07.12.2003 - MHP İl ve İlçe Başkanları Toplantısında Yaptıkları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
MHP İl ve İlçe Başkanları toplantısında yaptıkları konuşma
7 Aralık 2003

Saygıdeğer Misafirler,

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi en içten duygularımla, sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.

Yedinci Büyük Kongre sonrasında il ve ilçe başkanlarımızın katılımıyla yaklaşan mahalli idareler seçimlerine hazırlık amacıyla tertiplemiş olduğumuz bu toplantıya hoş geldiniz.

Toplantıya başlamadan önce ülkemizin karşı karşıya olduğu iç ve dış gelişmeler ile 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında iktidara gelen AKP'nin bir yıllık icraatı ile ilgili değerlendirme yapmak istiyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

AKP'nin iktidara geldiği günden bu yana bir yıl yirmi gün, güvenoyu aldığı günden bu yana ise bir yıl on gün geçmiş bulunmaktadır. Bu süre içerisinde daha önce verdiği sözleri ve vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını unutan AKP; ekonomide “at kurtul-sat kurtul”, dış politikada “teslim ol kurtul-ver kurtul” anlayışıyla, siyasette ise “geçmişi karalama ve suçlama” politikaları ile hükümet etmeye çalışmaktadır.

Vatandaşın haklı beklentilerini karşılamak yerine, dış politikada tamamen teslimiyetçi ve kişiliksiz bir tutum içinde olan bugünkü hükümet, iç politikada ise süreklilik arz eden bir gerginlik siyaseti izlemektedir.

Vurguncuları ve teröristleri affetmeyi; kamu kurumlarını tahrip etmeyi ve devletin yetişmiş kadrolarını tasfiye etmeyi marifet sayıp, övünmektedirler. Çiftçilerin haklı taleplerine “gözünüzü toprak doyursun”, çalışanların haklı taleplerine “ya işsizler de sendika kurarsa haliniz ne olacak!”, memurların haklı taleplerine de “dökülün sokaklara” diyerek, hükümet etme sorumluluğundan uzak bir yaklaşımla karşılık vermektedirler.

İşçisini işsizlerle, memurunu maaş ödememekle tehdit eden, çiftçisini azarlayıp küçük düşüren, banka hortumcularının uçağını makam aracı gibi kullanan; vatandaşa ek vergi koyarken medya patronlarının devlete olan borçlarını erteleyip devlet kesesinden ağalık yapan ve devletin uçağını saltanat uçağı gibi kullanan zavallı bir iktidarla karşı karşıya bulunmaktayız.

AKP iktidarı ile birlikte şov dönemi başlamıştır. Ekonomik ve sosyal konularda Türkiye'nin ufkunu açacak önemli projeler geliştirip, uygulamaya koyamayan Hükümet; köprü, alt geçit, park, vb. mahalli projelerin açılışını sanatçılarla birlikte şova dönüştürmekten geri kalmamaktadır. Öte yandan, birlik ve beraberliği temsil etmesi ve uzlaşmacı bir yaklaşım içinde bulunması gereken Hükümet, siyasi rant sağlayacağını düşündüğü her konuda kavga ve gerginlik üretmekten kaçınmamaktadır. İktidar gücünü ellerinde bulundurdukları halde, bazı kritik konularda gerekli düzenlemeleri yapmak yerine, önce kişi ve kurumları karşı karşıya getirerek gerginlik yaratmakta, daha sonra geri adım atarak sorunlara çözüm üretecek bir irade ortaya koymamaktadırlar.

Hortumculara ve medya patronlarına hamilik yapan bu hükümet, vatandaşın taleplerine duyarsız kalmaktadır. Dış politikada yıllar süren mücadelelerle oluşturulan kazanımlarımızdan ve milli politikalarımızdan bir çırpıda vazgeçebilmektedirler. Her türlü tavizi vererek, teslimiyetçi bir tavır sergilemekte ve TBMM'yi adeta bir Avrupa Birliği noteri gibi çalıştırmaktadırlar.

Aziz Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Milletimizin huzur ve refahı için zorunluluk arz eden yapısal önlemler, 3 Kasım seçimlerinden önce 57. Hükümet tarafından siyasi kaygılardan uzak bir yaklaşımla uygulamaya konulmuş ve ekonomi genel bir iyileşme ve krizden çıkış eğilimine girmişti. Enflasyon kontrol altına alınarak faizler düşürülmüş, döviz kurları istikrara kavuşturularak, üretim ve ihracatta belirgin bir artış kaydedilmişti. Kısaca, AKP iktidarı iddia ettiği gibi bir enkaz devralmamıştır. Tam aksine, bugünkü Hükümet, krizlere karşı dayanıklılığı artırılmış, hesapları şeffaflaştırılmış, bir saatli bomba gibi duran görev zararları tasfiye edilmiş, rekabet gücü artırılmış bir ekonomi devralmıştır.

Bu nedenle, AKP iktidarı döneminde ekonomide yaşanan bazı iyimser gelişmeleri, sadece tek parti iktidarına dayandırılan bir siyasi istikrarla açıklamak mümkün olmadığı gibi, AKP'nin politikalarına duyulan güvenden kaynaklandığını iddia etmek de gerçekçi değildir. Eğer bu iddialar doğru olsaydı, AKP Hükümeti'nin seçim öncesinde taahhüt ettiği gibi, yeni bir ekonomik program ortaya koyması gerekirdi.

Seçim öncesi her platformda yüzde 6,5 faiz dışı fazla hedefini eleştirip, hükümet olunca bu hedefi düşüreceğini taahhüt eden AKP, hükümet olmasına rağmen temel eleştiri konusu yaptığı maliye politikasına bir katkı yapmamış ve söz konusu oranı aynen muhafaza etmiştir.

IMF programlarının sosyal boyutunun olmadığını sürekli gündemde tutanlar, ne 2003 ne de 2004 bütçesinde buna yönelik olarak bir şey yapmamışlardır. Yapıldığı söylenen şey, yıllardır bütçe haricindeki kaynaklardan yapılan, öğrencilere yemek yardımı ve kömür yardımı gibi bazı sosyal harcamaların bütçede gösterilmeye başlanmasından ibarettir.

2003 yılının ilk yarısında görülen yüzde 5,4'lük büyümenin 4,8 puanı stok artışından kaynaklanmıştır. Bu nedenle büyüme vatandaşın ekonomik sıkıntılarına bir çözüm olmamıştır. Çünkü, büyümenin temel sürükleyicisi olması beklenen iç talep halen 2000 yılı seviyesinin yüzde 10 altındadır. Bu dönemde büyümenin bütün sektörlere yayılmamış olması diğer bir sorundur. Kalıcı, sürdürülebilir ve bütün sektörleri kapsayan bir büyüme sağlanmadan sorunların çözülemeyeceği ortadadır.

Nitekim, büyüme rakamlarına rağmen istihdam edilen insan sayısı azalmaktadır. 2003 yılı üçüncü döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre toplam istihdam 422 bin kişi azalmıştır. Bu azalmada tarımdaki 320 bin ve sanayideki 115 bin kişilik azalışın etkisi olmuştur. Daha da vahimi bu dönemde çalışanların ve işsizlerin toplamından oluşan sivil işgücü sayısı da azalmaktadır. Bu azalma, vatandaşlarımızın iş bulmaktan ümidini kesmiş olmaları ve kendilerini ‘iş arıyor' diye bile beyan etmemeleri anlamına gelmektedir.

Türk Lirası'nın aşırı değerlenmesinin dış ticaret ve ödemeler dengesi açıkları üzerindeki etkisi önemli boyutlara ulaşmıştır. Bu yılın ilk dokuz ayında dış ticaret açığı yüzde 77 artarak 5,5 milyar dolardan 9,8 milyar dolara çıkmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranının azalma eğilimine girmesi, dış ticaretin ödemeler dengesindeki olumsuz etkisini daha da artıracaktır.

İhracattaki artış esas itibariyle euro/dolar paritesindeki değişimden kaynaklanmış olup, reel ihracat artışı sınırlı düzeyde kalmıştır. İç talebin yetersiz olduğu bir ortamda sanayici için tek çözüm olan ihracat, bu şartlarda sürdürülebilir değildir. Zira dış piyasalardaki yerini kaybetmemek için bir çok sektörde zararına ihracat yapılmaktadır.

Dış ticaret açığındaki artışa paralel olarak, cari işlemler açığı da Ocak-Eylül döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre 10 kat artarak 4 milyar dolara ulaşmıştır. 2003 yılı başında 3.5 milyar dolar olması öngörülen cari işlemler açığının bu gelişmelerden sonra 7.7 milyar dolara yükselmesi beklenmektedir. Cari işlemler açığındaki bu hızlı artış önemli bir risk oluşturmakta ve ekonomideki kırılganlığı artırmaktadır.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Kamu yatırımları için ayrılan kaynaklar hem miktar olarak küçülmekte hem de bütçe içindeki payı itibariyle azalmaktadır. 2002 yılında 8,4 katrilyon lira olarak gerçekleşen yatırım harcamalarına ilişkin ödenek 2003 yılında 8 katrilyon liraya düşürülmüş, ancak yapılan kesintilerle 6,5 katrilyon lira olarak revize edilmiştir. 2004 yılında ise 7,5 katrilyon lira olarak öngörülmüştür. Böylece 2002 yılında yüzde 7,2 olan yatırımların bütçedeki payı, 2003 ve 2004 yıllarında yüzde 4,6'ya kadar indirilmiştir.

57. Hükümet döneminde kaynak israfını önlemek ve yatırımları kısa sürede tamamlamak amacıyla başlatılan yatırım programını rasyonelleştirme çalışmaları, AKP hükümeti döneminde, devam ediliyor denilmesine rağmen, terkedilmiştir. Duble yol projeleri başta olmak üzere fizibilitesi dahi olmayan bir çok proje siyasi amaçlarla yatırım programına alınmaktadır.

Vergi Barışı Kanunu kapsamında, 2003 yılında konsolide bütçe dengesinde 2,2 katrilyon lira gelir elde edilmesi öngörülmüş, Ağustos ayı sonu itibarıyla toplam 1,5 katrilyon lira tahsilat yapılmıştır. Ancak vergi barışı dolayısıyla bir yandan o yıla ait gelirlerde ve gecikme faizlerinde azalış olmuş, bir yandan da mükelleflere yapılan vergi iadelerinde ciddi yükselme olmuştur. Dolayısıyla büyük iddialarla çıkartılan vergi barışı kanununun net etkisi ihmal edilecek kadar küçük düzeyde gerçekleşmiştir. Bu affın sistem üzerinde yarattığı tahribat yanımıza kar kalmıştır.

Uygulanan ekonomik programa sosyal boyut kazandıracağız, vergileri artırmayacağız diyen AKP, Ocak ayında özel tüketim vergilerini artırmış, özel işlem ve özel iletişim vergilerinin uygulama süresini uzatmış, kurum peşin vergi oranını yükseltmiş, ek motorlu taşıtlar ve ek emlak vergileri ihdas etmiştir.

Hükümetin özelleştirme hedefleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Hiç bir stratejiye dayanmadan, ‘ben her şeyi satarım' mantığıyla hareket edilen özelleştirmede, 4 milyar dolarlık hedefe rağmen Eylül 2003 ayı itibariyle sadece 116 milyon dolarlık özelleştirme yapılabilmiştir. Oysa global ekonomi konjonktürel olarak özelleştirme açısından çok büyük fırsatlar sunmaktadır. Ne yazık ki bu fırsatlar acemice harcanmaktadır.  

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

2004 yılı bütçe tasarısında yer alan rakamlar inandırıcı olmaktan uzaktır. Yapılan varsayımların gerçekçi olmaması nedeniyle SSK için öngörülen 2,8 katrilyon liralık bütçe transfer ödeneği en az 5 katrilyon lira olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Kamu maliyesinin temel problem alanı olan sosyal güvenlik açıkları 2003 yılında GSMH'nın yüzde 4,5'ine çıkarak tarihi en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bu açıkların azaltılmasına yönelik somut hiç bir adım atılmadığı gibi, atılması da öngörülmemektedir.

2004 yılı için öngörülen 17,8 katrilyon liralık akaryakıt özel tüketim vergisi hasılatına ulaşılabilmesi için yaklaşık yüzde 50 civarında vergi artışı yapılması gerekmektedir. Enflasyon hedefi dikkate alındığında, böyle bir vergi artışı yapılamayacağına göre, bu vergi için öngörülen miktarın yaklaşık 1,5 katrilyon lira az gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Aynı şekilde kurumlar vergisi, vergi dışı gelirler gibi kalemlere ilişkin gelir tahminleri de gerçekçi olmaktan uzaktır.

Diğer taraftan, Bütçe çok fazla kur riski taşımaktadır. Kurda meydana gelecek bir sapma; savunma, yatırım ve KİT transferi harcamaları başta olmak üzere bir çok harcama kaleminde artışa yol açacaktır.

Özetle, bütçe için öngörülen yüzde 5 oranındaki faiz dışı fazlanın mevcut şartlarda yüzde 3'ün üzerine çıkması imkansız görülmektedir. Bu nedenle yıl içinde IMF gözden geçirmeleri esnasında, asgari 10 katrilyon liralık ilave kaynak sağlamak için yeni tedbirler gündeme gelecektir.

Hükümet kurulduğunda 145 katrilyon lira olan iç borç stoku, Ekim 2003 itibariyle 180 katrilyon liraya yükselmiştir. İç borç stoku düşürülememektedir, çünkü, halen yüzde 15'ler seviyesinde bir reel faizle borçlanılmaktadır. Kamu dış borç stoku da artmaya devam etmektedir. Böylece, konsolide bütçe iç ve dış borç stoku 2002 yılı sonundaki 150,5 milyar dolar seviyesinden 32,1 milyar dolar artışla Ekim 2003 sonu itibariyle 182,6 milyar dolara yükselmiştir. Böylece temel hedef olan borçların azaltılmasında tam bir başarısızlık söz konusudur.

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde başlatılan yapısal reform çalışmalarından birçoğu 57. Hükümet döneminde sonuçlandırılmış, sonuçlandırılamayanlarla ilgili olarak da önemli mesafeler kat edilmiştir. Şu anda Hükümetin gündeminde olan yapısal çalışmaların tamamı daha önce başlatılan ve önemli mesafe alınmış olan çalışmalardır.

Nitekim, kamu mali yönetimi ve mali kontrol yasası, analitik bütçe sınıflandırması, kamu yönetiminde şeffaflığın artırılmasına yönelik çalışmalar bu çerçevede sayılabilir. Hal böyleyken, ciddi hiç bir proje üretmeyen bugünkü Hükümet ya bilgisizlik veya siyasi nedenlerle önceki Hükümet dönemindeki reform çalışmalarını inkar etmektedir.

Özetle; AKP iktidarı döneminde; ek vergiler konulmuş, özelleştirme başarısızlıkla sonuçlanmış, ödemeler dengesi bozulmuş, istihdam azalmış, üreticiler ve çalışanlar mağdur edilmiş, kamu iç ve dış borç stoku artmıştır.

Hükümetin ve kontrolündeki bazı medya kuruluşlarının pembe tablolar çizmesi bu gerçeği değiştirmemektedir. Ekonomideki iyimserlik havası bazı çıkar çevrelerince aşırı şekilde şişirilmektedir. Gerekli tedbirler alınmadığı taktirde ani bir dış şok veya iç dalgalanma, geçmişte yaşanan krizlerden daha büyük bir krizi ortaya çıkarabilecektir.

Kıymetli arkadaşlarım,

Değerli Basın mensupları,

Hükümet kamuda yeniden yapılanma adı altında, devletin temel düzeni ile oynamaya kalkmaktadır. Öngörülen düzenleme, üniter devlet yapısını zaafa uğratacak ve şehir devletlerinin alt yapısını oluşturacak niteliktedir. Mahalli idarelerin güçlendirilmesi gerekçesiyle merkezi idarenin karar alma, inisiyatif kullanma ve denetleme yetkileri zaafa uğratılmaktadır. Mahalli idarelere, görevlerini ve yüklendikleri kamu hizmetlerini layıkıyla yerine getirebileceği mali destek sağlanmadan, hizmetlerin aktarılması sadece problemin yerinin değişmesine sebep olacak, vatandaşa bir fayda ve kolaylık sağlamayacaktır.

AKP iktidarının damgasını vurduğu bir diğer gelişme de, bürokraside estirilen yıldırma ve yıpratma havası ve yaşanan tasfiye sürecidir.

Hükümet, hiçbir dönemde görülmeyen şekilde siyasi kadrolaşmaya gitmektedir. Bu kadrolaşma hareketinin özellikle de daha önce Milliyetçi Hareket Partisi'nin sorumluluğunda olan bakanlıklarda yoğunlaşması dikkat çekmektedir. Bu dönemde daha önceki dönemlerin aksine medya da bu olaylara tepkisiz kalmaktadır.

Devlet memurları hiçbir gerekçe gösterilmeksizin görevlerinden uzaklaştırılmakta, liyakat ve hakkaniyet göz ardı edilerek, akraba, eş, dost ve yakınlar kamu kurumlarına yerleştirilmektedir.

Yeniden Yapılanma adı altında kamu kurumları, üniversiteler, özerk kurullar ve yurt dışı teşkilatlarında görev yapan personelin yerleri değiştirilmek ve daire başkanından müsteşara kadar tüm yönetici personelin görevlerine son verilmek istenmektedir. Hükümet, kamu kurumlarını vatandaşın çile kapısı olmaktan kurtaracak çalışmalar yerine kadrolaşmak için akıl almaz yollar denemekte, bu amaçla her şeyi göze almaktadır.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Yolsuzlukla mücadele vaadiyle işbaşına gelen hükümet, Parti programında yer almasına ve seçim sürecinde vatandaşa açıkça söz vermesine rağmen, milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılması konusuna hükümet programında ve acil eylem planında yer vermediği gibi bu konudaki kamuoyu talebini bir yıllık icraatı döneminde kaale dahi almamıştır.

Yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarıyla yargılananların milletvekili olmaları sağlanmış hatta bakan olarak atanmıştır.

Yolsuzluklarla mücadelede etkinliğin sağlanması için henüz hiçbir ciddi hukuki düzenleme ortaya konulmamıştır.

TBMM'deki Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu'nun çalışmaları siyasi hesaplaşma amacı taşıyan bir şekle dönüştürülmüştür. Yolsuzlukla mücadele konusu bilinçli bir şekilde sulandırılarak, hükümet üyeleri ve milletvekilleri hakkındaki iddialar unutturulmaya çalışılmaktadır.

Yolsuzluklarla mücadele milleti kandırmak için bir araç olarak kullanılmaktadır.

Vergi Barışı adı altında çıkartılan yasa, sahte faturadan yargılanan bir maliye bakanının aklandığı yasa olarak tarihe geçmiştir. Bu yasa ile vergi kaçıranlar, devleti dolandıranlar ve hayali ihracatçılar affedilmiştir.

Hükümet, yolsuzlukla mücadele etmek yerine bir yandan şov yapmakta, diğer yandan başta bakanlarının ve milletvekillerinin yakınları olmak üzere yandaşlarına menfaat sağlamaktadır.

Hükümetin bir bakanı, bir batık banka patronunun parfüm kokusunun ve ayakkabısının ihtişamından bahsederken, esasen batık banka patronları hakkında hiçbir işlem yapılmadığını, hortumladıkları paraların geri alınamadığını da itiraf etmiş olmaktadır.

Ancak, O Sayın Bakanın, kendi genel başkanının, 3 Kasım seçimleri öncesinde bu şahsın helikopterinde ne aradığını ve Bozüyük'te yapılan zirveyi de sormak gerekir.

Medya patronlarının vadesi gelmiş borçları düşük faiz oranları ile ertelenmekte iken, Başbakanın hortumları kestik diyebilmesi, AKP'nin yolsuzlukla mücadele anlayışını da açıkça ortaya koymaktadır.

57. Hükümet zamanında kamu ihale sistemini disipline etmek ve bu sistemde objektif kriterleri hâkim kılmak üzere çıkarılan İhale Kanunu'nun yürürlüğe girmemesi için her yola başvuran AKP, kamuoyu baskısı nedeniyle girişimleri sonuçsuz kalınca, bu defa Kanunun uygulama alanını daraltarak istismara açık hale getirmiştir.

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

30 binden fazla insanımızın kaybedilmesine yol açan bölücü terör örgütü mensuplarından güvenlik güçlerimizce yakalanıp Türk Adaletine teslim edilenler Topluma Kazandırma adı altında çıkartılan Kanun ile salıverilmiştir.

Dağdaki teröristleri topluma kazandırmayı amaçladığını ifade eden hükümet, yaptığı işin ne kadar barışçı olduğunu savunarak, azılı terör örgütünü vatandaşımıza masumane gösterme gayreti içinde olmuştur.

Ancak, Kanun çıktıktan sonra görülmüştür ki; esasen bu yasa hapishanedeki terör örgütü mensuplarının affı yasasıdır.

Şu ana kadar yasadan yararlanmak için dağdaki teröristlerden çok az sayıda başvuru olurken, asıl başvuruların cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerden geldiği görülmüştür.

1 Eylül 2003 tarihi itibariyle yasadan yararlanmak için başvuranların sayısı 2138 olup, bunun sadece 211'i tutuklu ve hükümlü olmayanlardır.

Böylelikle, dağdaki teröristler topluma kazandırılamamış, aksine hapishanedekiler yeniden terör örgütüne kazandırılmıştır.

Bu durum, “PKK'nın genel af talebi acaba bu şekilde mi karşılandı?” sorusunu akla getirmektedir. Kısaca bu Hükümetin toplumsal barış anlayışı; canileri, bölücüleri affetmek şeklinde olmuştur.

PKK sözcüleri dahi sadece kendi yandaşları lehine çıkarılacak affı isteyecek cesareti bulamamıştır. Ancak yandaşlarını da içine alabilecek bir genel af isterken, bu hükümet daha cüretkar davranarak sadece PKK'lılara münhasır af çıkarmıştır.

AB uyum yasaları adı altında çıkarılan uyum paketleri ile teröristlere tavizler verilmiş ve teröristleri cesaretlendiren bu uygulamalar, bir yandan PKK'nın siyasallaşma sürecine katkı sağlamış ve bu amaca yönelik düzenlemelerine destek olmuş, güç vermiş, diğer yandan ise ülkemizin çeşitli yerlerinde kitlesel terörist eylemlere kalkışılmasına neden olmuştur. Nitekim, PKK yandaşları İstanbul'un göbeğinde bir emniyet müdürlüğüne saldırabilme ve adliye binasını işgal etme cüretini göstermişlerdir.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

15 ve 20 Kasım tarihlerinde İstanbul'da Milletçe lanetlediğimiz hain eylemler gerçekleştirilmiş ve çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Ölenlere rahmet, yakınlarına baş sağlığı ve sabır, yaralananlara da acil şifalar diliyorum. Gerekçesi ne olursa olsun, terörü lanetliyoruz.

Bu olay terörün kaynakları ve mücadele yöntemleri konusunda ne denli dikkatli olunması ve bölgesel ve küresel güç mücadelelerinin dikkatli okunması gerektiğini göstermekte; bu çerçevede, terörle mücadeleyi zaafa uğratacak tutum, davranış ve düzenlemelerden kaçınılması gerekmektedir.

Diğer taraftan bu süreçte, Hükümetin terörün tanımı, nedenleri, mücadele yöntemleri ve istihbarat konusundaki yetersizlik, tutarsızlık ve koordinasyonsuzluğu Türkiye'nin bir terör ülkesi gibi algılanmasına neden olmuş ve ekonomik ve siyasi olarak ülkemizin aleyhine ciddi gelişmelere yol açmıştır.

Bu süreçte, Avrupa da çifte standartlı davranarak teröre prim tanımıştır.

Nitekim, bazı ülkeler vatandaşlarını Türkiye'ye gitmemeleri konusunda uyarmış, UEFA Türk futbol takımlarının maçlarını Türkiye dışında oynamalarına karar vermiş ve turizm sektöründe önemli ölçüde rezervasyon iptalleri olmuştur.

Kıymetli Arkadaşlar,

Değerli Basın Mensupları,

AKP iktidarı özellikle dış politika konusunda vahim hatalar yapmaktadır. Kıbrıs konusunda “çözümsüzlük çözüm değildir” söylemiyle Rum tezini destekler ifade, tutum ve davranış içinde bulunulması, Türkiye'nin milli politikalarının aksine yaklaşım geliştirilmesi, Türkiye'nin ve KKTC'nin uluslar arası alanda müzakere gücünü zayıflatmaktadır.

Kıbrıs'ta “ver kurtulcu” bir yaklaşım izleyen hükümet, Loizidou Davası'nda 1998'den beri ödenmeyen tazminatı ödeyerek, Türkiye'nin adada işgalci konumunda olduğunu zımnen kabul etmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de bu kararla yok kabul edilmiştir.

Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi alabilmek umuduyla böyle bir karar alan “ver kurtulcu” AKP iktidarını Türk Milleti asla affetmeyecek ve hesabını er geç soracaktır.

Türk ordusunu Kıbrıs'ta işgalci konumuna sokan AKP iktidarının Dışişleri Bakanı, Türk ordusuna ve Türk Milletine hakaret eden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yapılacak seçimlere doğrudan müdahale etme cüretini gösteren ve Türkiye'yi tehdit eden Verheugen'e sadece eseflerini bildirmektedir. Türkiye'nin hiçbir tehdide boyun eğmeyeceği ve hiçbir dayatmayı kabul etmeyeceği Hükümet tarafından açık ve kesin olarak Avrupa Birliğine anlatılmak zorundadır.

“Yetmiş milyonluk Türkiye Kıbrıs'tan daha önemlidir” diyen zihniyetin temsilcileri bilmelidirler ki, bu toprakların her karışı şehitlerimizin kanıyla sulanmıştır.

Bırakın Kıbrıs'ı, bu toprakların bir karışını bile vermemek için Türk Milleti her zaman canını vermeye hazırdır.

Kıbrıs konusunda acz içinde olan Hükümet, gizli kapılar ardında ne tür pazarlıklar yaptığının, hangi tavizleri niçin verdiğinin hesabını millete vermek zorundadır.

Irak konusunda bölgeye dönük uluslar arası hesaplara karşı milli çıkarlarımıza dönük politikalar geliştirilememiştir. Ülkemizin bölgesel etkinliği ve dünyadaki saygınlığı açısından hayati önemi haiz bu konu; tutarlı ve duyarlı bir anlayış ve uzun vadeli bir devlet politikası doğrultusunda yürütülmesi gerekirken, tamamen devlet gelenek ve ciddiyetinden uzak bir şekilde yetkili-yetkisiz kişilerin devlet adına verdikleri taahhütler sonucu Türkiye açısından problem haline getirilmiştir.

ABD ile gerilen ilişkileri düzeltmek isteyen hükümet; siyasi, ekonomik ve askeri boyutları itibarıyla gerekli stratejik analizleri yapmadan Irak'a asker göndermeye ve ABD güçlerine destek sağlayan bir yardımcı unsur olmaya talip olmuştur.

Bu süreçte Ülkemizin bölge üzerindeki girişimlerini baltalamak ve etkinliğini azaltmak amacıyla ABD askerleri tarafından yerel güçlerle işbirliği içerisinde Süleymaniye'deki bir irtibat timimize ait ofis basılarak askerlerimizin başına çuval geçirilmiştir. Bu küstahça saldırı karşısında Hükümet gerekli tepkiyi göstermeyerek, olaylara kayıtsız kalmıştır. Esasen bu durumun, Türkiye'nin bölgesel etkinliğini kırmaya, Dünyadaki saygınlığını zaafa uğratmaya ve Türk Milletini rencide etmeye yönelik bir operasyon olduğu açıktır.

Tüm bu olaylara rağmen, Hükümet, TBMM'den, niçin alındığı ve neyi içerdiği belli olmayan bir tezkere ile bölgeye asker gönderme yetkisini almıştır. Ancak yerel unsurların tepki ve tehditlerinin etkisi altında kalan ABD'nin isteği üzerine Hükümet, alınan bu yetkinin kullanılmamasını karara bağlamıştır. Bu durum, Türkiye'yi tutarlı bir dış politikası olmayan ve günü birlik gelişmelerle hareket eden güdümlü bir ülke konumuna getirmiş olup, bölgede bundan sonraki gelişmeler üzerinde söz sahibi olma ve inisiyatif kullanma yeteneğini de zayıflatmıştır.

Türkmenlere yapılan saldırılar, yeni Irak yönetiminde Türkmenlerin istenilen şekilde temsil edilememesi ve Kuzey Iraktaki PKK-KADEK'lilerin bir siyasi varlık olarak kabul edilmesi eğilimi Hükümetin Irak konusundaki karar ve politikalarının ne kadar yanlış olduğunu göstermektedir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

AKP iktidarının Avrupa Birliği yaklaşımının gerçekçi ve duyarlı bir arka plâna sahip olmadığı, AB yönetiminin Türkiye'ye yönelik tavrını ve politikasını çok yönlü bir bakış açısıyla değerlendirmediği anlaşılmaktadır.

AKP hükümeti, AB ile ilişkilerde, millî birlik ve bütünlüğümüz konusunda verilen tavizler nedeniyle teslimiyetçi bir tutum içindedir.

AB'ye uyum amacıyla millî ve üniter devlet yapımızı bozmaya yönelik bir dizi düzenleme yapılmış bulunmaktadır. Bu konuda mazeretler üretip AB üyelik sürecinin arkasına gizlenmek faydasızdır. Yapılmak istenen apaçık meydanda olup, sonuçta neye mâl olacağı bellidir.

“İkiz sözleşmeler” olarak da anılan Siyasî ve Medenî Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi gerekli çekinceler konmadan TBMM'de kabul edilmiştir.

Her iki sözleşmede de yer alan “halkların kendi kaderini tayin hakkı” Türkiye üzerinde emelleri olan ülke ve çevrelerin elinde millî devlet yapımıza ve birliğimize yöneltilecek çok güçlü bir silahtır. “Bütün halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir” hükmü, tüm etnik ve dinî azınlıkların siyasî konumlarını özgürce belirleyebilecekleri bir kapıyı açmaktadır.

Çekince konmayan birçok maddesi ile birbirini tamamlayan “ikiz sözleşmeler”, Türk Milleti'nden ve Türk insanından çok bölücü-ayrılıkçı emellere hizmet edecek düzenlemelerdir.

Ne yazık ki, Türkiye giderek bir yol ayrımına sürüklenmektedir.

57. Hükümet zamanında Partimizin bütün karşı duruşlarına rağmen, bugünkü AKP temsilcilerinin de içinde olduğu AB teslimiyetçilerinin işbirliğiyle, düşüncesizce ve fütursuzca çıkartılan 4. uyum paketiyle başlayan sürecin, eksik kalan tarafları 5., 6. ve 7. Uyum Paketleriyle AKP hükümetlerine tamamlattırılmıştır.

Bu yasal düzenlemelerin ne AB kriterleri, ne de demokratikleşme ile bir ilgisi yoktur. Uyum Paketlerinde öngörülen değişikliklerin diğer adımlar gibi aynı hedefleri ve değerleri içermesi tesadüf olamaz.

AB üyesi ülkelerin konumları ve terörizm tehdidi açısından Türkiye ile mukayese edilmeleri imkânsızdır. Buna rağmen, bu ülkeler kendilerini tehdit eden terörizme ve bölücülüğe karşı gerektiğinde çok sert önlemler alabilmekte ve tavizsiz davranabilmektedir.

Uyum yasaları ikiz sözleşmelerle birlikte, sadece Türk devletinin değil, Türk demokrasisinin önüne de etnik tuzak kurmakta, azınlık karmaşası ve kavgasına davetiye çıkarmaktadır.

Uyum paketlerinde bölücülük propagandasının serbest bırakılmasını temin eden Terörle Mücadele Yasası'ndaki değişiklik ile özel ve kamu TV kuruluşlarında etnik dillerde yayınların serbest bırakılmasının ve azınlıklara Lozan Antlaşmasının fevkinde sağlanan hakların anlamı ve sonucu açıktır.

Bu düzenlemeler, sadece milî birlik ve bütünlüğe karşı olanların memnun olacağı ve işine yarayacağı düzenlemelerdir.

Hükümetin bu yasaları çıkartırken, gelecekteki muhtemel gelişmeler karşısında Türk devletinin elini-kolunu bağlamak, bölücü hareketlere meşru ve yasal bir zemin yaratmak gibi bir sonuç doğuracağını hesap etmediği anlaşılmaktadır.

İmar Kanunu'nda “cami” ifadesinin “ibadethane” kelimesiyle değiştirilerek yapılan düzenleme ile Türkiye'de mantar gibi biten “gecekondu kiliseleri” meşrulaştırılmakta ve misyonerlik faaliyetlerine elverişli bir zemin hazırlanmaktadır.

Şimdi de hangi esrarengiz bağlantıların sonucu olduğu anlaşılamayan “Ruhban Okulunun” açılması yönünde sözler verilmekte, böylece muhafazakar söylemlerle iktidara gelenler, Bizans hayallerini gerçekleştirmek isteyenlerin oyuncağı olmaktadır.

AKP iktidarı, ikiz sözleşmelerle ve uyum paketleriyle teslimiyetçi lobilere ve Türkiye düşmanlarına bayram havası yaşatmaktadır.

Kısacası, Türkiye, lobilerin desteğindeki AKP iktidarı eliyle millî tapusu olan Lozan'ı delik deşik eden bir noktaya doğru hızla sürüklenmektedir.

Tüm bunlara rağmen verilen tavizlerden bir türlü memnun olmayan AB, hiçbir aday ülkeden istemediği ağır şartlara 5 Kasım 2003 tarihinde açıklanan Türkiye ilerleme raporunda yer vermiştir.

Kıbrıs için kabul edilemez hususlar içeren bu raporun Dışişleri Bakanı tarafından objektif bir rapor olarak değerlendirilebilmesi ise, Türkiye'nin bu Hükümet tarafından nasıl bir maceraya sürüklendiğine ilişkin kaygılarımızın haklılığını açıkça ortaya koymuştur.

Bu gelişmeler, “Millî görüş elbisesi”ni çıkarttığını ilân eden AKP yönetiminin, “millî görüş elbisesi” yerine “teslimiyetçilik elbisesi”ni büyük bir zevkle giydiğini göstermektedir.

Kıymetli Arkadaşlar,

Değerli Basın Mensupları,

3 Kasım seçimleri öncesinde AKP yetkilileri “türban sorununu çözmek namus borcumuzdur” demişlerdir.

Ancak, bu sorunun çözümüne katkıda bulunmak yerine siyasi rant sağlamak uğruna inadına tavırlar göstermek suretiyle sorunu daha da derinleştirmişler ve içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir.

AKP iktidarı öncesi her hafta Cuma namazı sonrası masum başörtülü kızlarımız arasına giren istismarcıların tahrikiyle yapılan türban eylemleri, AKP iktidarıyla birlikte bıçak gibi kesilmiştir. Ne değişmiştir? Türban sorununun çözümüne yönelik herhangi bir gelişme olmadığına göre, bu eylemlerin nedenleri ve müsebbiplerinin kimler olduğu düşündürücüdür.

AKP'lilerin başörtüsü konusunda öteden beri samimi davranmadıklarını, türban konusunu oy alabilmek uğruna siyaseten kullandıklarını artık herkes anlamış bulunmaktadır.

Değerli Arkadaşlar,

Sayın Basın Mensupları,

AKP, iktidara önceden hazırlıklı olduğunu göstermek amacıyla alelacele hazırladığı Acil Eylem Planını daha hükümet kurulmadan kamuoyuna açıklamıştır. Ancak, bu planda yer alan hususların bir çoğunun kalkınma plan ve programlarında ve geçmiş hükümet programlarında da bulunan konular olduğu anlaşılmıştır.

AKP'nin hazırladığı ve göz boyamadan ibaret olan Acil Eylem Planında, seçim meydanlarında verilen sözlerin birçoğuna yer verilmemiştir. Geçen bir yıllık dönemde sonuçlandırılması öngörülen 203 tedbirin 145'i ile ilgili olarak somut adımlar atılmamıştır. Başlatılanların birçoğu da kapsamlı proje olmaktan uzaktır. O halde millet adına soruyoruz. “Gerginlik politikaları izlemek yerine neden taahhütlerinizi yerine getirmiyorsunuz?”

Güçlü bir meclis çoğunluğu ile tek başına iktidara gelen AKP; bu avantajını ekonomik ve sosyal alanda, iç ve dış politikada olumlu yönde kullanamadığı gibi bir gerilim politikasının unsuru haline dönüştürmüştür.

Sonuç olarak; Hükümetin bir yıllık döneminde, Sayın Erdoğan'ın yasağının kaldırılmasına yönelik hukuku şahsileştiren düzenlemeler ile toplumsal barışı ve yolsuzluklarla mücadeleyi zaafa uğratan, terörü ödüllendiren af düzenlemeleri yapılmıştır.

Kanunlara, hukuka saygılı vatandaşlar cezalandırılmış, Devletle geçmişte sürtüşen herkes bu süreçte çıkartılan kanunlarla affedilmiş ve ödüllendirilmiştir.

Hiçbir dönemde görülmemiş şekilde Devletin en temel kurum ve kurallarıyla sürtüşme, vatandaşlar arasında kamplaşma, kadrolaşma, devlet kurumlarını tahrip ve bürokratik kıyım Hükümetin en büyük başarısı olmuştur.

Geniş toplum kesimlerine, vatandaşlarımızın huzur ve refahının artırılmasına dönük hiçbir icraat yapılmamıştır. İnsanlar çözüm beklemektedirler. Her olayda geçmişi kötüleyerek durumu kurtarmaya çalışanları artık vatandaş iyi anlamaktadır.

Milli hassasiyetleri yok sayarak teslimiyetçi bir anlayışla takip edilen dış politika, Türkiye'nin uluslar arası siyasette ve özellikle bulunduğu bölgede etkinliğinin azalmasına yol açmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye'nin geleceğini bu teslimiyetçi anlayışa teslim etmeme konusunda kararlıdır. Bu tehlikeli gidişe dur demek ve topyekün bir milli seferberlik başlatmak Türkiye ve Türk milliyetçileri için kutsal bir görevdir.

Türkiye çaresiz ve sahipsiz değildir...

Ülkücü camia, milli şuuru ayağa kaldırmaya ve bu gidişe dur demeye hazırdır.

Bu büyük kuşatmayı kırmak ve yeni bir vizyonla, yeni bir Türkiye projesini hayata geçirmek, Türk Milliyetçilerinin aziz milletimize namus borcudur.

Milliyetçi Hareket bunun için vardır.

Türk Milliyetçileri var olduğu sürece Türkiye'nin büyük ve lider ülke olmasının önünü kimse kesemeyecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyor, Allah'a emanet ediyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı