07.03.2003 - Irak Krizi, Kıbrıs Sorunu ve İkinci Tezkere Hakkında Yaptıkları Basın Açıklaması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Irak Krizi, Kıbrıs Sorunu ve İkinci Tezkere Konularında Yaptığı Basın Açıklaması
07 Mart 2003

Sayın Basın Mensupları,

Ülkemiz ne yazık ki, belirli bir süredir sistemli bir şekilde köşeye sıkıştırılmak istenmektedir.

Özellikle, önemli dış politika gündemleri açısından gelinen kritik tercih aşamalarında Türkiye teslimiyetçi bir tutum almaya zorlanmaktadır.

Buna karşılık, AKP yönetimi ve iktidarının “millî tehlike sinyalleri” veren dış politika zaaf ve tutarsızlıkları, ülkemiz üzerinde hesapları olanların iştahını kabartmaya devam etmektedir.

Irak Krizi’nden, Kıbrıs meselesine kadar birçok alanda Türkiye’nin üzerine çullanılmasının bir sebebi budur. Kuzey Irak’ta Türkiye düşmanlığının gösterilere dönüştürülmesi ve PKK/KADEK yandaşlarının yeniden zemin kazanmaya başlamasında da mevcut iktidarın vurdumduymazlığı ve dağınıklığının payı büyüktür.

Sözün kısası, Türkiyemiz içerden ve dışardan kuşatılmaya ve zayıf düşürülmeye çalışılmaktadır. AKP iktidarının zaafları ve teslimiyetçi dış politika anlayışı da bu duruma çanak tutmaktadır.

Bu açıdan, önümüzde duran Irak krizi ile BM ve AB yönetimlerinin baskısıyla karar aşamasına getirilen Kıbrıs gibi iki hayatî konuda, çok dikkatli ve kararlı olmak zorunluluğu vardır.

Sayın Basın Mensupları,

Son birkaç gündür, AKP iktidarının ilk yetki tezkeresi Meclis’te reddedildikten sonra, “ikinci tezkere manevraları”na başladığı dikkati çekmektedir.

Sayın Başbakan ile bakanlarının, altında imzaları olmasına rağmen arkasında açıkça durmaktan kaçındıkları tezkerenin reddedilmesi üzerine yaptıkları açıklamalar da büyük pişkinlik örnekleriyle doludur. Daha da önemlisi, yetki tezkeresinin stratejik önemini yeni keşfetmeleri gayri ciddî ve çarpık bir zihniyetin göstergesidir.

Bugünkü manzara, parti içi demokrasi lafazanlığından, sorumluluk ve devlet ciddiyeti havariliğine tornistan yapan bir iktidarın sergilediği şaşkınlık ve tutarsızlık karmaşasını yansıtmaktadır.

Bu çerçevede AKP iktidarına yöneltilen eleştiriler, hem doğru hem de gereklidir. Haklı eleştirilerden gocunmak yerine, dönüp arkalarına bakmaları daha yararlı olacaktır. Çünkü, tutarsız politikalarına yöneltilen eleştirileri “hariçten gazel okumakla” suçlamaya kalkışmak gerçekleri değiştirmemektedir.

“Hariçten aferin almayı” dış politika, “hariçten şiir okumayı” siyaset zannedenlerin, 3,5 ayda içine düştükleri durumu fark edememeleri çok hazin bir gelişmedir.

Yetki talebi büyük çoğunluğunu aynı partinin milletvekillerinin oluşturduğu Meclis tarafından reddedilen bir hükümetin, ilk yapması gereken ciddi durum muhasebesi olmalıdır. Siyaset gemilerini uzun süre pişkinlikle yürütebileceklerini zannetmek yanıltıcıdır.

Kısa süre içinde derlenip toparlanmadıkları takdirde, AKP iktidarının çelişki, tutarsızlık ve pişkinlik alanında rekorlar kitabında yerini alacağına şüphe yoktur.

AKP Hükümeti, vergiler başta olmak üzere ekonomik ve sosyal konularda da topluma verdikleri bütün sözleri unutmuşa benzemektedir.

Dış politikadan sonra ekonomik meselelerde de sürekli birbiriyle çelişen açıklamalar, AKP iktidarında “kronik vak’a” haline gelmiştir. Bu gidişle, AKP yönetimi ve iktidarı için “siyasî takip ve yalan makinesi” icat etmek gerekecektir.

Çünkü, millet, AKP’li yetkililerin demeçlerindeki dalgalanmaları artık takip edemez hâle gelmiş; hangi AKP’li yönetici veya bakana, yine hangi tarihteki AKP’ye inanacağını şaşırmıştır.

Ekonomide istikrar içinde büyümeyi temel hedef ve politika haline getirmesi gerekenler, yüz gün sonra yeni bir başlangıç yapmak zorunda kalmışlardır.

Aslında Irak krizinden medet uman iktidar, sonunda IMF’nin bütün dayatmalarına boyun eğmek zorunda kalmıştır.

2003 yılı bütçe tasarısı ile açıklanan ve yatırımlarda büyük kısıntıları, vergilerde artışları ve zamları esas alan yeni önlemler paketinin, “Barışın ve onurlu duruşun diyeti” olarak sunulması ayrı bir garabet örneği olmuştur.

AKP Hükümeti, böylece, Millet ve Meclis karşısına “kırk katır mı, kırk satır mı?” dayatmasıyla çıkmış olmaktadır.

“Özrü kabahatinden büyük” olan AKP iktidarı, Millete ve Meclis’e saygısızlık etmekten vageçmelidir.

Sayın Basın Mensupları,

Kıbrıs Türklüğü ve Türkiye, bugün Kıbrıs konusunda millî ve stratejik bir yol ayrımındadır.

Türk Milleti ve devleti, Kıbrıs’ta geldiği yol ayrımından, ancak tarihin rehberliğinde, onurlu ve millî duyarlılık zemininde ilerleyerek çıkabilir.

Kofi Annan Planı, böyle bir rehber ve zemin olmaktan daha hâlâ çok uzaktır.

Birleşmiş Milletler, birçok bölgesel ve küresel sorun karşısında olduğu gibi, Kıbrıs’ta da adil ve muktedir bir hakem olamamıştır.

Geçmişte “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Enosis emellerine kurban edilmesine karşı durmayan BM, soykırımı önleyen Türkiye’yi işgalci görmüş, gerçek durumu ve uluslararası antlaşmaları gözardı etmiştir.

Şimdi Rumların fiilî egemenliğine yol açacak “Birleşmiş Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yeniden inşa ve ihya etmek için baskı uygulamaktadır.

BM Genel Sekreteri’nin üstlendiği iyi niyet misyonu, Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye açısından art niyetli bir misyona dönüşmüştür.

Sayın Kofi Annan’ın, ikinci kez gözden geçirdiği plânı çerçevesinde gündeme getirdiği “taraflar 10 Mart’a kadar anlaşmazlarsa çözüm çabaları biter” demeci yeni bir dayatmayı ifade etmiştir.

Türkiye’deki teslimiyetçi lobilerin de katkısıyla önce 12 Aralık 2002’nin, daha sonra 28 Şubat 2003’ün “kıyamet günü” olarak ilân edildiği unutulmamalıdır.

Aynı Kofi Annan AB yönetimiyle birlikte 10 Mart tarihini Kıbrıs sorunu açısından yeni bir “kıyamet günü” ilân etmiştir. BM Genel Sekreteri, “Kıbrıs’ın Nisan 2003 ortalarında Avrupa Birliği’ne katılacağını” söyleyerek de Türkiye’yi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tehdit etmeye çalışmaktadır.

AB yönetiminden sonra, BM Genel Sekreteri’nin de, soruna hakkaniyetli ve kalıcı bir çözüm arayışı içinde olması gereken tarafsız kimliğini kaybettiği, bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Birleşmiş Milletler, bazen AB ile ABD arasında savrulup duran, bazen de sıkışıp kalan bir örgüt olmaktan kurtulamamaktadır.

Ancak, Birleşmiş Milletler’i, AB yönetiminin Türkiye ve Kıbrıs politikalarını kabul ettirmenin bir aracı haline dönüştürmek çok tehlikeli bir gelişmedir. Bu anlayışla, BM’in etkinliğinin ve saygınlığının artmayacağı yeterince açıktır.

AB yönetiminin genişleme sorumlusu Günther Verheugen’de her zaman olduğu gibi, görevini yerine getirerek tam zamanında devreye girmiş ve Türkiye’ye yeni bir gözdağı vermeye çalışmıştır.

Son birkaç gündür BM ve AB yönetimlerinin elele vererek Türkiye’nin üzerine çullanmayı tercih ettikleri görülmektedir. Bu ikili, son olarak “Kıbrıs’ı çözmezseniz AB üyeliğini unutun” diyerek dayatmalarını ileri bir aşamaya vardırmışlardır.

Bu süreçte AKP yönetimi ve iktidarının teslimiyetçi yaklaşımlarından ilham ve cesaret aldıklarına da şüphe bulunmamaktadır.

Her fırsatta Sayın Rauf Denktaş’a karşı tavır alarak Kuzey Kıbrıs Türk yönetiminin müzakere pozisyonunu zayıflatan AKP yöneticilerinin, Türkiye’ye karşı tavırları küstahlık boyutunu aşan Kuzey Irak’taki derebeylerini ve AB yetkililerini görmezlikten gelmesi sadece üzücü değil, aynı zamanda çok düşündürücüdür.

Artık, ülkemizin üzerinde oynanan çirkin oyunların her kişi ve kuruluş tarafından fark edilmesi zamanı gelmiştir.

Daha önce, Kıbrıs sorunu ile Türkiye’nin AB üyelik sürecini birbirine karıştırmayan Birlik yönetimi, gerçek politikasını raftan indirmiştir. AB yönetimi, son günlerde Kıbrıs Türklüğü ve Türkiye’ye Kıbrıs’ta teslimiyeti dayatmaktadır. Ama aynı AB yönetimi, Güney Kıbrıs Rum yönetimini sorun çözülmeden üye yapmayı zaten taahhüt etmiş durumdadır.

Seçimlerden bu yana geçen tam 4 ay boyunca “çözümsüzlük çözüm değildir” sloganıyla oyalanan AKP yönetiminin de, artık gerçekleri görme ve idrak etme zamanı gelmiştir. AKP iktidarı da, millî ve onurlu bir politika takip etmenin hazzını ve gururunu tatmalıdır.

Kıbrıs’ta onurlu bir duruş, kalıcı ve adil bir çözüm için yapılması gerekenler bellidir. Bunun için;

İlk olarak; Türkiye Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne sadece göstermelik değil, çok yönlü ve kapsamlı bir “ekonomik ve siyasî destek paketi” süratle devreye sokulmalıdır.

İkinci olarak; Kofi Annan Planı’nda aşağıdaki hususlar etrafında gerekli değişikliklerin yapılması zorunludur.

a) Plânın öngördüğü bütün öneri ve mekanizmaların iki eşit toplum ve siyasî egemenlik ilkeleri esasında gözden geçirilmesi, Karpaz yarımadasıyla ilgili hesaplara son verilmesi, Türkiye’nin haklı garantörlük ve güvenlik endişelerinin tam olarak karşılanması,

b) Göçmen konusunun iki kesimliliği ve eşitliği zedelemeyecek şekilde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bunlar gerçekleşmediği takdirde Plan’ın kabul edilmeyeceği açıkça ifade edilmelidir.

Üçüncü olarak; AB ve BM yönetimlerine Kıbrıs Rum Yönetimi lehine izledikleri tek yanlı ve kabul edilemez tutumları altı çizilerek hatırlatılmalıdır.

Bunların yapılabilmesi için de, AKP yönetimi ve iktidarının, AB-Türkiye ilişkilerini bir an evvel bütün boyutlarıyla kavraması, onurlu ve millî duruşu benimsemesi gerekir.

Dün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında toplanan Devlet Zirvesi’nde Annan Plânı’nın mevcut haliyle kabul edilmeyeceğinin Türk ve Dünya kamuoyuna açıklanması, çok anlamlı ve önemli bir gelişme olmuştur. Sayın Rauf Denktaş’ın haklı ve onurlu davasına verilen desteğin arttırılarak devam ettirilmesi önem taşımaktadır.

Ayrıca TBMM’nin Kıbrıs davamıza sahip çıkması, biraz gecikmiş olmasına rağmen olumlu bir başlangıçtır. Ancak, AKP Grubu, Genel Kurulda söz almayarak milli davamız konusunda soru işaretleriyle dolu olan tutarsız politikalarına bir yenisini daha eklemişlerdir.

Eğer AKP yönetimi, “teslimiyetçi gözlükleri”ni çıkarıp millî bir bakış açısını sahiplenemez ise, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin etrafındaki kuşatmanın daha da daralması kaçınılmaz olacaktır.

“Çözümsüzlük çözüm değildir” sloganının arkasına saklanılarak, gerçek bir çözüme değil, ancak teslimiyete önderlik edildiği unutulmamalıdır.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı