Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 19 Şubat 2013
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
19 Şubat 2013

 

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Kıymetli Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye’nin hem iç hem de dış kaynaklı sorunları artarak sürmektedir.

Bölgesel istikrarsızlıklar, mezhep eksenli gerilimler, etnik odaklı huzursuzluklar yakın ve komşu coğrafyaları içinden çıkılmaz hadiselere sevk etmiştir.

İnfilak eden araçlar, nerede ve nasıl varlığını göstereceği bilinmeyen canlı bombalar, durmak bilmeyen çalkantılar, suikastlar, akıllara durgunluk veren envai çeşit saldırılar bölgesel gerginlikleri hep bir adım ileriye taşımaktadır.

16 Şubat 2013 tarihinde dost ve kardeş ülke Pakistan’da meydana gelen bir bombalı saldırıda 80 kişi hayatını kaybetmiş, sayıları 150’yi aşan kişi de yaralanmıştır.

Irak’ta da benzeri vahşiyane eylemler her gün tekrarlanmakta, akan kan bir türlü kesilmemektedir.

Arap Baharı ismiyle anılan kaos ve kriz döngüsü, sanılanın ve ümit edilenin aksine, komşu coğrafyalardaki siyasal ve toplumsal ateşi daha da alevlendirmiş, riskleri iyiden iyiye yaygınlaştırmıştır.

Bugünkü şartlarda sokakları alabora olup da düzlüğe ve huzura ulaşan hiçbir ülke olmadığı, bu gidişle de olamayacağı açıklıkla görülmüş ve fark edilmiştir.

Tunus’da başlayan karışıklıkların Suriye’ye kadar gösterdiği eğilim ve seyir birçok muammaya ve kolay kolay telafi edilemeyecek sosyal ve siyasi içerikli dengesizliğe ortam açmış, zemin hazırlamıştır.

Arap Baharı hiçbir ülkeye umut getirememiş, köhnemiş ve körelmiş yönetim havzalarından taptaze demokratik ve katılım düzeyi yüksek bir yapı çıkmamıştır.

Bunun nedeni ise kaynayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki toplumların kendi iç dinamiklerine bel bağlamamaları, itirazların gerçek beklenti ve taleplerle beslenmemesidir.

Kabul etmek lazımdır ki, Arap Baharı, emperyalizmin, yeni sömürgeci özlemlerin bir oyunu olarak birçok ülkeyi kontrolü altına almış ve toplumsal bunalımın yatak değiştirerek eskisinden daha da güçlü akmasına yol açmıştır.

Şimdilerde Tunus, muhalif bir liderin suikasta kurban gitmesinden dolayı diken üstündedir ve bu itibarla beliren rahatsızlık ve tepkisel nitelikli olaylar yayılarak sürmektedir.

Keza Mısır’ın durumu da farksızdır.

Tahrir’e yüklenen geniş ve derin anlam, Mursi’nin yönetimi devralmasıyla tersine dönmüş ve bu ülke tam olarak anlaşmazlıkların pençesine düşmüştür.

Sözüm ona baskıcı idarelere karşı gösterilen direnç, diktatörlere karşı sergilenen toplumsal enerji boşa gitmiş, dünün kopyası olabilecek yönetim biçimleri tekraren değişim ve özgürlük çığlıklılarından yeşermiş ve filizlenmiştir.

Arap Baharı fırtınasının vurduğu bir diğer ülke olan Libya’da da sular durulmak ve kaygılar dinmek bilmemektedir.

Komşu coğrafyalarda hangi ülke sokaklara teslim olmuşsa huzura erememiş, hangi ülke iç karışıklıklara maruz kaldıysa aradığı neticeye kavuşamamıştır.

En son olarak, 2011 yılının Mart ayından beri süren ve hala bir sonuca ulaşamayan Suriye’deki isyan ve kavga tablosu Arap Baharı’nın son halkası olarak gittikçe derinlik kazanmaktadır.

Şam yönetimi ve muhalifler vahşice birbirlerini yemeye çalışırken olan yüzbinlerce Suriyeli kardeşimize olmuştur.

Suriye’de ölüm üzerinden kurulan kanlı denklem bomba, cinayet, saldırı ve vicdansızlık olarak masum insanlara fatura edilmiştir.

Yerini yurdunu, evini barkını terk ederek ülkelerini geride bırakmaya mecbur kalan Suriyeli kardeşlerimizin varlığı da tam anlamıyla trajediye dönmüştür.

Başta Türkiye olmak üzere, Ürdün, Lübnan ve Irak yüzbinlerle ifade edilen Suriyelilerin sığındığı ülkeler arasında yer almıştır.

Ne var ki ülkemizdeki bazı sığınmacıların çıkardığı olaylar, karıştıkları kavga ve sebep oldukları sıkıntılar vatandaşlarımız açısından makul ve üstesinden gelinebilir sınırlar içinde kalmamıştır.

İslahiye, Karkamış, Nizip, Akçakale, Kilis ve diğer yerler tedirginliğin içine gömülmüştür.

Ayrıca sınır ticareti ağır bir darbe yediğinden dolayı, ekonomik ilişkiler askıya alınmış ve sınır bölgelerimizdeki esnaf ve işadamlarımız önemli kayıplara uğramışlardır.

Üstelik mülteciler arasına sızmış saldırganlar, canlı bombalar, niyeti malum gruplar endişeleri had safhada artırmıştır.

AKP hükümetinin bunlara yönelik aldığı tedbir ve önlemler hâlihazırda hiçbir şekilde ortaya çıkmamıştır.

AKP’nin izlediği Suriye politikası sınır bölgelerimizi karanlığa iterken, ekonomik ve sosyal zafiyetleri bertaraf edecek hiçbir adım bugüne kadar atılmamıştır.

Suriye’yle iş yapan vatandaşlarımız perişanlık içindedir.

Bundan kaynaklı işsizlik ve yoksulluk artış kulvarına girmiştir.

Başbakan ve hükümetinin, Esad üzerinden yürüttüğü beyhude ve temelsiz politikaları hiçbir vatandaşımızın yarasına merhem olmamış, hiç kimseye bir şey sağlamamıştır.

AKP hükümeti, sınır hattımızı ihmal ve kayıtsızlıklara havale etmiş, Esad’la manşetlerden restleşmesini fütursuzca sürdürmüştür.

Bilinmelidir ki, Hatay kan ağlamakta, Şanlıurfa feryat etmekte, Gaziantep imdat çağrısı vermektedir.

Ne var ki Başbakan için bunlar önemsiz ayrıntı, sıradan ve olması kaçınılmaz vakalardır.

Bir de sınırlarımızda patlayan bombalar, cana ve mala kast eden hunhar eylemler milletimizin sinirlerini germekte, öfkesini bilemektedir.

En son olarak Cilvegözü sınır kapısında meydana gelen vahim hadise bunlardan yalnızca birisidir.

Bu kapsamda, Cilvegözü sınır kapısında infilak eden aracın Suriye yönünden geldiği ve Suriye plakası taşıdığı iddia edilmiştir.

AKP zihniyeti bundan derin hikmetler çıkarmaya ve bunun üzerinden de Esad yönetimini sıkıştırmaya çalışmıştır.

Dışişleri bakanının “Bu saldırının, Suriye’den sızan bazı unsurlar tarafından yapıldığı kesindir” diyerek zımnen Şam yönetimini işaret etmesi de kuru ve anlamsız bir saptırmadan başka bir şey değildir.

Söylenenlerin, servis edilenlerin hilafına bu mesele birçok kuşkuyu beraberinde ortaya dökmüştür.

Bir defa Cilvegözün karşısındaki Suriye gümrük kapısının kontrol ve denetiminin Suriye devletinde olmadığı açıktır.

Bu kapı bir süredir değişik muhalif grupların elinde ve gözetimindedir.

Kısaca ifade etmek lazım gelirse, bomba yüklü araç muhaliflerin hâkimiyetinde bulunan sınır kapısını geçerek Cilvegözü’ne ulaşmıştır.

Bu aracın, muhaliflerin elindeki sınır kapısından itibaren çok sayıda kontrol noktasından geçerek sınırlarımıza geldiği bildik bir husustur.

Bu şartlar altında şu sonuca varabiliriz ki, patlayıcılarla doldurulmuş araç muhaliflerin gözcülüğü, müsamahası, değilse bile bilgisi altında Cilvegözü’ne kadar gelebilmiştir.

Yani Başbakan ve hükümetinin destek verip, geniş imkânlar sunduğu muhalif gruplar Türkiye’ye minnet gösterini bombayla yapmış ve teşekkürü bu şekilde etmişlerdir.

Bu tam anlamıyla hamlıkla, saflıkla, milli gerçeklere uzaklıkla, düşkünlükle, çaresizlikle hatları çizilmiş hayalperest ve sıfırlanmış dış politika aymazlığının ortaya çıkardığı bir durumdur.

Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Sabra’nın “Hedef bizdik” demesi ise ayrı bir garabet, ayrıca üzerinde durulması gereken bir itiraftır.

El Kaide’nin bir ayağı ve uzantısı olan El-Nusra ile Suriye Ulusal Konseyi arasındaki hizip ve ihtilaf Türkiye’ye, sınırlarımıza bomba ikramı olarak ulaşmıştır.

AKP hükümeti vatan sınırlarını suikastçılara, ölüm makinelerine emanet etmiş gibidir.

Ve ne acıdır ki, Türkiye’nin sınırları kalbura dönmüş, kimin girdiği, kimin çıktığı, kimlerin hangi gayelerle arzı endam ettiği bilinmezliğe bırakılmıştır.

Diyebilirim ki, hükümetin Suriye politikası allak bullak olmuş, çatırdamış ve çökmüştür.

Zira Türkiye, Suriye’den dolayı büyük bir derdin, problem yumağının ve açmazın içine sürüklenmiştir.

AKP’nin kendi eliyle yetiştirip palazlandırdığı canavar, şimdi sahibini esir almaya ve yavaş yavaşta yemeye başlamıştır.

Suriye’deki girdaptan, dalga boyu hızla artan tsunamiden istifade etmeye çalışan bölücü ve yıkıcı unsurlara da bu meyanda gün doğmuştur.

AKP hükümeti tercih ettiği politikalardan dönmeli ve Türkiye’yi daha fazla ateşe atacak adımlardan vakit geç olmadan sıyrılmalıdır.

Geldiğimiz bu aşamada, Esad’ın uzlaşma ve barış niyetleri karşılıksız bırakılmamalı, muhaliflere bu yönde tavsiyelerde bulunulmalıdır.

Zira Suriye’nin hercümerce teslim olarak bölünmesi, parçalanması Türkiye’ye öngörülemez hasarlar verecek ve bu işten kimse yakasını kurtaramayacaktır.

Başbakan Erdoğan daha zaman varken Suriye politikasını tashih etmeli, ilişkileri tamire girişmeli ve yol yakınken akıntıya karşı kürek çekmekten vazgeçmelidir.

Unutulmamalıdır ki, BOP eşbaşkanlığı ne kendisini kurtarmaya ne de hükümetini ayakta tutmaya yarayacak, malum siyasi akıbetten bu gidişle katiyen kaçamayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye belirsizliğin kol gezdiği, tehdit ve tehlikelerin bıçak gibi keskinleştiği bir döneme sıkışmış kalmış haldedir.

İçim burkularak itiraf etmeliyim ki, Türk milleti sanki bir narkozun etkisinde, sanki siyasal bir hipnozun dayatması altındadır.

Tepkiler törpülenmekte, itirazlar marjinalleştirilmektedir.

Yaşadığımız bu denli tahribatın, hüsran ve hainliklerin kitleleri uyandırmaması için propaganda vasıtaları, manipülasyon mekanizmaları arkası arkasına devreye sokulmuştur.

Milletimizin akıl ve sağduyuyla perçinlenmiş ve milli ruhla zenginleştirilmiş eşsiz nitelikleri, bilhassa yandaş kalemler, vicdanlarını ihaleyle satmış sözde aydınlar ve güdümlü medya tarafından etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır.

Türk milleti, AKP’nin başını çektiği, düşmanca icra ettiği ve teröristleri masum göstermeye, bölücüleri temize çıkarmaya,  Türkiye’yi lime lime ayırmaya programlanmış psikolojik operasyonun bizzat hedefindedir.

AKP’nin siyasi sorumluluk üstlendiği Türkiye gerçeği içinde;

√       Ekonomik güçsüzlük ve yetersizlik,

√       Mali yapıdaki yabancılaşma ve yozlaşma,

√       Sosyal hayattaki çürüme ve çoraklık,

√       Siyasi sistemdeki erozyon ve ilkesizlik,

√       Milli kimlikteki erime ve buharlaşma,

√       Milli ahlaktaki gerileme ve keskin düşüş,

√       Dış ilişkilerde taviz üzerine kurulu onursuzluklar son derece belirginleşmiş ve facia sınırına dayanmıştır.

Şu kadarını ifade etmek durumundayım ki, dört bir koldan yürütülen milli kimliğimizi ve milli varlığımızı hâkimiyet altına alma ve ufalama kampanyası son hızla devam ettirilmektedir.

Türk milleti hayati bir dönemeçtedir ve tüm değerleri AKP hükümetinin etrafında toplanmış bölücü sıfatlı linç ve infaz görevlileri tarafından darp edilmektedir.

Millet olarak asırların imkânsızlıklarını aşarak, zor ve çetin yollarını geçerek elde ettiğimiz doğrularımız, haklarımız, kazançlarımız, ülkülerimiz, varlık ilkelerimiz ve derin hislerimiz hedeftedir, saldırı okları altındadır.

Dokunulmazlıklarımız tahriş edilmekte, tartışması dahi abes olacak, müzakeresi dahi edilemeyecek milli değerlerimiz hafife alınmakta ve küçümsenmektedir.

Kalp ve zihinlerinde;

√       Millet sevgisi olmayan,

√       Vatan bilinci bulunmayan,

√       Türklük şuurundan eser görülmeyen,

√       Tarihe saygısı kalmayan,

√       Şehide şükranı, gaziye hürmeti kaybolan,

√       Manevi değerleri istismar malzemesi olarak gören,

√       İnsanlıkla bağını koparan,

√       Milli kimliğin kırıntısı dahi yer almayan,

√       Milli devlete inancı çoktan biten,

√       Aziz ceddimize vefası dünden tükenen bir güruh işgalcilere, sömürgecilere bile taş çıkartacak ölçüde milletimize zarar vermek ve ülkemize ömür biçmek maksadıyla faaliyet halindedir.

Bu ar damarı çatlamışlar, Türkiye’nin kanını emmekte, Türk milletinin hayat kaynaklarını kurutmaktadır.

Gazi Mustafa Kemal’in ve aziz şehitlerimizin cesaret ve kahramanlıklar sergileyerek bizlere hediye ettiği milli devletimiz yok edilmenin eşiğinde, dağılmanın ucundadır.

Bölücüler taban tutmuş ve AKP’ye tam olarak tutunmuştur.

Kanlı örgüt ve elebaşısı AKP’ye yapışmış ve sonunda hizaya sokmuştur.

Düşünebiliyor musunuz, Türk milletinin demokratik tercihiyle iktidara gelen bir parti, yetki aldığı muhteşem varlığa kast ve ihanet etmek için tüm yolları denemekte, her çirkinlikten çare ummaktadır.

Amaç bellidir, hedefler görünürdür ve işbirlikçiler de gün gibi meydandadır.

Bu yüzdendir ki, Türk milleti ağır bir imtihandan geçmekte, her yönüyle sigaya çekilmektedir.

Olanlar, yapılanlar, dayatılanlar ve çevrilen dolaplar günahtır, yazıktır, hakarettir ve kesinkes ihanettir.

Milletimizin aleyhine gelişen sürecin vebali ilânihaye hiç kimse tarafından taşınamayacak kadar da fazladır.

Açıkça görüyoruz ki, demokrasinin ruhunu yağmalamış, milli iradenin anlamını tersten okumuş AKP yönetimi kaderimize diz çöktürmek, benliğimizi ve direncimizi kırmak için varını yoğunu ortaya koymaktadır.

Bunun için hiç dinmeyen, hiç kesilmeyen ve bir türlü bitmek bilmeyen bölücü seferler, hain niyetler ve kalleş ittifaklar peş peşe yola koyulmaktadır.

Kervanını yolda düzmekle meşgul olan AKP hükümeti, yanına aldığı bölücü mihraklarla birlikte kollarını sıvamış, musibet üretiminde seriye bağlayarak hız ibresini neredeyse sona yaklaştırmıştır.

AKP, İmralı canisine süklüm püklüm, ezik ve onursuz bir ruh haliyle teslim olmanın gurursuzluğuyla baş başa kalmış, PKK ise yıllardır aradığı imkân ve ortamı sonunda yakalamanın kıvancını ağız tadıyla yaşamaya başlamıştır.

Gelişmeler AKP’nin, sanki PKK’nın Truva atı gibi çalıştığına, gizli bir çete mensubuymuşçasına faaliyet gösterdiğine işaret etmektedir.

Bizi böylesi bir düşünceye ve böylesi bir yoruma mecbur bırakan elbette yadırgadığımız, garipsediğimiz ve öfkeye kapıldığımız ilişki ve diyalogların boyut ve şeklidir.

Şu ibret verici irtibata bakınız ki, AKP’yle BDP’nin arasından su sızmamakta, bu ikilinin neredeyse yedikleri, içtikleri ayrı gitmemektedir.

Başbakan Erdoğan’ın BDP’yi ima ederek “Terör örgütüyle aynı safta duranlarla bir arada durmayacağız” sızlanmaları ve daha ağırları çoktan unutulmuş gitmiştir.

Teröristbaşının tertip ettiği İmralı galasına kanlı kostümle katılan bu ikili birbirine refakat edecek, ön açacak ve saygıda kusur etmeyecek bir kıvama gelmiştir.

Türk milleti AKP tarafından göz göre göre kandırılmıştır.

Türk milleti AKP tarafından bile bile tongaya düşürülmüştür.

“Milliyetçi-muhafazakârım, vatanseverim, ülkemi ve milletimi seviyorum” fakat AKP’ye oy veriyorum diyen saygıdeğer kardeşlerim vicdansızca tuzağa düşürülmüş, adice aldatılmıştır.

Hiç kimse, İmralı canisinin çöpçatanlığıyla AKP’yle BDP arasında kurulan birinci dereceden hısımlığın, dostane ve muhabbet derecesinin bu aşamalara geleceğini tahmin edememiş ve işin bu raddeye erişeceğini görememiştir.

AKP-BDP çifti, kaprislerle yürüyen temaslarında sonunda muratlarına ermiş, böylelikle bölücülük masalı hayalden gerçeğe göz açıp kapayasıya kadar dönüşmüştür.

Bu çerçevede kafamızı kurcalayan ve fazlaca merak ettiğimiz bir şüpheyi huzurlarınızda dillendirmek ve buradan da muhataplarına iletmek istiyorum:

Acaba Başbakan Erdoğan, BDP’den yeni bir eşbaşkanlık vaadi mi almıştır? Yoksa partisini ustalıkla dönüştürerek BDP’ye, dolayısıyla İmralı canisine eşbaşkanlık sözü mü vermiştir?

Ya da Başbakan, PKK’nın partisinin iktidar olmasında payı olduğunu söylemesine cevaben, İmralı canisinin affını en kısa sürede temin ederek AKP’ye katılmasını mı planlanmaktadır?

AKP-BDP-PKK-İmralı canisi arasındaki derin ve her şeyin önüne geçen kararmış ilişkilerin gittiği güzergâh bunları aklımıza getirmektedir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Başbakan Erdoğan, adına çözüm süreci dediği çözülme ve çöküş istikametinde, çıkabilecek pürüzleri gidermek maksadıyla, en başta Türk milleti, Türklük ve Türk milliyetçiliğine PKK’nın bile başaramadığı hasmane bir tutum ve zehir zemberek dille kazdığı cepheyi durmadan tahkim etmekle meşguldür.

AKP-BDP-PKK-CHP ve teröristbaşının tam kadro hazır bulunduğu bölücülük mahkemesinde;

√       Türklük sanık, BOP eşbaşkanı ve karındaşı teröristbaşı yargıçtır.

√       Milliyetçilik davalı, AKP davacıdır.

√       Vatan tutsak, AKP tanıktır.

√       Millet tutuklu, etnik temelli bölücü terör gardiyandır.

Manzara bu kadar kötüdür, Türkiye işte bu kadar hazin bir duruma girmiştir.

Türk milletine dair ne var ne yok Başbakan ve partisi tarafından ateş altına alınmıştır.

Çünkü Başbakan’ı;

√       Türk milletinin varlığı, birliği ve kardeşliği telaşlandırmaktadır.

√       Milliyetçiliğin sağlam duruşu kendisini ve işbirlikçilerini ürkütmektedir.

√       Türklüğün mevcudiyeti, Türklüğün muazzam birikimi endişelendirmekte ve korkutmaktadır.

Kaygısı bundandır, fitne saçan, dedikodu üreten ve gıybete batan dili bu sebeple kin kusmaktadır.

Sevr sevdalıları, içimizdeki müstemleke temsilcileri, bölünme rüyasını gerçekleştirmenin arayışında olan sadakatsizler, milletimizin nimet ve rahmet bildiği ne varsa göz koyan şerefsizler sıra sıra dizilmişler, sırtlanlar gibi alacakları payın derdine düşmüşlerdir.

Türkiye bunlara göre açık artırıma konu bir mal, millet ise keyif ve hezeyanla üleşilecek bir hazine olarak değerlendirilmektedir.

AKP’nin küresel çevrelerden aldığı talimatla kurulmasına önayak olduğu ve içinde her türlü mikrobun bulunduğu kutsal ittifak artık dönülmez bir yola sarsıla sarsıla ve patinajlarla girmiştir.

AKP zihniyeti, yoldaşı İmralı canisini, kardeşi PKK’yı, ikizi BDP’yi aklayıp paklamak için her şeyi fırsat olarak görmektedir.

Bunun için de bölücü terör lobisini memnun etmek, gönlünü almak için gayret göstermekte, irade sergilemektedir.

Başbakan ve hükümeti, adına “Çözüm Süreci” dedikleri yok oluş ve imha tüneline Türk milletini yalanlarla, göz boyamalarla çekmek için didinmektedir.

Buna rağmen hala çözümle neyin hedeflendiği, neyin çözülmeye çalışıldığı açıklanmamıştır.

Başbakan Erdoğan’a buradan sormak isterim ki;

√       Çözüm nedir ve neleri kapsamaktadır?

√       Çözümün parametreleri ve teklif ettiği hususlar nelerden ibarettir?

√       Başkanlık sistemini tesis etmek, Türk milletini milli tezlerinden koparmak ve hepsinden önemlisi PKK’yla anayasa yapacak kadar çukura düşmek çözümün bir parçası mıdır?

√       Çözüm İmralı canisinin ve kanlı cinayet örgütünün siyasete taşınması için bir müdahale ve bir araç mıdır?

√       Türkiye’nin üniter nitelikli milli devlet sistemini çökertmek için, milletimize çözüm zehri içirilmek mi istenmektedir?

Sayın Başbakan çözümle neyi hedefliyorsun ve barış sözleriyle neyi bitirmeye çırpınıyorsun?

Bize cevap ver, büyük milletimize bunları açıkla.

Bu çıldırmışlığın, bu çılgınlığın yanına kar mı kalacağını zannediyorsun?

İmralı canisinin elinde oyuncak, PKK’nın maşası olduğunu anlayamayacak kadar basiretin mi bağlanmış, kalp gözün mü kapanmıştır?

Ne yapmaya çalışıyorsun, nereye varmak istiyorsun?

Bu gafilliğinin, bu hıyanete varan tutumunun arkasında neler vardır, kim ya da kimler senin aklını çelmiş ve kararlarına ambargo koymuştur?

Türk milletini ne yaptınsa 36’ya ayıramadın da, çözüm sözleriyle mi bunu başaracağını sanıyorsun?

Bu kepazeliktir, bu nimet bilmezliktir ve bu haramla hemhal olmanın bizatihi kendisidir.

Başbakan ve şürekâsı bilsin ki; Türk milletini ucuz ve değersiz bir yapıda görüp içini boşaltmaya çalışanlara karşı kaya olur önüne dikiliriz, sel olur sürükleriz, rüzgâr olur savururuz, fırtına olur dağıtırız ve Allah’ın izniyle güneş gibi de kavururuz.

Milliyetçi Hareket Partisi hamd olsun bostan korkuluğu değildir, bu sebeple bölücü yağmacılar, PKK yedeği AKP’li yöneticiler aceleyle heveslenmesinler, çözüm isimli ihanetin hemen amacına varacağına saflıkla inanmasınlar.

Önlerinde biz varız, karşılarında biz olacağız ve Türk milletinin kutlu emanetlerini sancak yapıp alayını birden kuşatıp bozguna uğratacağız.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Geçtiğimiz hafta sonunda Mardin Midyat’taki beyanlarında zırvada sınır tanımayan Başbakan Erdoğan “Silahlar sussun, fikirler ve siyaset konuşsun” sözleriyle etnik temelli bölücü terör ve yandaşlarına anlam yüklemiş ve onları nasıl gördüğünü dile getirmiştir.

Başbakan’a göre silahların gömülmesi, kendi ayakları üstünde duran, kendi iradesi ile hareket edebilen siyasete fırsat tanınması için çözüm süreci başlatılmıştır.

Bizim anlayamadığımız, kendi iradesiyle hareket edemeyen, ayakları üstünde duramayan siyaset ve temsilcilerinin kim ya da kimlerden oluştuğudur.

Burada kast edilen AKP’midir? Eğer değilse kimdir?

Başbakan Erdoğan kimleri ayağa kaldırmak, kimlere kol kanat germek istemektedir?

Söz konusu PKK’mıdır? Matruşkası BDP’midir veya İmralı’da yatan cani midir?

Dikkatinizi çekmek isterim ki, Başbakan için çözümün gayesi ayakları üstünde duramayan, iradesiyle hareket edemeyen ne idüğü belirsiz siyasete fırsat tanımaktır.

Açıklamalarından, sözlerinden bu anlaşılmıştır.

Çözüm isimli ihanetin PKK’yı, İmralı canisini baz aldığı ve bunların meşrulaşması amacını gözettiği esasen aşikardır.

Bize göre, Türk milletinin tamamen karşı olduğu, yapılan kamuoyu araştırmalarıyla da bu gerçeğin tescil edildiği teröristbaşı ve dağ kadrosuyla yürütülen çözüm makyajlı müzakereler eninde sonunda duvara çarpacak ve çuvallayacaktır.

Anlaşılmaktadır ki, hazırlığı yapılan ve son rötuşlara sahne olan 4’ncü yargı paketiyle bölücülere ve teröristlere geniş ölçekli bir af ve ceza indirimi uygulanacaktır.

Gelin görün ki bundan, terörist olarak suçlanan genelkurmay başkanları ve Türk ordusunun şerefli mensupları faydalanamayacaktır.

Başbakan Erdoğan samimiyetsizliğini yeniden göstermiş, bir tarafta hukuki süreçleri eleştirirken, diğer yanda yeni tutuklama dalgalarına kapı açmıştır.

Paris’te üç PKK’lı kadın militanının infazından sonra AKP’ye darılan ve ihanet sürecini tek taraflı askıya aldığı kamuoyuna yansıyan teröristbaşının 4’ncü yargı paketi ve muhtemel BDP’li ziyaretçilerin adaya intikaliyle de gönlü yapılmış olacaktır.

Görüldüğü kadarıyla, Türk milletini paketlemeye dönük ara bir adım olan 4’ncü yargı paketi kanalıyla;

Türk Ceza Kanunu’nun 215 ve 220’nci maddelerinde değişikliğe gidilerek, sadece şiddete veya suç işlemeye teşvik cezalandırılacak, örgütün ya da hedeflerinin propagandasını yapanlar cezai takibata uğramayacaktır.

Propaganda ancak cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemleri meşru gösteriyorsa veya bu gibi yollara müracaatı alenen özendiriyorsa suç kapsamına alınacaktır.

Diğer taraftan halkı askerlik görevinden soğutma suçunu işleyenler için de adli para cezası getirilmesi planlanmaktadır.

Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz yılın temmuz ayında çıkarılan 3’ncü yargı paketi muhteviyatında, Türk Ceza Kanunun ilgili maddesinde yapılan değişikliklerle, önceden örgüte üye olmamakla birlikte, örgüt adına suç işleyen kişi ya da örgüte bilerek, isteyerek yardım eden kişilerin örgüt üyeliğinden değil de, eylemlerinden dolayı ceza almaları temin edilmiştir.

Yakında tam olarak gündeme gelmesi beklenen 4’ncü yargı paketiyle de bunun daha da üst bir aşamasına geçilecek, bölücü terörün propagandasını yapmak sıradan ve olağan bir durum haline gelecektir.

İşte AKP budur, bu kadar bölücü kazanın içine düşmüştür.

Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten siyasi iktidar, bölücü teröre propaganda imkânı sunmuş ve bunu da ceza kapsamından çıkarmak için düğmeye basmıştır.

Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşları, Anayasa’nın 81’nci maddesine göre namus ve şeref üzerine ettikleri yemini birer birer çiğnemiştir.

Sorarım sizlere bu olup bitenler ihanetin daniskası değildir de nedir?

Başbakan Erdoğan başkan olabilmek için Türkiye’yi İmralı canisine peşkeş çekmiş, karşılıklı anlaşma ve pazarlıklarla Türk milletini cehennem azabıyla tanıştırmak üzere harekete geçmiştir.

Bunların ne yatacak yeri, ne de bahanelerle kendilerini maruz gösterebilecek halleri kalmıştır.

Boya dökülmüş, maske inmiş, sığınak çökmüş ve çatı uçmuş teröristbaşı ve Başbakan ortaklığı her alanda deşifre olmuştur.

2002 yılında sıfırlanmış bölücü terör, AKP ittirmesiyle bugün finale ulaşmış ve tüm dayatmalarını tek tek almış ve almaya da devam etmektedir.

AKP olduğu müddetçe, ta ki bağımsız Kürdistan kurulasıya kadar bu süreç ilerleyecektir.

Şüphesiz Başbakan’ın müzakere şuursuzluğuna gömülerek bitmiş tükenmiş bir adama ruh vermesi varlığımıza ve birliğimize çevrilen en hâinâne adım ve karardır.

Anlaşılan kendisine başkanlığı layık görürken, İmralı canisini serbest bırakarak sözde özerk Kürdistan’ın başkanlık koltuğuna oturmasını sağlaması beklenen ve olması muhtemel bir adımdır.

Tüm hedefler, anayasa üzerinden sürdürülen polemik ve referandum gözdağları bunun içindir.

AKP’nin müsamahası ve kontrolüyle BDP’li bir grup milletvekilinin başlattığı Karadeniz turu ise bölücülüğün her düzeyde anlatılmasından ve toplumsal yapıya yedirilmesinden ibaret bir kampanyanın eseridir.

1995 yılında Irak’ın Kuzeyindeki Haftanin bölgesinde yapılan PKK terör örgütünün V. Kongresinde alınan karar gereği olarak, 1997 yılında Karadeniz ve Toroslar’a açılım faaliyetleri adı altında adam öldürme, gasp, soygun gibi terörist faaliyetler bu bölgelere taşınmıştır.

Şimdi bunun bir adım ilerisine geçilmekte ve bölücüler milli onurun simge şehirlerine fitne taşıyıcılığı yapmaktadır.

Dün silahla, terörist saldırılarla boyun eğdirilemeyen Karadeniz’in asil ve vakar dolu insanları, AKP kağnısına binmiş BDP’li bölücülerin ziyaretlerine sahne olmaktadır.

Kimse Karadeniz’in alnı açık ve tertemiz vicdanlarını kandırmaya yeltenmemelidir.

Ne olursa olsun, tahriklere, provokasyonlara, kavga ve çatışmalara azami derecede dikkat etmek yöre insanımızın her zaman göstereceği olgunluk ve sağduyulu bir tavır olacaktır ve olmalıdır.

Bu sebeple Sinop’taki olayların, ülke huzurunun ve kardeşlik duygularının korunması açısından tekrarlanmaması bizim en halisane dilek ve temennimizdir.

BDP’nin AKP’yle paslaşması, İmralı canisinin dayatmalarını AKP’ye ileterek başkanlık karşılığında olumlu bir cevap alması önümüzde büyük badirelerin varlığına delalettir.

Karadeniz gezisi de bu çerçevedeki sinsi hamlelerden sadece birisidir.

Maalesef bugünkü ortamda tüm kapılar Başbakan tarafından İmralı’ya yönlendirilmiş, Türkiye’nin akıbeti bu kanlı ele bırakılmıştır.

Ama buna fırsat vermeceğiz, yanlışa göz yummayacağız, ihanete, rezalete ve çözülmeye kesinlikle milli direnç ve direnişin sözü, nefesi ve demir yumruğu olacağız.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Biraz evvel Başbakan Erdoğan’ın, çözülme ve çöküş istikametinde çıkabilecek pürüzleri kendince hesaba katarak en başta Türk milleti, Türklük ve Türk milliyetçiliğine hasmane bir tutum takındığını belirtmiş ve bu yöndeki düşüncelerimi sizlerle paylaşmıştım.

Hafta sonunda Mardin Midyat’ta yaptığı bir konuşmasında Başbakan, bizce malum olan gerçek yüzünü ifşa etmiş, Türklük ve milliyetçilikle ilgili nefretini, tahammülsüzlüğünü akla ve hayale sığmayacak ifadelerle ortaya koymuştur.

Şu sözler Türk milletinin seçtiği ve Başbakanlık makamını verdiği Recep Tayyip Erdoğan’dan duyulmuştur: “Kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın. Türklükle çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız.”

Bu kurşun gibi açıklamaları teröristbaşı Abdullah Öcalan değil, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yapmıştır.

Anlaşılan, Başbakan ya aklını kaybetmiş, ya izanını yitirmiş ya da gerçek kimliğini bu kadar yıl saklayacak mahareti ve ikiyüzlülüğü gizli de olsa gösterebilmiştir.

Başbakan artık Türk milletinin şahdamarına basmıştır.

Mardin Kızıltepe’de yaptığı konuşmasında da; “Bizler aynı toprakların, aynı tarihin, aynı medeniyetin evlatlarıyız” demesine rağmen, milletimizi 36’ya bölme ısrarından vazgeçmemiş, bu arayışından caymamıştır.

Kürt kökenli kardeşlerim Başbakan’ın istismar ve yalanlarına şahit olmuş, kardeşlik bağlarını inciten ve sarsan beyanlarına durmadan tanıklık etmiştir.

Bize göre, Türklüğe hareket eden, milliyetçiliği ayaklar altına aldığını söyleyebilecek kadar ileriye giden birisinin yediği ekmek haram lokma, içtiği su zehir olacak ve boğazına duracaktır.

Ayakların baş olduğu Türkiye fotoğrafında, bu sözlerin işitilmesi bir bakıma normal görülmelidir.

Varlıklarını küresel ve kanlı hesaplara paspas edenlerin milliyetçiliği ayaklarının altına aldığını uluorta beyan etmeleri ve bununla yetinmeyerek Türklüğe saldırmaları asırlık sömürgeci planların kimlere kadar nüfuz ettiğini göstermesi bakımından anlamlıdır.

Şanlı mazimiz, tıpkı Başbakan Erdoğan gibi, Türk milliyetçiliğini ve Türklüğü ayaklar altına almaya heveslenenlerin ne hallere, hangi zavallı durumlara düştüğünün kanıtlarıyla doludur.

Haçlı seferleri de Türklüğü silmek için uğraşmış, ama İslam’ın kılıcı Türk milleti tarafından yerin dibine sokulmaktan kaçamamıştı.

Bugün Türk milliyetçiliğini ayaklarının altına aldığını söyleyerek Türklüğe namlu çevirenlerin ağa babaları Çanakkale’de millet kudreti tarafından silip süpürülmüştü.

Dumlupınar’da süngüyle kovalananlar bugünkülerle aynı yolun yolcusu, İzmir’de denize dökülenler aynı dağın yeliydiler.

Geçmişte emperyalistlere vatan topraklarını peşkeş çekecek kadar küçülenler bugünkülerle aynı yoldan geçen, Türklüğü son yurdundan çıkarmayı hedefleyenler de aynı sudan içenlerdi.

Bunların asırlarca yazı bir olmuş, kışı bir olmuş ve aynı sazın tellerinden birisi olmaya gönüllü olarak Türk milletinin avına çıkmışlardır.

Zaman değişse bile bunların emeli değişmemiş, şahıslar farklılaşsa da niyetler farklılaşmamıştır.

Başbakan Erdoğan milliyetçiliği istese de anlayamaz ve Türklüğün yeryüzünün her bir köşesinden ruhi mücerret gibi fışkıran irfan ve mesajını talep etse de idrak edemez.

Çünkü BOP kitabında Türklük, Türk milliyetçiliği ve Türk milleti yoktur ve kendisi de bu değerlere yabancı ve tamamen de karşıdır.

Artık Başbakan tarafını belli etmiş, İmralı, BOP, Kandil, Barzani derken siyasi kadavra haline gelmiş, kalp ve zekâ nakliyle her şeyini yabancılara esir bırakmıştır.

Başbakan’ın sözlerine, AKP’deki milliyetçi-vatansever milletvekili arkadaşlarımın mutlaka diyeceği bir şeyleri olmalıdır.

Milliyetçi olduğunu ileri sürüp de, her defasında hakaret işiten ve küfürlere maruz kalan AKP’ye oy vermiş kardeşlerimin de itirazları olacaktır, Allah için de olmalıdır.

Türk milletine aidiyetliği şerefle benimseyen herkes Başbakan’ın hesaplarını boşa çıkarmalıdır.

Unutulmasın ki, milliyetçiliğe karşı olmak; milli devlete, milli benliğe, milli şahsiyete, milli dile, milli vicdana, milli tarihe, milli kültüre ve milli kimliğe, hülasa topyekûn millete karşı çıkmak demektir.

Buna değil Başbakan’ın, yedi düvelin gücü ve nefesi çok şükür yetmemiştir.

Vatanımızı emperyalizmden kurtaran gücün, bağımsızlığımızı sağlayan ruhun, devletimizi kuran fikrin, milletimizi birleştiren davanın Türk milliyetçiliği olduğunu kabullenmeyen birisinin Başbakanlık koltuğunda oturması Türk milletine zül ve zulümdür.

Milliyetçiliği bastırmaya, milliyetçiliği karalamaya Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesini İmralı canisiyle eşbaşkanlık içinde kurutmaya çalışan sefiller hak ettiklerini bulmalıdır.

Milliyetçiliğe karşı çıkmak, Türklüğe şamar indirmek; Türk milletinin yaşama ve var olma ruhunu kundaklamak, ancak ve ancak batılı hesaplara payandalık işlevi gören gurursuzların yapacağı bir iştir.

Bugün milliyetçilik üzerindeki tartışma, itham ve eleştirilerin nedeni Türk milletinin kuvvetini zayıflatarak devletimizi parçalama, milli birliğimizi bozma amacıyla örtüşmektedir.

Türk milliyetçiliği Türk milletinin bağımsızlık ve modernleşme heyecanının ve bizzat hedefinin ismidir.

Milliyetçilik denilince akla, vatan ve millet sevgisini ve bu uğurda yapılan fedakârlıkları anlamak lazımdır.

Vatana bölünecek toprak parçası, millete ayrılacak kalabalıklar yığını, devlete talan edilecek ve parçalanacak yapı olarak bakanlar bizim gibi olamazlar, bizim gibi göremezler ve milletimizin bir parçası olmayı da kesinlikle hak edemezler.

Dün 57’nci Alay, Çanakkale’de Türklüğe tabut yolunu gösterenlere direnmişti, biz de bugün direneceğiz.

Dün Hasan Tahsin İzmir’den, Sütçü İmam Kahramanmaraş’tan, Mehmet Kamil Bey Gaziantep’ten, Nene Hatun Erzurum’dan, Zeybekler Ege’den, Türk milleti doğudan batıya her yerden ayağa kalkmıştı, bizde bugün tüm Türkiye’den cesaretle doğrulacak, şimşek gibi çakacağız.

Dün Mustafa Kemal, millet ve milliyetçiliği birleştirerek işgalci ve bölücüleri def etmişti, herkes bilsin ki biz de def etmek ve hesap sormak için mücadele edeceğiz.

Çünkü biz Türk milliyetçisiyiz, çünkü biz Türk milletine mensubiyetten şeref duyarız, çünkü biz her insanımızı, her değerimizi ve her emanetimizi bir sevda gibi yüreğinde taşıyan ülkücü nesiliz.

Bu düşüncelerle konuşmama son verirken grup toplantımıza katılan herkesi en iyi dileklerimle selamlıyor, en güzel günlerin sizlerle birlikte olmasını diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.