Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 12 Haziran 2012
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
12 Haziran 2012 

 

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Kıymetli Basın Mensupları,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Geçtiğimiz hafta okul öncesi, ilköğretim ve lise düzeyinde eğitim gören yaklaşık 17 milyon evladımız karnelerini alarak 2011-2012 eğitim ve öğretim yılını tamamlamışlar ve tatile girmişlerdir.

Bunun yanı sıra irfan kalelerimiz olan öğretmenlerimiz de, yoğun emek ve çabalarıyla başarılı bir eğitim dönemi geçirmenin gönül huzuruyla tatili hak etmişlerdir.

Bildiğiniz gibi, eğitim sistemindeki sorunlar gün geçtikçe artmakta ve içinden çıkılmaz bir hale gelmektedir.

Sınıflar kalabalık, öğretmen sayısı kifayetsiz, eğitim kalitesiz, sistem karmaşık, kafalar karışık durumdadır.

Lise ve anaokulu düzeyinde okullaşma oranı belirlenen uluslararası standartların gerisindedir.

Başbakan Erdoğan’ın şu kadar okul, bu kadar derslik yaptık türünden rakamsal izahlarını ise hakikatleri eğip büken ve yalanı doğruymuş gibi sunan şark kurnazlığıyla aynı görmek lazımdır.

Maalesef üç dördün toplamıyla sembolleştirilen yeni sistem, eğitim hayatını daha da yozlaştıracak, daha da köhneleştirecektir.

Temennim 2012-2013 ders yılına dönük alt yapı çalışmalarının süratle hayata geçirilmesi ve belirsizliklerin bir an önce giderilmesidir.

Zira geleceğimizin güvencesi sevgili çocuklarımızın iyi yetişmeleri, mensubiyet bilincine tam olarak erişmeleri eğitime, öğretime ve bunların meziyetleriyle birlikte niteliklerine yakından bağlıdır.

Buradan karnesini alarak yaz tatiline başlayan tüm evlatlarımızı, onlara şefkatle ve bilgiyle yol gösteren muhterem öğretmenlerimizi sevgiyle selamlıyor, aileleriyle birlikte başarı ve mutluluk dolu yıllara ulaşmalarını içtenlikle diliyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Bugünkü konuşmanın önemli bir kısmında 12 Haziran Milletvekilliği Genel Seçimi’nin üzerinden geçen bir yılı değerlendirip, görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi bu seçimde AKP yüzde 49,80’lik oy oranıyla üçüncü defa tek başına iktidar olmaya hak kazanmıştır.

Nitekim 61. Cumhuriyet hükümeti Başbakan Erdoğan başkanlığında 6 Temmuz 2011 tarihinde kurulmuş, hükümet programı 8 Temmuz 2011 günü okunmuş ve güvenoyu ise 13 Temmuz’da alınmıştır.

Bu çerçevede yaklaşık bir yıldır 61. hükümet işbaşında olup, Adalet ve Kalkınma Partisi de iktidardaki 9,5 yıllık süreyi aşmış durumdadır.

Bir siyasi parti adına bu süre, tayin edilen plan ve programını uygulaması için elverişli ve haddinden fazla da yeterli bir zamana işaret etmektedir.

Ne var ki 58, 59, 60. AKP hükümetleriyle geçen israf edilmiş ve boşa geçirilmiş yılların ardından kurulan 61. hükümetin, bir yıllık süre içinde posası çıkmış, boyaları dökülmüş ve kaportası göçmüştür.

61. AKP hükümetiyle geçen son bir yıla baktığımızda gerçekten de heba edilmiş ve hüsrana uğramış bir Türkiye manzarası ve ortamına herkes rahatlıkla şahitlik edebilecektir.

“Her şey Türkiye için, beraber yürüdük biz bu yollarda, hayaldi gerçek oldu” tekerlemeleriyle Türkiye karanlık bir kuşağa sokulmuş, çelişkiler yumağına itilmiş ve buhranlar çıkmazına bırakılmıştır.

61. AKP hükümeti Türkiye’nin sorunlarını okuyamamış, milletimizin kaygılarını anlamlandıramamış, bu kapsamda gerekli vizyon ve uzak görüşlülüğü sergileyememiştir.

İktidar zihniyeti, büyük düşünen, uzun vadeli plan yapan stratejik aklın denklemini kuramamış, konjonktürel ve küçük hesaplarla taktik mahiyetli manevralara teslim olmaktan kurtulamamıştır.

AKP hükümeti, propagandanın aldatıcı yüzüne makyaj sürüp ayakta kalmayı tercih etmiş, görmezden geldiği ve üstünü örttüğü anormalliklere karşı teslim bayrağını çekmiştir.

Bu itibarla hükümetin niyeti, ilkeleri ve hedefleri başından beri şaibeli ve şüphelidir.

Ahlakı, edebi ve seviyesi ilk başlangıcından itibaren tartışmalıdır.

Milletimizin dertlerine kalıcı çare ve cevap bulma konusundaki aczi, beceriksizliği ve bereketsizliği bir yılda tescillenmiştir.

AKP’yle kaybolan yıllar dizisine, aldatma ve kandırma serüvenine bu şekilde yeni ilaveler yapılmış, yeni kapılar açılmış ve yeni adımlar atılmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın çıraklık, kalfalık döneminden sonra, yıkımdaki ustalık ve maharetini göstereceği dört yılın ilk etabı bu şekilde geçilmiştir.

Her şeyden önce 61. hükümetin ülkemizin asıl sorun ve gündeminden tamamen kopuk ve bir haber olarak yola çıktığı, teşhis ve isabet zafiyetiyle yola koyulduğu bugün bir kez daha anlaşılmıştır.

Gerçekten de Türkiye’nin en önemli problemleri hükümet programında görmezden gelinmiş ve karşı karşıya olduğu vahim hadiseler yok farz edilmiştir.

Bunların başında hiç kuşkusuz, terör ve bölücülük melanetiyle işsizlik ve yolsuzluk uğursuzluğu yer almıştır.

11 Temmuz 2011 tarihinde, Meclis Genel Kurulunda, 61.hükümetin güven oylaması görüşmelerinde yaptığım konuşmada bunlara temas etmiş, bilhassa terörle mücadele konusunda en ufak bir irade beyanının bulunmadığını muhataplarına bildirmiştim.

Hükümet programında, hiçbir şey yokmuş gibi, terörle mücadeleden zerre kadar bahsedilmemiş, Türk milletinin birliğine ve varlığına dönük suikastlar yok kabul edilmiştir.

Bizim, yalnızca bu bile 61. hükümete güven duymamamız için yeter sebep olmuştur.

Bu haliyle hükümet programının baştan mahsurlu ve sorunlu olduğuna içtenlik kanaat getirdik; güvensizliğin, işgüzarlığın ve kötü niyetin programın tümünde net olarak görüldüğüne açık yüreklilikle vurgu yaptık.

Ne kadar büyük bir gaflettir ki, 61. AKP hükümeti işin başında terör ve bölücülük sorununu sumen altı yapmış ve meseleyi belirsizliğe havale etmekten çekinmemiştir.

Ve bu bağlamda günü kurtarmanın sinsiliğine kendini kaptırmış, bölünmenin ikaz ışıklarına gözlerini kapatmış ve terörün acımasızlıklarına sırtını dönmüştür.

Gelişmeler göstermiştir ki, Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında kurulan 61. hükümetin terörle mücadele etme, terörün belini kırma ve bölücülüğü silmeye dönük irade ve inancı baştan beri bulunmamaktadır.

Bunun için AKP zihniyeti, bölücü terörün seri cinayetleri karşısında eli kolu bağlanmış bir şekilde hareketsiz kalmış, nafile ve iç boş diklenmelerden başka hiçbir şey yapmamıştır.

Başbakan Erdoğan ve hükümetinin terör ve bölücülüğe gözünü yumması hainlerin umudu ve motivasyon kaynağı haline gelmiş ve PKK arkası arkasına saldırılarını icra ederek vatan evlatlarının kanını dökmüştür.

12 Haziran 2011 Milletvekilliği Genel Seçimi’nden sonraki kısa zaman içinde cereyan eden bazı terör saldırılarını içim kan ağlayarak özet halinde sizlerin bilgi ve takdirlerinize sunmak istiyorum.

Bu kanlı bilanço hepimizi şüphesiz acılara boğmuş ve analarımızı da inim inim inletmiştir.

26 Haziran 2011 günü; Van’da askeri aracımıza saldırı düzenlenmiş; bir askerimiz şehit, üçü de yaralanmıştır.

5 Temmuz 2011 tarihinde; Uzman Çavuş Yahya Karakaya ile Uzman Çavuş Murat Özkozanoğlu’nu, apartman çıkışında pusu kuran bölücü caniler arkadan ve yakın mesafeden hunharca katletmişlerdir.

14 Temmuz 2011 tarihinde; Diyarbakır’ın Silvan ve Kulp ilçeleri arasındaki ormanlık arazide, arama tarama faaliyetinde bulunan askerlerimize, PKK’lı teröristler pusu kurup el bombası ve uzun namlulu silahlarla saldırmış ve sonuçta 3 uzman erbaş, 10 er olmak üzere 13 evladımız şehit düşmüştür.

1 Ağustos 2011 tarihinde; Van-Başkale karayolunda, terör örgütü militanlarını taşıyan otomobilden, askeri araca el bombası atılması ve uzun namlulu silahlarla ateş açılması sonucunda 3 Mehmetimiz şehit, 4’ü de yaralanmıştır.

14 Ağustos 2011 tarihinde; Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesi kırsalında askeri aracın geçişi sırasında pusu kuran PKK’lı teröristlerle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada 1’i yüzbaşı 3 askerimiz şehit olmuş, 3’ü de yaralanmıştır.

17 Ağustos 2011 tarihinde; Hakkari-Çukurca karayolunun 15'inci kilometresindeki Vali Erdoğan Gürbüz Çeşmesi yakınlarında askeri konvoyun geçişi sırasında infilak eden mayın sonrası birisi korucu olmak üzere 10 vatan evladı şehit düşmüştür.

28 Ağustos 2011 tarihinde; Hakkâri Şemdinli İlçesi Övenç bölgesinde askeri konvoyun geçişi sırasında mayın patlamış ve 3 Mehmetçik şehit, 3’üde yaralanmıştır.

 20 Eylül 2011 tarihinde; Ankara'nın Kızılay semtinin Kumrular Caddesi'nde Çankaya Kaymakamlığı önünde patlama olmuş ve bunun neticesinde 3 kişi şehit, 3'ü ağır 34 kişi de yaralanmıştır.

18 Ekim 2011 tarihinde; Bitlis’in Güroymak ilçesindeki hain terör saldırısında beş polisimiz, birisi bebek üç sivil vatandaşımız şehit olmuş, çok sayıda vatandaşımız da yaralanmıştır.

Bundan bir gün sonra ise, Hakkâri’nin Çukurca ilçesinde PKK’lı katillerin düzenlediği saldırı sonucunda 26 Mehmetçiğimiz şehit olmuş, 22’si de yaralanmıştır.

AKP iktidarları döneminde terör olayları 2002’ye göre 10 kat, şehit sayısı da 15 kat artmıştır.

Ve ne hazindir ki, 10 Haziran 2012 gününe kadar Türk milletinin 1004 evladı Hakk’a ulaşmıştır.

Emin olun ciğerimizi dağlayan şehitlerimizin yalnızca bir bölümünü sizlerle paylaştım.

Türkiye’nin içine düştüğü tuzağın vahametini, menfur saldırıların sadece bir kısmını ifade ettim.

İşte 61. hükümet kurulurken olacakları idrak edememiş, teröre yönelik kararlılık gösterememiştir.

Çünkü Başbakan Erdoğan’ın mücadele yerine müzakereyi tercih ettiği gelişmelerle netlik kazanmıştır.

Başbakan Erdoğan temsilcileri vasıtasıyla Oslo’da PKK’yla masaya otururken; şehitler toprağa düşmüştür.

İmralı’daki caniyle pazarlığa tutuşurken, kınalı kuzular vatan toprağına girmiştir.

İmralı’da protokoller hazırlayıp şeref kaybına uğrarken evlere Türk bayrakları asılmış, gözyaşları sel olmuştur.

Kandil’le mesajlaşırken Anadolu’nun üzerine kar yağmış, ocaklara ağıtlar çökmüştür.

Irak’ın kuzeyindeki terör badigartı ve hamisi peşmergeyle sazlı sözlü eğlenceler düzenlerken; Gabar’da, Cudi’de, Yüksekova’da, Silvan’da, Tendürek’te, Küpeli’de, Şırnak’ta sınır ötesinden sızan eşkıya vatan evlatlarına pusu kurmuş, kan akıtmıştır.

“Bıçak kemiğe dayandı, Ramazan diye sabrediyoruz” mazeretlerine sığınırken alçaklar cinayetleri için boş durmamıştır.

“Bu devran böyle gitmeyecek” sözleriyle mırıldanırken; mermiler sağanak halinde yağmış, mayınlar patlamış, kaleşnikoflar ölüm kusmuş, roketatarlar canlara kast etmiş ve havan topları umutları söndürmüştür.

Türk milleti ancak bir savaş şartlarında vereceği kayıplarla sarsılmış ve düşmanca tutumlarla birlikte yaşama azmi hedef alınmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın gürültüden ibaret beyanları, samimi olmayan çıkışları, niyeti ile uygulamaları arasındaki ahenksizlikleri büyük badirelere yol açmıştır.

Bu kafa yapısının şimdi kalkıp bizi morg önünde nöbet tutmakla itham etmesi, yapışık ikizi BDP’yle aynı çizgiye getirme seviyesizliği ibretlik bir manzarayı ortaya çıkarmıştır.

Unutulmasın ki her söze verilecek bir cevabımız ve dile getirilen her iftiraya söyleyecek bir lafımız vardır.

Ancak biz, önce söze bakarız söz müdür diye, sonra söyleyene bakarız adam mıdır diye.

Yine de Başbakan Erdoğan’a hatırlatmak isterim ki;

Doğrudur, biz morgdaki aziz ruhlar için tıpkı hiç bitmeyecek vatan görevi gibi nöbet tutuyoruz ve tutmaya da devam edeceğiz.

Biz şehitlerin başında beklerken, sen İmralı’da gece bekçiliğine soyunmuştun.

Biz morg önlerinde Fatiha okurken, sen bölünme nöbetinde sabaha kadar teyakkuzda durmuştun.

Biz bayrağa sarılı kahramanları kucaklarken, sen bölücü şerefsizlerle münavebeli nöbete girmiştin.

Biz vatan, millet, bayrak dedikçe; sen Kandil’e ümit aşılamış, Habur’da davul zurnayla terörist karşılaşmıştın.

Senin morga gelmesine sebep olduklarını biz dualarla, gözyaşlarıyla, tekbirlerle ve tam bir sahiplenmeyle son yolculuklarına uğurluyoruz.

Kanına ekmek doğradığın kahramanları yüreğimizde taşıyoruz.

Sen bunlardan dahi utanmıyorsun, pişmanlık bile göstermiyorsun, az da olsa vicdan azabı duyacak davranışta bulunmuyorsun.

Sayın Başbakan unutma ki, şehitlerimizi ellerimizde, gönüllerimizde yüceltiyoruz; geride kalanların acılarını ve yürek sızılarını her şeyimizle paylaşıyoruz.

Sen; BDP, PKK ve peşmergeyle birlikte açtığın tabut fabrikasının, kefen imalathanesinin daha çok iş yapması için çabalarken, biz öfkemizi biliyor, niyazlarımızla şehitlerimizin aziz hatıralarına hürmetlerimizi bildiriyoruz.

Sen kim şehidin, şühedanın hakkını ve mirasını savunmak kim.

Sen Türk milletine mezarcı başı unvanıyla çukur açarken, biz milletin ayrılmaz, bölünmez ve parçalanmaz bir bütün olduğunu haykırdık.

Sen şehide kelle, katile sayın derken; biz şehitler ölmez vatan bölünmez diyen milli vicdanların sesi olduk, nefesi olduk ve aşılmaz suru olarak kurduğun kutsal ittifakın karşısına dikildik.

Biz İmralı canisinin hak ettiği cezasını çekmesi için tek başımıza çırpınırken, sen ve partin gökkuşağı koalisyonuyla bir olup yağlı urganın ipini kesmiştin.

Bugün bizim boş sözlere, palavralara, uydurmalara karnımız toktur.

Sahte diklenmelere, hamaset nutuklarına ve istismarcı heveslere kapımız sonuna kadar kapalıdır.

Başbakan ve hükümeti ağzıyla kuş tutsa itibar edecek durumumuz kalmamıştır.

Çünkü Türkiye’nin bugünkü açmazının, felaketlerinin ve feci bölücü terör hadiselerinin yegâne sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan ve zihniyetidir.

Suçlu bellidir, müsebbip ortadadır, bölücülükten sicili kararmış anlayış tüm çirkefliğiyle meydandadır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

12 Haziran Milletvekilliği Genel Seçiminden bugüne kadar AKP hükümetiyle geçen zaman diliminde;

√       Dersim isyancılarından devlet adına özür dilenmiştir.

√       Milli mücadeleye karşı gelen kim varsa sahip çıkılmış ve saygı gösterilmiştir.

√       Alt kültürlerin tanınması, kimliklerin ve dillerin teminat altına alınması için adımlar atılmıştır.

√       Ana dilde eğitim için tüm hazırlıklar yapılmış, Kürtçe’nin seçmeli ders kategorisine sokulması için girişimlerde bulunulmuştur.

√       Uludere olayı etrafında fırtınalar koparılmış, ayaklanma provaları gemi azıya almıştır.

√       Milli bayramlar tahrip edilmiş, Cumhuriyet’in temel direkleri baltalanmış, İstanbul’un fethi dahi hedef tahtası yapılmıştır.

√       Darüşşafaka Cemiyeti’nin Tüzüğü’nden Türk ve İslam olma şartları çıkarılmıştır.

√       İmralı canisiyle görüşme ve pazarlıklar Başbakan’ca ikrar edilmiş ve şeref yoksunluğunun hamili kartı sahibini bulmuştur.

√       Yabancı ülkelerde PKK ile yapılan mutabakatlar deşifre olmuş, karşılıklı temenni ve dilekler ifşa edilmiştir.

√       Terör ve bölücülük mesafe kaydetmiş, demokratik özerklik zırvası ilan edilmiş, devlet ve millet bekası son viraja girmiştir.

√       Terör oluşumu KCK ile MİT teması ve irtibatı ayyuka çıkmış, MİT müsteşarının savcı tarafından çağrılması üzerine kişiye özel yasal düzenleme yapılmıştır.

√       Türk Silahlı Kuvvetleri terör yuvası, genelkurmay başkanları terörist suçlamasıyla cezaevine atılmıştır.

√       Millet iradesiyle seçilen tutuklu milletvekillerinin sorunları çözülememiş ve millet tercihi demir parmaklıkların arkasında tutulmuştur.

√       Geçtiğimiz yılki YAŞ toplantılarındaki gelişmelerden dolayı dönemin genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları istifa etmiş, Türk ordusundaki terfi sistemi alt üst edilmiştir.

√       12 Eylül ihtilalı ile ilgili dava süreci başlatılmış ve istismar da sınır tanınmamıştır.

√       Yargıdaki sorunlar kabından taşmış, üstünlerin hukuku tescil edilmiştir.

√       Başbakan Erdoğan’ın tek adam olma isteği iyice su üstüne çıkmış  partili ya da partisiz başkanlık sistemi tartışmaları almış başını yürümüştür.

√       Arap Baharı’nın toz bulutu iyice görüş mesafesini kapatmış, tüm dikkatler Suriye’ye odaklanmıştır.

√       BOP eşbaşkanı küresel plan ve projelere kuryelik ve taşeronlukta ileri bir aşamaya geçmiştir.

√       Suriye’li muhaliflere kucak açılmış, İstanbul’da Suriye’nin dostları toplantısı AKP’nin Okyanus ötesinden aldığı talimatla hayat bulmuştur.

Diğer taraftan AKP’nin yargıyı siyalaştırma çabaları dur durak bilmemiştir.

12 Eylül 2010 referandumuyla üstünlerin hukukuna son verildiğini iddia eden Başbakan, hukukun boğazına AKP kemendini geçirmiş, adrese teslim düzenlemelerle adaleti zayıflatmıştır.

Şimdi de üçünü yargı paketinin içerisine, özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının veya yetkilerinin daraltılmasının konulacağı anlaşılmaktadır.

Doğaldır ki 2004 yılında hukuk sistemine dâhil edilen bu mahkemelere çeki düzen verilmesi faydalıdır.

Bugüne kadar özel yetkili mahkemelerin adaleti zamanında, tam ve hızlı olarak uyguladığı vaki olmamıştır.

Tutuksuz yargılanması gerekenler yıllardır cezaevinde tutulmuş, tutukluluk halleri fiili mahkumiyetlere dönüşmüştür.

Bu olumsuzlukların Başbakan tarafından gecikmeli olarak fark edilmesi ise görevlendirdiği bazı kamu görevlilerin şüpheli zannıyla ifadeye çağrılmaları sayesinde vücut bulmuştur.

Başbakan Erdoğan’ın özel yetkili mahkemelere yönelik olarak “beni alın” çıkışı ve devlet içinde devlet olduklarına değinmesi AKP’nin hukuku aslında ne hale getirdiğini de gözler önüne sermiş, hukuk alanındaki iddialı çıkışların hepsi bu çerçevede hükümsüz ve asılsız kalmıştır.

Bütün bunlara rağmen özel yetkili mahkemelerin muhafazası sağlanmalı, ama adaleti geciktirmelerine de müsaade verilmemelidir.

Geride kalan bir yıllık zaman diliminde, ekonomik zorluklar, iş ve aş sorunları artarak devam etmiştir.

Yoksullukta bir gerileme, hayat pahallığında bir iyileşme maalesef yaşanmamıştır.

Atanamayan öğretmenlerimizin çilesi bitmemiş, memurlarımızın bu yılın ilk yarısındaki zamlı maaşları hala ödenememiştir.

Hükümet laf üretirken, sanayi üretimi istenilen düzeye gelememiştir.

Vatandaşlarımızın borçları artmış, icralar, hacizler azmış, kredi kart batakları bir hayli fazlalaşmıştır.

Çiftçimiz üzgün, esnafımız mağdur, emeklimiz bitkin düşmüştür.

61. AKP hükümeti bir yılını bile doldurmadan başarısızlığa mahkûm olmuş ve Türk milletini göz göre göre hayal kırıklığına uğratmıştır.

Bizim açımızdan AKP sınıfta kalmıştır.

Milletimizin üçüncü defa verdiği iktidar sorumluluğunu layıkıyla temsil edememiş, görevini yapamamıştır.

Tecrübelerimiz ışığında ifade etmek gerekirse, bundan sonra da yapabileceği bir şeyi kalmamıştır.

Canı gönülden inanıyorum ki, büyük milletimiz artık AKP’ye verdiği krediyi geri alacak ve sandıkta mutlaka gereken dersi verecektir.

Ve nasıl iktidara getirdiyse, almasını da mutlaka bilecek, AKP’yi geldiği gibi gönderecektir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamı anlamak ve yorumlayabilmek için yakın dönemdeki üç operasyona bakmak ve dikkatlice analiz etmek lazımdır.

Bunlardan birincisi sözde darbe planları kapsamında 2007 yılından beridir sürdürülen darbeci avı ve takibatıdır.

İkincisi 2010 yılında anamuhalefet partisi CHP’nin, o dönemki genel başkanının maruz kaldığı kaset tezgâhı ve sonrasındaki gelişmelerdir.

Üçüncüsü ise partimizin geçtiğimiz yıl muhatap olduğu yine aynı minvaldeki rezil tertip ve kumpas dizisidir.

Bu üç hadisenin esasen birbiriyle yakın bağ ve bağlantısının bulunduğu, belirlenen hedefler paralelinde acımasızca sürdürülen çok yönlü devreye sokulan bir planın adım adım yürütüldüğü kuşku götürmez bir gerçek olarak bugün karşımızdadır.

Amaç, Türk milletinin etnik kimliklere dönüştürülerek ufalanması, Türkiye’nin üniter yapısının aşındırılarak felce uğratılmısıdır.

Bunun için engel olarak görülenler, direnç olacağı hesap edilenler, karşı çıkacağı düşünülenler teker teker ekarte edilmek istenmiştir.

Bilhassa muhalefeti sindirme kampanyasının bir ucundan AKP’nin sinsi niyetleri, diğer ucundan ise küresel güç merkezlerinin karanlık emelleri tutmuş ve malum ittifak Türkiye’ye yeni diye yutturmaya çalıştıkları yamalı bir elbise giydirmek için kollarını sıvamışlardır.

Bugüne kadar, Allah’a şükürler olsun ki teslim alınamayan tek kale surlarında Üç Hilal’in dalgalandığı millet kudreti olmuştur.

İçinde AKP’nin de bulunduğu malum çevreler, yıkıma bizi ikna edememişler, sözde çözüm arayışına ortak yapamamışlardır.

Ne yaptılarsa bizimle Türk milletinin bölünmesini dahi konuşamamışlardır.

Ne tezgâh kurdularsa, hangi oyunları sahneledilerse başaramamışlar, 43 yıllık şerefli tarihimizden, bir asrı aşan fikri çizgimizden ve bin yıllık beraberliğe duyduğumuz bağlılıktan bizi ayıramamışlardır.

Bunun için MHP’yi Meclis dışında bırakmak için olağanüstü ve alçakça tertipler yapılmıştır.

Devletin içine yuvalanmış AKP yönlendirmeli unsurlar, küresel istihbarat uydusu konumundaki reziller, medyada köşe tutmuş bizce malum bazı isimler, küresel alana eklemlenmiş oluşumlar el birliği halinde üzerimize gelmişlerse de hamd olsun sonuç alamamışlardır.

Hatta kurgulanan oyunun içinde MHP’yi Meclis dışına itip, milliyetçiliği iyice etkisizleştirmek amacıyla “yeni bir MHP davası” dahi açmak için hazırlık içine girilmiştir.

Çünkü MHP oldukça hainler rahat yüzü göremeyecekler, hedeflerine muvaffak olamayacaklar ve Türk milletini 36 parçaya ayıramayacaklardır.

Bunu bildiklerinden itibarımızla oynamaya, siyasi onurumuzu kirletmeye, bizi sıfırlamaya ve bu mümkün değilse tutsak almaya dönük ahlaksızca projeler sahnelenmiştir.

Varlığımızı tehdit olarak gören yıkım ekibi, kabahatlerini sırtımıza yüklemeye çalışmış, ayağımızın taşa takılıp düşmesi için ısrarla önümüze tuzaklar döşemiştir.

Önce Cenab-ı Allah’ın himayesiyle, arkasından da vatansever ve milliyetçilerin yardımıyla fitne başarısını ilan edememiş ve takip ettiği bölünme rotası elinde paralanmıştır.

Bölücülük vadisinde sürekli taraftar toplayan AKP ve güdümlü ortakçıları; sözde ileri demokrasi nakaratı, iyi ve güzel şeyler olacak uyutması, terörist ağırlama törenleri, omurgasız değişim çağrıları, yeni vesayetlere davetiye çıkaran yaklaşımları eşliğinde içinde bulunduğumuz zamana kadar gelmişlerdir.

Esasen herşey net olup, bölünmeyle ilgili tüm ihaleler açık zarf usulüyle yapılmış ve müteahhitlerini bulmuştur.

Bunlar arasında; bir tarafta milleti etnik kimliklere ayırma konusunda talimatlı AKP, diğer yanda bundan pay kapma peşinde olan PKK’yla beraber uzaktan kumanda ettiği BDP ve bölücü çevreler bulunmaktadır.

Bunlar teminat mektubunu Okyanus ötesinden almışlar, zaman daraldığı için aceleyle işe koyulmuşlardır.

Şimdi de bu bölücülük kartelinde, yeni diye kendisini takdim eden anamuhalefet partisi CHP’de yerini almıştır.

Bu kapsamda CHP, PKK’nın tezlerine sözcülük yapmaktan zerre utanç duymamıştır.

Geçen hafta dediğimiz gibi bölücülüğün şeytan üçgeni böylelikle oluşmuş ve harekete geçmiştir.

Bildiğiniz gibi, AKP ile CHP heyetleri Genel Başkanlarının da bulunduğu bir ortamda 6 Haziran’da bir araya gelmişlerdir.

Kamuoyuna yansıyan bilgilerden, bu iki parti arasında aslında yeni olmayan bir mutabakatın ve görüşlerinde dikkat çeken bir yakınlığın bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bunun yanında Başbakan Erdoğan tarafından, bizim de ikna edilmemiz gerektiği ileri sürülmüş ve bu yöndeki fikir CHP heyetine iletilmiştir.

Ne var ki bizim kendisiyle yıkımı konuşmadığımız gibi CHP’nin çöküş planını da konuşmayacağımızın farkına varamamış, varsa da bizi kendince zora sokmaya çalışmıştır.

Görüldüğü kadarıyla;

√       AKP ile CHP sözde Kürt sorununda uzlaşmaya varmışlar, yanlarına yedek kulübesinde bekleyen BDP’yi de zımnen alarak PKK’nın taleplerinde buluşmuşlardır.

√       Meclis’te gurubu bulunan partilerin olmaması halinde bile istişari nitelikli bir heyetle çalışmalarını sürdürmeyi kararlaştırmışlar ve yıkıma birlikte gönül vermişlerdir.

Ancak Başbakan Erdoğan’ın sözde Kürt sorununu konuşması dahi, daha önce sarfettiği, “Kürt sorunu bitmiştir, Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” beyanlarıyla ters düşmektedir.

Gerçi bu çelişki abidesi dün dediğini bugün yalanlarken, bugünkü düşüncelerini de muhtemelen yarın inkâr edecektir.

Bizim açımızdan CHP’nin Meclis platformunda, toplumsal mutabakat komisyonu önerisi PKK’nın karşısına TBMM’ni çıkarmakla aynı anlama gelmektedir.

Bu doğrultuda bölücü terör gazi Meclisimize kadar inecek ve görüşleri bu çatı altında meşruiyet kazanacaktır.

AKP hükümetinin kanlı örgütle müzakeresi yetmezmiş gibi, şimdi de süreç buraya kadar gelmiştir.

Anamuhalefetin genel başkanı bu sarih gerçeği göremeyecek kadar millet varlığından kopmuş ve AKP teknesinde yelken olmayı tercih etmiştir.

İktidar partisi aslında beklediği cankurtaran simidine yeni CHP’nin desteğiyle ulaşmış; yıkımla çöküşü harmanlayarak bölücülüğün zehirli kokteylini Türk milletine içirmek için eyleme geçmiştir.

Dikkatimizi çekmektedir ki, AKP ile CHP’nin üslubu hemen hemen aynıdır.

Bu iki zihniyet; dilleri, fikirleri, açık ya da kapalı önerileri çok benzeyen terörün arka bahçesindeki karanlık oda müzakerecileridir.

Zira AKP ile CHP malum küresel ellerce aynı teknede hamuru yoğrulmuş, emperyalist kundakta biçim verilerek büyütülmüş aynı bedenin iki başıdır.

Şurası hazin bir gerçek olarak karşımızdadır ki, terörü sözde Kürt sorununun bir sonucu olarak görmek, etnik kimlikle izaha kalkışmak sömürgeci heveslerin emanetini sahiplenmekten başka bir şey değildir.

Bilinmelidir ki, Kürt kökenli kardeşlerim bu ülkede sorun olmamış ve olmayacaktır.

Kanlı terör örgütünü Kürt kökenli kardeşlerime bağlamak her şeyden evvel vicdansızlık, küstahlık ve arsızlıktır.

AKP’nin, CHP’nin, BDP’nin ve PKK’nın tasallutundan Türk milletini kurtarmak ise bizim boynumuzun borcudur.

Sözde Kürt sorunu mamasıyla beslenenlere buradan sormak isterim ki;

√       Size göre madem Kürt sorunu vardır; o halde bu sorunun kapsamında neler ve hangi konu başlıkları bulunmaktadır?

√       PKK terör örgütünün silah bırakması için size göre hangi tavizler verilmeli, hangi reçeteler sunulmalıdır?

√       Sözde Kürt sorununun üzerine binen bölücülüğün seyisleri, sorun olarak neyi görmekte, neyi kast etmektedir?

√       Çözüm diye tribün mantığıyla hareket eden bu zihniyetler; Türk milletini etnik kimliklere bölmeyi, önce özerkliği, ardından federasyonu, daha sonra da Kürdistan’ı kurmayı mı planlamaktadır?

√       Türkiye’nin iki milletli, iki devletli ortaklık devletine dönüşmesi için kimlerin projelerine kapaklanmışlar, kimleri kılavuz olarak seçmişlerdir?

Bu sorulara mutlaka hem AKP hem de CHP tarafından cevap verilmelidir.

Bununla birlikte yıkım koordinatörü Başbakan Yardımcısının Kürtçe’yi seçmeli ders yapacaklarına dair basına yansıyan çürümüş görüşleri de gelinen tehlikenin büyüklüğü hakkında hepimize bir fikir vermektedir.

Bundan sonra da İmralı canisinin serbest kalması ve Başbakan Erdoğan’ın yeni kardeşleri arasına karışması bizim açımızdan imkânsız olmayacaktır.

Şu hazin tabloya bakınız ki ana dilde eğitime kapı aralayan AKP, CHP ile kurduğu ittifakla Türk milletini parçalamayı edepsizce kafasına koyduğunu göstermiştir.

Çözüm diye tempo tutanların hepsi aynı karanlık sokakta el ele tutuşmuştur.

Türk milletini bölerek çözüme ulaşılacağını, vatanı ayırarak sorunun biteceğini, devleti yararak silahların susacağını kim iddia ediyorsa bilsin ki uşaklık ruhuna sinmiş, nankörlük zihnine yerleşmiştir.

Şu ibretlik gelişmelere bakınız ki, bugün bizim çözüm karşısında, silahın yanında olduğumuz hayâsızca iddia edilmektedir.

Evet biz; PKK’nın da, bölücülüğün de, şeytan üçgeninin de tam karşısındayız ve yerimizi muhafazaya da devam edeceğiz.

Bu açıdan CHP’nin analar ağlamasın sözünü istismar olarak değerlendiriyoruz ve aynısıyla AKP’de görüldüğünü ve yaşandığını ifade ediyoruz.

Analar ağlamasın denildikçe, maalesef onlarca acı hadise yaşanmış, şehitlerimiz kefensiz toprağa düşmüşlerdir.

Bizim bir tek anamızın, bir tek bacımızın, bir tek kardeşimizin gözyaşlarının akmasına tahammül etmemiz ve bunu olağan görmemiz bile söz konusu değildir.

Üstüne basa basa ifade ediyorum ki, ne AKP’nin ne de CHP’nin görüşleriyle kanın durması, gözyaşlarının dinmesi ve acıların son bulması mümkün değildir.

Yıkım projesinin başından beridir yaşanan da bu olmuştur.

Ayrıca bizim, sözüm ona CHP’nin sunduğu öneri setinde yapılacak bir isim değişikliğiyle, mesela CHP Genel Başkanının “gerekirse ak saçlılar deriz”  uyanıklığıyla kapılarımızı açacağımızı zannedenler büyük bir yanılgı ve yanlış içindedir.

Biz öze bakıyoruz, mazrufa odaklanıyoruz.

Bunun içinde yıkım koalisyonuyla masaya oturmamız, bölünme arayışlarına dördüncü ayak olarak katılmamız önce milletimizi, sonra da kendimizi inkar anlamına gelecektir.

Dolayısıyla biz CHP’nin çağrı ve görüşme talebine esastan ve usulden kapalıyız ve bu tavrımızı da her şart altında sürdüreceğiz.

Kabul edilmelidir ki, AKP ile CHP eğer milli mücadele yıllarında da bulunsaydı, vatanı hemen teslim ederler ve milletimizi âdeme mahkûm etmekten asla hicap duymazlardı.

Şunu bir defa bariz olarak söylemeliyim ki, bölücü teröre müzakereci bir bakışla yaklaşıldıkça, katiller azacak, zıvanadan çıkacak ve saldırılarını artıracaklardır.

Çare milletimizin birlikte yaşamasının teminat altına alınması, aramıza hendek kazmaya çalışanlara fırsat verilmemesidir.

Çıkış Türk milletinde buluşmadır, millet gerçeğini anlamak istemeyenlerin hakkından gelmektir.

Şu anda dağda veya ovalarımızda ellerinde silah bulunan teröristler vardır.

Bunların kökünü kazımaya Türk devletinin gücü yeterlidir.

Eksik olan ise milli iradeye tam olarak sadakat gösterilememesidir.

Egemenlik haklarını kullanan bir devletin, varlığına çevrilen namluyu tutan eli kırması mubahtır, meşrudur ve bu mutlaka da sağlanmalıdır.

Bizim bölücü teröre yönelik kapsamlı hazırlığımız ve mücadele azmimiz vardır.

AKP hükümeti yapamayacağını, bu sorunu bitiremeyeceğini düşünüyorsa Türkiye seçeneksiz ve çaresiz değildir.

Milliyetçi Hareket Partisi sorumluluk aldığı takdirde kesinlikle bölücü terörü yok etmeye ve huzuru sağlamaya muktedirdir.

Bu duygularla konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Sağ olun, var olun.