10.02.2005 - Merkez Yönetim Kurulu Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Merkez Yönetim Kurulu Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
10 Şubat 2005

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Parti çalışmaları nedeniyle bir süredir gerçekleştiremediğimiz Merkez Yönetim Kurulu toplantımıza katılan bütün dava arkadaşlarımı ve basın toplantımızı şereflendiren değerli basın mensuplarını en samimi duygularla selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Sözlerime giderek ağırlaşan ve tehlikeli boyutlar kazanan olumsuz şartların önümüze çıkardığı Türkiye tablosunun genel bir değerlendirmesini yaparak başlamak istiyorum.

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

2004 yılı, Türkiye için AKP yönetiminde heba edilen ikinci kayıp yıl olmuştur.

Aziz Milletimiz 2005 yılına tedirginlik ve karamsarlık içinde yorgun ve hırpalanmış olarak girmiştir. Bugün Türkiye her manada çok ciddi bir dar geçitten, çok tehlikeli bir badireden geçmektedir.

Yaşanan bütün olumsuz gelişmelere rağmen 2005 yılının Aziz Milletimiz için bir kurtuluş dönemini başlatacak bir yıl olması en halisane temennimizdir. Türkiye’nin bu yükü taşımaya artık tahammülü kalmamıştır. Bıçak kemiğe çoktan dayanmıştır. Türk Milletinin kaderi ve geleceği bu kangrenin neşter vurularak sökülüp atılmasına bağlıdır.

Bu noktaya adım adım nasıl gelindiği hakkında herkes dürüst bir vicdan muhasebesi yapmak durumundadır. Türkiye’nin geleceğinin kurtarılmasının her şeyden önce buna bağlı olduğu unutulmamalıdır.

Sığ bir fırsatçılık anlayışının siyasi temsilcisi olan AKP kadrolarının Türk Milletinin hayrına bir icraatı olamayacağı yaşanan gelişmelerle sabit olmuştur.

Toprağa batmayan bir çatal kazık olan AKP’den bereketli bir harman beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır.

Hesapsız ve hayali vaatlerinin cazibesine kapılan Aziz Milletimiz, bugün gerçeklerle yüzleşmenin acı tecrübesini yaşamaktadır. Türk Milleti bir çaresizlik içine itilmiş, AKP iktidarının maddi ve manevi tahribatından hemen hemen her kesim ve her kurum nasibini almıştır.

Devlet kurumları ve siyaset kurumu da bu yozlaştırma stratejisinin öncelikli hedefi haline getirilmiştir. Bugün, Türkiye’de, ülkenin milli çıkarlarını ve köklü devlet geleneklerini kendi saltanatını sürdürebilmek için sermaye yaparak harcamaktan çekinmeyen bir kadro işbaşındadır.

Türkiye, bugün, büyük sıkıntılar içinde ve gelecek ümidi yara almış bir ülke olarak sanal gündemlerin ve hayali hedeflerin peşinde sürüklenmektedir. Başbakan Erdoğan’ın nafile gayretlerle çizmeye çalıştığı sahte Türkiye tablosu ile, yaşayan ve yaşanan gerçek Türkiye’nin, gece ve gündüz kadar farklı olduğunu izan ve insaf sahibi herkes kabul edecektir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

60 yıllık genç demokrasi tecrübemiz içinde AKP’nin temsil ettiği siyasi zihniyet ve siyaset kültürü bir garabet olarak ortaya çıkmıştır. Bu devşirme siyasi kadroların Türkiye projesinin ve zihniyet dönüşümü iddiasının, aslında içi boş bir slogandan ibaret olduğu artık kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçektir.

Batılaşma, çağdaşlaşma ve modernleşme iddialarının, gerçek niyetlerin ve siyasi hesapların arkasına gizlendiği vitrin süsleri olduğu giderek daha iyi anlaşılmaktadır. Türk toplumunun milli refleksinin köreltilmesini amaçlayan AKP zihniyeti, bu tepkisizlik ortamında, Türkiye’de tehlikeli bir siyaset modelinin adım adım yerleştirilmesine çalışmaktadır.

Hiçbir ahlaki ve vicdani sınır tanımayan AKP, benzetme yerindeyse kayıt dışı bir siyaset anlayışını temsil etmektedir. Hakiki hüviyeti bu olan AKP’nin ısrarla uygulamaya çalıştığı özel gündemin Türkiye’yi hangi noktalara sürükleyebileceğini kestirmek ve bundan endişe duymamak mümkün değildir.

Milliyetçi Hareket, bu konudaki samimi endişelerini her zeminde dile getirmeyi ve AKP’yi bu tehlikeli gidişin sonuçları hakkında uyarmayı milli bir görev ve sorumluluk olarak görmektedir.

Bu konuda Milliyetçi Hareket’e yöneltilen maksatlı saldırılar ve asılsız suçlamalar, ne gerçekleri değiştirecek ne de bizim azim ve kararlılığımızı etkileyecektir.

Türkiye’nin kaderini ilgilendiren hayati konulardaki haklı ve meşru endişeleri, suçluların telaşı içinde ve bir savunma refleksiyle, derhal vehim ve paranoya olarak nitelendirmek için, ya çok geniş mezhepli olmak ya da ihanet yolunu bilerek seçmiş olmak gereklidir.

Bu her iki yolun yolcularının Türk Milletine hiçbir hayrı dokunmayacağı da çok iyi bilinmelidir.

Siyasi ve maddi çıkardan başka ilkesi ve ideolojisi olmayanların ve çıkar hesabını ve cüzdanını milli kimlik yerine koyanların bu maksatlı hezeyanları Milliyetçi Hareketi Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin iyiliğine olduğuna inandığı bu yoldan alıkoyamayacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AB ile ilişkiler konusu Türkiye’de bir tabu haline getirilmiştir. Devletin ve Milletin geleceğini ilgilendiren bütün sinsi ve tehlikeli uygulamalar, AB şalının altında saklanmaya çalışılmaktadır. AKP hükümeti, Türkiye’yi uçurumun eşiğine getiren bu kontrolsüz sürüklenişe karşı çıkanları, kısır siyaset ve karalama kampanyası yapmakla suçlamak gibi ucuz bir yola sapmayı adet haline getirmiştir.

Burada kullandığı sözde gerekçe ve bahane de Türkiye’nin AB yolunda ilerlediği iddiasıdır.

Ancak, her konuda olduğu gibi AKP’nin AB tutkusunda da samimiyet aranmamalıdır. Bu kadroların kendilerine biçtikleri AB misyonerliği rolü, aslında samimi bir inanca ve fikri temele dayanmamaktadır. AB misyonerliği, gerçekleri Türk Milletinden saklayabilmenin ucuz bir vasıtası haline getirilmiştir.

Siyasi geleceğinin yegane teminatı olduğunu düşündüğü AB’nin himayesine sığınmaktan başka hiçbir sermayesi kalmayan AKP’nin siyasi pusulası, bu nedenle, AB misyonerliğidir.

AKP’nin yeni siyasi hüviyeti olan AB misyonerliği, temelde, sahte bir hüviyettir. Türkiye heyecanı taşımayan AKP yöneticileri, sadece siyasi ve şahsi geleceklerini kurtarabilmek telaşıyla AB yaftasının arkasına saklanarak ayakta kalmayı ümit eder hale düşmüşlerdir.

Türkiye’nin haysiyetiyle oynanması, milli çıkarlarının ayaklar altına alınması ve milli birliğinin tehlikeye açık hale getirilmesi, bu nedenle AKP’nin kaygısı ve sorunu değildir. AB hayal ticareti, AKP’nin bu amacına hizmet ettiği ölçüde kullanılacak bir istismar aracıdır.

Bu bakımdan Türkiye’de en tehlikeli misyonerlik, inançtan yoksun bu AB misyonerliğidir. Ahlâki temelden bu kadar yoksun bir siyaset anlayışının, Türkiye’deki dini misyonerlik faaliyetlerinden rahatsız olması da beklenmemelidir. AKP, bu nedenle, bu konuda da inançlı ve ilkeli bir tutum sergilemek imkânından yoksundur.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AKP’nin türban konusundaki tutumu da bu kadroların ilkesiz ve inançsız siyaset anlayışının çarpıcı bir örneğidir.

Türban konusunu acımasızca istismar eden ve 3 Kasım seçimleri öncesi Anadolu meydanlarında nümayişler yapan Başbakan Erdoğan, iktidara geldikten sonra bütün bunları unutmuştur.

İnandığını cesurca söyleme ve söylediğinin arkasında durma anlayışına yabancı olan AKP’nin ucuz istismar peşinde fırsatçı bir zihniyetin temsilcisi olduğu son gelişmelerle Türk milleti tarafından anlaşılmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın türban konusunda söylediği son tutum, esef verici olduğu kadar hazin bir ibret vesilesi olmuştur.

Türbanı unutan ve aldattığı halk kitlelerine de unutturmaya çalışan Başbakan, Davos’da bir Alman gazetesine bu konuda verdiği sudan bir beyanatın dahi arkasında duramamıştır.

Türban yasağını kaldırmak için araştırma yaptıkları gibi özde anlamsız bir beyanı bile sonradan inkar etmiştir.

İnanmadığını söylemek, vaatlerinin arkasında durmamak ve söylediğini sonradan inkar etmek AKP için vazgeçilmez bir siyaset tarzıdır. Bu konuda söylenecek fazla bir şey yoktur. AKP ve yöneticilerinin siyaset anlayışı ve gerçek hüviyeti maalesef budur.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye gündeminin merkezi haline gelen AB ile ilişkilerde yaşanan son gelişmeler, AKP’nin “benden sonra tufan” anlayışının sakat temellerini bütün açıklığıyla gözler önüne sermiştir.

17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesinde şarta bağlı çıplak bir tarih alınmasının karşılığında, AKP hükümeti bütün haksız dayatmaları ve talepleri kabul ederek tam bir teslimiyetçilik sergilemiştir.

AKP yöneticilerinin asıl bakılması gereken nokta olduğunu söyledikleri “bardağın dolu tarafında” sadece kağıt üzerinde ve şarta bağlı bir 3 Ekim 2005 tarihi bulunmaktadır. “Bardağın boş olan tarafında” ise Türkiye’nin içine hapsedildiği çok tehlikeli bir sarmalın prangaları yer almaktadır.

Türkiye’ye dayatılan bu denklem, etnik ve mezhep temelinde ayrılıkçılıktan başlayarak Kıbrıs, Ege ve asılsız Ermeni iddialarının tanınmasına kadar uzanan puslu bir yolun haritasıdır.

Türkiye’nin önüne konulan bu yol haritasında başlangıç noktasına gelinebilmesi de Türkiye’nin 3 Ekim 2005 tarihinden önce Kıbrıs Rumlarını tüm Kıbrıs’ın meşru hükümeti olarak tanıması şartına bağlanmıştır.

İlk taksit olarak Kıbrıs Türklerinin feda edileceği bu adımın atılmasından sonra başlatılacak göstermelik süreç ise, diğer ağır şartların dayatılacağı, Türkiye’nin milli birliğinin ve sosyal dokusunun hedef alınacağı bir macera yolculuğu olacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın Brüksel’de gönüllü olarak kabul ettiği bu denkleme hapsedilen sürecin sonu da onurlu bir üyeliğe açılmayacaktır.

Ucu açık bırakılan bu süreç, Türkiye ile AB arasında özel bir taabiyet ilişkisi nihai hedefine doğru yönlendirilecektir. Bu niyet Brüksel Zirve kararlarında açık olarak tescil edilmiştir.

Bir konuda hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır: Böyle bir süreç içinde Türkiye ağır biçimde hırpalanacak, etnik ve mezhep temelinde nifak tohumları ekilecek ve Türk devleti ve milletiyle hesabı olan herkes, yaratılan bu mahsup fırsatından yararlanmak için sıraya girecektir.

İçerde ihanet odaklarının daha da cüret kazanacak tahrikleri ile dışarıda AB’nin dayatmaları arasına sıkışacak bir Türkiye’de, milli birlik ve kardeşliğimizin, iç huzurumuzun yara alması korkarız ki kaçınılmaz olacaktır. Yaşanacak böyle bir tehlikeli gerginlik ve tahrik ortamının sonuçlarını kestirmek için kahin olmaya da ihtiyaç yoktur.

İşte AKP’nin kabul ettiği denklem ve büyük tuzak budur. Türk Milliyetçilerinin endişe ve hassasiyetinin sebebi de budur.

Buna paranoya diyenlere, milli birlik ve bütünlük için gösterilen hassasiyeti modası geçmiş, çağdışı bir ideoloji olarak küçültmeye çalışanlara bir hususu hatırlatmak istiyorum:

Sizin amacınız, niyetiniz ve kendinizde vehmettiğiniz güç ne olursa olsun, biliniz ki biz buna asla geçit vermeyeceğiz. Hiç temenni etmemekle birlikte, bunu yaşayarak görecek ve çok acı biçimde anlayacaksınız.

Şahsi çıkarları için Türkiye’nin ateşe atılmasında beis görmeyen siyaset tüccarları ve ucuz bir entelektüel rolüne soyunan bir avuç sözde elitin, belki gidecekleri yer vardır. Ancak, hiç unutmayın ki bizlerin Anadolu’dan başka gideceğimiz yer yoktur. Böyle bir niyet ve düşüncemiz de yoktur. Bu vatan bizimdir. Bu vatan Büyük Türk Milleti ailesinindir.

Biz bu topraklarda ebediyen yaşayacağız ve ebed müddet Türk devletini bu topraklar üzerinde sonsuza kadar yaşatacağız.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’nin en büyük talihsizliği işte böyle sakat bir anlayışa sahip bir siyaset esnafının iş başında olmasıdır. Türkiye’nin sorunlarına Türkiye gözlüğüyle bakmayan bu kadroların Türkiye için vaat edebileceği tek şey, kaos ve felakettir.

Başbakan Erdoğan’ın sözde Türkiye Projesi’nin gerçek amacı ve anlamı bu açıdan çok iyi değerlendirilmelidir. Yaşanan tüm olumsuz gelişmelere karşı, Başbakan hala Türkiye’yi kendi gölgesinden kaçan ve karnından konuşan bir ülke olmaktan çıkaracaklarını, bu yolda inançla ve kararlılıkla yürüdüklerini söylemektedirler.

Başbakan’ın yürüdüğü bu yol, Rumlara ve Avrupa Birliğine yaranmak için Kıbrıs Türklerinin feda edilmesi, Kıbrıs Türk varlığının sonunun hazırlanması yoludur.

Bu yol, bin yıllık Türk tarihine sırt çevirerek Türkiye’nin milli varlığını, birlik ve bütünlüğünü ateşe atma yoludur.

Bu yol, ABD ve Kürt peşmerge gruplarına hoş görünmek için, Irak’ta Türkmenlerin yok olması ve bölgede Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve üniter devlet yapısı için çok ciddi bir tehdit teşkil edecek bağımsız Kürt devleti yapılanmasının önünün açılması yoludur.

Bu yol, kanlı PKK terör örgütünün değişmeyen amaçlarına görünürde siyasi yollarla ulaşmasına yardımcı olmak yoludur.

Bu yol, Türkiye’de ayrılıkçı hedefler peşinde koşan ihanet odaklarına cesaret verme yoludur.

Bu yol, Türk Milletinin kardeşliğinin temeline dinamit koyma yoludur.

Sayın Başbakan’ı buradan bir kez daha ikaz ediyorum: Bu yol bir ihanet yoludur ve hiç unutmayın ki ihanet yolcularını bekleyen mukadder akıbetten kaçamayacaksınız. Bu hesap Ahirete kalmayacak, Türk Milleti ile birlikte bu dünyada ve çok yakında görülecektir.

Bunun siyasi hesabını sadece Türk Milleti önünde vermekle kalmayacaksınız. Yaptıklarınızın hesabını Türk adaleti önünde de vereceksiniz.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’nin gerçek gündemine ve Türk Milletinin giderek ağırlaşan sıkıntılarına sırtını çevirmiş olan AKP iktidarı, son dönemde siyasi gündemi yeni tartışma konularıyla bilinçli olarak saptırma gayreti içine girmiştir.

Bu çerçevede topyekün Anayasa değişikliği, Başkanlık sistemi ve seçim sistemi gibi konular, maksatlı olarak gündeme taşınmıştır.

Bu konuları gündeme getiren AKP’ye Parlamenter demokratik sistemin daha iyi işlemesi düşüncesinin ilham verdiğini söylemek herhalde mümkün değildir. Buna, AKP yöneticilerinin çok iyi bilinen siyasi sicilleri ve siyaset anlayışları manidir.

AKP’nin amacı çok açıktır. AB bahanesiyle Türkiye’ye yerleştirmeye çalıştığı siyasi modelin temellerini atmak ve bu yolla özel gündemini hayata geçirmek için imkân ve zemin arayışına girmiştir.

AKP ile AB arasında bu konuda da bir taktik ittifak bulunmaktadır. AB, AKP’nin teslimiyetçiliğini azami ölçüde istismar etmeye, AKP’de Türkiye’deki AB rüzgarından kendi amaçları doğrultusunda azami derecede yararlanmaya çalışmaktadır.

AB’nin bu konudaki talepleri ile AKP’nin son olarak tartışmaya açtığı hususlar arasındaki benzerlik çok dikkat çekicidir. Hatırlanacağı üzere, AB, Türkiye’de yeni bir anlayışla yeni bir Anayasa yapılmasını, etnik temelde siyaset yolunun açılması için mevzuatın değiştirilmesini ve yüzde on barajının düşürülmesini ısrarla talep etmektedir.

AB’nin bu taleplerinin amacı ve doğuracağı sonuçlar çok açıktır. Türkiye’nin üniter devlet yapısının sulandırılarak, zorla yaratılacak azınlıkların ortak kurucu olacağı yeni bir devlet modeline giden yolun açılması istenmektedir. Yüzde on ülke barajının düşürülmesi talebinin amacı da, etnik temele dayanan partilerin Parlamentoya girmelerinin sağlanmasıdır.

AB’nin bu dayatmaları ile PKK terör örgütünün ve Türkiye’deki maşalarının siyasi amaçlarının temelde örtüştüğü bir gerçektir. Şimdi de, farklı nedenlerle de olsa, AKP’nin düşünce sisteminin aynı yönde gelişmekte olduğu görülmektedir. Vahim olan bu durumdur.

Anayasa değişikliği konusunun Adalet Bakanı tarafından AB ile irtibatlı olarak gündeme getirilmesi, bu açıdan çok manidardır. Adalet Bakanı, hiç alakası yokken, AB Anayasası’na uyum için Anayasa’nın yeniden tanzimi gerektiğinden bahsetmiştir.

En az 10-15 yıl sürecek olan ve tam üyelik dışında bir ortaklık modeline yönlendirilmek amacıyla ucu açık bırakılan bir müzakere sürecine Ekim 2005’te başlayacak olan Türkiye’nin, ortada hiçbir şey yokken AB Anayasası’na uyum için acele etmesinin AB gereklerinden kaynaklanmadığı gün gibi ortadadır.

Hal böyle iken AKP’nin bu konuda da AB bahanesinin arkasına saklanması, niyetlerinin başka olduğunu göstermektedir. AKP, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yapısını ve siyasi sistemin Anayasada ifadesini bulan temel hükümlerini, AB ile uyum adı altında, kendi siyasi amaçları doğrultusunda değiştirmeyi amaçlamaktadır.

Başkanlık sitemi tartışmaları da bu çerçevede görülmelidir. Bu konudaki arayışların amacı, AKP hanedanının sürmesini sağlamak, Anayasa Mahkemesi ve yargı denetiminden kaçmak ve çarpık düşüncelerini devletin ve toplumun her alanında hakim kılmaktır.

Demokratik değerlere ve geleneklere yabancı olan AKP, bittiğini gördüğü için son bir gayretle kurtuluş yolu arayışı içindedir. Ancak, tek başına Anayasa değişikliği yapacak Meclis çoğunluğu olan AKP’nin, çok daha tali konularda bugüne kadar bir çok kere ortaya çıkıp, sonra geri adım attığı hatırlanırsa, bu konuda da sonucun aynı olacağı açıktır. AKP sayısal olarak iktidardadır, ancak siyasi açıdan muktedir değildir.

Bu konuyu kapatmadan önce yüzde on seçim barajı konusunda AKP’nin ilkesizliğini gösteren bir hususa temas etmek istiyorum. Seçim sistemi konusunu tartışmaya açan AKP yöneticileri, yüzde on barajının kaldırılması konusundaki AB talebinin arkasında etnik hesap olduğunu söylemişleridir. Bunu yeni mi anlamışlardır? AB’nin bugüne kadar dayattığı etnik amaçlı talepler karşısında seslerini çıkarmayanlar, bugün mü hidayete ermişlerdir?

Burada bir hususu belirtmek isterim: Milliyetçi Hareket Partisi’nin yüzde on barajının kaldırılması konusunda ne bir talebi vardır, ne de bunun Türkiye’nin yararına olacağını düşünmektedir. Milliyetçi Hareket, mevcut seçim sistemiyle iktidara gelecektir.

Ancak, burada ilginç olan, AKP’nin etnik bölücülükten beslenen diğer AB dayatmalarını sorgusuz sualsiz kabul ederken, kendisine yarayacağını düşündüğü baraj konusunun, bu gerekçeyle kabul edilemez olduğunu söyleyebilmesidir.

Anlaşılan odur ki, Türkiye’nin milli birliği ve etnik bölücülüğün önlenmesi konusunda AKP yeni bir ölçü getirmiştir. Bu konudaki AB dayatmalarını, kendi siyasi çıkarlarına uygun olanlar ve olmayanlar şeklinde tasnif eden AKP, ülke çıkarına olmasa da kendi çıkarına hizmet edecek olanları kabule hazırdır. AKP’nin gerçek hüviyeti ve Türkiye heyecanı maalesef budur.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AKP iktidarının AB hayal ticareti dışında sürekli önplâna çıkardığı diğer bir konu da ekonomideki yapay başarı görüntüsüdür.

Makro ekonomik göstergelerde görülen kısmi iyileşmelerin AKP’den önceki hükümetlerin attığı adımlarla başlatılan bir sürecin doğal ve beklenen bir sonucu olduğu ortadadır. AKP, özellikle 57. Hükümet zamanında alınmak zorunda kalınan acı tedbirlerin bugün rantını yemektedir.

Bu gelişmelerin, önceki yönetimleri suçlayan ama bugün ekonomiyi tamamiyle IMF’ye teslim eden AKP kadrolarının ekonomik vizyonunun eseri olduğunu iddia edebilmek, olsa olsa bir mizah örneği sayılabilecektir. Ancak, AKP yöneticileri, bu alanda da, günü ve görüntüyü kurtarabilmek için hergün yeni bir mizah örneği vermektedirler.

Türk Milleti yoksulluk batağında çırpınırken, işsizliği azaltmak için reel yatırım adına bir çivi dahi çakmayanların, Türkiye’nin kıt kaynaklarını duble yol gibi hayali projelerle heba edenlerin, talan ekonomisi uygulayarak yarattıkları yeni hanedan sınıfına bu kaynakları peşkeş çekenlerin, bugün hâlâ Türkiye’ye çağ atlatmaktan bahsedebilmeleri hazin bir aldatmacadır.

İşsizliğin bir çığ gibi büyüdüğü, tarım kesiminin tamamiyle çöktüğü, iç ve dış borcun altından kalkılamayacak devasa boyutlara ulaştığı, dış ticaret açığının çok ciddi alarmlar verdiği, köylü, işçi, esnaf ve her kesimin belinin kırıldığı bir Türkiye ekonomisini, büyük bir başarı hikayesi olarak takdim etmeye çalışmak, ancak inançsız AKP kadrolarının başvurabileceği bir pişkinlik örneğidir.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

2005 yılına girilirken Türkiye’nin hazin manzarası budur. Türkiye bugün tarihi bir kavşak noktasına, bir yol ayrımına doğru hızla gitmektedir. Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini, milli çıkarlarını ve milli bünyesini tehdit eden gelişmelerin kıskacı giderek ağırlaşmaktadır.

Bu vahim durumdan gereken ibret dersini çıkarması beklenen AKP hükümeti ise, hâlâ bu hatalı yolda yürümekte inatla ısrar etmektedir.

Türkiyelilik kimliği gibi tarihi, siyasi ve ilmi gerçeklere aykırı kavramları ortaya atarak, milli mensubiyet şuurunu zayıflatmayı amaçlayan AKP kadroları ateşle oynamaktadır.

Bölücü heveslere cesaret vermenin, etnik maceralardan medet ummanın, Türkiye’nin milli birliğini, dirliğini ve kardeşliğini katledecek tarihi bir ihanet olacağını hâlâ idrak edememektedir.

Türkiye’nin milli haysiyetini ve dayanışama ruhunu kaybetmesinin, topyekün bir millet olarak geleceğini kaybetmesi anlamına geleceğini hâlâ görememektedir.

Dış politika alanındaki ateş çemberi de giderek daralmaktadır. Hayati dış politika konularında yapılan ağır hatalar zincirinin yarattığı büyük kayıpların telafisinin mümkün olmayacağı bir noktaya gelinmiştir.

Kıbrıs ve Irak’ta yaşanan tehlikeli gelişmeler bunun en çarpıcı örnekleridir.

AKP hükümeti, AB yolunda ilerliyor görüntüsünü sürdürebilmek hesabıyla, Kıbrıs sorununu Rumlar’ın istediği şekilde çözmek için her şeyi feda etmeye hazır bir görüntü sergilemektedir. 20 Şubat’ta yapılacak genel seçimlerin ve Nisan Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlarına bağlı olarak, Kıbrıs Türklüğünü karanlık günler beklemektedir. AKP Hükümeti, seçimlerden sonra oluşacak siyasi tabloya bakarak, Kıbrıs Türklerini Rumlara yamama oyununun son perdesini sahneye koymaya hazırlanmaktadır. Kıbrıslı kardeşlerimizin bu kader seçimlerinde bu gerçekleri görerek hareket edeceklerini ümit ettiğimizi, bu vesileyle belirtmek isterim.

Annan Plânını referandumda reddeden Rumlar’ın önünde diz çökmüş bir AKP yönetiminin, bir gün dahi işbaşında kalmasına Türkiye’nin tahammülü yoktur.

3 Ekim 2005 günü göstermelik bir müzakere sürecine başlayabilmek için Kıbrıs’ı gözden çıkaranların, bu sürecin ileri aşamalarında hangi ihanet noktalarına kadar gidebileceklerini Aziz Milletimiz mutlaka takdir edecektir.

Irak’taki gelişmeler de çok vahim boyutlar kazanmıştır.

Irak’ın müstakbel siyasi yapısında belirleyici olacak seçimler Ocak ayı sonunda yapılmıştır. AKP hükümeti Irak’ta yaşanan vahim gelişmeleri bugüne kadar uzaktan bir seyirci olarak izlemiştir. Bunun sonucunda Türkiye Irak’ta tamamen dışlanmıştır. Kürt grupların baskısı altında varolma savaşı veren Türkmenler kaderlerine terkedilmiştir.

Irak’taki göstermelik seçimler, iç savaşı tahrik edebilecek baskılara, yolsuzluklara ve tehditlere sahne olmuştur. Türkmenlere yönelik bu imha hareketinin merkezinde de Kerkük yer almıştır.

Barzani ve Talabani aşiretlerinin her türlü hayasızlığı yapmaları sonucu, Türkmenleri milli varlıklarına kasteden hain suikastın önemli bir aşaması daha geride bırakılmıştır.

Ateşle oynayan bu aşiretlerin en büyük cesaret kaynağı, AKP yetkililerinin son anda çıkardıkları birkaç cılız ses dışında, bu süreç boyunca tam bir atalet tablosu sergilemeleri olmuştur.

Bu aşiret reislerinin Kerkük konusunda Türkiye’ye meydan okuma cüretinde bulunabilmeleri bundandır.

Türkiye’nin etrafında oluşturulmak istenen bu kuşatma çemberinde, Irak’taki Kürt grupların yanı sıra terör örgütü PKK da yerini almıştır.

Bu ihanet ittifakının, bilerek ya da bilmeyerek en büyük destekçisi de maalesef müttefikimiz ABD’dir. Türkiye’yi her emrini yerine getirmesi gereken bir uydu olarak gören ABD, Irak’taki Kürt gruplarla adeta bir stratejik ortaklık ilişkisi kurmuştur.

Telafer’deki masum ve savunmasız Türkmenlere terörist muamelesi yapan ABD işgal güçleri, bölgedeki PKK terör unsurlarına karşı tam bir sessizlik ve hareketsizlik içindedir.

Kerkük Irak’ın iç işidir diyerek Kürt gruplara arka çıkan ve PKK terör örgütüne karşı hiçbir tedbir almayan ABD, sadece içi boş sözlerle Türkiye’yi oyalamaya çalışmaktadır.

ABD Dışişleri Bakanı’nın son Ankara ziyaretinde de, ABD’nin hiçbir dostluk ölçüsüyle bağdaşmayan bu tutumu bütün çıplaklığıyla anlaşılmıştır.

Bütün bu gerçekler karşısında AKP Hükümeti’nin yaptığı tek şey ise sadece yakınmak olmuştur.

Barzani ve Talabani’nin ağzının payını vermekten bile aciz AKP Hükümeti, Habur kapısını kapatmak imkânını kullanmak bir yana, ABD’nin İncirlik üssünden daha yaygın ve çok amaçlı olarak yararlanması için görüşmelere başlama kararı almıştır.

AKP’nin bu aciz ve teslimiyetçi tutumu tek kelimeyle yüz kızartıcı bir zillettir. Bunu ne Türk Milleti, ne tarih ne de Yüce Allah affedecektir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Bu vahim Türkiye tablosu karşısında milli bir hesaplaşma artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Türkiye’nin en acil sorunu bu inançsız yönetimden bir an önce kurtulmaktır.

2005 yılının, AKP’nin tasfiye edilerek Aziz Milletimizin bu hain kuşatmadan kurtuluşunun başlangıcı olacağına gönülden inandığımızı belirtmek istiyorum.

Yalan ve riyanın saltanatını sürdürmesi artık mümkün değildir. Türk Milleti bütün bu olanlardan elbette gerekli sonuçları çıkaracak ve milli iradenin şamarı, ar ve haya duygusunu kaybetmiş olanların yüzünde patlayacaktır.

Türk Milleti için kader anı ve milli bir hesaplaşma günü artık gelmiş, Türkiye kaçınılmaz bir şekilde erken seçim menziline girmiştir.

AKP’nin son çırpınışları artık beyhudedir. Türkiye bu tasalluttan kurtulacaktır. Bu sadece bir zaman meselesidir.

Milliyetçi Hareket, AKP’nin bu topyekün tahribatından harabeye dönen Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırmaya kararlıdır ve inançlı kadrolarıyla buna hazırdır.

Türk Milleti’nin yegane gelecek ümidi ve iktidarın tek alternatifi olan Milliyetçi Hareket, her geçen gün daha da güçlenmekte ve iktidara yürümektedir.

Bu vesileyle değerli devlet ve siyaset adamı, Devlet eski Bakanlarımızdan Sayın Gürcan Dağdaş’ın Milliyetçi Hareket’in saflarına katıldığını büyük bir mutlulukla duyurmak istiyorum.

Bizlere şeref ve güç kazandıran değerli arkadaşımız Gürcan Dağdaş’a hoş geldiniz derken, çok verimli ve yararlı olacağına gönülden inandığım çalışmalarında kendilerine üstün başarılar diliyorum.

Sayın Basın Mensupları,
Değerli Dava Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket’in milli şuur ve heyecanı galeyana getirmek için başlattığı Anadolu Hareketi yoğunluk ve hız kazanarak sürecektir.

Demokratik zeminlerde yapılacak bu milli hesaplaşmada, Türk Milleti’nin haysiyetiyle oynayan, Türkiye’yi küçük düşüren siyaset tüccarlarının ve menfaat çetelerinin yakasına yapışmak bizim için bir namus borcudur.

Her zaman söylediğimiz gibi, Türkiye için ödemeye hazır olmadığımız hiçbir bedel bulunmamaktadır. Türk Milliyetçiliği, taşınması çok ağır bir sorumluluk olduğu kadar, çok şerefli bir hüviyettir. Bunun gereklerini her türlü mihnete katlanarak da olsa yerine getirmek de bizler için kutsal bir görevdir. İşte o gün gelmiştir.

Türkiye sevdasından başka hiçbir ikbal peşinde olmayan Milliyetçilerle, şahsi ve siyasi çıkarlarından başka hiçbir değere inanmayan, milli şuura ve milli duygulara yabancı siyaset esnafları arasındaki milli hesaplaşmanın sonucunu dost ve düşman herkes yakında görecektir.

Bu çıkar ve ihanet ittifakının yakında çökertileceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Türk Milliyetçiliğinin siyasi temsilcisi olan Milliyetçi Hareket’in Üç Hilalli bayrağı altında ayağa kalkacak milli şuur, bu sinsi kuşatmayı kıracak ve Aziz Milletimizi onurlu ve aydınlık bir geleceğe taşıyacaktır.

Yüce Allah, bu kutsal mücadelede vatanını ve milletini karşılıksız sevenlerin, onun emrinde olanların yanında ve yardımcısı olacaktır.

Aziz milletimiz müsterih olsun. Gelecek ümidini hiçbir zaman kaybetmesin.

Hepinizi en iyi dileklerimle, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı