve ABD menşeli bir şirketin de katılımıyla doğal gaz aramaya başlamıştır.

İsrail de, Rum yönetiminin yanında yer almış ve Akdeniz tam anlamıyla kriz merkezi haline gelmiştir.

Şüphesiz Güney Kıbrıs Rum yönetiminin bu tutumu asla kabul edilemeyecek küstahlıktır.

AKP hükümeti buna hemen misilleme yapmış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle Kıta Sahanlığı Anlaşması imzalamıştır.

Ve arkasından Piri Reis isimli eski teknolojiye sahip bir sismik araştırma gemisini bölgeye göndermiştir.

Şüphesiz Rum yönetiminin kaba, fırsatçı ve yangına körükle giden tutumu amacına ulaşamayacak ve rüzgâr ektiği yerden fırtına biçecektir.

Türk milleti böylesi mütecaviz girişimleri ve dayatmaları asla hoş görmeyecek ve karşılıksız bırakmayacaktır.

Rum kesiminin ittifak halinde olduğu güçlerin durumu ve konumu ne olursa olsun, bizim Akdeniz’de terk edeceğimiz bir yer yoktur ve asla olmayacaktır.

AKP hükümeti, Türk milletinin haklarına ve varlığına sahip çıkacak adımları kararlılıkla atmalı, klasik tavırları olan taviz, boyun eğme gibi küçültücü davranışlardan mutlaka uzak durmalıdır.

Ne var ki bugün, Rumların densizliklerinin gerisinde, yine AKP’nin acziyeti, teslimiyeti ve ataleti vardır.

Özellikle 2004 yılında, Annan Planı’nın oylanması sırasında Başbakan ve hükümetinin ‘Yes Be Annem’ diyerek kimin safında mücadele ettikleri hepimizin malumudur.

Hali hazırda Başbakan Erdoğan’ın Birleşmiş Milletleri tenkit etmesi ve hazırladığı raporları hükümsüz olarak ilan etmesi bir anlam taşımamaktadır.

Dün Birleşmiş Milletlerin Kıbrıs için hazırladığı planlar sahiplenirken itiraz edilecek, karşı çıkılacak bir şey yoktur.

Ancak bugün mesele farklılaşınca bundan çark edilmesi abes ve ikirciklik bir tavırdır.

Yaşanan bu çelişkiler AKP’nin kafa karışıklığına, politik tercihlerindeki tutarsızlıklarına ve milli meselelere nasıl şaşı baktığına ibretlik bir örnektir.

Rumlara karşı alttan alan pısırık ve sünepe politikalarla, Doğu Akdeniz’in fiilen işgal ve ekonomik bölge ilan edilmesi arasında doğrudan doğruya bağlantı olduğu şüphesizdir.

Başbakan Erdoğan’ın yanlışlar üzerine bina ettiği dış ve iç politikaları çökmüş ve başında bulunduğu hükümet siyaseten iflas etmiştir.

Özellikle sıfır sorun politikası tükenmiş ve hükmünü kaybetmiştir.

Buna rağmen Dışişleri Bakanı’nın, sıfır sorun politikasının hedefi olarak komşu ülkelerin halklarını göstermesi milletimizin aklı ve irfanıyla alay etmekle eşdeğer bir çıkıştır.

AKP, ülkemizi çok sancılı ve sarsıntılı bir yola itmiştir.

Türkiye’yi kaldırmayacağı yüklerin altına sokan Başbakan’ın, bundan sonra milletimizi sonu meçhul maceralara sokmaktan kaçınması elzem ve acil bir gereklilik haline gelmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Başbakan’ın hayalci, temelsiz, başkalarının hak ve menfaatini gözeten politikalarına sonuna kadar karşı duracağımızı ve tüm gücümüzle mücadele edeceğimizi Denizli’den muhataplarına duyurmak istiyorum.

Sonu ve bedeli ne olursa olsun Türkiye’ye sahip çıkacağız ve milletimizi yüzüstü bırakanların yakalarından tutarak hak ettikleri dersleri eninde sonunda vereceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.

Ne mutlu Türküm diyene.