13.03.2001 - TBMM Gup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Konuşması
13 Mart 2001

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Öncelikle yüksek heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Uzun bir bayram tatilinin ardından tekrar bir araya gelmiş bulunuyoruz. Bu vesileyle, mübarek Kurban Bayramınızı bir kez daha kutluyor, hepinize hoş geldiniz diyorum.

Milletimiz, bu yıl hiç şüphe yok ki, Kurban Bayramını biraz buruk bir şekilde karşılamış, karamsarlık duyguları içinde idrak etmek zorunda kalmıştır. Geçtiğimiz ay yaşanan ekonomik depremin ardından gelişen güvensizlik ve panik havası, Kurban Bayramının rahat ve huzur dolu atmosferini, ister istemez olumsuz yönde etkilemiştir.

Hiçbir şekilde arzu edilmeyecek olan bu durumun, bir daha tekerrür etmemesi en büyük dileğimizdir. İnşallah, her kurum ve kişi, bütün yaşananlardan gerekli dersleri çıkartmış olmalıdır.

Bizler, hem hükümet etme sorumluluğunu paylaşan bir koalisyon ortağı, hem de bir siyasi parti olarak, böyle bir muhasebe yapmayı gerekli görüyoruz.

Bunun için de, yaşadığımız ekonomik krizin gerçek sebepleri ne olursa olsun, gerçek müsebbipleri kim olursa olsun, sorumlu siyaset anlayışından vazgeçmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla, siyasi sorumluluğun birinci derecede hükümetimize ait olduğunun idraki içinde bulunduğumuzun bilinmesini istiyorum.

Şimdi huzurlarınızda, böyle bir siyasi duyarlılığın yol göstericiliğiyle, ülke olarak karşı karşıya kaldığımız ekonomik sorunların çok yönlü bir değerlendirmesini yapmayı gerekli görüyorum.

Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Sizlerce de malûm olduğu üzere, Türkiye ilk kez bir ekonomik kriz ile karşılaşmamaktadır. Tarihinde, kalkınmakta olan birçok ülkede olduğu gibi, benzeri kriz süreçlerine sık sık rastlanmaktadır. Son onbeş yılda dünya genelinde uygulanan döviz kuruna dayalı 12 ekonomik istikrar programından sadece 4'ünün enflasyonu kabul edilebilir bir seviyeye indirdiği bilinmektedir. Buna karşılık, 8 programın uygulama sürecinde malî kriz ile karşılaşıldığı görülmektedir.

Tabi ki, her programı, her ülkeyi kendi şartları içinde değerlendirmek daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Ancak buna rağmen, ülkemizde boyutları ve olumsuz etkileri farklı olmakla birlikte, temel sebepleri ve özellikleri açısından büyük benzerlikler taşıyan ekonomik krizlerin Türkiye'yi birçok kez sıkıntıya soktuğu aşikârdır.

Adeta, krizlerle birlikte anılan Türk ekonomisinin bir türlü istikrarlı bir gelişme dinamizmine kavuşamadığı gözlenmektedir. Çoğu zaman siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın birbirini beslediği, yapısal dönüşümün bir türlü tamamlanıp sonuçlandırılamadığı bilinmektedir. Samimi ve sürekli bir siyasi kararlılığın yanında, elverişli bir alt yapıya sahip olamayan ekonomik yapı, küçük dalgalanmalar karşısında bile ciddi sarsıntılar yaşamaktan kurtulamamaktadır.

57. Hükümet'in 2000 yılının başında uygulamaya koyduğu program, özünde böyle bir teşhisten yola çıkarak başlatılan ve birden fazla hedefi bulunan bir programdır. Hazırlanan bu program, 1999 yılının çok ağır ekonomik ve sosyal şartlarına rağmen, iyi niyetle ve kararlılıkla hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Uygulama sürecinde, belirli ölçülerde de olsa başarılı sonuçlar alınmış, 2000 yılı içinde başta enflasyon rakamları olmak üzere son 14 yılın en iyi ekonomik göstergelerine ulaşılmıştır.

Bu tablo karşısında, Kasım ve Şubat aylarında patlak veren krizleri kolayca izah etmek, tabi ki mümkün değildir. Başka bir deyişle, ekonomimizin üç ay arayla yaşadığı malî sektör orjinli krizler gerçeği ile, nispeten istikrarlı bir trend izleyen ekonomik istikrar programı uygulamaları, birbiriyle en azından görünürde bağdaşmamaktadır. Hatta, Şubat ayındaki ikinci kriz dalgasıyla birlikte ekonomik istikrar programında ciddi bir değişiklik yapmak kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiş bulunmaktadır.

Bütün bunları ifade ederken, milletimize mazeret üretmek ya da sorumluluğu başkasının üzerine atmaya çalışmak gibi bir niyetimiz yoktur. Bizim siyaset anlayışımızda sorumluluktan kaçınmak veya hedef şaşırtmak gibi bir yaklaşım, milletimizin iyi niyetini ve güvenini sarsmakla eşdeğerdir.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu zamana kadar olduğu gibi, bundan sonra da sorumluluktan ve görevden kaçan çarpık bir siyasi anlayışın temsilcisi olmayacaktır.

Yine inanıyoruz ki, dün ülkemizi ve ekonomimizi çok daha büyük krizlerin ve açmazların içine sürükleyenlerin, bugün kriz simsarlığı yapmasını bahane ederek basit siyasi hesaplaşmalarla vakit geçirmek de çözüm değildir.

Ama yaşanan gelişmelerin ve sorunların bütün boyutlarıyla kavranmasına yardımcı olmak da, bizim görev ve sorumluluğumuzun bir parçasıdır. Aynı şekilde, bir taraftan milletimize hesap verirken, diğer taraftan yeni çözümler ve seçenekler sunmak gerekir. Çünkü, insanımızın her türlü olumsuzluğa ve zorluklara rağmen geleceğe güvenle bakabilmesini temin etmenin yollarını araştırmak, siyasetin varlık sebebidir. İşte, Milliyetçi Hareket Partisi'nin ve hükümetin yapmaya çalıştığı da bundan başka bir şey değildir.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Türk ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu açmazları, iç ve dış dinamikler şeklinde iki ana boyutta ele almak mümkündür.

Daha önce de vurguladığım gibi, ekonomimizin temel eksikliğini, yapısal reformların tamamlanamamasından kaynaklanan alt yapı yetersizliği oluşturmaktadır. İstikrarlı büyümenin ön şartı olan yeterli bir kurumsal donanımdan mahrum olan Türk ekonomisi, krizlere aşırı duyarlı, yani dayanıksız bir bünyeye sahiptir. Böyle bir bünye, karşılaştığı her zorluk karşısında çok çabuk rahatsızlanmakta, çoğu zaman da atılan adımların olumlu katkısını azaltmakta, veya sıfırlamaktadır.

Bugün gelinen noktada, bir-birbuçuk yıl içinde bu anlamda elde edilen başarıların, bünyenin sağlığına tam olarak kavuşması bakımından yeterli olamadığı göze çarpmaktadır.

En önemli sorunun, hem bütünüyle ekonomimizin hem de ekonomik istikrar programının yumuşak karnını oluşturan finans sisteminden kaynaklandığı bir gerçektir. Gerek bankacılık sektörünün sağlıksız yapısı, gerekse bankaların hortumlanma enstrümanı olarak fütursuzca kullanılması, uzun bir süredir krizlere davetiye çıkartan bir özellik arzetmiştir.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun faaliyete geçmesi, bu açıdan çok önemli bir adım olmuş, ama yeterli olamamıştır.

Bilindiği gibi, döviz çapası mekanizmasının başarıyla işlemesi, yani kötü kullanılmasının önlenmesi için, bankacılık sektörünün dayanıklı olması ve çok iyi denetlenmesi hayatî öneme sahiptir.

Türkiye, bu bakımdan son üç-dört aydır maalesef kötü bir tecrübe yaşamak zorunda kalmıştır. Mali sistemini yeni yeni rehabilite eden Türkiye, krize hazırlıksız yakalanmış, bankacılık sektörü içindeki gizli rekabet ve çekişme de kriz sürecini derinleştirmiştir.

Bunlara ek olarak, kamu bankalarının ekonominin kamburları olmaya devam etmesi, enflasyon lobisinin sürekli teyakkûzda olması da çok önem taşımaktadır. Görev zararları katrilyonları bulan kamu bankalarının, ekonomik krizi emen değil, derinleştiren bir işleve sahip olması, kaçınılmaz bir sonuç olmuştur.

İşte, bütün bu ve benzeri faktörler, enflasyonla mücadele ile istikrarlı büyüme sürecinin en büyük açmazlarını oluşturmaktadır. Türkiye'nin bu engel ve sorunlardan kurtulamadığı sürece, dalgalanmalara ve spekülatif oyunlara karşı aşırı duyarlı olan kırılgan ekonomik yapısını dönüştürmesi de kolay olmayacaktır.

Ancak, ne pahasına olursa olsun bu mücadeleyi kazanmak, ülke kaynaklarının en iyi şekilde kullanılmasını sağlamaktan başka seçeneğimiz de yoktur. Bizlerin inancı ve çabası sadece bunun içindir. Yüce Allah güç verdiği, milletimiz güvenini devam ettirdiği sürece, ülkemiz için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.

Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Takdir edileceği üzere, ekonomik gelişme, dolayısıyla bu süreçte karşılaşılan krizlerin dış dinamikleri, her zaman iç dinamikler kadar belirgin değildir. Birçok dış faktörün, ülkelerin kalkınma süreçleri üzerinde çok farklı etkiler yarattığı bilinmektedir.

Bu rol, hiç şüphesiz günümüzde, yani küreselleşme döneminde çok daha etkin bir boyut kazanmış bulunmaktadır. Dış dinamikler, ülke ekonomileri üzerinde giderek daha fazla belirleyici olmaya başlamıştır.

Küreselleşme süreci, özellikle de ülke ekonomilerinin küresel ekonomiye entegrasyon ihtiyaçları, dış tesirlerin etkinliğini, diğer bir deyişle karşılıklı bağımlılığı da arttırmaktadır. Bunların en başında da, malî piyasaların dışsal bağımlılığı, dolayısıyla küresel aktörlere ve dalgalanmalara endeksli hale gelmesi yer almaktadır.

IMF ve Dünya Bankası gibi, küresel ekonomiyi düzenleyen kuruluşların, ülke ve bölge farklılıkları ile toplumsal ihtiyaçları göz ardı eden yaklaşımları, gelişen ekonomilerin kronik sorunlarını aşma konusundaki sıkıntılarını azaltmamakta, bilakis arttırmaktadır. Ahenkli ve istikrarlı bir küresel ekonomik düzen yerine, küresel sermayenin ve pazarın çıkarlarının ön planda tutulması, eski sorunlara yenilerinin eklenmesi sonucunu doğurmaktadır.

1990'lı yıllarda enflasyon ile mücadele ve büyüme konusunda ciddi bir gelişme kaydeden Latin Amerika ile Uzakdoğu Asya ekonomileri, bu süreçleri bir türlü kalıcı ve sağlıklı bir hale getirememektedir. Arjantin başta olmak üzere 90'lı yılların hızlı gelişen ekonomileri, son zamanlarda tekrar ciddi kriz işaretleri vermektedir.

Sanayileşmiş Japonya ekonomisi bile, 1997 yılında baş gösteren krizlerini hâlâ atlatabilmiş değildir. Bu ülkede, mali sistem çöküş eğilimini sürdürmekte, batık krediler bankacılık sektörünü sarsmaya devam etmektedir.

Bu trendler önemini koruduğu sürece, küresel ekonominin yaşayacağı büyük bir dalgalanma zincirleme olarak bütün ekonomilerin performansını olumsuz yönde etkileyecektir.

Bugün birçok kalkınmakta olan ülkede dış borçların oranı, gayri safi milli hasılalarının % 50'sine yaklaşmış durumdadır. Dünya Bankası'nın verilerine göre, kalkınmakta olan ülkelerin 1994 yılında toplam 1 trilyon 969 milyar dolar olan borç stokları, 1999 yılının sonunda 2 trilyon 572 milyar dolara yükselmiş bulunmaktadır.

Birçok tarafsız gözlemcinin de vurguladığı gibi, sanayileşmiş ülkeler için geçerli olan reçetelerin ve kriterlerin, yoksul ve gelişen ülkeler bakımından aynen uygulanmasının mümkün olmadığı açıktır. Eğer sürdürülebilir ekonomik ve sosyal hayat, hem küresel hem de ülke ölçeğinde mümkün kılmak isteniyor ise, yeni bir işbirliği ve dayanışma anlayışının da geliştirilmesi gerektiğini de kabul etmek lazımdır.

Bunun için, Uzakdoğu Asya ve Latin Amerika krizlerinin ardından Türkiye'nin yaşadığı sorunlar, yeni bir dönüm noktası olabilir. Küresel dayanışma ve sosyal boyuttan mahrum politikaların ileride telafisi mümkün olmayan tahribatlara yol açmasının önüne geçmek için böyle bir dönüşümün yaşanması şarttır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Sözün kısası, son tahlilde hükümetin sorumluluğunda olan, ekonomik istikrar programı, iç ve dış dinamiklerinde kısaca temas ettiğim sıkıntılar ve eksiklikler sebebiyle tıkanmıştır. Şimdi yapılması gereken, yaraları en kısa zamanda sararak halkımızın ve ekonominin önünü görmesini temin edecek bir anlayış ve programı hayata geçirmektir. Bu yaklaşımı, programın iç ve dış ayaklarının yere daha sağlam basmasını temin etmek şeklinde de özetlemek mümkündür.

Bunun için, hükümet olarak kriz ortamlarında ister istemez sarsılan güveni tekrar pekiştirmek ve halkımızın bozulan moraline tekrar kavuşması için ne gerekiyorsa yapmaktan başka seçeneğimiz yoktur. Yine, piyasaların biran önce rahatlatılarak ekonomik dinamizmin arttırılması için gerekli düzenlemeleri hayata geçirmemiz şarttır.

Milliyetçi Hareket Partisi'ne göre böyle bir yaklaşımın, sorumluluklarımızı unutmadan gerçekleşmesi için, herkesin, hepimizin dikkat etmesi gereken bazı önemli noktalar bulunmaktadır. Bu hususlar şunlardır:

1-Kalıcı bir ekonomik altyapıyı inşa etme anlamına gelen yapısal reformlardan vazgeçmek mümkün değildir.

2-Yeni program, bu hususlarla birlikte enflasyon ile mücadeleyi temel hedef alan, gerçekçi ama sosyal sorunlara gözü kapalı olmayan bir niteliğe sahip olmalıdır. Bu bağlamda kamu çalışanlarının gelir düzeylerinde yeni şartları dikkate alan bir iyileştirme kaçınılmazdır.

3-Bankacılık sektörünün, daha sağlıklı bir yapıya kavuşturma çabaları süratle tamamlanarak ekonomik gelişmeye ayak bağı olan değil, teşvik eden bir nitelik kazanması zorunludur.

4-Yolsuzluklarla mücadeleye, her cephede kararlı bir şekilde devam etmek, milletin malına uzanan el kimin olursa olsun mutlaka hesap sormak şarttır.

5-Bütün ekonomik aktörlerin kendi çıkarları ile ülke çıkarları arasında denge kurma konusunda duyarlı ve samimi olma zorunlulukları bulunmaktadır.

6-Özelleştirme sürecinin kamu kaynaklarını çarçur etmeden belirli bir hıza ve düzene kavuşturulması gerekir.

7-Yatırımı, üretimi ve ihracatı teşvik mekanizmalarının daha da geliştirilmesi ve enflasyonla mücadele politikalarıyla büyüyen ekonomi ekseninde bir dengeye kavuşturulması önem arz etmektedir.

8-Zorunlu hale gelen yeni ekonomi programının toplumsal desteğini arttıracak, diyalog sürecini sürekli ve sağlıklı hale getirecek yeni platformların geliştirilmesi gerekmektedir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Görüldüğü gibi, ülkemizin imkanları gibi, ihtiyaçları ve sorunları da çok çeşitlidir ve önemlidir. İster bugünün sıkıntılarının, ister dünün büyük ihmal ve sorumsuzluklarının, isterse her ikisinin sonucu olsun, siyaset kurumu bütün bu sorunları çözmek için vardır.

Yaşadığımız krizler, tabi ki, beraberinde getirdikleriyle birlikte, özellikle dar gelirli vatandaşlarımız ile ekonomik faaliyetlerini dövize endeksli olarak yürüten müteşebbisleri derinden etkilemiştir. Ekonomimiz, inşallah en kısa zamanda toparlanıp istikrarlı bir gelişme trendine kavuştuğunda, bu yaraların daha kolaylıkla sarılacağına şüphe yoktur.

Meseleye orta ve uzun vadeli bir perspektiften yaklaştığımızda ise, ülkemizin iç borç ve yüksek faiz sarmalını kırma sürecini biraz geciktirdiği görülmektedir. Toparlanma ve istikrarı tesis etme süreci kısa sürede sağlanıp "dedikodu ve rantiye ekonomisi"nden "üretim ve paylaşım ekonomisi"ne geçiş mümkün hale geldiğinde Türkiye'nin ufku açılacaktır.

Böyle bir durumda, yaşadığımız krizlerin kalıcı etkileri şüphesiz çok sınırlı olacaktır. Önemli ve gerekli olan, toplumun özgüvenini kaybetmemesi, sanayici ve işadamının ekonomisine olan güvenini tekrar kazanarak kalkınma sürecinin dinamosu olmaya devam etmesidir.

Yaşanan belli başlı bütün sorunların aşılabilmesi için, sadece hükümetlerin değil, diğer toplumsal ve siyasi unsurların da gerekli özeni göstermesi ve katkı sağlaması şüphesiz çok önemlidir. Bunlar arasında özellikle muhalefet partilerinin ve medyanın önemli bir konuma sahip oldukları açıktır. Uygulanan politikaların eleştirisi kadar, sağ duyulu bir yaklaşımın geliştirilmesi ve kamuoyunda panik havası yaratmaktan kaçınılması gerekir. Bu tür duyarlı ve sorumlu anlayışların hiç kimseye bir zararı olmadığı gibi, bilâkis ülkeye büyük yararı vardır.

Bilinmelidir ki, medeni bir uslûp, hem siyasetin her alanında, hem de devlet yönetiminin her kademesinde sadece seviyeli bir siyasi ilişkinin değil, aynı zamanda asgari bir işbirliği ve hoşgörü zemininin de temelini oluşturur. Bunun için de, toplumsal huzurun ve başarının, yani gelişmenin ve demokrasinin ön şartıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinize bir kez daha saygılar sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı