09.06.2001 - Kayseri'de 6. Bölge İstişare Toplantısında Yaptığı Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Kayseri'de 6. Bölge İstişare Toplantısında Yaptığı Konuşma
09 Haziran 2001

 

Aziz Kayserili Vatandaşlarım,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Teşkilatlarımızın Değerli Temsilcileri,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Sözlerime başlarken, öncelikle yüksek heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Hepiniz hoşgeldiniz, şeref verdiniz.

Kayseri il teşkilatının ev sahipliğinde gerçekleştirdiğimiz 6. Genişletilmiş Bölge İstişare Toplantımız ülkemiz ve partimiz için hayırlı ve uğurlu olsun. Huzurlarınızda başta Kayseri il başkanı ve yönetim kurulu olmak üzere tüm teşkilat mensubu arkadaşlarıma ve Kayserili hemşehrilerime teşekkür ediyorum.

Yüce Allah, yüreklerinde vatan ve millet sevgisi hiç eksilmeyen Milliyetçi Hareket Mensuplarının başarısını daim, geleceğini aydınlık eylesin.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bugünkü istişare toplantımızı, hem iç, hem de dış politikada gündemin giderek yoğunlaştığı ve çeşitli hesapların gün yüzüne çıkmaya başladığı bir dönemde yapıyoruz. Millet olarak, birkaç aydır yaşadığımız sıkıntılı süreci aşmak için ciddi bir çaba harcarken ilginç tartışma ve gelişmelere de şahitlik ediyoruz.

Zaman zaman ifade ettiğim gibi, ülkemiz birçok büyük sorun ile aynı anda ve sınırlı imkanlarla başetmek zorunda olan bir ülkedir. Bir tarafta yılların birikimi olan devasa sosyal ve ekonomik sorunlar, diğer tarafta yine tarihi derinliği olan dış sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır.

Gerçekten de, gelir dağılımı bozukluğu ve işsizlik çok ciddi bir toplumsal adaletsizlik sorunu olarak ülke gündeminde yer etmektedir. Benzer şekilde, yolsuzlukların ürkütücü boyutlara ulaşmış olması hem toplumsal vicdanı, hem de ekonominin sağlığını sürekli tahrip etmektedir.

Türkiye, işte böylesine çok boyutlu niteliklere haiz sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmesi gereken bir ülkedir. Türkiye aynı zaman da, bu sorunların çözümüyle birlikte demokratik yapısını ve hukuk sistemini de iyileştirmek ve geliştirmek mecburiyetinde olan bir konuma sahiptir.

Bütün bunların yanında, Kıbrıs sorunu ve Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz nazik bir döneme girmiş bulunmakta; bölücü terör örgütü ve yandaşları yeni stratejilerini uygulamak için fırsat kollamaktadır. Yine, Türk Dünyası ülkemizden daha fazla ilgi, daha fazla katkı beklemektedir.

Buraya kadar vurguladığım hususlar, Türkiye'nin önünde çözmesi gereken temel sorunları ve izlemesi gereken milli politikalara dikkat çekmektedir. Ancak mesele burada bitmemekte, bilakis başlamaktadır. Ülke yönetiminde hangi konumda olursa olsun, söz ve iddia sahibi her kişi ve kurumun görev ve sorumlulukların ağırlığını ortaya koymaktadır.

Milli politika ve sorunları tartışma biçimimizi de dikkate aldığımızda da, görev sorumlulukların bir kat daha ağırlaştığı görülmektedir. Çünkü, şahsi menfaat ve çekişmeler çoğu zaman ülke ve millet önceliklerinin önüne geçebilmekte, milli bir duyarlılığın yerini farklı yaklaşım ve endişeler alabilmektedir. Kıbrıs, Ege, bölücü terör ve Avrupa Birliği'yle ilişkiler gibi sorunlarımızı tartışma biçimleri bu manâda çok çarpıcı ve öğretici dersler içermektedir.

Dünyanın hemen her ülkesinde milli çıkarlar ve hedefler konusunda güçlü bir mutabakat vardır. Bütün siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve medya bu tür konularda belirli bir titizlik göstermeye ve duyarlı bir yaklaşım sergilemeye dikkat ederler.

Maalesef, ülkemiz bu tür anlayış birliği ve duyarlı yaklaşımlar konusunda yeterince güçlü bir milli duruş ortaya koyamamaktadır. İşte Türkiye'nin stratejik açmazlarından, en azından yetersizliklerinden biri budur. Bu görüntümüz de, ister istemez uluslararası imajımızı ve gücümüzü olumsuz yönde etkilemektedir.

Bazı art niyetli çevrelerin ve kalemlerin iddialarının aksine, bu durum, diğer ülkelerle mukayese edildiğinde Türkiye'ye özgü bir çarpıklığa işaret etmektedir. Bilinmelidir ki, bu çarpık mantık ve üslûp değişmediği sürece sonuç da değişmeyecektir.

Milli ve duyarlı yaklaşımını her şart altında koruyup zenginleştirmeye çalışan Milliyetçi Hareket'in sürekli boy hedefi haline getirilmek istenmesi de bu yüzdendir. Aynı çevreler, Milliyetçi Hareket'e karşı alerjilerini gizleyememektedir. Bilerek veya bilmeyerek partimize ve politikalarına yönelik ön yargılı yaklaşımlarını ısrarla sürdürmektedirler.

Ama kim ne yaparsa yapsın, kim ne söylerse söylesin, bizler, ülkemiz ve milletimiz için doğru bildiğimizi yapmaya ve söylemeye devam edeceğiz. Zaten, Milliyetçi Hareketin varlık sebeplerden biri, bu tür çarpık anlayışlarla mücadele etmektir. Hiç şüphe yok ki, bu mücadelemiz de her şart altında devam edecektir.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Biraz önce özetlediğim sorunlar yumağı karşısındaki tavır alışları, ülke olarak yaşadığımız ekonomik kriz sürecinde de teşhis etmek mümkündür. Benzer çarpık yaklaşımlar ve çıkarcı politikalar, ekonomik krizin ortaya çıkışında ve çözüm yollarının aranması sürecinde de kendini bariz biçimde göstermiştir.

İşte bunun için, parti olarak çok dikkatli olmamız, politika ve söylemlerimize özen göstermemiz şarttır.

İşte bunun için, ekonomik ve siyasi istikrar gözetmemiz, toplumsal dayanışmaya önem vermemiz lazımdır.

Böyle bir kararlılık ve duyarlılık, sadece, ülke meselelerinin çözümü ve milletimizin önünü görebilmesi bakımından değil, giderek karmaşık hale gelen dış sorunlarımızı göğüsleyebilmek açısından da çok önemlidir.

Bugün, iki yılını doldurmuş olan 57. Hükümet, çok parçalı siyaset yelpazesine, üç partili yapısına ve sorunların ağırlığına rağmen önemli adımlar atmış ve hizmetler sunmuştur. Arka arkaya yaşadığımız mali ve ekonomik krizler, hizmetleri aksatmış ve uygulanan programda ciddi bir değişikliği zorunlu kılmıştır. Ancak ülkemizin daha büyük belirsizlik ve açmazlara sürüklenmesine engel olunmuştur.

Açıkça ifade etmek isterim ki, toplum olarak, büyük ölçüde uzun yılların ihmallerinin ürünü olan ağır faturayı ödemeye devam ediyoruz. Her kişi ve kurum gerekli özeni ve duyarlılığı sergilemediği sürece, bu tür büyük faturaların ödenmeye devam edileceğine şüphe yoktur.

Büyük bir krizin yaraları sarılmaya çalışılırken yeni felaket senaryoları üretmenin hiç kimseye bir faydasının dokunmayacağı açıktır. Krizi atlatıp ekonomik büyüme ve toplumsal rahatlama ortamına kavuşmamız, ancak ülkemizin imkân ve kapasitesini yerli yerinde kullandığımız, el birliğiyle gayret gösterdiğimiz takdirde mümkün olacaktır.

Bugün, borç yükü ülkemizin taşımakta zorlandığı büyük bir kambur haline gelmiştir. Çarklarını sürekli borçlanarak döndürmeye çalışan bir ekonomik sistemin sağlıklı ve istikrarlı bünyeye kavuşması ise imkânsızdır.

Doğru dürüst üretim ve ihracat yapamayan ve rekabet edemeyen ekonomik yapının mutlaka dönüşmesi gerekmektedir. İşte son iki yıldır hayata geçirilen reformlar ve çıkartılan yasalar ile bu dönüşüm sağlanmaya çalışılmaktadır.

Huzurlarınızda bir kez daha açıkça ifade ediyorum ki, bizler kamu imkânlarının siyaset sınıfının elinin altında gelişi güzel kullanılmasından memnuniyet değil, rahatsızlık duyan bir partiyiz. Bu sorun, bu zamana kadar kamu imkânlarını çarçur edenlerin ve onların çeşitli kesimlerdeki ortaklarının sorunudur.

Bizi, parti olarak, kamu kaynaklarının hem siyasetçiler hem de başkaları tarafından yağmalanması, tabii ki çok rahatsız ve tedirgin eder. Önemli ve anlamlı olan, kaynakların en verimli ve rasyonel bir şekilde milletin ve ülkenin hizmetine sunulmasıdır.

Bunun yolu, ne zaman zaman başvurulan kuru bir popülizmden, ne de "anti popülizm" adı altında yapılan "halk düşmanlığı"ndan geçer. Zaten yetersiz olan mevcut imkanların çarçur edilmesi ne kadar yanlış ise, dar gelirli kesimlerin gözetilmemesi de o kadar yanlıştır.

Bu durumda yapılması gereken, haksız kazançların ve yolsuzlukların önüne geçilmesi, malî dengeler ile toplumsal dengeler arasındaki en uygun noktanın bulunmasıdır. İşte Milliyetçi Hareket'in belirli çevreler tarafından ağır bir bombardımana tabi tutulan yaklaşımlarının sebebi de, özeti de budur.

Ama bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareket karşıtı çevrelerin planlı eleştiri ve karalamaları Milliyetçi Hareket'in samimi ve kararlı çizgisinden taviz verdiği anlamına gelmez. Bilakis ne kadar haklı ve önemli bir yolda olduğuna delil teşkil eder.

Milliyetçi Hareket'in Çok Değerli Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Ülkemizin ve insanımızın ekonomik ve sosyal sorunlarını aşmak için çok çaba sarfetmemiz, hem kriz tellâllarına hem de tacirlerine çok dikkat etmemiz gerektiği açıktır. Aynı özeni ve duyarlılığı, dış politika alanında da göstermemiz gerektiği kesindir.

Bugün, Kıbrıs sorununu oldu bittiye getirip çözmek isteyen dış çevreler ile içerde onların işini bilerek ya da bilmeyerek kolaylaştırmaya çalışan unsurlar bulunmaktadır. Meselelerin sürekli taviz verilerek çözülebileceğini zannedenler ya da kendini buna adıyanlar her zaman olmuştur. Tarihimizin çeşitli dönemlerinde bu tür bakış açılarına sık sık rastlanmaktadır.

Son zamanlarda karşı karşıya bulunduğumuz en büyük talihsizliklerden birini, hemen hemen her önemli dış politika meselesinin Avrupa Birliği'ne girişimiz ile özdeşleştirilip esasın gizlenmeye çalışılması oluşturmaktadır. Bu durum, Milli çıkarlarımız ve hedeflerimiz bakımından çok büyük bir talihsizliği ifade etmektedir.

Stratejik çıkarlarımızı ve başka ülkelerin niyetlerini bir kenara bıraktığımızda bile, uluslararası hukuka ve hakkaniyet ilkelerine uymayan yaklaşımları gözardı etmek mümkün değildir. Kıbrıs'ta büyük acılara ve yıkımlara sebep olmuş hadiseleri ve planları unutarak varılacak sonuçların, yeni sorunları beraberinde getireceği unutulmaktadır.

Kıbrıs'ta kalıcı barış ve istikrarın yolu, adil ve onurlu bir anlaşmadan geçmektedir. Kıbrıs'ta iki toplumlu ve iki devletli yapıyı yok sayan bir anlayış, gerçekte kalıcı ve adil bir çözüm istemeyen yaklaşımla aynı anlama gelmektedir.

Avrupa Birliği yönetiminin Güney Kıbrıs'ın Birliğe üyelik sürecini bir silah olarak kullanması da sorunun çözümüne hizmet etmeyecektir. Birlik yönetiminin, yüceltilen Avrupa değerlerinin de zorunlu kıldığı gibi, iki toplumun rızasına dayalı ve kalıcı bir barışı öngörmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım, hem Avrupa Birliği'nin stratejik geleceği, hem de bölge istikrarı bakımından çok önem arz etmektedir.

Bilinmelidir ki, Kıbrıs Türk halkını 1974 öncesinin acılı ve karanlık dönemine tekrar döndürebilecek politika ve yaklaşımlara seyirci kalınması mümkün değildir. Aynı şekilde, gayri adil ve onursuz yaklaşımların ve teslimiyetçiliğin çözüm diye yutturulmaya çalışılması da hiçbir zaman amacına ulaşamayacaktır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Konuşmamı tamamlamadan önce, bir diğer önemli dış politika konusuna daha temas etmek istiyorum.

Hatırlanacağı üzere, bir süredir Avrupa Birliği yeni bir savunma politikası geliştirmek ve uygulamak istemektedir. Birlik yönetimi, Batı Dünyasının temel güvenlik şemsiyesi ve gücü olan NATO'dan özerk bir Avrupa ordusu oluşturmaya çalışmaktadır. Avrupa Birliği'nin siyasi gücünü takviye etmek ve uluslararası etkinliğini arttırmak amacıyla bir "Güvenlik ve Savunma Kimliği" şekillendirilmiş bulunulmaktadır.

NATO'dan farklı bir hareket kabiliyetine ve vurucu güce kavuşmak isteyen Avrupa Birliği yönetimi belirli bir süredir bu yapının karar mekanizmalarını ve uygulama araçlarını geliştirmeye uğraşmaktadır. Tartışmaların temelinde ise, NATO'nun sahip olduğu imkânların bu yeni savunma ve güvenlik kimliği içinde kullanılmak istenmesi yatmaktadır.

Bilindiği gibi, Türkiye NATO'nun aktif bir üyesidir, ancak Avrupa Birliği'nin halen bir üyesi değildir. Ülkemiz, Birlik üyesi olmadığı için Güvenlik ve Savunma Kimliği bünyesinde de yeri olmadığı görüşü hayata geçirilmek, bunun karşılığında NATO üyesi olarak Avrupa Ordusu'na fiilen destek olmak gerçeğiyle yüz yüze bırakılmak istenmektedir.

Avrupa Birliği yönetiminin bu konuda, maalesef yeterince açık, dostane ve adil bir yaklaşım içinde olmadığı görülmektedir. Bu durum da, ülkemize karşı ön yargılı ve çifte standartlı bir politika izlendiği kanaatini pekiştirmektedir.

Böyle bir süreçte, Türk toplumunun Birlik yönetiminden duyduğu şüphelerin artacağını gözden uzak tutmamak lazımdır. Son bir-birbuçuk yıldır nispeten istikrarlı ve sağlıklı bir sürece kavuşan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin bu şekilde zedelenmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Bunun için de Birlik yönetiminin gerekli özeni göstermesi, hem NATO bünyesinde, hem de Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği çerçevesinde doğabilecek rahatsızlıkların önüne geçmesi önem taşımaktadır.

Türkiye'nin tutumunu Avrupa Ordusunun kuruluşunu engelleme çabası olarak takdim etmek ise çok büyük bir yanlışı ve haksızlığı ifade etmektedir. Huzurlarınızda bu yönde açıklama yapan Birlik üyesi ülkelerin yöneticilerini daha dikkatli ve gerçekçi olmaya davet ediyorum.

Ülkemizin, karar mekanizmalarında yer almadığı, yönetiminde söz sahibi olmadığı bir savunma ve güvenlik politikasına aktif destek olmasını beklemek, hem haksız hem de yanlıştır. Bu süreçte yapılması gereken, NATO'nun varlığına ve işlevlerine zarar vermeden, gerçekçi bir savunma kimliğini hayata geçirmektir.

Bilinmelidir ki, Türkiye'nin yaklaşımı, özel bir statü talebi ya da işi yokuşa sürmek değil, bir hak'kın teslimi ve uygulanabilir bir yapının oluşmasıdır. Bunda da yadırganacak ya da rahatsız olunacak bir taraf yoktur.

Milliyetçi Hareket'in Kıymetli Mensupları,

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Görüldüğü gibi, millet olarak sadece ülke içinde değil, dışında da işimiz zor, görevimiz ağırdır. Biliniz ki, bizlerin bunların idrakinde olmamız tek başına yeterli değildir. Her kişi ve kuruluşun görev ve sorumluluklarını hatırlatmak, yılmadan ve usanmadan çalışmak da bizlere düşmektedir.

Bu çerçevede yine ifade etmek isterim ki, haksızlıklarla ve yolsuzluklarla mücadelemiz de ne pahasına olursa olsun devam edecektir. Bu konuda ısrarlı ve kararlı bir şekilde hareket ederek yolsuzluklara mutlaka son verilecektir. Böylece, Türk milletinin ve ekonomimizin kamburu olan yolsuzluklardan kurtulmak, inşallah mümkün olacaktır.

Bütün bunları başarmak, ülke ve millet olarak yaşadığımız sosyal ve ekonomik sorunları yenmemiz ve üzerinde oturduğumuz nazik dengeleri bozmadan ilerlememiz için zorunludur.

Zaten, Türk milliyetçilerinin görev felsefesinin özünü, her şart altında ülkesi ve milleti için ne gerekiyorsa yapmak oluşturur. İster asırlara dayanan fikri geçmişimize, isterse otuzbeş yılı geçen aktif siyasi mücadele geleneğimize bakılsın, bunun çok önemli ve şerefli örnekleriyle sıkça karşılaşılır.

Bizler, kim hangi oyunun içinde bulunursa bulunsun sadece ve sadece ülkemizin birliği, dirliği ve geleceği için siyaset üretmeye ve uygulamaya devam edeceğiz.

Çünkü, bizler, Türkiyemiz ve aziz milletimiz için sadece elimizi taşın altına sokmaz, gerektiğinde dünyayı bile sırtlamanın mücadelesini veririz.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha yürekten selamlıyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.

Yüce Allah, bizlerin yardımcısı olsun ve bizleri utandırmasın. Hepiniz sağolun, varolun...

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı