03.04.2004 - Kızılcahamam'da Belediye Başkanları Toplantısında Yapmış Oldukları Basın Açıklaması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr.Devlet Bahçeli'nin
Kızılcahamam'da, Belediye Başkanları Toplantısında
Yapmış Oldukları Basın Açıklaması
3 Nisan 2004

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Değerli Belediye Başkanlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bugün, burada, siz kıymetli arkadaşlarımla birlikte olmaktan dolayı büyük bir memnuniyet duyduğumu bilmenizi istiyorum. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Aziz milletimizin yüksek teveccühleriyle 28 mart seçimlerinde belediye başkanlığı görevini üstlenmiş olmanızdan ötürü hepinizi bir kez daha yürekten kutluyor, üstün başarılarla dolu bir hizmet dönemi beklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Sözlerime başlarken, öncelikle seçim sürecinde hayatını kaybeden Tokat Belediye başkan adayımız merhum Ahmet Tanrıverdi ve Kırşehir Akçakent İlçesine bağlı Mahsenli Beldesi belediye başkanı seçildikten sonra hayatını kaybeden merhum Ramazan Şahin kardeşlerimize Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine, yakınlarına ve camiamıza başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Nur içinde yatsınlar, mekanları cennet olsun.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Huzurlarınızda, bütün MHP'li belediye başkanı arkadaşlarımızı bir araya getiren bu toplantıda hem geride bırakmış olduğumuz seçimin bizler için ne anlam ifade ettiği ve hem de belediyecilik anlayışımız konusunda bazı görüş ve düşüncelerimizi dile getireceğim.

Fakat bunlardan daha önce ülkemizin gündemini belirleyen Kıbrıs’taki son gelişmeler üzerinde durmak istiyorum.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye, dış politika alanında tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşamaktadır. AKP iktidarının izlediği basiretsiz ve ilkesiz siyaset sonucu Türkiye bir uçurumun kenarına sürüklenmiştir. Milli davamız olan Kıbrıs konusunda sonu hüsran olacak çok tehlikeli bir yola girilmiştir.

İsviçre’de 31 Mart gecesi tamamlanan Kıbrıs görüşmelerinde, Kıbrıs Türklüğü’nün sonu olan Annan plânı maalesef Türkiye’nin de onayıyla nihai şeklini almış ve kesinleşmiştir.

Kıbrıs’lı kardeşlerimizin kimliklerini kaybederek Rum boyunduruğu altına girmesini ve Türkiye’nin Kıbrıs’tan tasfiye edilmesini amaçlayan bu oyunun son perdesi İsviçre’de oynanmıştır.

Milli çıkar ve milli dava kavramlarına yabancı olan AKP iktidarı, bu oyunda kendisine biçilen taşeronluk rolünü başarıyla oynamış ve Kıbrıs Türklüğü sonu karanlık olan bu yolda büyük bir yalnızlığa terk edilerek kaderiyle baş başa bırakılmıştır.

İsviçre’de kabul edilen Annan Plânı 24 Nisan günü referanduma sunulacak ve bu formalitenin tamamlanmasından sonra Kıbrıs Türklüğü’nün Rumlara teslim edilmesi işlemi hukuken sonuçlanacaktır. 24 Nisan tarihi, bu teslim ve tasfiye sürecinin tescil edileceği gün olacaktır.

Değerli Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Kıbrıs konusunda özellikle son iki ay içinde meydana gelen gelişmeler aziz milletimizin gözleri önünde yaşanmıştır. Basın ve yayın organlarının önemli bir bölümü, iş çevreleri ve sivil toplum kuruluşları Kıbrıs konusunda da AKP iktidarıyla “kutsal bir ittifak” içine girmiştir. Türk milletinin gerçekleri görmesini engellemek ve toz pembe bir tablo çizmek amacıyla el birliğiyle yoğun bir propaganda faaliyeti yürütülmüştür.

Bu senaryonun İsviçre görüşmeleri sonrasında da aynı pervasızlıkla sahneye konulduğuna üzülerek şahit olmaktayız. 9000 sayfadan oluşan Annan plânının ne olduğunu merak dahi etmeyen bu çevreler, iktidarın yönlendirmesiyle, şimdi de bu plânın faziletleri konusunda gürültülü bir kampanya yürütmek için adeta yarış içine girmişlerdir.

İsviçre’de ortaya çıkan sonucun Türk Hükümeti için diplomatik zafer olduğu yolunda başlatılan bu kampanya, aynı zamanda, Kıbrıs Türklerini baskı altına almak ve yönlendirmek için referanduma evet kampanyasına dönüşmüştür.

İsviçre görüşmelerine katılan KKTC Başbakanı ve Yardımcısı bile referandum konusundaki nihai tutumlarını plânı etraflı olarak inceledikten sonra belirleyeceklerini açıklamış olmalarına rağmen, AKP yöneticileri evet kampanyalarını Kıbrıs’tan önce Türkiye’de başlatmışlardır.

Sayın Başbakan, Annan plânına hayır denilmesinin, bu sözde başarıya karşı çıkılarak köstek olunmasının tarihin affetmeyeceği bir hata olacağını söyleyerek, Sayın Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı da hedef alan bir pervasızlık sergilemekte beis görmemektedir.

Bu şekilde aba altından sopa gösteren Başbakana destek için yarışa giren basın organları da “Türkiye yine bir adım önde” gibi klişe sloganlarla bu kampanyada kendilerine layık gördükleri rolün gereklerini layıkıyla yerine getirmektedirler. Basında, bu büyük başarıdan dolayı Başbakanı Nobel Barış Ödülüne aday gösteren köşe yazarları da çıkmıştır.

Hükümetin ve gönüllü destekçisi basının bu tutumu, büyük bir sorumsuzluk ve hafiflik örneğidir.

Değerli Basın Mensupları,

Milliyetçi Hareket’in Kıbrıs konusundaki ilkeli ve kararlı tutumu Yüce Milletimizce çok iyi bilinmektedir. Bu konudaki haklı endişelerini başından beri açıkça ve samimiyetle dile getiren, Hükümeti her vesileyle ikaz eden Milliyetçi Hareket Partisi, bu konudaki hassasiyetini bundan sonra da aynı azim ve kararlılıkla sürdürecektir.

Bugün gelinen noktada, İsviçre’de ortaya çıkan durumla ilgili ilk değerlendirmemizi, siyasi parti hesaplarını aşan bir vatanseverlik anlayışıyla aziz milletimizle paylaşmak istiyoruz.

İsviçre görüşmeleri iki gün önce tamamlanmış, çok kapsamlı ve karmaşık bir plân ortaya çıkmıştır. Bu sonucun Türkiye için bir başarı olup olmadığının objektif olarak değerlendirilmesinde yegane ölçü, görüşmeler öncesi Türkiye’nin plânda değişmesini istediği ana noktalar ile bunların ne kadar gerçekleştirildiğinin yalın bir karşılaştırılması olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, gerçeklerin aziz milletimizce tam olarak anlaşılması için Annan plânı hakkında basına yansıyan bilgiler ışığında şimdi huzurunuzda böyle bir  objektif ve karşılaştırmalı değerlendirmeyi yapacaktır.

AKP Hükümeti İsviçre görüşmelerine giderken Türkiye’nin olmazsa olmazları ışığında Annan plânının değiştirilmesinin elzem olduğunu kamuoyuna açıklamıştır. Bunlar olmazsa sonucun kabul edilemeyeceği ve Kıbrıs Türklüğü ile birlikte buna karşı çıkılacağı hakkında Hükümet yetkililerinin Türk milletine karşı taahhüt anlamı taşıyan beyanları hafızalarda tazeliğini hâlâ korumaktadır.

Sayın Başbakan, bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi adına kendisine 15 Ocak 2004 tarihinde gönderdiğim resmi yazıya cevaben de bu hususları bizzat teyit etmiştir.

Türkiye’nin olmazsa olmazlarının başında Annan plânındaki haritanın düzeltilmesinin geldiği Sayın Başbakan ve Hükümet yetkililerinin çeşitli beyanlarıyla sabittir.

İsviçre’de varılan sonuca bakıldığında ise, haritanın değişmediği, Annan plânında yer alan ve hükümetin daha önce kabul edilemez bulduğu haritanın aynen kabul edildiği görülmektedir.

AKP hükümeti, 100 bin Rum’un geri döneceği ve 60 bin Kıbrıs Türkü’nün evlerini terk ederek göçmen durumuna düşeceği %8 oranındaki toprağın Rumlara bırakılmasını İsviçre’de kabul etmiştir.

Sayın Başbakana sormak isteriz: Türkiye’nin birinci önceliği olan harita ve toprak konusunda eski haritayı aynen kabul etmek mi İsviçre’deki büyük başarınızdır?

AKP Hükümeti Türkiye’nin diğer bir önceliğinin de iki kesimliliğin korunması ve güçlendirilmesi olduğunu açıklamıştır. Bundan anlaşılması gerekenin Türk tarafına gelecek Rumların sayısının azaltılması ve dönüş sürelerinin uzatılması olduğunu dile getirmiştir.

Annan planının son şekline bakıldığında, bu amacın da gerçekleştirilemediği açıkça görülmektedir. Geri dönecek Rumların sayısında makyaj niteliğinde bazı düzenlemeler yapılırken, Karpaz bölgesi fiilen otonom Rum kantonu haline getirilmiş, buraya dönecek Rumların mal ve mülklerine tam olarak sahip olmaları kabul edilmiştir. Bunun sonucu Kıbrıs Türk devleti içinde Rumların kendi kendilerini yönetecekleri otonom bir bölge oluşturulmuş, 15 bine yakın Rum’un buraya dönmesi ve burada yaşayan 12 bin Türkün buradan sökülüp atılması kabul edilmiştir.

Bu gerçekler karşısında Sayın Başbakan’ın, iki kesimliliğin nasıl güçlendirildiğini, 200 bin nüfusu olan Kıbrıs Türk Devleti içine 60 binden fazla Rum’un daha kısa sürelerde yerleştirilmesinin iki kesimliliği nasıl güvence altına aldığını Türk milletine açıklaması gerekir.

Öte yandan, AKP Hükümeti Türkiye’nin etkin fiili garantisinin aynen muhafaza edilmesinin Türkiye’nin temel önceliklerinin başında geldiğini, 1960 antlaşmalarından kaynaklanan bu hakkımızın hiçbir şekilde sulandırılmamasının olmasa olmazlarının birisi olduğunu İsviçre öncesi her vesileyle tekrarlamıştır. Bu çerçevede, bugün 40 bin civarında olan Türk askeri varlığının, daha uzun bir takvim içinde tedricen geri çekilmesi ve Türkiye’nin AB üyeliği sonrası 1960 düzeyinde askeri birliğinin Kıbrıs’ta kalmaya devam etmesi ana hedef olarak açıklanmıştır.

İsviçre’de kabul edilen plana göre ise, Kıbrıs’ta kalacak Türk askerinin sayısı önümüzdeki yedi yıl içinde 6000’e düşürülmüş, 2018 yılına kadar da bunun 3000’e inmesi öngörülmüş ve Türkiye’nin AB üyeliği sonrası adada kalacak 650 Türk askerinin de tamamen sıfırlanması için bir gözden geçirme mekanizması kabul edilmiştir.

Bu tablo karşısında, Sayın Başbakan’ın Türkiye’nin etkin garantisinin nasıl koruduğunu aziz milletimize açıklaması siyasi ve ahlaki bir vecibe haline gelmiştir.

Türk askeri varlığını bu şekilde azaltarak sembolik bir güç halinde getiren Annan planı, buna karşılık Kıbrıs’ta çok güçlü ve geniş yetkilere sahip Birleşmiş Milletler askeri gücünün konuşlandırılmasını öngörmüştür.

60 bin Rum’un Kuzey’deki evlerine dönecek olması nedeniyle ciddi çatışma riskinin artacağını öngören Annan Planı, bu nedenle Birleşmiş Milletler askerlerini geniş yetkilerle donatmaktadır. Kıbrıs Türk devleti içinde serbestçe hareket edecek, her yere istediği zamanda gitmek hakkına sahip olacak BM gücünün sayısının 10 bine kadar yükseltilmesi planlanmaktadır.

Annan planında, BM askerlerine bu geniş yetkiler verilirken, sayısı azaltılan Türk askeri varlığı ise adeta garnizonları içerisine hapsedilmektedir.

AKP Hükümetinin, böyle bir durumun Türkiye’nin askeri varlığına dayanan fiili ve etkin garanti hakkının sulandırılmadan korunmasına nasıl hizmet ettiğini açıklaması gerekir.

Sembolik ve kozmetik bazı düzenlemeleri büyük bir başarı olarak takdim eden çevreler, Plan’da Rumlar lehine yapılan çok önemli bir değişikliği gözardı etmektedirler.

Annan planı’nın son şeklinde kurulması amaçlanan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeni bir ortaklık devleti olarak değil, Rumların temsil ettiği 1960 Cumhuriyeti’nin sadece ismini değiştirerek bir devamı olarak canlandırılması sonucunu doğuracak değişiklikler yapılmıştır.

Bu amaçla, iki kurucu devletin kendi parlamentosu ve organlarıyla uzun bir geçiş döneminden sonra yeni devleti oluşturmalarına imkan veren geçiş dönemi düzenlemeleri tamamen kaldırılmıştır. Bu durumda, adı kağıt üzerinde kurucu devlet olan Türk devleti, Kıbrıs Rumlarına yamanarak Birleşik Kıbrıs devleti doğacaktır.

Şimdi sayın Başbakan’a sormak istiyoruz: Bugün Türkiye’den başka kimsenin tanımadığı KKTC’nin, dünyada bütün ülkelerin tanıyacağı Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit ortağı olacağını söylemeniz, havada kalan içi boş bir slogandan öteye herhangi bir anlam taşımakta mıdır ? Annan plânı ortada iken bunu somut olarak neye dayanarak söyleyebiliyorsunuz ? Bunun cevabını biz değil, Türk Milleti sizden beklemektedir.

Öte yandan, Annan planı Kıbrıs Türkleri için iki yönlü bir göç sorunu ortaya çıkaracaktır. 60 bin Kıbrıslı Türk’ün evlerini terkederek Kıbrıs’ın içinde göçmen durumuna düşmesinin yanı sıra, 1974’den sonra Kıbrıs’a yerleşerek KKTC vatandaşlığı alan Türklerin 20 bin kadarı adadan ayrılarak Türkiye’ye dönmek zorunda kalacaklardır. Annan planı Kıbrıs Türk vatandaşlığını koruyabilecek Türklerin sayısını 45 bin ile sınırlandırmıştır. Bu rakama eşler ve çocuklar dahildir. Bu durumda, Türkiye’den KKTC’ne gelen ve vatandaşlık hakkını kazanan aileler bölünecek, çocuk ve eşlerin birbirinden zorla koparıldığı bir insanlık dramı yaşanacaktır.

Sayın Başbakan’ın, çocukları anne ve babalarından zorla ayırmayı öngören insanlık dışı bu sonucu nasıl içine sindirebildiğini, bunu nasıl bir başarı olarak takdim edebildiğini anlamak mümkün değildir.

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Kıbrıs zaferi olarak pazarlanmaya çalışılan çözüm paketinin açıkta kalan çok önemli bir yönü de bu düzenlemelerin nasıl hukuki garanti altına alındığı konusudur.

İsviçre görüşmeleri öncesi, AKP hükümeti, varılacak bir anlaşmanın Kıbrıs Türklerini ekonomik ve siyasi açıdan korumak için istisnai düzenlemeler içermesi gerektiğini, derogasyon olarak adlandırılan bu düzenlemelerin bazılarının kalıcı ve süresiz olması ve ilerde Avrupa mahkemelerince delinmesinin önlenmesi için AB’nin birincil hukuku haline getirilmesinin şart olduğunu açıklamıştır.

Annan planında bu hukuki garantinin nasıl sağlandığı konusunda ciddi bir belirsizlik bulunmaktadır. Hükümet bu konuda bazı sözlü vaatler aldığını söylemekle yetinmekte, açıkta kalan bu konuda büyük bir tartışma yaşanmaktadır.

AKP Hükümetinin bu konuya açıklık getirmesi, dürüst davranarak aldatmacalara sapmadan gerçek durumu ortaya koyması elzemdir.

Plan’ın son şekli hakkında basına yansıyan bilgiler ışığında, hükümetin olmasa olmaz şart olarak gördüğü kalıcı istisnaların  kabul edilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim, İsviçre’de bulunan Avrupa Birliği Komiseri Verhauegen, ertesi gün yaptığı açıklamada, planda derogasyonların kalıcı olmasının reddedilmesinin AB’nin bir başarısı olduğunu söylemiştir.

Öte yandan, sınırlı sayıda ve geçici olması kabul edilen istisnaların Avrupa Birliği’nin birincil hukuku haline getirilmesinin de sağlanamadığı görülmektedir.

Hükümet yetkilileri AB’nin bu konuda Plan’da açık bir yükümlülük üstlenmediğini, ancak bu yönde bazı sözler verdiklerini söylemektedirler.

Ancak, söz verdiği iddia edilen AB komiseri Verhauegen, ertesi gün böyle bir sözün verilmediğini, geçici istisnaların milli parlamentolarda onaylanmayacağını, bunların sadece AB Konseyi kararı ile yürürlüğe gireceğini ve bunun da yeterli olacağını açıklamıştır.

Bu durumda ya Verhauegen yalan söylemekte, ya da Hükümet doğruyu söylememekte, Türk milletini bilerek yanıltmaktadır.

Basınımızın Değerli Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AKP Hükümetinin İsviçre görüşmeleri öncesi Türkiye’nin vazgeçilmez öncelikleri olduğunu açıkladığı hususlar ile sonunda planda bu konuda yer alan hükümlerin karşılaştırılması sonucu ortaya çıkan gerçekler bunlardır.

Bu gerçekler ortada iken, Sayın Dışişleri Bakanının NATO toplantısı için Brüksel’e gitmeden önce 1 Nisan günü yaptığı açıklamada “Annan planının Türk tarafının öncelikleri çerçevesinde düzeltildiğini ve planı inceleyen herkesin önem verdiğimiz konuların tümüyle ilgili çok önemli değişiklikler yapıldığını açıkça göreceğini” söylemesi en hafif tabiriyle büyük bir aldatmacadır.

Gerçeklerin tahrif edilmesi mümkün değildir. Hükümetin İsviçre öncesi beyanlarıyla planın son şekli ortadadır. Hükümetin büyük bir diplomatik zafer olarak takdim etmeye çalıştığı sonuç aslında tam bir fiyaskodur.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan’ın dayattığı bu planın yegane meşruiyet ve cesaret kaynağı AKP Hükümetinin buna verdiği destek olmuştur. Kıbrıs’ın Türkiye’nin sırtında kambur olduğu gibi çarpık bir düşünce içinde olan AKP iktidarı, AB hayali uğruna şimdi de Kıbrıs’ı bir diyet olarak feda etme hazırlığı ve hesabı içindedir.

Buna karşı çıkanları tarihin affetmeyeceğini söyleyen Başbakan’a hatırlatmak isteriz ki, tarih asıl bu ihanet belgesini kabul edenleri ve bunu bir zafer olarak takdim etmeye çalışanları affetmeyecektir.

Meşruiyetinin kaynağını dışarıda arayan, bunun için milli çıkar temelinde hiçbir ölçü ve sınır tanımayarak her konuda teslimiyetçi bir politika izlemeyi iktidarının sürmesinin yegane teminatı olarak gören AKP Hükümetinin Türkiye’yi sürükleyeceği badireler, korkarız ki Kıbrıs ile sınırlı kalmayacaktır. Bundan sonra sıra Ege’ye ve Türkiye’nin milli birlik ve bütünlüğünü hedef alan AB taleplerinin karşılanmasına gelecektir.

Ancak, AKP iktidarı bir hususu unutmuş görünmektedir: Türkiye sahipsiz ve çaresiz değildir. Türk Milliyetçileri AKP zihniyetinin Türkiye’yi uçuruma sürüklemesine hiçbir şart altında izin ve geçit vermeyecektir. Bu noktada milli bir hesaplaşma artık kaçınılmaz hale gelmiştir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Hepinizin bildiği gibi, 28 Mart günü gerçekleşen seçimler, gerek demokratik hayatımız ve gerekse partimiz açısından büyük bir anlam ve önem taşımaktadır.

Hemen her seçimde olduğu gibi, bir takım odaklar tarafından oyları ipotek altına alınmaya, belli siyasi örgütlenmelere kanalize edilmeye uğraşılan insanlarımız, büyük bir sağduyu ve demokrasi anlayışı içerisinde bu siyaset terziliğine dur demiştir.

Masa başı anketlerde yok sayılan, medya tarafından bir suskunluk sarmalı içine hapsedilmek istenen Milliyetçi Hareket, aziz milletimizin gönlündeki yerini bir kez daha ortaya koymuştur. 

Vatandaşlarımız anketlerle şartlanmamıştır. Üstelik bundan sonra bütün anketleri kuşkuyla karşılamasını gerektirecek çok önemli olayları hafızasına nakşetmiştir. Aklını ve vicdanını medyaya esir etmemiştir. Medyanın yok saydığı ama kendisinin çok iyi tanıdığı Milliyetçi Hareket’i yalnız bırakmamıştır.

Milliyetçi Hareket partisinin bütün kıymetli adayları bir taraftan iktidar olmanın imkanlarını seçimlere gölge düşürecek kadar fütursuzca kullanan  AKP’ ye karşı mücadele verirken, diğer yandan da bu teslimiyetçi zihniyetin devamından nemalanan odaklara ve siyaset terzilerine karşı büyük bir mücadele vermiştir.

Ne yazık ki, öteden beri Türk siyasetini millet  iradesinin dışında şekillendirmeyi kendilerine iş edinmiş çevrelerce yine iki parti etrafında odaklanan bir tablo hedeflenmiş ve bunun için ne gerekiyorsa yapılmıştır. Buna rağmen Milliyetçi Hareket Türk siyasetinde her zaman varolduğunu ve varolacağını göstermiştir.

Ancak, aynı çevrelerin şimdi de bu büyük başarıyı görmezden gelmeye devam ettikleri veya kendi zihni süreçleri ile izah gayretinde oldukları açıkça görülmektedir.

Fakat, her ne yaparlarsa yapsınlar iyi bilinmelidir ki,  Türk milleti, Milliyetçi Hareket’in bulunmadığı bir parlamentonun ağır ve acı sonuçlarını görmektedir ve bunu bir kez daha asla görmeyecektir. 

Büyük Türk milleti, Milliyetçi Hareket Partisi’nin her zaman için Türkiye’nin iktidar kabiliyeti ve kudretine sahip ana siyasi akımı olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Burada aziz milletimize şükranlarımı sunuyorum. İnşallah seçip, göreve getirdiği siz kıymetli arkadaşlarım örnek ve başarılı bir belediyecilik anlayışı sergileyeceksiniz. Üstelik bunu da, iktidarın seçim atmosferinde ilan ettiği gibi yine partizanca davranarak sizleri engelleme girişimlerine, yetersiz kaynaklara rağmen başaracaksınız.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Biz Türk milliyetçileri için vatan ve millet sevgisinin çok özel bir anlamı ve değeri vardır. Bundan dolayıdır ki, yerel yönetimler, bu sevgimizi doğrudan ve en güzel şekilde gösterebileceğimiz, hizmet edebileceğimiz fırsat zeminleridir.

Yaşadığımız mekânları güzelleştirip geliştirmek, mamur hale getirmek ve hemşehrilerimize hizmet etmek için belli bir süre ile sınırlı olarak tanınan fırsatın en iyi şekilde kullanılması da bu bakımdan büyük önem taşımaktadır.

Şüphesiz ki, belediye hizmetlerinin verimli ve ihtiyaçlara uygun olmasında yöneticilerin seçimindeki isabet   kadar,   kaynak   sorununun   aşılması,   yerel yönetimlere    sağlanan    imkânların    artırılması    da  gerekmektedir.

Biz Allah’a şükürler olsun ki, 28 Mart seçimlerinde adaylarını en titiz şekilde belirleyen, işi ehline vermenin gayreti içerisinde olan yegane siyasi anlayış olduk.

Türkiye’nin her yerinde seçimlere katıldık ve her yerde en iyi, en çalışkan, en dürüst ve en verimli adaylarla toplumun huzuruna çıktık. Partimizde teveccühlerini  yoğunlaştıran vatandaşlarımız çok iyi bilmelidir ki, oylarını MHP’ye vererek en iyisini ve hayırlısını yaptılar.

Diğer taraftan, belediyelerimizin kendi ayakları üzerinde durabilecekleri, kendi gelirleri ile hizmetlerini gerçekleştirip geliştirebilecekleri bir yapının kurulmasında gelirlerinin artırılmasının elzem olduğu da açıktır.

Bilindiği gibi ülkemizde, gerek yatırım ve gerekse istihdam konularında titizlik sergilemeyen, hatta kendi başlarına dış kaynaklı krediler kullanmak da dahil olmak üzere yüksek düzeyde borçlanmış olan belediye yönetimi örnekleri bulunmaktadır. Bu çerçevede göz önünde bulundurulması gereken bir gerçek, geçtiğimiz yıllarda Arjantin ekonomisinin çöküş sürecinde yerel yönetimlerin aşırı borçlanma yükü altına girmelerinin ve hizmetlerde verimliliğe özen gösterilmeyişinin büyük bir paya sahip olduğudur.

Dolayısıyla, belediyelerimizin sunmakta olduğu hizmetlerde bir öncelikler sıralaması yapmaları gerektiği ve ellerindeki kaynakları bu doğrultuda en iyi şekilde kullanmaları zarureti ortaya çıkmaktadır.

Yeni iş ve yatırım imkanlarına kapı aralayacak, yapılan harcamaları geri kazanmaya ve geliştirmeye müsait   tesislerin    kurulup    hizmete    sunulması    bu bakımdan büyük önem arzetmektedir.

Yine, kamu yönetiminin etkin ve verimli hizmet üreten bir yapıya kavuşturulmasının hedeflendiği bu süreçte belediyelerimizin kendilerini bunun dışında kabul etmeleri elbette ki doğru değildir.

Belediyelerimizin de gerek faaliyet alanları ve gerekse istihdam konularındaki hedeflerini, ihtiyaç ile imkan dengesini gözeterek planlamaları gerekmektedir.

İnanıyorum ki, pek çoğu önceki dönemlerde hizmet yarışında yer alan ve yeniden seçilen arkadaşlarım gibi ilk kez seçilen arkadaşlarım da, takdire şayan hizmetlere imza atacaklardır.

Önlerindeki beş yıllık süreyi en iyi şekilde değerlendireceklerdir.

Halkın ihtiyaçları ve mevcut kaynaklar arasındaki dengeyi sağlayan, bölge kalkınmasına ivme kazandıran yararlı projeler gerçekleştireceklerdir.

Yerel yönetimlerde Milliyetçi Hareket farkını, ruhunu, hizmet kalitesini yansıtacaklardır.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bilindiği üzere, geçtiğimiz yıllarda ülkemiz çok büyük deprem ve sel afetleri yaşamıştır. Bu afetlerin ne yazık ki tekerrürü ihtimal dahilindedir. Nitekim, Erzurum ilimizde yakın zamanda küçük çaplı da olsa can ve mal kaybına yol açan deprem afetleri yaşanmıştır.

Yüce milletimiz, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her türlü afet anında büyük bir dayanışma ve yardımlaşma seferberliği içerisine girmiş ve yaşanan acıları hafifletmek için tarihte eşine az rastlanır bir birliktelik sergilemiştir.

Bununla birlikte, afetlere karşı tedbir geliştirmek ve afet anlarında derhal müdahil olabilmek yerel yönetimlerimizin en önemli görevleri arasındadır. Öteden beri afetlere karşı birbirlerinin yanında olmayı en büyük erdem olarak kabullenen insanlarımızın felaket anlarında daha hızlı ve sistematik bir şekilde organize olmalarını sağlayacak olan “afet kardeşliği sistemi”nin belediyelerimiz tarafından yerleşim birimleri esası üzerinde yeniden tesisi ve işler hale getirilmesi önem taşımaktadır.

Birbirlerine yakın il, ilçe ve beldelerin ellerindeki bütün imkanları birbirlerine açmaları, afetin olumsuzluklarını en hızlı bir şekilde ortadan kaldırmada mühim bir rol oynayacaktır.

Yine, geçtiğimiz yıl, ülkemizin birçok tarım alanında ve şehirlerinde sel ve taşkınlar etkili olmuş, pek çok vatandaşımız mağdur duruma düşmüştür.

En son, geride kalan kış mevsiminde yoğun kar yağışları neticesinde pek çok yerleşim yerimizde   hayat   neredeyse   durmuş,   şehirlerimizin altyapılarının   bu   gibi   zor   durumları   aşmamızda yetersiz kaldığı bir kez daha görülmüştür.

Bütün bu tabii afetlerin yol açtığı ağır sonuçların ortadan kaldırılmasında yerel yönetimlerin çok büyük rolü olmuştur.

Fakat, takdir edileceği üzere, bütün bu yaşanan acılardan ve sıkıntılardan alınması gereken çok önemli dersler bulunmaktadır. Aradan geçen zamanın, yaşanan olumsuzlukları unutturması, yapılan çalışmalarla yaraların sarılması elbette ki önemlidir. Ama bunlardan daha önemlisi, aynı sıkıntıların tekrarının önlenmesinde üzerimize düşenleri yapıp yapmadığımızdır.

İşte bu noktada, şehirlerimizin gerek altyapı ve gerekse “bilgi sistemi” eksikliklerinin bir an önce giderilmesi gerçeği ile karşı karşıya kalmaktayız.

Yerleşim bölgelerimiz, en eskisinden en yenisine kadar, en küçüğünden en büyüğüne kadar altyapı bakımından pekçok eksiklikle yüzyüze bulunmaktadır. Hatta öyle ki, bazı büyük yerleşim yerlerimiz “mega köy” tanımlamasına tam olarak uymaktadır. Maalesef, şimdiye kadar karşılaşılan birçok afetin, boyutlarını aşan bir etki gücüne sahip olmasında da bu eksiklikler yatmaktadır.

Deprem ve sel felaketleri, yerleşim yerlerimizin seçiminde ve genişlemesinde zemin etütlerinin ve yapı denetimlerinin büyük önem taşıdığını bir kez daha ortaya çıkarmıştır.

Ülkemizde, pek çok yerleşim bölgesinde geçmişten günümüze bu bilinçten mahrum bir yaklaşım sergilenmiş bulunması sorunları derinleştirmiştir. Ama ne olursa olsun, yerel yönetimlerin, insanların can ve mal emniyetinin ve şehirlerin   geleceğinin   en   büyük  garantisi   olan   bu hususlarda gösterişten ve kısa vadeli çıkar hesaplarından arınarak, kararlı bir tavır geliştirmeleri ve sergilemeleri şarttır.

Sağlıklı içme suyu, kanalizasyon, yol gibi mahalli açıdan hayatiyet arzeden problemler, çözümü zor olsa da şehirleri yaşanılır ve cazip kılmak için vazgeçilmez belediyecilik uğraşlarıdır. Bunun için, bütün arkadaşlarımdan, önceliklerini bu hizmetlere vermelerini ve kalıcı eserler bırakmak gayretinde olmalarını bekliyorum.

Yine unutulmamalı ki, şehirler, tarihleriyle ve doğal dokularıyla vardır ve anlamlıdır. Tabii güzellikleri, kültürel zenginlikleri şehirlerin ufkunu genişletir, geleceğini aydınlatır.

Belediyecilik faaliyetleri gerçekleştirilirken, şehrin doğal güzelliklerini, tarihi ve kültürel dokusunu zedeleyecek ve gölgeleyecek bir şehircilik anlayışından uzak durulmalıdır. Mutlak surette çevresel değerler gözönünde tutulmalı, şehre eklenecek her yeni yapıda estetik duyarlılık ön plana çıkarılmalıdır.

Bugün, şehirlerimizde, yeterli sayıda çağdaş Türk mimarisinin örnekleri addedilebilecek özellikte eserler ortaya konulamayışı, elbette ki, temelde kültür ve sanatta bir geri kalmışlıkla, yozlaşmayla açıklanabilir. Şehirlerimizi, kimliksizlikten kurtaracak, onlara hem çağın hem de millî kimliğimizin özelliklerini birlikte yansıtacak, yaşanılan mekâna olan duyarlılıklarımızı yaşatacak olanlar da siz belediye başkanlarından başkası değildir.

Yine belediyecilik hizmetini, kentsel rant arayışları ile karıştıran anlayışlar da bizim hizmet kriterlerimizle bağdaşmamaktadır.                                                                      

Çünkü, şehirlerimizi altyapısı ile beraber büyütmek, ihtiyaçlara cevap veren sağlıklı bir zeminde geliştirmek zorunda olduğumuz, hiç bir şekilde gözlerden uzak tutulmamalıdır.

Afetlere karşı daha hızlı ve etkin müdahale imkanları aranırken en fazla eksikliği çekilen hususların başında ise “Kent bilgi sisteminin” bulunmayışı gelmektedir. Bu nedenle belediyelerimizin imkanları ölçüsünde ve asla savurganlığa kaçmaksızın sağlıklı bir bilgi sistemi kurmaları çok faydalı olacaktır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Huzurlarınızda son olarak, yerel yönetimlerin vatandaşlarla olan ilişkilerinin taşıdığı hayatî öneme değinmek istiyorum.

Verdiği hizmetlerin özellikleri itibariyle, vatandaşla her an içice, yüzyüze olma mecburiyetindeki belediyelerimizin, aslında devlet-vatandaş ilişkilerinin tanziminde de en öncelikli ve belirleyici yerler olduğu açıktır.

Belediye hizmetlerinin bir diğer önemli ayırdedici vasfı ise, seçilen ve seçen ilişkisinin yanısıra, hizmeti sunanla hizmeti alan arasındaki derin bir yakınlığın, yani hemşehrilik bağının bulunmasıdır.

Hepinizin yakinen bildiği ve yaşadığı gibi, bu bağ, yönetici ile vatandaş arasındaki ilişkileri ve işleyişi çoğu zaman kolaylaştırıcı, sıcaklaştırıcı bir rol oynamaktadır. Önemli olan, işte bu sıcaklığın, güvenin ve dinamik sürecin sürekli kılınmasıdır. Bu anlamda, inanıyorum ki, siz değerli arkadaşlarım, bütün gerekli hassasiyetleri sergilemekte ve vatandaşlarla ilişkilere özel bir önem vermektesiniz.

Hepinizin gayet iyi bildiği  ve idrak ettiği gibi, Belediye başkanı olmak şehrin emini olmaktır. Yani, şehirde, beldede, yoksun, düşkün, çaresiz ve kimsesiz insan bırakmamak görevleri arasındadır. Muhtaç vatandaşlarımız için projeler geliştirmek, gerekli hallerde gıda, yakacak, giyecek, barınma ihtiyaçlarının karşılanması gibi pek çok konuda yardımcı olmak tüm belediye başkanlarımıza düşen bir görevdir.

Belediye hizmetlerinde temel amaç kârlılık değil, israfın önlenmesi ile hizmetlerde verimliliğin ve etkinliğin sağlanması olmalıdır. Hizmetlerin belirli bir maliyeti bulunsa da, Belediyelerimizin, insanlarımızı 'müşteri' olarak algılamaları ve hizmetlerini bu esas dahilinde sunmaları hiç bir şekilde doğru ve insanî bir yaklaşım olamaz. Çünkü, sosyal bir devlette, hiçbir sıfatın, vatandaş olma sıfatından daha fazla hizmet almayı, o ülkenin insanlarına sağladığı hak ve özgürlüklerden yararlanmayı içermediği açıktır.

Belediye başkanlarımızın, sadece kendilerini seçen insanların değil, bulundukları beldenin ya da şehrin başkanı olduklarını ve mutlak surette herkese eşit mesafede ama en yakınlarında bulunmaları gerektiğini hep hatırlarında tutmaları bizim için vazgeçilmezdir.

Milliyetçi Hareketin bütün mensupları bu hususlarda her zaman gerekli tavır ve davranışı sergilemişlerdir ve bundan sonra da sergilemeye devam edeceklerdir.

Siz değerli arkadaşlarımın, görevlerinizde geçen her anınızı çok iyi değerlendirmeniz ve her zaman için halka hesap vermeye açık bir anlayış içerisinde olmanız milletimizin yarınları için büyük önem taşımaktadır.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi bir kez daha hepinizi kutluyor, aziz milletimize şükranlarımı sunuyorum. Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Yüce Allah hepinizin, hepimizin yar ve yardımcısı olsun.

Sağ olun, var olun.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı