02.03.2002 - MYK Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
MYK Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
02 Mart 2002

 

 

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Partimizin Merkez Yönetim Kurulu, ülkemizde ve dünyada yaşanan önemli gelişmeleri değerlendirmek üzere toplanmış bulunmaktadır.

Bu vesileyle hepinize hoş geldiniz diyor, en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Bilindiği gibi, ülke gündemini bir aydır farklı gerekçeler öne sürülerek yürütülen "idam cezası" tartışması belirlemiştir. Millet olarak, en başından beri esas amacı hakkında kamuoyuna yeterince açık ve doyurucu bilgi verilmeyen bir "idam cezası tamamen kalksın kampanyası"na şahit olmaktayız.

Bu çerçevedeki görüşlerimizi bir kez daha vurgulamadan önce, son aylara damgasını vuran gelişmeleri kısaca değerlendirmek ve bugünkü tartışma konularıyla ilişkisini kurmak istiyorum.

2001 yılı sonbaharının başında, çok önemli anayasa değişikliklerini yapan ve ekonomimizi sağlığına kavuşturma mücadelesi veren Türkiye, Kasım ortalarından itibaren giderek gündemi kilitleyen Avrupa Birliği eksenli bir tartışma sürecine sahne olmaya başlamıştır.

Avrupa Birliği yönetiminin 2001 yılı Türkiye İlerleme Raporu'nu açıklamasıyla, önce Kıbrıs davamız, daha sonra da "uyum yasaları" konusu ön plana çıkmış, ilginç ve düşündürücü görüşlerin boy gösterdiği kampanyalar organize edilmiştir. Bunların ardından da, AB yönetimine verilen sözlerin yerine getirilmesi ya da tam üyelik müzakerelerinin bir an önce başlaması bahanesiyle idam cezasının tamamen kalkması, Kürtçe eğitim ve televizyon yayını gündeme taşınmıştır.

Bütün bu kritik konular, aslında birbirinden bağımsız değil, bir zincirin halkaları gibi birbiriyle bağlantılı olan gelişmeleri ifade etmektedir. Bunun için, meseleye bütüncül bakmak, dış dinamikleri çok yönlü okumak büyük önem arzetmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi, son zamanlarda yaşanan bütün bu tartışmalarda, milli duyarlılıklarımızın ve hedeflerimizin şekillendirdiği bir anlayıştan beslenen sorumlu ve tutarlı siyaset anlayışının gereğini yerine getirmiştir. Bu açıdan tek örnek ve önder parti Milliyetçi Hareket Partisi olmuş; zaman, Milliyetçi Hareket'i bir kez daha haklı çıkarmıştır.

Buna karşılık, yaklaşık 3 - 3.5 aydır birçok siyaset ve medya çevresi partimize yönelik çeşitli yayınlar yapmış ve suçlama yarışı içine girmiştir. Ancak bu tür yaklaşımlar sergilenirken, kendi tutarsızlıkları ve milli duyarsızlıkları görmezden gelinmiş, Avrupalı muhataplarımızın çarpık beyan ve tutumlarına hiç dikkat edilmemiştir.

Peki bütün bunlar niçin ve nasıl yapılmıştır?

Her şeyden önce, çeşitli ideolojik veya menfaat hesaplarının sonucunda kendi konum ve çabalarının doğru bir temele oturmadığının farkında olmamışlardır.

Özellikle de, Milliyetçi Hareket'in başta Avrupa Birliği olmak üzere, dış politika vizyonunun çok yönlü ve gerçekçi bir bakış açısının ürünü olduğunu, ya anlamak istememişler ya da anlayamamışlardır. Bu algılama noksanlığı ve çarpıklığını ısrarla sürdürmüşlerdir. Kafa karışıklığı ve duyarlılık zaafı devam ettiği müddetçe de kronik MHP karşıtlığının önemini koruyacağına şüphe bulunmamaktadır.

Ancak, kim ne derse desin Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini, hem dünü, bugünü ve yarınıyla, hem de aksayan yönleriyle bir bütün olarak değerlendirmek ve kavramak zorunludur. Çünkü ilişkilere, hakkaniyetli ve gerçekçi bir bakış açısıyla ve karşılıklılık esasında yaklaşılmadığı sürece, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolculuğunu doğru ve eksiksiz tanımlamak mümkün değildir.

Aksi takdirde, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini "tek yanlı mahkûmiyet sendromu"ndan kurtarıp sağlam bir yörüngeye oturtmamız imkânsızdır. "Ülkemizin Avrupa Birliği'nden başka bir seçeneği yoktur" ya da "Avrupa Birliği'ne girmezsek mahvoluruz" söylemlerinin tam üyelik sürecine katkı sağlamadığı yeterince açıktır.

Türkiye, Avrupa Birliği hedefini, her boyutu ve aşamasıyla değerlendirmek, bu konuda milli bir çizgi ve uslûp geliştirmek durumundadır. Bu yaklaşım biçimi, bazı çevrelerin zannettiğinin aksine, Avrupa Birliği'ni önemsemenin ve ciddiye almanın asgari şartını oluşturmaktadır.

İşte, meseleye bu şekilde yaklaşanları bir çırpıda "AB karşıtı" ilan ederken işin basitliğine ve kolaycılığına kaçılmamalıdır. Aksi takdirde, bu kolaycılık, konuya duyarlı ve gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşmayan her çevrenin "Türkiye karşıtı" ilan edilmesi kadar sağlıksız bir tavır olmayacak mıdır? Şüphesiz, Avrupa Birliği'ne üyeliğimiz konusunda çok arzulu olanların bu tür sorunlara da kafa yorması gerekmektedir.

Sözün kısası, Milliyetçi Hareket Partisi'nin Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine bakış açısının özünü, onurlu ve adil bir ortaklık ilişkisi prensibi oluşturmaktadır. Bu temel prensibi, sadece Milliyetçi Hareket'in değil, her siyasi partinin, konuyla ilgili her entelektüel çevrenin ve medyanın benimsemesi önem taşımaktadır.

Avrupa Birliği konusunda Milliyetçi Hareket'e bazen akıl vermek isteyen, bazen de dil uzatan çevrelere birinci tavsiyemiz budur.

İkinci tavsiyemiz ise şu olacaktır: Avrupa Birliği yönetimi ne isterse istesin yerine getirmeliyiz ya da ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliği'ne girmeliyiz söylemleriyle ve politikasıyla bir yere varmak ve Türkiye'ye iyilik etmek imkânsızdır. Konuya, çok fazla değil, Birlik yönetiminin Türkiye politikalarında olduğu kadar stratejik ve gerçekçi yaklaşmak yeterlidir.

İnanıyoruz ki, bazı iş, siyaset ve medya çevreleri ülkemizde Avrupa Birliği yönetiminin kulisini yaptıkları kadar,Türkiye’nin lobiciliğini yapmış olsalardı, ilişkilerimiz şimdiki seviyesinden çok daha ileride olurdu. Avrupa Birliği bünyesinde Türkiye’nin lobiciliğini yapmış olsalardı, ilişkilerimiz şimdiki seviyesinden çok daha ileride olurdu.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Görüldüğü gibi, Avrupa Birliği meselesi kolay geçiştirilecek ve halledilebilecek bir mesele değildir. Her şeyden önce bu ilişkileri ve olup bitenleri ciddiye almak gerekir. Çünkü, Milliyetçi Hareket'e karşı ileri geri konuşmak ve yalan yanlış yorumlar geliştirmek çözüm değildir.

Avrupa Birliği yönetiminin Türkiye vizyonundaki eksikliklere ve yanlışlıklara işaret etmek kimseyi ürkütmemelidir. Yine, Birliğin yaklaşımları karşısında, hem duyarlı ve stratejik, hem de ihtiyatlı ve bilinçli bir politika geliştirmek kimseyi telaşlandırmamalıdır.

Birçok AB yöneticisi ve kurumunun Türkiye'ye yönelik iki yüzlü ve önyargılı tavırlarını sorgulamayanların, milli duyarlılıklarımızın ön planda tutulmasından aşırı rahatsız olmalarını izah etmeleri imkânsızdır.

Bunun yanında, ülkemize karşı mali yükümlülüklerini yerine getirmekten ve geleceğe dair ümitvar bir politika izlemekten ısrarla kaçınan Birlik yönetiminin, ayrılıkçılığa ve terörist örgüt mensuplarına yakın ilgi göstermesini bırakınız onaylamayı, anlaşılır bulanları bile hoş karşılamak mümkün değildir.

Son günlerde "idam cezası" konusunun gündeme getiriliş şekli ve zamanı da, iyi niyetten ve samimi bir insan hakları anlayışından ne kadar uzak olduklarını göstermesi için yeterlidir. Hem Avrupa Birliği yöneticilerinin, hem de Türkiye'deki bazı çevrelerin, bütün meseleler halledilmiş ve ortada tek mesele olarak idam cezasının tamamen kaldırılması kalmış gibi bir yaklaşım içinde olmalarını başka türlü izah etmek imkânsızdır.

Sadece Ulusal Program'da değil, doğrudan Birlik yönetiminin eseri olan Katılım Ortaklığı Belgesi'nde de idam cezasının kaldırılmasının orta vadede değerlendirileceği ifade edilmişken, yaklaşık bir aydır yürütülen kampanya ne içindir? Yine, hükümet etme sorumluluğunu paylaşan bir şahsiyetin bölücü-yıkıcı örgüt mensuplarını cesaretlendirici ifadeler içeren demecini hoş karşılamak ve kolayca geçiştirmek mümkün müdür?

Bazı muhalefet partileri yöneticilerinin bu süreçte izlediği siyaset, özellikle de partimize yönelik demeçlerinde ortaya koydukları görüşler, aslında yeni bir panik havasını yansıtmakta ve tutarsızlıklarının adeta canlı bir itirafı olmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi'nin terörist başının yargılama sürecinden itibaren ortaya koyduğu yaklaşımlar bellidir ve hiç değişmemiştir. İdam cezasının sınırlarına dair çerçeve de anayasa değişikliğiyle birlikte hayata geçmiştir. Yani, savaş, yakın savaş hali ve terörizm suçlarına idam cezasının uygulanması gerektiği karara bağlanmıştır.

Bir kez daha vurgulamak gerekirse, Milliyetçi Hareket Partisi'nin idam cezası ve teröristbaşı hakkında söyledikleri en başından beri bütün açıklığıyla ortadadır. Milliyetçi Hareket, son zamanlarda yeniden açılan "idam cezasının tamamen kaldırılması kampanyaları" karşısında da, tutarlılığını koruyan ve ne söylediği belli olan bir parti olmuştur.

Bu dönemde, maalesef, bütün bunlardan habersiz izlenimi veren, ancak ne hikmetse Milliyetçi Hareket Partisi'nin görüşlerini kendi siyasi dillerine tercüme ederek kullanmaya çalışan parti yöneticilerine de rastlanmıştır. Bu gerçek, her zaman olduğu gibi, partimize dil uzatmaya çalışarak siyaset üretme gayretinde olanların ne dediklerine dikkatlice bakıldığında gözlenmektedir.

Bir yandan Milliyetçi Hareket'i eleştirmeye, diğer yandan da Milliyetçi Hareket'i kopya etmeye uğraşanlar, aslında bir başka açıdan da tutarsızlıklarını ve siyaset üretememe sıkıntılarını ortaya koymuş olmaktadırlar. Her fırsatta, Hükümetin, Meclisi dışladığından şikayet eden bir çok muhalefet partisi yöneticisi, her nedense hayati ve milli bir konuda meclisin iradesine başvurulması önerildiğinde rahatsız ve tedirgin olmuşlardır.

Milletimizin hassas olduğu konularda bütün partilerin Yüce Meclis'te açıkça görüş serdetmesi ve tercihlerini ortaya koyması çok mu zordur?

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Huzurlarınızda son olarak, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye'mize karşı sergilediği, bizce çok çirkin ve haksız, ama kendileri tarafından bilinçli bir tercihin ürünü olan kararı üzerinde durmak istiyorum.

Tabii bu karar, Avrupa Parlamentosu'nun tarih önünde ülkemize ve milletimize karşı işlediği suçların sadece bir tanesi ve şimdilik en sonuncusudur.

Bilindiği gibi, Avrupa Parlamentosu 28 Şubat tarihinde, yani geçtiğimiz Perşembe günü Brüksel'de yapılan Genel Kurul toplantısında "Güney Kafkasya Raporu"nu ve bu rapor bağlamındaki karar tasarısını büyük bir çoğunlukla onaylamış bulunmaktadır.

Bu kararda, maalesef Avrupa Parlamentosu'nun "sözde Ermeni soykırımı"nı tanıyan ve Türkiye'nin de tanımasını isteyen 1987 tarihli karar hatırlatılmakta ve ülkemize Ermenistan ile "uzlaşma temeli oluşturma" çağrısı yapılmaktadır.

Tarih ve jeopolitik bilgisinden, insaftan ve dostluktan tamamen uzak dayatmacı bir mantığın ürünü olan bu kararda, Türkiye'mizden alay edilircesine Avrupa ile bütünleşme arzusuna uygun adımlar atması istenmektedir.

Avrupa Parlamentosu'nun aldığı bu karar, her şeyden önce ülkemize karşı sahip olunan ön yargılı ve ırkçı yaklaşımın yeni bir tezahürüdür. Bu açıdan da şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

Soykırım saplantısı, sadece tarih bilgisi ve bilinci olmayanların bir milletin tarihini nasıl tahrif ettiğine dair çarpıcı bir örnek değildir. Aynı zamanda, Türk Milletine karşı gerçek bakış açılarını yansıtan, Türkiye'nin Avrupa Birliği yoluna sürekli ve çeşit çeşit mayınlar döşendiğini gösteren bir yaklaşımdır.

Daha dün toplanan, kültürler ve dinler arası diyalog ortamı yaratmak için çok önemli bir zemin olan İstanbul Forumu'nun özüne de ihanet eden bu yaklaşım biçimi, maalesef acı bir gerçek olarak ortada durmaktadır.

Demokrasinin beşiği olmakla övünen bir çok Avrupa ülkesinin temsilcilerinden oluşan çok milletli bir Parlamento'nun "Ermeni Diasporası"yla aynı paralelde hareket etmesi, yalnızca Türkiye'nin dostluğuna indirilmiş büyük bir darbe değil, aynı ölçüde demokrasinin ruhunu da kirleten bir teşebbüsü ifade etmektedir.

Aynı kararda, bir taraftan Türk devleti ve milletinin tarihine ve onuruna dil uzatıp, diğer taraftan da ülkemize Avrupa ile bütünleşme arzusuna uygun adımlar atması önerilerek ikinci bir çirkinlik daha sergilenmektedir.

Böyle bir anlayış, en hafif tabirle söylemek gerekirse, olabildiğince art niyetli ve önyargılı bir bakış açısını yansıtmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunda ilerlemesi için hangi ön şartların arandığı ve dayatmaların yapılmak istendiği bir kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Zaten, Birlik yönetimi ülkemize zarar veren yıkıcı ve bölücü terör örgütlerini mücadele listelerine almayarak, onlarla kararlı bir şekilde mücadele etmeyerek daha önce de gerçek niyetini ortaya koymuş bulunmaktadır.

Sözün kısası, Avrupa Birliği yönetiminin tercih ettiği yöntem de, üslûp da yanlış ve çirkindir. Birlik yönetimi, aslında sadece Türkiye'nin önüne duvarlar örmekle kalmamakta, 21. yüzyılın hoşgörü, diyalog ve dayanışma yüzyılı olmasını da isteyerek veya istemeyerek engellemektedir.

Bilinmelidir ki, üyelik tercihi, Türkiye'den önce Avrupa Birliği'nin öncelikli bir meselesidir. Ama bu gerçek, Birlik yönetiminden önce, ülkemizdeki duyarsız çevrelerce idrak edilmeyi beklemektedir.

Dünya ve Türkiye gerçeklerini, bıkmadan, usanmadan anlatma görevi ise öncelikle Milliyetçi Hareket'e aittir.

Türkiye'mizin yeni çağdaki zorlu yolculuğuna millî kimlik ve şahsiyeti ile üniter yapısına zarar gelmeden devam etmek, bizim temel varlık sebebimizdir.

Milliyetçi Hareket, her zaman bu inanç ve kararlılıkla yoluna devam edecektir.

İnanıyoruz ki, Türk Milleti haklılığımızı, samimiyetimizi ve gayretlerimizi her geçen gün biraz daha görmekte ve kabul etmektedir.

Türk Milliyetçileri için, ödüllerin de, mutlulukların da en büyüğü budur.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha selamlıyor, saygılar sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı