Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni. 27 Kasım 2012
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
27 Kasım 2012

 

Muhterem Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Güzide Temsilcileri,

Konuşmama başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

İnsanlık tarihinde öyle anlar, öyle acılar vardır ki; unutulması, akıldan çıkarılması veya hafızalardan silinmesi hiçbir zaman söz konusu değildir.

1332 yıl evvel Kerbale’da yaşanan vahşet ve şiddet bunlardan en hazin ve yaralayıcı olanıdır.

Resullullah efendimizin mübarek torunu Hz. Hüseyin ve yanındakilerin vicdansızca şehit edilmeleri müşterek sızı ve feryat olarak yüzyıllardır Müslümanların yüreğinde taşınmaktadır.

Kerbela; Hicret’in 61. ve Muharrem ayının 10.gününde hüzne boğulmuş ve ilelebet karanlığa gömülmüştür.

Geçtiğimiz cumartesi günü idrak ettiğimiz Aşura Günü’nde bu elemi, her zerremize kadar işlemiş bu keder verici hadiseyi bir kez daha andık, yeniden yaşadık.

Kerbela’nın matemi her Müslüman tarafından yüzyıllardır tutulmakta ve Evlad-ı Resullullah’a uzanan kötü ve kanlı eller her daim lanet ve bedduayla hatırlanmaktadır.

Tümüyle ortadadır ki, iktidar ve saltanat hırsı uğruna kararan kalplerin, körleşen vicdanların, kapanan şuurların nasıl bir canavarlık kisvesine bürünebileceklerine Kerbela’da şahit olunmuştur.

Aşura Günü’nde Peygamberimizin aziz torunu Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi şüphesiz asırlardır İslam âlemini kasıp kavurmuştur.

Aslına bakarsınız Kerbela’da İslam’a kılıç çekilmiş ve İslam’ın kanı akıtılmıştır.

Ve bu şekilde şirkin tarafları, küfrün ve zalimliğin temsilcileri, doğruluğa, temizliğe ve rahmete karşı iblisle kol kola girerek tuzak kurmuşlardır.

Ne var ki yüce Peygamberimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt zulme boyun eğmemiş, hak bildiklerinden, doğru gördüklerinden sırf yeryüzü zebanileri istiyor diye vazgeçmemişlerdir.

Bu asil ve soylu duruş bizim örnek aldığımız ve peşinden ayrılmayacağımız kutsal bir iradenin somutlaşmış halidir.

Bize göre, İslam’ın iman, ihlas ve ahlakıyla bezenmiş Hz. Hüseyin’in cesaret, dirayet ve vakarı tüm müminlere emsal teşkil etmeli ve mutlaka da benimsenmelidir.

Allah’tan başkasına biat etmeyen, Allah’tan gayrisine kulluğu elinin tersiyle iten ve bu yolda başını vermekten de çekinmeyen bu insanlık gururu bizim rehberimizdir.

Altını kalın olarak çiziyorum ki, Hz. Peygamber’in sevgili torunu Hz. Hüseyin haksızlıklar karşısında pusmamıştır.

Yanlışlar karşısında sinmemiş, zorluklar neticesinde inandıklarından ödün vermemiştir.

Bu yüzden asırlarca Müslümanların gönlünde sultanların sultanı mertebesinde bulunmuş ve Kerbela’da mübarek kanını akıtanlar da mahşeri vicdanda ebediyete kadar mahkûm olmuşlardır.

 Şüphesiz, Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt’i anlamak için yalnızca Kerbela’ya bakmak ve buradan hareket etmek doğru olmayacaktır.

Nitekim Allah Resulü’nün kutlu torunu Hz. Hüseyin’i sadece Kerbela boyutuyla değil; ahlak, şahsiyet, fazilet ve iman taraflarıyla da tanıyıp tanıtmak hepimizin yapması gerekenler arasındadır.

Yüzyıllardır İslam âlemine yerleşmiş ikilikleri, önyargıları, kavgaları, mezhep temelli husumetleri yeni baştan ele alıp belirli bir uzlaşma ve anlaşma zemine dayandırmak için sanıyorum Kerbela’dan alınan dersler çok yardımcı olacaktır.

Merhamet, adalet, sevgi ve şefkat dilinin hâkim olduğu Yüce dinimizin mensupları olarak, aramıza örülmeye çalışılan duvarları hep birlikte yıkmamız zor görülmemelidir.

Bu itibarla İslam’ın bereket ve rahmet vahasına, kin, nefret ve nifak ekmeye çalışanlara karşı uyanık olmak hepimizin sorumluluğudur.

 Bunun için Kerbela’dan çıkardığımız sonuçlarla, İslam Dünyası’nın şu anki dağınık, atıl, geri, zayıf ve dış müdahalelere açık görünüm ve içeriği hakkında derinlemesine düşünmeli ve mutlaka bu olumsuzluğu yenecek adımlar atmalıyız.

Bu düşüncelerle Muharrem ayında tutulan oruçların, dağıtılan aşuralarla birlikte yapılan duaların Cenab-ı Allah tarafından kabul edilmesini niyaz ediyorum.

Başta efendimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin olmak üzere, Kerbela şehitlerimizi ve tüm Ehl-i Beyt-i rahmet, hürmet ve minnetle yâd ediyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Ülkemiz, niyet ve hedefi karanlık olan bir siyasi yönetim anlayışının elinde 10 yıldır bocalamakta ve bunalmaktadır.

Bu 10 yıl içinde;

√       Türkiye her alanda yorulmuştur.

√       Türkiye her alanda savrulmuştur.

√       Türkiye her alanda sınıra dayanmıştır.

Türk milleti ümitsiz, bıkkın ve üzgündür.

Şu zaman diliminde, Türk milletinin tarihsiz ve talihsiz kalması için olağanüstü bir gayret varlığını göstermektedir.

Geldiğimiz bugünkü aşama iç açıcı ve umut verici değildir.

Yozlaşma, yoksulluk, yabancılaşma ve yalnızlık korkutucu seviyelere gelmiştir.

Ahlaki gerileme toplum ve devlet hücrelerine fazlasıyla sirayet etmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 10 yıllık iktidar serüveni hazin ve hüsran verici neticelere yol açmıştır.

Dün düşünülmesi bile hayal olan konular, dün konuşulması bile ayıp ve mahsurlu sayılan hususlar AKP’nin eliyle gerçeğe dönmüş, AKP’yle zemin bulmuştur.

İktidar partisinin dizginlenemez hezeyanları, dinmek bilmeyen şuursuzlukları ülkemizin geleceğini gölgelemiş, insanımızın ümitlerini kırmıştır.

AKP hükümeti Türkiye’yi ayakta tutan ne varsa saldırmış ve sabote etmiştir.

Ehliyetsizlik, liyakatsizlik, milliyetsizlik, adaletsizlik ve ahlaksızlık geçer akçe olmuş ve devamlı alkış almıştır.

Sonuç olarak AKP’nin yanlışları bir bir acı meyvesini vermiş ve umutların üzerini örtmüştür.

Maalesef AKP, bölücülerin oyuncağı haline gelmiş, dayatılan ihanet taleplerini karşılamak için her bahaneye sığınmaya başlamıştır.

Cinayet örgütü PKK, AKP’den ne istediyse almış, neyi umduysa elde etmiştir.

√       PKK sözde Kürt sorununun kabul edilmesini ve bu çerçevede adımlar atılmasını beklemiş, amacına ulaşmıştır.

√       PKK, sözde inkâr, asimilasyon politikalarının bitirilmesini beklemiş, ziyadesiyle memnun edilmiştir.

√       PKK, devlet eliyle anadilde televizyon kanalı açılmasını ısmarlamış, emeline muvaffak olmuştur. 

√       PKK, anadilde savunma için bastırmış, istediğini almıştır.

√       PKK, anadilde eğitim için zorlamış, büyük oranda hedefine ulaşmıştır.

√       PKK, çözüm adresi olarak gösterdiği İmralı’nın tecrit şartlarının düzeltilmesini, müzakerelerin başlatılmasını talep etmiş, tehditleri işe yaramıştır.

√       PKK, üniter yapının gevşemesini, federasyon yolunun açılmasını ısrarla ileri sürmüş, bu konuda özellikle yeni Büyükşehir Kanunuyla hiç olmadığı kadar vaat alarak teskin edilmiştir.

√       PKK, demokratik özerkliğin tesis edilmesini, ihanetin çözüm ve çare kılıfına saklanmasını hararetle vurgulamış ve bunda da umut ışığını almıştır.

Bölücü örgüt taleplerinin karşılanması iddia edildiğinin aksine ne çözümü ne de huzuru sağlamıştır.

Bilinmelidir ki, Başbakan Erdoğan’ın valilerin seçimle işbaşına gelmeleri konusundaki yaklaşımı PKK’nın tezlerine yaldızlı cevaptır, PKK’nın gökte ararken yerde bulduğu altın fırsattır.

Başbakan Erdoğan acilen cevap vermelidir ki, üniter devlet yapısının neresinde seçilmiş valiye yer ve ihtiyaç vardır?

Her şey halledilmiştir de, geriye bir tek valilerin seçimle işbaşına gelmeleri mi kalmıştır?

Valiler seçimlerle göreve gelecekse, Kandil kontenjanından kaç militanın bu makama oturması düşünülmüş ve kaç caniyle ilgili pazarlık yapılmıştır?

Bu şartlar dâhilinde Türkiye Cumhuriyeti’nin hükmi şahsiyetinden, milli ve hukuki varlığından nasıl bahsedilecektir?

Bundan sonra Türkiye’nin ve Türk milletinin geleceği de oylanacak mıdır?

Türkiye’nin yeni bir rejime geçmesi için kafaların ardında referandum mu vardır?

Başbakan Erdoğan ne yapmak istemektedir?

Bu hadsizliğinin ve kontrolsüzlüğünün altındaki asıl neden nedir?

Başbakan’ın başkanlık sistemindeki ısrarı ve valilerin seçimle iş başına gelmesi düşüncesi aynı tornadan çıkmış teklifler olarak görülmelidir.

Bunun yanısıra Başbakan Erdoğan; “Halk yüzde 40’ın üzerinde başkanlık sistemine olumlu bakıyor” diyerek yapılan bir araştırmayı kendisine yontmuş, iki yanlıştan bir doğru çıkarmaya yönelmiştir.

Madem halkımızın yüzde 40’ı olumludur, o halde yüzde 60’ı da başkanlık sistemine olumsuz yaklaşmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın yüzde 40’ı referans alarak zorlama yorum içine girmesi ve kahir ekseriyeti görmezden gelmesi özürlü demokrasi sicilini göstermesi bakımından oldukça manidardır.

Bizim açımızdan, Türkiye’nin bugünkü nazik ortamında böylesi sivrilikleri dillendirebilmek için Başbakan Erdoğan’ın şayet aklından zoru yoksa, bilincini küresel güç merkezlerine ve bölücülük karteline rehin bırakmış olması lazımdır.

Aklına estiği gibi konuşan bir Başbakanla Türkiye hiçbir yere varamayacak ve hiçbir sorununun üstesinden gelemeyecektir.

Beklentimiz, Başbakan Erdoğan’ın ağzındaki baklayı daha fazla ıslatmadan çıkarmasıdır.

Başbakan’ı böylesine yalpalatan, ülkemizin hassasiyetleriyle oynamaya sevk eden acaba batılı çevreler tarafından deliğe süpürülme korkusu mudur?

Başbakan’ı acele ettiren, kendisine biçilen vadenin, tanınan sürenin yaklaşmış olması mıdır?

Samimiyetle ifade etmek isterim ki, gidilen yol mantıklı ve doğru değildir.

Başbakan Erdoğan’ın, sonunu iyi hesap etmeden gündeme getirdiği uyumsuz ve uygunsuz sözleri, çelişki yumağına dönmüş mesajları kendisi ve partisi için hayırlı sonuçlar doğurmayacaktır.

Kurumuş yaprak rüzgârla nasıl savruluyorsa, sel akıntısı kütüğü nasıl sürüklüyorsa, büyük milletimizin şaşmaz ve sapmaz iradesi de BOP’çuları, müzakerecileri, PKK büyüsüyle kendinden geçen bölücülük lobisini ve her nevinden kötü niyetlileri Allah’ın izniyle silip süpürecektir.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Türkiye’nin meseleleri büyüktür ve hükümet inanılması güç teşhis ve tespit hataları yapmaktadır.

Anlaşıldığı kadarıyla, malum çevreler Başbakan’a, millet ve devlet olarak yüz yüze kaldığımız sorunların ağırlık merkezini Türkiye’nin milli ve üniter yapısı olarak tercüme etmiş ve bunu yıllar içinde de kabullendirmiştir.

Bundan dolayı PKK ve İmralı’nın her dayatması, her önerisi belirli kıvam ve ölçüye getirildikten sonra meşru görülmekte, karşılık bulmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın, geçtiğimiz hafta Pakistan seyahati dönüşünde uçakta, bölücü terör örgütüne yönelik olarak; “Silahı bırakan PKK’lılar başka ülkelere gidebilir”  sözü yapılan pazarlıkların hangi aşamaya geldiğini göstermesi bakımından hepimize fikir vermektedir.

CHP Genel Başkanının bu fikre katılması ve bugünlerde partisinden bazı bildik simaların 1930’lu yılların isyan elebaşısı eşkıya Rıza’ya iadeyi itibar girişimleri sürece paralel ilerleyen densizlik ve işbirlikçilik numunesi olarak meydandadır.

Başbakan Erdoğan’ın yabancı ülkelere gitmesini önerdiği PKK’lılarla ilgili bundan sonra aşama aşama yeni rezalet hamlelerini duyuracağını bilmek için kâhin olmaya gerek yoktur.

Biliniz ki, PKK’lıların başka bir ülkeye gitmelerinden bahsedilmesi, bir af kararıdır.

Normal şatlarda silahı bırakan terör örgütü mensuplarının işledikleri suçlardan dolayı yakalanarak adalet önüne çıkarılmaları ve haklarında verilecek hükme rıza göstermeleri beklenmelidir.

Bu zamana kadar kanına girdikleri şehitlerimizin hesabının sorulması, neden oldukları yıkım ve tahribatın hukuken yaptırıma bağlanması için bu bir mecburiyet ve aynı zamanda devlet olmanın zorunluluğudur.

Analarımızın akan gözyaşının ve şehit kanlarının yerde kalmaması için PKK’lı militanların adalet önüne çıkarılması Türk devleti için şeref meselesidir.

Şereften ne anladığı belirsiz olanlar elbette bunu anlamayacaklardır.

Şimdi Başbakan Erdoğan silahı bırakan PKK’lıların başka ülkelere gidebileceğini ifade etmektedir.

Yani cinayet işleyenler eğer silahı bırakırlarsa ellerini kollarını sallayarak yurt dışına çıkabilecekler ve hiçbir cezai süreçle karşılaşmayacaklardır.

Demek ki, söz konusu başka ülkeler de belirlenmiş, bu konudaki seçenekler ve alternatifler karşılıklı olarak Kandil ile hükümet arasında gidip gelmiştir.

Değerli arkadaşlarım bu neresinden bakarsanız bakınız, bir af ilanıdır.

Başbakan’ın bu sözlerinden iki gün önce yaptığımız Meclis grup toplantımızda olacakları tahmin etmiş ve hepinizin şahitliğinde şöyle demiştik: “Başbakan Erdoğan PKK’nın genel affına hazırdır.”

Bu tespitimizden hemen sonra Başbakan bizi yalanlamamış ve kendisinden sabırla beklediğimiz mesajı sonunda vermiştir.

Çarpıtmaya, laf kalabalığına ve dolambaçlı yorumlara hiç gerek yoktur.

AKP, PKK’yı affetmek için el uzatmaktadır.

Böylesi bir zillet, böylesi bir rezalet ve bu çevredeki bir kepazelik Türk tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş ve bu aşamaya da gelmemiştir.

Af hayaldi, gelin görün ki nihayetinde gerçek olmuştur.

AKP hükümeti PKK’lıları affetmiştir de, bunun duyurusunu Başbakan Pakistan dönüşüne bırakmıştır.

Üzüntümüz, milletimizin bunu da yaşamasınadır

Analarımız bir kez daha ağlamış, şehitlerimizin kemikleri tekrar sızlamıştır.

AKP, PKK’ya can simidi uzatmış ve şehidin, şühedanın hakkını çiğnemiştir.

Buna herkes katlansa da, biz katlanmayız; buna karşı herkes sussa da biz susmayız, susmayacağız.

Hatırlayınız, daha birkaç hafta önce, Irak Cumhurbaşkanı Talabani genel afla ilgili tavsiyeyi, 12 kötü adamdan birisi vasıtasıyla kardeşi Başbakan Erdoğan’a iletmiştir.

Öyle ki, Talabani, Barzani, Başbakan, BDP, CHP ve PKK arasında dar alanda kısa paslaşmalar sonuç vermiş ve PKK Haburcu elekten geçirilerek aklanma tüneline sokulmuştur.

Medyadaki bölücü kalemşorlar, kökeniyle ilgili itiraf da bulunarak ve dilekleriyle İmralı’ya şirin görünmeye çalışan tükenmişler, PKK’nın doğal elçisi gibi davranan alçaklar, Kandil’den vize alarak bölgede gezen ihanet uşakları elele verip ihaneti temellendirmek için her şeyi yapmışlardır.

AKP’de bunlara çanak tutmuş, ortam ve zemin hazırlamıştır.

Görülüyor ki, AKP’nin acziyeti, zavallılığı ve teslimiyetçi ruhu PKK’nın güven ve imkân limanı haline dönüşmüştür.

Durum ve gelişmelere göre yön değiştiren, millet varlığına rakip olarak etnik kimlikleri çıkaran iktidar partisinin, suiistimal etmedik değer ters yüz etmedik ilke bırakmadığı bugünkü tabloda sabitlenmiştir.

Bölücülük tohumları AKP bahçesinde mahsul verirken, ne yazık ki millet vadisi kurumaya ve çoraklaşmaya terk edilmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili görüşleri de tamamıyla siyasi taktik mahiyetli, zaman kazanmaya yöneliktir.

Milliyetçi Hareket Partisi teröre yardım ve yataklık yapanların, terör örgütüyle arasına sınır çekemeyenlerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına sonuna kadar vardır ve daha önceki teklifinin de arkasındadır.

AKP, sanki özel görevli gibi aziz milletimizi etnik cendereye almakta, şizofrenik üslupla hayat damarlarını tıkamaktadır.

Gardiyan rolündeki PKK, mahkûm pozisyonundaki AKP’ye alan belirmekte, görev hatırlatması yapmakta; menfur saldırı ve tahrikleriyle iktidarı adeta terbiye etmektedir.

Üç tane çapulcu AKP’yi sıkıştırıp dize getirmede özgüven içinde hareket edebiliyorsa, burada bir bit yeniği aranmalıdır.

AKP milletimizin bölünmesi ve ayrılması konusunda ya iktidara gelirken razı edilmiş ve bu maksatla eline tutuşturulan yol haritalarına bağlılık iradesi göstermiştir.

Ya da beceriksizliğini ve sefaletini gizleyebilmek, çürümüşlüğünü ve çürüklüğünü saklayabilmek için belirli bir sürenin geçmesi ve arkasından biraz daha soygun ve talan işlerine devam edebilmek için her düşüklüğe kucak açması gerekmiştir.

Karşı karşıya bulunduğumuz tehdit dalgasına ve arkası arkasına sürece sokulan bölücü projelere bakınca bizim aklımıza üçüncü bir şık tabiatıyla gelmemektedir.

Bencil ve hasis bir iktidarın sebep olduğu vahim ülke manzarası kopuşun, parçalanışın ve çekişmenin tüm renklerini barındırmakta, tümünü muhteviyatında toplamaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın sahte çıkışları artık inandırıcılığını ve ehemmiyetini tamamen kaybetmiştir.

Dağda mücadele, ovada müzakere ederek terörün belinin kırılacağını, çözümün sağlanacağını zanneden bu basiret ve feraset noksanlığının, bugüne kadar yaptığı tek şey bölücülüğü şımartmak, terörü daha da yüreklendirmek ve sonunda af kulvarına getirmek olmuştur.

Başbakan ve partisi bu şekilde milletimizin moral değerlerini yıkmış, metanetini ve maneviyatını sakatlamıştır.

Takdir edeceğiniz üzere, buna da kimsenin hakkı yoktur.

Durum öylesine karanlıktır ki, Başbakan Erdoğan ve partisi diklendikçe, hamaset nutuklarına bel bağladıkça ve boş atıp dolu tutmaya çalıştıkça, bir tarafından açık vermiş, tavizler peş peşe gelmiştir.

Anadilde kamu hizmeti AKP’nin aklındaki ve gündemindeki tehlikeli planlarının son halkalarından birisi olarak bir hayli dikkat çekicidir.

TBMM’nde görüşülen ve açlık greviyle yeşeren anadilde savunma hazırlıkları ve anadilde kamu hizmeti Türkiye’yi diller çıkmazına ve milli vicdanları da buhrana itecektir.

Şu ibret verici manzaraya bakınız ki, AKP Türkiye’yi dil bataklığına çekmekte, mahalli düzeydeki diller aracılığıyla Türkçe’yi erezyona uğratmaktan hiç rahatsız olmamaktadır.

Türkçe imdat çağrısı vermekte, ülkemiz dil konusunda Babil Kulesi’ne çevrilmektedir.

Türkiye hızla iki dilin resmileşeceği bir mecraya doğru sürüklenmektedir ki, bunun sonunda iki dilli, iki milletli ve iki devletli bir federasyon modelinin vasat bulması kaçınılmaz olacaktır.

Bu aynı zamanda Bağımsız Kürdistan’ın ilk evresi olacağından büyük bir tehdit halidir.

AKP hükümetinin Türkiye’yi getirdiği hazin nokta işte budur.

Demokratikleşmeyle ayrılmanın denklemi, barış sözleriyle kavganın önsözü, özgürlük çağrılarıyla Türk milletinin etaplar halinde etnik kimliklere dönüşü sağlanmaya çalışılmaktadır.

Ancak Milliyetçi Hareket Partisi’nin bunlara izin ve fırsat vermeyeceğini inşallah muhatapları yaşayarak göreceklerdir.

İkbal yolunda hakikat çizgisinden çıkanlar, mağrurluklarıyla insanlığını tüketenler; para, servet ve şöhret kapanına sıkışarak iktidar körlüğüne tutulanlar Türk milletinin ayağına pranga geçirmek ve varlığına kast etmek için izansızca çaba sarf etmelerinin bedelini kesinlikle ödeyeceklerdir.

Milliyetçi Hareket’i es geçenler, bizi yok farz edenler ne yapabileceğimizi, aziz milletimiz lehine neleri göze alabileceğimizi tahmin dahi edemeyeceklerdir.

Unutmayınız ki, kulun hesabı varsa Cenab-ı Allah’ın da bir hesabı, Milliyetçi Hareket’in de bir bildiği vardır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Ülkemizin de içinde bulunduğu geniş coğrafyadaki tansiyon sürekli olarak yükselmektedir.

Komşu ülkeleri içine alan belirsizlik ve kriz döngüsü kritik bir aşamaya gelmiş ve tehlike sinyallerini artırmaya başlamıştır.

İran, Irak, Suriye, Filistin, Lübnan ve İsrail’i kapsamına alan sürtüşme ve gerilimler ihtimallerin üzerinde risklere ve olaylara gebedir.

Bildiğiniz gibi İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı 14 Kasım’da düzenlediği bir suikastla başlayarak sekiz gün boyunca vahşice sürmüş, 161 kişi hayatını kaybederken, bin 250’ye yakın kişi de yaralanmıştır.

Buradan ölen Filistinli kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, yaralılara ise acil şifa temenni ediyorum.

İsrail gaddarlığı, İsrail vicdansızlığı Gazze’ye füze olarak düşmüş ve bu mazlum kentte adeta can pazarı yaşanmıştır.

Kayıplar daha fazla artmadan, Filistinli kardeşlerimizin feryatları daha da çoğalmadan ateşkesin sağlanması bizim açımızdan memnuniyet verici bulunmuştur.

Biz parti olarak, Filistin’i her zaman yakından izledik, haklı davasını yürekten savunduk.

Başbakan Erdoğan gibi Filistin’i siyasetimize malzeme yapmadık, hayal tacirliği ve umut simsarlığı yaparak altından kalkamayacağımız sözlere itibar etmedik.

Filistin davasının haklılığına samimiyetle inandık ve yardıma muhtaçların sesini duymazlıktan asla gelmedik.

1516 yılındaki Mercidabık Zaferi’nden itibaren ecdadımızın yönetimine geçen Filistin, Birinci Dünya Savaşı’na kadar kaderimiz, parçamız ve vatan toprağımız olmuştur.

Ne var ki muhterem ecdadımızın bölgeden çekilmesiyle ortaya çıkan boşluk bir türlü doldurulamadığından Filistin mahzun, Gazze öksüz, Ramallah solgun kalmıştır.

Bugün Filistin insanlığın, İslam âleminin en önemli meseleleri arasındadır.

Filistin davası haklı ve makul bir çözüme kavuşturulmadan Ortadoğu’nun sükûta ermesi, gerçek bir bahar havasına ulaşması mümkün görülmemektedir.

Bu itibarla uluslararası toplum Filistin’in sesini duymalı, beklentilerini karşılamalı ve İsrail saldırganlığına karşı tavır almalıdır.

Bunun yanında, biz hiçbir zaman hükümete ne işin var Filistin’de veya ne arıyorsun Ortadoğu’da demedik ve demeyi de aklımızdan geçirmedik.

Zira en başta Filistin ve Ortadoğu bizim tarihi, dini ve kardeşlik anılarımızın yaşandığı geniş bir coğrafyanın adıdır.

Ancak bizim hükümete yaptığımız eleştirilerimizin temelinde, inandırıcılığını kaybetmesi, üstesinden gelemeyeceği vaatler vermesi ve büyük beklenti oluşturarak sonradan fos çıkması yer almaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın kontrolden çıkan sözleri her defasında yalnızca kendisini mahcup etmemekte, ülkemizin itibarını ve saygınlığını da açığa düşürmektedir.

Her yönüyle gün yüzüne çıkmıştır ki, Filistin meselesi havanda su dövmelerle çözülemeyecek, esip gürlemelerle bitirilemeyecektir.

Üstelik kuru sıkı tehditlerle İsrail düşmanlığında sınır tanımamak ister Gazze isterse de Filistin’in tümü olsun bir işe yaramayacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın, bu zamana kadar Filistin üzerinden yürüttüğü istismar politikaları, temelsiz atışları, yersiz rest çekmeleri hiçbir işe yaramamış, İsrail saldırılarını caydıramamıştır.

Geçmişte, parti grubunu Filistin konusunda duygusal davranmayın diye uyarırken birden bire sokağın dili Başbakan’a cazip gelmiş, bir iki yerde pohpohlanmak siyasi iştahını kabartmıştır.

“One Minute” seslenişi şimdiye kadar Filistinli kardeşlerimin hayatlarında herhangi bir yapıcı ve destekleyici etki bırakmamıştır.

Sorgulamak lazımdır ki, Başbakan bu sözü kullanmıştır da, Gazze ablukası bitmiş midir?

İnsani dramlar, katliamlar son bulmuş mudur?

Geçen haftaki grup toplantımızda da belirttiğim gibi, hükümet Mavi Marmara konusundaki haklı taleplerine bile ulaşamamıştır.

İsrail hala özürde direnmekte, tazminat konusunda ipe un sermektedir.

AKP hükümeti bugüne kadar komşu coğrafyalarda hangi kalıcı başarıya ulaşmış ve milletimizin lehine hangi gelişmeleri sağlamıştır?

Türkiye dünden daha iyi bir durumda mıdır?

Dünden daha sözü geçen, daha belirleyici bir ülke midir?

İsrail-Filistin ateşkesinin sağlanmasında bile AKP hükümeti hedeflediği gibi devreye girememiş, süreci tayin edememiş ve inisiyatif alamamıştır.

Hükümet, Hamas ile El-Fetih bölünmesine de müdahil olamamış, bu iki grubun bir araya gelerek aynı çizgide buluşmasına yardım ve kolaylık sağlayamamıştır.

Mısır Devlet Başkanı Mursi, ABD yönlendirmesi altında silahların durmasını temin etmekte AKP’yi fersah fersah geride bırakmıştır.

İktidar zihniyeti, yandaş medyayı seferber ederek İsrail-Filistin ateşkesini lehine çevirmek ve kendisine mal etmek için ucuz ve basit yollara başvurmuşsa da, işe yaramamış ve makûs skoru değiştirememiştir.

Üzülerek görüyorum ki, ülkemiz uluslararası toplum nezdinde küme düşmek üzeredir.

Başbakan Erdoğan’ın önüne gelenle kavga etmesi, mahallenin asabi ve gergin yüzü olmaya talip olması ciddiye alınmayan ve hafif görülen bir şahsiyete dönüşmesine mazeret teşkil etmiştir.

Bizim böylesi bir manzaradan dolayı sevinmemiz kesinlikle düşünülemeyecektir.

Kaybedenin Türkiye, zarar görenin milletimiz olduğunu bildiğimizden dolayı; hayal ve hüsran bağında filizlenen dış politikanın vahim sonuçlara ulaşacağını da her şeyiyle fark ediyoruz.

“Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz, her yerle biz de ilgileniriz” diyerek çelişkilerine teselli ikramiyesi arayan Başbakan’ın, uçakla dünyayı fellik fellik dolaşması yalnızca kendi bilgi ve görgüsünü arttırmaya yaramıştır.

Şahsıma yönelik olarak da, “İslam Dünyası’yla zerre kadar ilişkisi olmayan Genel Başkan” diyerek iftira ve ithamlarında sınır ve ahlak tanımayan Başbakan’a şu gerçeği hatırlatmak isterim ki;

Senin İslam dünyasıyla kurduğun ilişkinin ana fikri gizlemeye çalışsan da BOP’a aittir.

Aldığın görevi, verilen ev ödevlerini harfiyen yapmak için harcırahlı seyahatlerine 10 yıldır telaş ve hevesle kendini adamış durumdasın.

Hamd olsun, bize kimse görev veremeyeceği gibi, kimseden talimat alacak kadar benliğimizi ve kimliğimizi kaybetmedik.

Ve Türk-İslam ülkelerine yabancıların iteklemesiyle, teşvik ve tıpışlamasıyla girecek kadar da insafımızı ve haysiyetimizi iki paralık etmedik.

Sen Kasımpaşa’da mahalle aralarında çelik çomak oynarken, bu aziz davanın mensupları Türk-İslam dünyasının derdiyle dertlendi, oraların esintiyle huzur buldu.

Merak buyurmayasın Sayın Başbakan, biz İslam ülkelerini iyi biliriz, ama sana tavsiyemiz senin de gittiğin yerlere bakman değil, oraları görmen ve kimin hesabına ne yaptığını gözden geçirmendir.

Bu kapsamda Başbakan Erdoğan’ı şiiri sevdiğini bildiğimden dolayı Ömer Hayyam’ın şu dörtlüğü üzerine de düşünmeye ve kendi payına düşen hisseyi almaya davet ediyorum:

Niceleri geldi neler istediler,

Sonunda dünyayı bırakıp gittiler,

Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?

O gidenlerde hep senin gibiydiler.

 

Değerli Milletvekilleri,

Son günlerde Türkiye’nin NATO’dan talep ettiği füzeler haddinden fazla gündemi işgal etmiştir.

AKP hükümeti, Suriye sınırına Patriot füzeleri yerleştirmek için NATO’ya resmen başvuruda bulunmuştur.

Gerek Başbakan Erdoğan gerekse de hükümetin ilgili bakanları füzelerin savunma amaçlı olduklarını ifade etmişlerdir.

Geçen hafta, D-8 Liderler Zirvesi için gittiği Pakistan’ın başkenti İslamabad’da; “Topraklarımız, 4.maddeye göre aynı zamanda NATO topraklarıdır” diyerek muhtemel saldırılara karşı tedbir mahiyetli önlem aldıklarını ifade eden Başbakan Erdoğan füze alımına bu şekilde kılıf bulmuştur.

Ne var ki, bu ayın ilk haftasında, yine Başbakan Erdoğan füze alımıyla ilgili sorulan bir soruya, “Füzeyi alma noktasındaki karar verici makam biziz. Benim böyle bir şeyden haberim yok. Şunu da açık söyleyeyim. Biz şu anda para ödemek suretiyle Patriot alma durumunda, düşüncesinde değiliz." sözleri tazeliğini hala muhafaza etmektedir.

Peki, kısa zaman içinde Başbakan’ın bu çark edişinin arkasındaki sır ve neden nedir?

Türkiye hangi ilave risk ve tehditlerin altına girmiştir?

Bu konuda TBMM’ne mutlaka bilgi verilmeli ve güvenlikle ilgili öngörülerdeki sapmaların kaynakları açıklanmalıdır.

Şüphesiz milletimizin güvenliği ve esenliği için gerekli görülen her önlem gecikmeye ve savsaklamaya meydan bırakmadan hayata geçirilmelidir.

Sınırında bulunduğumuz Ortadoğu’nun belirsiz ve kaotik tablosuna karşı tedbir geliştirmek, muhtemel tehlikelere karşı kesin ve kararlı adımlar atmak mutlak anlamda zarurettir.

Ancak merakımız, yaklaşık iki haftalık süre içinde ne değişmiştir de, Başbakan Erdoğan aniden Patriot füzeleri için NATO’ya müracaat etmiştir?

Suriye’deki füze rampaları Türkiye’yi mi çevrilmiştir?

Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün füzelerle ilgili endişesi haklı mı çıkmıştır?

Ülkemiz kimyasal başlıklı füzelerin hedefinde midir?

Bizi fazlaca düşündüren kuşku, Suriye’nin yanında, Patriot füzelerinin İsrail’in savunması ve perdelenmesi amacıyla alınıp alınmadığı hususudur.

Füzeyle ilgili ülkemize Rusya’dan anlamsız uyarı mesajları gelmesi, İran Meclis Başkanı’nın apar topar ülkemize gelerek rahatsızlıklarını Başbakan Erdoğan’a birinci elden iletmesi ve Aşura Günü’nde İsrail’i hedef alan açıklamaları şüphelerimizi artıran gelişmelerden bazılarıdır.

Parti olarak asıl meselemiz Türk milletinin hangi tehdit ve muhtemel saldırılara uğrayabileceği hususudur.

AKP hükümeti buna cevap vermeli ve boşlukta kalan yanları açıklığa kavuşturmalıdır.

Son olarak bu haftaki konuşmama son vermeden önce, Irak Merkezi Yönetimi ile peşmerge yönetimi arasında tırmanan gerginliğin savaş sınırına yaklaşmasını tasvip etmediğimizi söylemek istiyorum.

Kabul edilmelidir ki, AKP hükümetinin, Maliki yönetimiyle sürtüşmesi Türkiye’nin güvenliği ve istikrarı açısından telafisi zor olacak handikaplara yol açabilecektir.

Bizim için Irak’ın toprak bütünlüğü mutlaka korunmalı ve savunulmalıdır.

Peşmerge ile Merkezi Yönetim’in Kerkük üzerinde paylaşım kavgası vermesi, aralarındaki hizbin yükselmesi Türkmen kardeşlerimizin varlığı ve birliği açısından sıkıntı ve endişe vericidir.

Kerkük’teki Türkmen kardeşlerimizin malına, canına ve dokunulmaz haklarına zarar verebilecek her adım bizim nefret ve tepkimizle tanışacaktır.

Gazze’ye gösterdiği ilginin yarısını Kerkük’e çevirmesini beklediğimiz hükümet, Türkmen kardeşlerimizi kaderine ve yalnızlığa terk etmemeli ve Türkmen illerinin sorunlarını her platformda gündeme taşımalıdır.

AKP hükümeti, Irak politikasını gözden geçirerek Barzani üzerinden yürüttüğü diyalog ve temas sürecini yeniden yorumlamalı, Irak Türkmenlerinin haklarına zarar verilmesine engel olmalıdır.

Gazze ve Suriye hususunda Birleşmiş Milletler’e atıp tutan Başbakan, yüreği yetiyorsa, samimiyeti varsa, insafı kaldıysa Kerkük ve Irak Türkmenleri için de aynı duyarlılığı sergilemeli, aynı çabayı göstermelidir.

Biz bunu bekliyoruz, bunu istiyoruz.

 Gazze’de ağlayanlar umarım Kerkük’ü gülerek seyretmeyeceklerdir.

Çünkü Kerkük ağlarsa Türklük ağlar, Türkiye ağıt yakar, Türk coğrafyasının ahı arşa varır.

Milletimizin de buna dayanması ve katlanması hiçbir şart altında söz konusu olmayacaktır.

Kerkük gözbebeğimiz, umudumuz, hasretimiz, gönlümüzdeki çolpandır, hep de böyle kalacaktır.

Bu düşüncelerle, siz değerli milletvekili arkadaşlarıma ve sayın misafirlere başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.