Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, “Kritik bir aşamaya ulaşan iç ve dış tehditler hakkında” yapmış oldukları basın toplantısı. 6 Ağustos 2012
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
“Kritik bir aşamaya ulaşan iç ve dış tehditler hakkında”
yapmış oldukları basın toplantısı.
6 Ağustos 2012

 

Muhterem Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Konuşmamın başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Ciddiyet ve önem derecesi hızla yükselen iç ve dış bazı gelişmeleri ele alacağımız bugünkü basın toplantımıza hepiniz hoş geldiniz.

Türkiye bir yanda iklim şartlarının neden olduğu kavurucu sıcaklığı yaşarken, diğer yanda yoğun bir gündem taarruzu altında bulunmaktadır.

Mübarek günlerin anlam ve ruhuna nüfuz ettiğimiz şu günlerde, huzur kaynaklarımız maalesef kurumakta, istikrar ışığımız gittikçe körelmektedir.

Yakın coğrafyalarda kaynayan isyan ve istikrasızlık kazanı her geçen gün içinde bulunduğumuz bölgesel direnci ve dengeyi eritmektedir.

Yaklaşık bir asırdır yapboz tahtasına çevrilen Ortadoğu’nun, sınırlarının yeniden çizilmesi, etnik ve mezhep koordinatlarının tekraren belirlenmesi amacıyla küresel emperyalizm fazla mesaisine bıkmadan, yorulmadan devam etmektedir.

Kanın oluk oluk akması, canların aritmetik bir biçimde kaybolması ve birikimlerin yerle bir olması bu süreçte kimsenin duyarlılık gösterdiği veya umursadığı bir konu değildir.

Şehirler yakılmakta, insanlar katledilmekte ve değerler yıkılmaktadır.

Caddeler, sokaklar, yollar ve gelecek umutları tarumar edilmektedir.

Ortadoğu kutuplaşmanın ve kaosun pençesinde can çekişmekte, çare ve çıkış yolu gözlemektedir.

Ve üzülerek görüyoruz ki amansız, kuralsız, insafsız ve ahlaksız bir kapışma komşu ülkeleri eline geçirmiş ve kıskacına almıştır.

Demokrasi ve özgürlük çığlıkları; kanın, gözyaşının ve feryatların üstünü kapatmıştır.

Batılı güçler ve bölgesel taşeronları vasıtasıyla birbirini yok etmeye saat gibi kurulan taraflar daha fazla öldürmek, daha fazla kıymak ve daha fazla katliam yapmak için adeta yarış içine girmişlerdir.

Bu manzara içinde adalet, hürmet, merhamet ve şefkat yoktur.

Bu tabloda anlaşma, uzlaşma ve buluşma renkleri yer almamaktadır.

Varsa da yoksa da silahın dili, bombanın mesajı, tankın ve topun üslubu ön plandadır.

Suriye ölçeğinde yaşanılan felaket ve fecaatler bize bunu net olarak göstermektedir.

Özgür Suriye Ordusu ile Esad yönetimi arasındaki kanlı hesaplaşmanın ve çarpışmanın kabaca ve yüzeysel olarak tanımı bu şekilde yapılabilecektir.

Bilinmelidir ki, 17’nci ayına giren Suriye’deki olaylar insani ölçü ve sınırları çoktan aşmıştır.

Şiddet sarmalı, cinayetler yığını bu ülkeyi boğazlamış ve dermansız bırakmıştır.

Halep ve Şam’daki vahşiyane nitelikli görüntülere neden olan karşılıklı saldırılar hakikaten hepimiz açısından kaygı vericidir.

Bugüne kadar Suriye’de 20 bine yakın insan hayatını kaybetmiştir.

Şam ve Halep’in yanısıra; Rakka, İdlip, Hama, Humus olayların yoğun olduğu yerleşim yerleri olarak dikkat çekmiştir.

Muhalif unsurlarla Şam yönetimi birbirini ezerek, şehirlerde acımasız ve insanlık dışı yöntemler kullanarak hâkimiyet mücadelesi vermektedir.

Adını koymak gerekirse diyebiliriz ki, bugün Suriye iç savaşın tam ortasında kıvranmakta ve kırılmaktadır.

Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın, 31 Ağustos itibariyle görevini bırakma kararı da, Suriye’deki kanamanın pansuman yöntemlerle giderilemeyecek kadar ağırlaştığına ve diplomatik yolların tıkanmaya başladığına işaret etmektedir.

Suriye artık bölünme ve parçalanmanın eşiğindedir.

Etnik ve mezhep temelli volkan püskürttüğü lavlarla Suriye’nin varlığını, birliğini ve umutlarını kaplamış durumdadır.

Gelişmeler Esad rejiminin her geçen gün zayıfladığını ve güç kaybettiğini göstermektedir.

Suriye merkezi yönetiminin alan hâkimiyetini kaybederek şehir odaklı mücadeleye yönelmesi beraberinde birçok sorunu da ortaya çıkarmıştır.

En başta Şam idaresinin bazı şehirlerden geri çekilerek kuvvetlerini daha stratejik gördüğü noktalara yığma hamlesi yüz yüze kaldığımız sıkıntı ve açmazların teşvik edici unsurlarından birisi haline dönüşmüştür.

Suriye’nin kuzeyindeki tehlikeli oluşumlar, bölücü terör örgütü PKK ve uzantısı PYD’nin otonom hareketleri, sınırlarımızın hemen bitişiğinde bekamız açısından meşru olmayan bir yapının inşasına yol açmıştır.

Özellikle Kamışlı, Kobani, Afrin, Amude, Derika ve Hemko’da PKK, PYD ve peşmerge unsurları ittifak halinde kontrolü ele geçirmişlerdir.

Hükümet binaları bölücü örgüt paçavraları ve İmralı canisinin posterleriyle donatılmış, silahlı militanlar söz konusu şehirlerde denetim ve sözde asayiş görevine soyunmuşlardır.

Irak’ın kuzeyinde Barzani tarafından eğitilip Suriye’ye sevk edilen peşmergeler herkesin, bilhassa da AKP hükümetinin gözü önünde güney sınırlarımıza düşmanlık eğilimleri içinde intikal etmişlerdir.

Ortaya çıkan tüm emareler dört parçalı büyük Kürdistan’ın kurulması için ısrarlı bir gayretin varlığını kanıtlamaktadır.

Yakın coğrafyalarla ilgili tarihi hesap ve hedefi hiç bitmeyen Batılı güçler, Kürdistan’ın hayata geçmesi için çaba sarfetmekte ve katkı vermektedir.

Diğer taraftan Esad yönetiminin PKK ve PYD’ye kulvar açması, ülkesinin kuzeyini Türk milletine husumet, Türkiye’nin üniter ve milli yapısına diş bileyen çevrelere deyim yerindeyse teslim etmesi tesadüf görülmemelidir.

AKP hükümeti Suriye’deki iç savaşın tarafı ‘Özgür Suriye Ordusu’nu destekleyip arkasında durdukça, Esad’ta vaktini boş geçirmemekte ve özellikle bölücü mihrakları daha da üzerimize kışkırtmaktadır.

Bu itibarla Başbakan Erdoğan’ın sözleri ve politikaları Türk milleti için çok acı ve olumsuz neticelere vesile olmaktadır.

Dikkatimizi çeken en kritik husus, Suriye’nin kuzeyinde yuvalanmış bölücü terör yapılarının Esad’a karşı verilen mücadelenin içinde yer almayışıdır.

Kaldı ki Barzani ve taraftarlarının da aynı tavır ve tercihin içinde olduğu görülmektedir.

Burada üzerinde tartışılması gereken husus; Esad- Barzani-PKK-PYD arasında nasıl bir bağ ve bağlantının olduğudur.

Muhtemel kirli ve karanlık bu koalisyonun ilk ve öncelikli hedefi şüphesiz Türkiye ve Türk milletinin mevcudiyetidir.

AKP hükümetinin yanlışları, hezeyan ve hezimete yol açan adımları ülkemizi stratejik derinliğin girdabına böylelikle savurmuştur.

İktidar, muhalifleri besleyip yabancı istihbarat kanalıyla silahlanmalarına göz yumdukça Esad da PKK kozunu alçakça kullanmıştır.

Bununla birlikte Kürdistan’ın hayalden gerçeğe dönüşme istikametine girmesi iktidarın başkent Ankara jeopolitiğinden BOP’un angajman ve kabullerine sıkışmasını daha da hızlandırmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın bu kapsamda; “Oldubittilere göz yummayız, eyvallah etmeyiz, yeni haritalara izin vermeyiz” sözleri kuru gürültüden ve boş avunmalardan başka bir anlama gelmemiştir.

Olan olmuş, PKK ve himayecileri sınırlarımızın hemen ötesinde Türk devletine meydan okuyan bir konum, özellik ve avantaja ulaşmışlardır.

Bu süreç geri dönülmesi çok zor olan bir ortama kapı aralamıştır.

AKP hükümeti çöken, çözülen ve çürüyen politikalarıyla Türk milletinin önüne kazılan kuyuyu fark edememiştir.

Kaldı ki, Türk milletinin tüm kırmızı çizgileri bu iktidar eliyle silinmiş ve ihlal edilmiştir.

Suriye’deki vuruşmaya ve iç kavgaya açık tarafgirlik milli menfaatlerimizi yerle bir etmiş ve bir asırlık Sevr rüyasının uyanmasına zemin hazırlamıştır.

Nitekim Suriye’nin dağılması, parçalanması ve bileşenlerine ayrılması Türkiye ve bölge ülkeleri için ağır bir maliyetin fatura edileceği gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

Hükümet bunu görmemiş veya inatla görmek istememiştir.

Sözde etkin, aktif, ön alan, tabuları yıkan, insiyatif kullanan ve belirleyici olduğu iddia edilen dış politika anlayışıyla ne yazık ki ülkemiz Ortadoğu kördüğümünün içine hapsedilmiştir.

BOP’un acentası olan bu kafa yapısının ülkemizi nasıl bir cendereye ve cehennem azabına soktuğu gün geçtikçe daha iyi anlaşılmıştır.

Tam bir çelişki yumağına dönüşen Dışişleri Bakanı da kötürüm politikaların başlıca müsebbibi olarak dikkat çekmektedir.

Ortadoğu’daki sınırların yapay olarak belirlendiğini ifade eden bu zihniyetin, Kamışlıyla Musul arasına duvar örülmesinden rahatsızlık duyan düşünceleri bir yönüyle Kürdistan’a rıza gösteren bir yaklaşım olarak da değerlendirebilecektir.

Daha küçük ölçeklere bölünmeyi değil de, daha büyük ölçeklerde bir araya gelmeyi öneren ve Suriye’nin kuzeyinde kırmızı çizgilerimizin belirli şartlar çerçevesinde olmayacağını duyuran bakanın, 19.yüzyılda batı çıkarlarını gözeten nazırlara bile taş çıkartması şaşkınlıkla izlediğimiz bir durumdur.

Bu yorumumuz, emin olunuz ki abartı ve afakî değildir.

Kime ve neye hizmet ettiği tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan bu hükümet üyesi, Türk milletini fantezi ve egolarıyla vahim bir açmaza sürüklemiştir.

Hatta Dışişleri Bakanı’nın yanıbaşımızdaki mahvoluş ve yıkılışı,  ‘Bölgede yüzyılın tasfiyesi yaşanıyor’ diyerek olumlu anlam yüklemeye kalkışmasını, düştüğü ufuksuzluğun ve omurgasızlığın ispatı olarak da görmek lazımdır.

Bu gelişmeler işin aslında Kürdistan’ın kontrollü inşası konusunda AKP’nin ikna edildiğini göstermektedir.

Vatan topraklarımızda özerk Kürdistan’a vurgu yapan ve sözde başkent isimleri arasında Diyarbakır’ı da sayan küstahlar, kurşun gibi ağır bugünkü ortamdan hemen istifade ederek akbabalar gibi kanat çırpmaya başlamışlardır.

Kabul edilmelidir ki, hükümet Türk milletinin kaderiyle ve geleceğiyle oynamaktadır.

Bir bakıma ileri demokrasi ambalajlı ustalık dönemi aziz milletimizin aleyhine ne varsa hayata geçirilmesi olarak formüle edilmiştir.

Bu sakat ve marazi siyaset mantığının Türkiye’yi içine düşürdüğü stratejik zafiyet ve bulanıklık elbette telafisi gün geçtikçe imkansızlaşan sorunlara meydan vermektedir.

Bunu da kabul etmemiz ve onaylamamız tabiatıyla mümkün değildir.

Başbakan Erdoğan’ın temelsiz, yersiz, gereksiz ve idealsiz iç ve dış politikaları en sonunda duvara toslamıştır.

AKP her alanda çuvallamış, her konuda başarısız olmuştur.

Şu gerilemeye bakınız ki, BOP’un sığ sularında karaya oturan AKP gemisi hızla su almakta, panik ve can havliyle Barzani’den can simidi dilemektedir.

Türk milleti bu art niyetli siyaset pratiğinin sebep olduğu olumsuzluklar ve hatalar zincirini vakit çok geç olmadan artık görmeli ve anlamalıdır.

 

Değerli Basın Mensupları,

İşin daha da endişe verici boyutu ve kabul edilemez tarafı ise AKP’nin, Irak’ın kuzeyinden medet umar hale gelmesidir.

Barzani’nin, AKP dış politikasının öznesi ve değişmez faktörü olarak varlığını göstermesi, neresinden bakarsak bakalım çaresizliğin ve acziyetin ilanıyla eşdeğer bir manaya gelmektedir.

Dün pasaport vererek Ankara’ya çağırdığımız kişilerin bugün ayağına gidilmesi milletimizin kuvvet ve kudretiyle bağdaşmamaktadır.

Dışişleri Bakanı’nın en son Erbil ziyareti bunu göstermekte ve hepimize bu sarih gerçeği hatırlatmaktadır.

Şu talihsizliğe bakınız ki, Barzani AKP’nin Ortadoğu sığınağı ve dış politika limanı olmuştur.

Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerin peşmerge yönetimiyle konuşulması bu konudaki birinci muhatabın kim olduğunu yeniden teyit etmiştir.

Barzani’nin, peşmerge kamplarında militanları eğitip Suriye’ye yönlendirdiği şüphesiz ve herkesin bildiği gerçekler arasındadır.

Suriye’deki Kürt grupları Erbil’e toplayıp kısa ve uzun vadeli planlamalara ev sahipliği yapan aynı kişidir.

Hatırlanacak olursa, 12 Temmuz tarihinde Barzani öncülüğünde  bir araya gelen Suriyeli Kürtler, birlikte hareket etme kararı almış ve bu toplantıda, terör örgütü PKK'nın Suriye yapılanması PYD'nin de yapılan anlaşma gereği Kürtlerden oluşturulan heyete dahil edilmesi kararlaştırılmıştır.

Ayrıca devamlı surette bağımsızlık mesajlarıyla birlikte Irak merkezi yönetimine gözdağı veren de yine Barzani’nin kendisidir.

AKP BOP’un locasından seyre dalarken, Kürdistan provası yapanların ve bunun için küresel çevrelerden icazet arayışında olanların kim ya da kimler olduğu ise gayet net ve belirgindir.

O halde Irak’ın kuzeyinden ne umulmuş ve ne beklenilmiştir?

“Bölgesel yönetim mesajımızı aldı” diyerek avunan AKP zihniyetinin, bugüne kadar abi, kardeş, dost gördüğü Barzani’yle ne yaptığı, geçtiğimiz bir yıl içinde gerçekleştirilen temaslarındaki maksadın neye dönük olduğu kesinlikle boşlukta kalmıştır.

Bugüne kadar Türkiye’nin mesajlarını anlamayan, algılamayan ve bir türlü benimsemeyen peşmerge yönetimi, şimdi mi hizaya gelmiş ve yanlıştan dönmüştür?

Buna ne inanacak ne de kanacak kimse yoktur.

Peki, mesajı almıştır da gereğini yapmak üzere eylem ve iyi niyet gösterisine soyunmuş mudur?

Hala PKK’lı caniler Irak’ın kuzeyinden sevk ve idare edilip milletimizin canına kast ederken Barzani’ye neyin mesajı iletilmiştir?

Yoksa Başbakan Erdoğan, Obama’yla yaptığı telefon görüşmesinde aldığı yeni tavsiyelerden Barzani’nin payına düşeni bildirmek üzere bakanını mı görevlendirmiştir?

Kabul ve itiraf edilmelidir ki, AKP hükümeti Türk milletini avutmakta ve oyalamaktadır.

Dozu artan bir şekilde Kürdistan devletine kucak açmaktadır.

Esasen kendisinin rıza gösterdiği bu tarihi ihanete, milletimizin nasıl tepki ve karşılık vereceğini tam kestiremediğinden meseleyi zamana yaymakta ve kamuoyu algısını oluşturmaya çalışmaktadır.

Ardı arkasına Suriye’deki Kürt guruplarından ve Kandil’deki fitne merkezinden bu ülkenin kuzeyi bağlamında ülkemize mesajlar yağdırılmaktadır.

Şayet Türkiye müdahale ederse bunun çok kanlı olacağı ve cevapsız kalmayacağı duyurulmaktadır.

Sınırlarımız bu bakımdan oldukça hareketli ve tedirgindir.

Karşılıklı restleşmeler artarak devam etmektedir.

Bununla da yetinmeyen Suriye’nin kuzeyindeki hayalperestler, medya kanalıyla Türkiye’ye konfederasyon teklifinde dahi bulunmaktadır.

Bölünerek büyüme politikası işte tam da budur.

Önce özerklik, peşi sıra federasyon, takip eden zaman içinde konfederasyon ve en nihayetinde çok uzak olmayan bir zaman aralığında da Kürdistan’ın kurdelesi BOP müdavimleri tarafından kuvvetle muhtemel kesilecektir.

BOP’un final sahnesinde Kürdistan ve Barzani’nin, koltuk derdinde olan seyircileri selamlamak için reverans yapacağı şimdiden belirginlik kazanmıştır.

Bu, batının siyaset laboratuarlarında tezgâhlanmış ve sinsice projelendirilmiş yüzyıllık bir tuzaktır.

Türk milleti bu doğrultuda kapana kıstırılmak üzeredir.

AKP’nin ağzına çalınan bir parmak bal aslında etki ve tesiri sonradan ortaya çıkacak zehirdir.

Analar ağlamasın propagandası, İmralı ve Kandil’le pazarlıklar bu aşamaya giden etaplardan yalnızca birisidir.

Oslo müzakereleri, yerel yönetimlerde reform adıyla başlatılan eyalet teklifleri bunun bir uzantısıdır.

İyi şeyler olacak diyerek başlatılan yıkım projesi ve büyük umutlar bağlanan Habur rezaleti karşı karşıya kaldığımız bugünkü vakaların doğal bir uzvudur.

Suriye’nin kuzeyini kapsamına alan özerklik ve yerel parlamento taleplerinin bu bakımdan Kürdistan’ın, Irak’ın kuzeyinden sonraki ikinci ara istasyonu olacağı açıktır.

Irak’taki gelişmeleri okuyamayan AKP hükümeti, Suriye’de de yanılmakta ve bilerek veya bilmeyerek ısrarla ucu görünmeyen tünele doğru hızla yol almaktadır.

Dün Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan hükümet bugün Erbil’i siyaseten muhatap haline getirmiştir.

Geçmişte Irak’ın bölünmez bütünlüğü tercihini sürekli vurgularken, şu an itibariyle Maliki yönetimiyle her konuda hemen hemen ters düşmüştür.

Süreç Irak ile Türkiye arasındaki gerginliği had safhada yükseltmiştir.

AKP hem ülkemizin hem de komşu coğrafyaların bölünmesi için aldığı küresel görev itibariyle manevra üstüne manevra yapmaktadır.

Bu bile başlı başına ısmarlama olduğu bugün daha iyi anlaşılan sıfır sorun politikasının iflas ve imha olduğuna dair bir göstergedir.

Dışişleri Bakanı’nın Erbil temaslarının ardından Kerkük’e gitmesi ve buna Irak merkezi yönetiminin “tutuklarız” tepkileri altında ülkemize nota vermesi, Türkiye’nin sürüklendiği alacakaranlık kuşağı ve köhnemişliği açık etmesi bakımından önemli bir faktördür.

Dileğimiz, bizim planladığımız Kerkük ziyaretimiz üzerine, birden bire aklına bu Türkmen kenti gelen Dışişleri Bakanı’nın ve hükümetinin, Türkmen kentleriyle ön almak ve istismar adına değil de samimi bir şekilde ilgilenmeleridir.

 

Kıymetli Basın Mensupları,

Yıllarca yüzüstü bırakılan Türkmenlerin, AKP’nin hatırına dönemsel ve zorunlu nedenler dâhilinde gelmesi olumlu bir gelişme olmakla birlikte yeterli ve yerinde değildir.

Türkmenlerin birliği, Türkmenlerin asli unsur olduğu gerçeğinden hareketle haklarının savunulması için ne gerekiyorsa yapılması milletimizin en tabii beklentisidir.

Suriye’de tüm gurupların sesi ve talepleri dillendirilirken Türkmenlerin ihmal edilmesi asla onaylayacağımız bir husus olmayacaktır.

Tüm çevreler Türkmenler olmaksızın ve bu büyük varlığı dikkate almaksızın hiçbir mücadelenin kalıcı hale gelmeyeceğini iyi bilmelidir.

Yerlerinden terke mecbur bırakılan Türkmen kardeşlerimize ülkemiz bütünüyle kucağını açmalı ve taleplerini karşılamak için ne gerekiyorsa yapmalıdır.

Öncelikle barınma ve temel ihtiyaçlarını tatmin etmek amacıyla hazırlıklar acele olarak yerine getirilmelidir.

Yayladağ’da bir Türkmen kampı kurulmalı ve buraya yerleştirilen kardeşlerimizin, milletimizin yardım ve desteğiyle var olan ve acileyet arz eden sorunları hafifletilmelidir.

Türkmenler bizim gözbebeğimizdir.

Ve Türk milletinin asli unsurlarındandır.

Suriye’de sayıları 3 milyonu geçen Türkmen mevcudiyetinin tesadüflere bırakılmaması mutlak anlamda zarurettir.

Suriye ve Irak’taki istikrarın Türkmenlerin huzur ve rahatıyla yakından ilişkili olduğunu hiç kimse aklından çıkarmamalıdır.

Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğüne tam bir sadakat içinde tüm kesimlerin temsil ve katılımının sağlanarak, bu ülkelerdeki sancılı seyrin bertaraf edilmesi mümkün hale gelebilecektir.

Bu aynı zamanda bizim en içten ümit ve tavsiyemizdir.

AKP hükümeti de girdiği karanlık istikametten yol yakınken dönmeli ve komşu ülkelerin içişlerine müdahale anlamına gelebilecek her nevi ilişki ve irtibatlardan uzak durmalıdır.

Aksi taktirde ortaya çıkabilecek badireler iktidarın kendisi ve bilhassa ülkemiz için tamiri ve tashihi çok zor olacak gelişmelere neden olacaktır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Komşu coğrafyalardaki sorunların cesameti fazlalaşırken ülkemizde bundan hissesine düşen payı almaktadır.

Bu paralelde etnik ve mezhep temelli sorunlar katlanmakta ve artmaktadır.

Malatya’nın Sürgü beldesinde yaşanan olaylar bunlardan birisidir.

Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimize yönelik saldırı ve tahrik kampanyasının dışarıdaki gelişmelerden bağımsız olarak değerlendirilmesi bugünkü ortamda pek mümkün değildir.

Sünni ve Alevi kardeşlerimizi karşı karşıya getirmeye dönük provokasyonların, ülkemizin dirliğini ve milletimizin birliğini sarsmaya dönük ahlaksız bir tertip olduğu gün gibi ortadadır.

Yakın bir geçmişte Adıyaman, Erzincan, Gaziantep ve İzmir’de bu minvaldeki teşebbüslerin varlığı hepimizin bilgisi dâhilîde olup hala hafızalarımızdadır.

Bu itibarla herkes sağduyulu olmalı ve maksatlı yönlendirmelere kapılmamalıdır.

Alevisiyle Sünnisiyle milletimiz bir bütün ve bir aradadır.

Herkesin inancı saygıdeğer ve eşsizdir.

Kimsenin inancı ve inanışı kimseyi ilgilendirmemektedir.

Cami-Cemevi cepheleşmesini tesis ve temin etmeye uğraşanlar inanıyorum ki emellerine muvaffak olamayacaklardır.

Alevi-Sünni ayrımını kaşıyarak düşmanlık eksenine taşımaya niyetlenen gafillere ve provokatörlere karşı herkes temkinli ve hassas olmalıdır.

Komşu coğrafyalardaki mezhep ihtilafının içimizi karıştırmaması konusunda özen ve dikkat gösterilmesi Türk milletinin her ferdinin sorumluluğu altındadır.

Hükümet bu meseleyi geçiştirmemeli, milli ve manevi değerlerimizi alet ederek husumet üreten bedbahtlara mutlaka haddini bildirmelidir.

Diğer taraftan İstanbul Ayazağa ile Muğla Dalyan’daki gerilim bizi bir hayli endişelendirmiştir.

Küçük bir kıvılcımın anında etnik hüviyete bürünmesi ve toplumsal huzursuzluğu körüklemesi tasvip etmediğimiz ve üzerinde dikkatle durulması gereken patolojik bir vakıadır.

Tartışmasız Türk-Kürt çatışması için kollarını sıvayan iç ve dış mihraklara aradıkları fırsatı vermemek hükümetin en asli görevleri arasındadır.

Bölücülüğün ve etnik terörün şiddet ve saldırılarını arttırdığı bugünlerde, çok nazik bir ortamın vasat bulduğu şüphesizdir.

Türk milletini ayırmayı ve bölmeyi aklından geçiren, kardeş kavgasına düşmesini bekleyen ne kadar ahlaksız varsa ne ilginçtir ki faal halindedir.

Milletimiz içten çökertilmek ve çözülmek için yerli ve yabancı oluşumların hedef tahtasındadır.

Ortadoğu’daki kontrolsüz süreç bu haliyle ülkemizi tedirgin ve taciz etmektedir.

Böyle bir ortam ve gündem içinde, Cumhurbaşkanlığı görev süresiyle ilgili tartışmaların tekrar tırmanması akıl alır gibi değildir.

Sayın Abdullah Gül’ün iki yıl sonraki bir seçim için, danışmanı vasıtasıyla görüşlerini belirtmesi, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili yapılan kanun değişikliğinde ifade bulan şahsının iki defa seçilmesini engelleyici yaklaşımlardan ve eski partisinden bazı isimler tarafından verilen beyanatlardan kırgın ve üzgün olduğunu dile getirmesi abesle iştigaldir.

Bunları ülkemizin içinde bocaladığı sorunların üstünü “güllü şal” ile örtme ve öteleme çabası olarak gördüğümüzü ve bu açıklamaların kayda değer ve makul hiçbir yanı olmadığını ifade etmek istiyorum.

Sormak lazımdır ki, Sayın Gül acaba üzülecek ve kırılacak başka bir şey bulamamış mıdır?

Madem Başbakan Erdoğanla kardeşlikten öte bir hukukları vardır, o halde danışmanına söz konusu beyanları neden verdirmiş, böyle bir şeye neden gerek duymuştur?

Türkiye’nin bu kadar sosyal, siyasal ve ekonomik problemi varken, Türk milletinin üzerinde bu denli musibet bulutları dolaşırken Sayın Gül’ün danışmanı aracılığıyla kendi ikbali izdüşümünde üzüntülerini paylaşmasının anlaşılır ve izah edilebilir hiçbir yanı yoktur.

Sayın Gül daha ne istemektedir? Daha neyi beklemektedir?

Türk milleti kendisini her mevkie taşımış ve en kritik görevlerin emanetini vermiştir.

Eğer Başbakan Erdoğanla bir sorunu var ise bunu gazetelere beyanat verdirerek değil de baş başa konuşması ve çözüm yoluna kavuşturması en tabii yol ve yöntemdir.

Biz göre danışmanlar kanalıyla medya üzerinden karşılıklı bilek güreşine girilmesi devlet yönetimindeki ciddiyetsizliğin ve maskaralığın ifşasıyla aynı anlama gelmektedir.

Türk milletinin bu kadar sorunu varken; iki yıl sonrası için papatya falı açarcasına Erdoğan mı, Gül mü ikilemiyle meşgul edilmesi ayıp ve izansızlıktır.

Yarına bile kimin çıkıp çıkmayacağının belli olmadığı fani hayatta, bu ikili arasındaki soğuk rüzgârların ve koltuk hırsının öncelikle Türkiye’nin devlet adabıyla bağdaşmadığı görülmeli ve idrak edilmelidir.

 

Sayın Basın Mensupları,

Sayın Gül kendisiyle ilgili kırgın ve üzgün olduğunu belirtirken, PKK iki haftadır Şemdinli’de alan hâkimiyeti kurmaya ve kurtarılmış yerler oluşturmaya çalışmaktadır.

İbretle izliyoruz ki, her gün bayrağa sarılı şehit cenazesi gelmektedir.

Her gün analar ağlamaktadır.

Her gün bir değerimiz kaybolmaktadır.

Geçen hafta önce Diyarbakır Lice’de şehit düşen iki evladımızın acısı yüreklerimizde kor gibi dururken, takip kısa süre içinde bu defa da iftar vaktinde, Siirt’in Eruh ilçesindeki jandarma karakolu ve üs bölgesine bölücü hainlerin uzun namlulu silahlarla saldırması sonucunda bir askerimiz şehit düşmüş, 13’ü de yaralanmıştır.

Önceki gün akşam saatlerinde de, Hakkâri-Çukurca karayolu üzerinde bulunan Geçimli Jandarma Karakolu’na 3 ayrı koldan yapılan terör vahşeti sonucunda ne yazık ki, 2’si geçici köy korucusu ve 6’sı asker olmak üzere 8 evladımız şehit düşmüştür.

Ayrıca 15 askerimiz, 1 geçici köy korucumuz ve 5 sivil vatandaşımız da yaralanmıştır.

Acımız, nefretimiz ve bedduamız tarifsiz ve sınırsızdır.

Bu hayır mübarek günlerde canımıza, varlığımıza ve bağımsızlığımıza göz diken bölücü hainleri nefret ve şiddetle telin ediyorum.

Şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, silah arkadaşlarına ve aziz milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum.

Yaralı halde bulunan kardeşlerimize ise acil şifa temenni ediyorum.

Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terörün ve etnik tahriklerin hedefinde, Türkiye’nin milli birliği, toprak bütünlüğü ve milli varlığı olduğu şüphesizdir.

Ülkemiz hem silahlı terörle hem de etnik bölücülükle mücadelede tarihi bir karar arifesindedir.

Konu, bundan böyle milli güvenliğimizi küresel güçlerin keyfine ve müsamahasına bırakamayacak kadar ciddi, vahim ve son derece önemli hal almıştır.

Bugünkü kanlı bilançonun siyasi sorumlusu da AKP hükümetinin gevşek, pısırık ve müzakereye kucak açan politikalarından başkası değildir.

Bölücülüğe gösterilen her tolerans, teröre verilen her ümit kan, gözyaşı ve ağır bir maliyet olarak milletimize yansımıştır.

Artık bölücü terör gerçek anlamda tahammül ve sabır eşiğini çiğnemiş ve yıkmıştır.

Başbakan Erdoğan ve hükümeti Türkiye’nin meçhule doğru sürüklendiğini kesinlikle anlamalıdır.

Bugüne kadar hedef gözetmeksizin eylemlerini artıran bölücü teröre yönelik, iktidarın aldığı yavan, kaygan ve yetersiz önlemler hiçbir etkili ve kalıcı sonuç doğurmamıştır.

Türk milleti, bağrına düşen ateşin yangınıyla imtihan edilirken, hükümetin başka gündemlerin peşine hoyratça ve düşüncesizce düşmesi affedilir gibi değildir.

Kandil’in yerle bir edilmesi ve Kandil’e Türk bayrağının dikilmesi maksadıyla, teröristlerin yuvalandıkları inlerin ve yerlerin yok edilmesi için AKP’nin bir an önce harekete geçmesi gerekmektedir.

Ülkemize yönelen tehditleri en aza indirmek amacıyla; batı ucu Afrin’i ve doğu ucu da Kandil’i içine alacak biçimde tesis edilecek hilal şeklindeki güvenlik kuşağı bir an önce sağlanmalı ve icra edilmelidir.

Küresel çevrelerden icazet ve izinle vakit kaybetmeksizin; millet ve devlet bekasına yönelen melun ve alçak kumpası tesirsiz hale getirmek için milli bir seferberlik içinde tavır ve inisiyatif alınmalıdır.

Bu itibarla AKP hükümetini tarihi ve vazgeçemeyeceği bir görev beklemekte ve zamanı da artık gittikçe daralmaktadır.

Artık Türk milleti her gün şehit naaşı omuzlamaktan yorulmuştur.

Görüyoruz ki PKK açıkça, kurtarılmış toprak parçaları inşa etmeye çalıştığı yerlerde Türk devletiyle cephe savaşı vermektedir.

Mesela 1990’lı yıllarda Şırnak olduğu gibi, PKK terör örgütünün şehir ele geçirme stratejisi adım adım ilerletilmektedir.

Ne var ki ülkemize ağır silahlarla sızan terörist kafilelerin sınır ötesinde nasıl barındıklarını, kimler tarafından beslendiklerini soran ve sorgulayan da bulunmamaktadır.

Düşünebiliyor musunuz PKK vur-kaç taktiğinden doğrudan doğruya Türk ordusuna saldıran bir pozisyona gelmiştir.

Bu düşmanlığın, bu cüretkârlığın gerisinde kimlerin olduğu az çok bellidir.

Atalete teslim olan hükümet, inat içinde Esadla cebelleşmekte, muhaliflerini yedirmekte ve içirmektedir.

Az öncede kısmen değindiğim gibi, anlaşılmaktadır ki, Esad’ın ajanları da PKK’yı üzerimize saldırtmak için her iğrenç metoda müracaat etmektedir.

AKP yönetimi Esad muhaliflerini, Esad ise bölücü PKK terörünü yönlendirmekte ve tetik çektirmektedir.

Bu bir kanlı ve vahşi hesaplaşmadır.

Ve tüm melanetin üzerimize gelmesine neden olan BOP reçetesidir.

Türk milleti, hükümetin belalara kucak ve zemin açan taraflı politikalarının diyetini kanıyla, canıyla ödemektedir.

Şayet Sayın Gül üzülecekse bunlara kafa yormalı ve Dışişleri Bakanı da Halep’e değil Hakkari’ye başını ve dikkatini çevirmelidir.

PKK’yı himaye edip destekleyen canilerin ayağına giden iktidar mensuplarının, Türk milletinin varlığına hançer vurmaya çalışan elleri heyecanla sıkması da ihanet resminin fırça darbelerinden birisidir.

Bu gidişata dur demek, bu yanlıştan vazgeçmek zorunluluktur.

Ve terörün kökünü kazımak için Türk devleti tüm milli güç unsurlarıyla devreye girmeli, tam bir dayanışma ve birlik ruhuyla her türlü tavrı almalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi, niteliği milli olan her mücadeleye destek olmaya ve Türk milletinin üzerine çevrilen namluyu sahibinin kafasında parçalamak için alınacak her tedbire katkı vermeye hazırdır.

Parti olarak olması gereken siyasi ve milli kararlılığın gösterilmesi halinde bunun arkasında duracağımızı herkese duyurmak istiyorum.

Zira meselenin vatan ve millet olduğu her durumda; siyasi ve gündelik kısır çekişmelere tevessül etmeden, milli bir sorumlulukla üzerimize ne düşüyorsa yapacağımızdan muhataplarımız emin ve müsterih olmalıdır.

Bu duygularla konuşmama son verirken basın toplantımıza katılan herkesi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, mutlu ve huzurlu günler diliyorum.

Sağ olun, var olun.