Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 21 Ocak 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
21 Ocak 2014

 

Muhterem Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Kıymetli Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis Grup konuşmama başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında şunu ifade etmeliyim ki, toplumun her kesimi bugünkü yaşananlardan dolayı sıkıntılı ve dertlidir.

Ekonomik sorunlar alabildiğine tırmanmaktadır.

İşsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk insanımızı hırpalamakta, keyfini kaçırmaktadır.

Türkiye Kamu Sen’in bir araştırmasına göre, memurlarımızın yüzde 97’si borçlu, yüzde 60,2’si de borcunu ödemekten uzaktır.

Bu düşündürücü, bir o kadar da yürek yaralayıcı tabloyu hiçbir çalışanımız hak etmemektedir.

Hükümet kul hakkına göz koyarken, çalışanlarımızı, emeğiyle geçinen kardeşlerimizi, helal kazancının ardında koşan vatandaşlarımızı ekonomik felakete rehin bırakmıştır.

Türkiye ekonomisi alarm zilleri çalmaktadır.

Dövizdeki yükselme herkesi endişelendirmekte, özellikle de sabit ücret ve maaşla geçinen milyonları darboğaza itmektedir.

Enflasyon ve faiz oranının iki katını aşan örtülü devalüasyon hem ekonomiyi, hem de dar gelirli kardeşlerimizi inim inim inletmektedir.

Emeklilerimiz Türkiye ekonomisinin bugünkü halinden, hükümetin hatalı politikalarından haklı olarak en çok yakınanlar arasındadır.

Ayrıca emeklilerimizin sosyal ve ekonomik mağduriyetlerine ek olarak, emekli olmaya hak kazansa da yaşa takılmış yüzbinlerce insanımızın feryatları hükümet tarafından duyulmamaktadır.

İşe başladıkları tarihte yürürlükte olan mevzuata göre emekli olması gereken kardeşlerimizin, sonradan yaş şartına tabi tutulmaları adaletsiz bir durumu ortaya çıkarmıştır.

Yaş engeline takılanlar, işe başladıkları tarihte erkekler için 25 yıl, kadınlar için 20 yıl hizmet ile emekli olma düşü kurmuşlardır.

Planlarını, geleceklerini, ailelerinin sosyal ve ekonomik yapısını buna göre dizayn etmişlerdir.

Bu itibarla yaş sorunundan dolayı emekli olamayanların yaşadığı mağduriyetleri giderecek bir düzenleme mutlaka yapılmalıdır.

Huzurlarınızda kararlılıkla diyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi bu sorunun çözüme kavuşturulması için gerekli destek ve katkıyı vermeye hazırdır.

Bu amaçla da milletvekili arkadaşlarımız kanun teklifi ve birçok önergenin yanı sıra Meclis Araştırma Önergesi de vermişlerdir.

Ne üzücüdür ki, AKP hükümeti emeklilikte yaşa takılanların sorunlarını görmezden gelmekte, taleplerini önemsememekte, hallerini umursamamaktadır.

Kara paracılara, kaçakçılara, teröristlere kucak açanlar, emeklilikte yaş bekleyenleri görmemekte, onları hiç gündemine almamaktadır.

Emeklilikte yaşa takılan kardeşlerimizin maddi sorunlarından dolayı çocuklarını okutamamaları, ailelerinin geçimini sağlayamamaları hepimizin ortak sorunudur.

Bundan aramızda bulunan ve sorunlarını yakından takip ettiğim değerli arkadaşlarım emin olmalıdır.

Emeklilikte yaşa takılanların beklentileri erken emeklilik değil haklarını almaktan ibarettir.

Onlar AKP hükümetinden lütuf bekleyecek kadar da aciz olmayıp, analarının ak sütü kadar helal olan haklarını istemektedirler.

Bizim açımızdan, bir haksızlığın giderilmemesinin, kazanılmış hakların verilmemesinin hiçbir makul gerekçesi olmayacaktır.

Parti olarak, emeklilikte yaşa takılanların haklı mücadelelerini desteklediğimizi ve her zaman olduğu gibi yanlarında bulunduğumuzu dile getirmek istiyor, bütün kardeşlerimizin müsterih olmasını diliyorum.

 

Muhterem Milletvekilleri,

30 Mart 2014 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimleri’ne 69 günlük bir süre kalmıştır.

Seçimler yaklaştıkça siyasi tansiyon yükselmekte, anlaşmazlık ve anormallikler yaygınlaşmaktadır.

İlaveten siyasetin üslubu dibe vurmaktadır.

Hakaretler havada uçuşmakta, husumetten beslenen odaklar tahammülleri zorlamaktadır.

Mahkeme kararı olmadan, illegal yöntemlerle kaydedilen konuşmalar çarşaf çarşaf yayınlanmaktadır.

Manşetler ve sanal medya video ve kaset pazarı olmuştur.

Tele kulak çeteleri arşivlerini karıştırdıkça yeni skandallar ortaya saçılmaktadır.

Sosyal medya tetikçileri pusuda beklemektedir.

İnternet üzerinden sürdürülen karanlık kampanyalar dur durak bilmeden mahrem bilgilerin servis edilmesine çanak tutmaktadır.

Anayasa’nın 20, 22, 25’nci maddeleriyle, TCK’nın 132 ve 133’nci maddeleri alenen çiğnenmektedir.

Türkiye her açıdan bir kördüğümün içindedir.

Türkiye her seviyede keskinleşen ve genişleyen huzursuzlukların sancısını yaşamaktadır.

Devlet ve toplum hayatı itidal ve ihtiyata muhtaçtır.

Siyaset ise sağduyu ve sakinliğe ihtiyaç duymaktadır.

Kaşınan eski yaralar ve üretilen yeni korkular nedeniyle ülkemiz yönetilmez bir duruma sürüklenmektedir.

Yaşanan onca ağır sorundan sonra iyimserlik ve geleceğe dönük umutlu bekleyiş irtifa kaybetmektedir.

Kutuplaşma dinamikleri, kavga ve kaos gerçeği her geçen gün baskı ve hakimiyetini güçlendirmektedir.

İşte böylesi bir atmosfer altında Mahalli İdareler Seçim süreci işlemektedir.

Parti olarak 30 Mart seçimlerini çok önemli ve öğretici görüyoruz.

Türkiye’nin toparlanması, normale dönmesi ve nispeten doğru bir kulvara gelmesi için 30 Mart bir fırsattır, bir imkândır, bir çaredir.

Kuşkuları yenmek, korkuları ezmek, karanlığı yarmak için 30 Mart iyi değerlendirilmelidir.

Başbakan Erdoğan’ın demokrasiyi tanımayan, çoğulculuğu yok sayan, katılımcılığı ihmal eden, çatışmaları körükleyen ilkel siyaset tutumuna en iyi cevap ve demokratik karşılık 30 Mart’ta verilecektir.

İnanıyor ve görüyorum ki, iktidarın kontrolsüz, dengesiz, başına buyruk ve ahlak dışı muameleleri milli irade tarafından terslenecektir.

Türk milleti 30 Mart’ta güzele, adalete, hakkaniyete ve doğruya bağlılığını kanıtlayacaktır.

Özellikle geçtiğimiz hafta İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz temas ve ziyaretlerimiz buna işaret etmektedir.

17 Ocak’tan 19 Ocak’a kadar süren ve oldukça yoğun geçen İstanbul ziyaretimiz çok verimli ve çok heyecanlı olmuştur.

İstanbullu kardeşlerimizin ilgisi, gösterdikleri yakınlıkları, sergiledikleri dostane tavırları bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir.

Temaslarımız esnasında ilçe teşkilatlarımızın çalışmalarını, devam eden seçim hazırlıklarını detaylı olarak gördük ve mahallinde şahit olduk.

Toplumsal ve ekonomik hayatımızda ağırlığı ve saygınlığı bulunan bazı mesleki ve sivil toplum kuruluşlarının muhterem temsilcileriyle bir araya geldik, yararlı olduğunu düşündüğüm görüş alış verişlerinde bulunduk.

Sorunları dinledik, vatandaşlarımızla sohbet ettik, İstanbul’u bir uçtan diğer uca gezerek karşı karşıya olduğumuz meselelerle ilgili kanaatlerimizi paylaştık.

Gördük ki, İstanbullu vatandaşlarımız üzgündür.

Gördük ki, İstanbullu kardeşlerimiz iktidardan, Türkiye’nin boğucu siyasi çekişmelerinden şikâyetçidir.

Yine gördük ki İstanbul; müşfik, dürüst, ilkeli, milli ve vicdani bir yönetimin özlemini çekmektedir.

İstanbul; yapay gündemlerle asıl sıkıntıları gizleyen, asıl problemlerin üzerini örten kötü niyetli iktidardan mustariptir.

Dünya’nın en büyük Türk kenti, çağ açıp çağ kapatan kutlu fethimizin muhteşem emaneti kronik çatışma aktörlerinden kurtulmak için gün saymaktadır.

Biliyor ve kabulleniyoruz ki, İstanbul Türkiye’nin özü ve özetidir.

İstanbul ülkemizin tüm güzelliklerinin muazzez bir bakiyesidir.

Burası kurtulursa Türkiye rahatlayacak, burası huzur bulursa aziz vatanımıza bahar ve gerçekçi bir barış iklimi hakim olacaktır.

Mehmet’imizi Fatih yapan İstanbul en az 20 yıldır oyalanmakta, en az 20 yıldır kan kaybetmektedir.

Türk milletinin gururu İstanbul boş vaatlerle, boş sözlerle, boş hayallerle kandırılmaktadır.

Ekonomik çarpıklık, gelir dağılımındaki vahşi adaletsizlik, zengin-fakir arasındaki derin uçurum İstanbul’un canına okumuştur.

Trafik çilesi, gündelik hayatın çekilmez külfeti, pahalılık, darlık ve geçim şartlarındaki kabus İstanbullu kardeşlerimizin boğazına çökmüştür.

Boğazın iki yanına bir gerdan gibi dizilen, yedi tepesiyle tarihin adeta canlı şahidi olan bu kentimizin ayağa kalkma vakti gelmiş, yeter artık deme zamanı yaklaşmıştır.

İstanbul AKP’yi de CHP’yi de denemiştir.

Bu iki parti yıllardır İstanbul’a kaybettirmiştir.

Bu iki parti yıllardır İstanbul’a zarar vermiştir.

Orman yağmacıları, arazi talancıları, rantiyeciler, din bezirgânları, maneviyat dolandırıcıları, tefeciler, kul hakkını ihlal ve inkâr eden hortumcular İstanbul’u mesken tutmuşlar, cüzdanlarını doldurmuşlardır.

Başbakan ve hükümeti İstanbul’u basamak yaparak; haksız, hukuksuz, ahlaksız ve insafsız kazançta kural ve sınır tanımamıştır.

İstanbullu vatandaşlarım yoksullaşırken, Başbakan ve yandaşları yolsuzluklarla zenginleşmiş, bu alanda rekorlar kırmıştır.

İstanbul’da yepyeni ve taptaze bir başlangıç yapılmalıdır.

Nasırlı eller, yaşlı gözler, umutsuz yüzler, çaresiz vicdanlar kazanmalı, ekonomik ve toplumsal dengesizlikler onarılmalıdır.

Bu gayeyle, Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul’un şehremini olmaya taliptir.

Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul Büyükşehir ve İlçe Belediyelerini yönetmeye, herkesi kucaklamaya, bu aziz kenti sorunlarından çekip çıkarmaya projeleriyle, uzman kadrosuyla, üretken belediyecilik vizyonuyla hazır ve azimlidir.

Biz kendimize güveniyoruz.

Biz İstanbul’a inanıyoruz.

Ve diyoruz ki;

√       Ne AKP, ne CHP, ille de MHP.

√       Ne AKP, ne CHP, bu defa MHP.

√       Ne AKP, ne CHP, Allah’ın izni, milletimizin iradesiyle herkes için MHP.

İstanbul ziyaretimiz sırasında bizlerden muhabbetini esirgemeyen, güler yüzünü hiç eksik etmeyen aziz vatandaşlarıma, mesleki ve sivil toplum kuruluşlarının saygıdeğer yöneticilerine şükranlarımı sunuyorum.

İstanbul İl Başkanlığımıza, İlçe Başkanlıklarımıza ve tüm adaylarımıza teşekkür ediyor, hepsine birden başarılar diliyorum.

Cenab-ı Allah yar ve yardımcımız olsun.

İnandık, başaracağız.

Karar verdik, zafere ulaşacağız.

Sabrettik, mutlu sona inşallah varacağız.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Toplumsal kural ve değerlerin hasar alması milletimiz adına büyük bir tehlike, büyük bir handikaptır.

Maalesef ülkemiz böylesi bir tehlikenin kolları arasındadır.

Ahlaki aşınma, adalet duygusunun körelmesi, haklının değil, güçlünün, hatırlı kişilerin, mevki ve makam sahiplerinin her türlü yanlışa rağmen korunup gözetilme eğilimi milli vicdanı yıkmaktadır.

İktidarın ne pahasına olursa olsun arkasında durduğu sonradan görme zümrelerin hukuken dokunulmaz ve erişilmez olması kanun önünde eşitlik prensibini anlamsız kılmaktadır.

Hükümete yakın durmak sanki suç işleme ayrıcalığı, suça karışma özgürlüğü sağlamaktadır.

Bu durum, birçok mahsurlarının yanında demokrasinin taşıyıcı sütunlarını da sarsmakta ve çürütmektedir.

Hukuk herkese karşı tarafsız, bağımsız ve eşit ölçüde uygulandığı sürece bir anlam ifade edecek, vicdanen onay görecektir.

Adalet karşısında hiç kimsenin doğuştan veya sonradan kazanılmış farklılığı, imtiyazı ve üstünlüğü olmayacak, olamayacaktır.

Bu kural delinir, bu ilke hafife alınırsa milli birlik ve beraberliği ideal seviyede tutmak imkânsızlaşacaktır.

İçinden geçtiğimiz şu günlerde, adalet terazisi zedelenmiş, iktidar saldırılarıyla çalışamaz hale gelmiştir.

Başbakan Erdoğan hukukun genel ilkelerini hiçe saymış, mahkemeleri töhmet altında bırakmıştır.

İktidarın estirdiği faşizm rüzgârı ve sahip olduğu otokrat dili tesirini arttırdıkça, hukuk gerilemekte, yaptırım ve caydırıcılık misyonunu kaybetmektedir.

Başbakan Türkiye Cumhuriyeti’ni ilkel kabilelerde bile görülmeyen bir tarz ve tutumla yönetmektedir.

Türk milleti kötü bir yönetimin, kin ve gareze batmış bir zihniyetin tüm yön ve yüzlerini acı şekilde görmektedir.

Mahkeme kararları uygulanmamaktadır.

Hâkim ve savcı kararları dikkate alınmamaktadır.

Hukuk devleti prensibi açıktan açığa hücuma uğramaktadır.

Yolsuzlukla mücadele etme vazife ve sorumluluğu taşıyan kamu görevlilerine zulüm reva görülmektedir.

Başbakan Erdoğan 17 Aralık 2013 günü açığa çıkan ‘Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturması’nı engellemek, saptırmak ve karalamak için neredeyse çırpınmakta, neredeyse eli ayağına dolaşmaktadır.

Bir ayı aşan süredir gündemde olan rüşvet iddiaları, yolsuzluk suçlamaları Başbakan’ın gözünü fena halde korkutmuş, yandaşlarını ciddi düzeyde telaşlandırmıştır.

Rüşvetçilerin, kara paracıların, hayali ihracat çetelerinin, altın kaçakçılarının, kamu arazilerini parselleyen kanunsuzların, haram lokmayı kursağından geçiren hanedan mensuplarının peşine düşen savcı ve polisler hedef yapılarak sürgün edilmiştir.

Başbakan yakayı kurtarabilmek için her rezillikten fayda ummaktadır.

‘Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturması’nın bozguna uğratılması, kamuoyu nezdindeki imaj ve güvenirliğini yitirmesi amacıyla her çirkinlikten istifade arayışına girmektedir.

Artık Türkiye, hukuku takmayan bir iktidarın kontrolündedir.

Artık Türkiye kuvvetler ayrımı ilkesiyle yollarını çatallaştıran bir iktidarın esareti altındadır.

Suçlular AKP iktidarıyla güvenceye kavuşmuştur.

Hırsızlar AKP iktidarıyla korumaya alınmıştır.

Yolsuzlukların içine gömülmüş kim varsa AKP iktidarının teminatıyla zırha bürünmüştür. 

Başbakan rüşveti normal, rüşvetçileri de masum gören bir vicdan ve zihin bulanıklığına deyim yerindeyse tutsak olmuştur.

Kanun kaçakları, suçlular, soyguncular, düzenbazlar, dolandırıcılar, yasa ve ahlak tanımazlar neredeyse hakkı gasp edilen, mazlum ve mahcup kişiler mertebesine çıkarılmıştır.

Buna karşılık adaletin tarafında olanlar darbeci, piyon, maşa, örgüt üyesi, militan olarak tasvir edilmiş ve takdir edeceğiniz üzere en ağır suçlamalara maruz kalmışlardır.

Karşımızda hukuku boğazlamaya çalışan bir iktidar vardır.

Karşımızda adaleti linç etmeye, siyasi hedeflere kurban vermeye azmetmiş bir iktidar durmaktadır.

Başbakan unutmasın ki, tarihte hiçbir diktatör adaletten kaçamamış, malum ve makus sondan kurtulamamıştır.

Bu zihniyet zaman geçecek, gün gelecek, devran dönecek hukukun karşısına istese de istemese de çıkarılacak ve bilinsin ki yaptıklarının bedelini ödeyecektir.

Başbakan’ın kötülediği, iftiralar attığı, akla ve hayale sığmayan ithamlarla yıprattığı savcılar kendisine millet adına, devlet adına, yetimler adına, aç ve sefil bıraktığı milyonlar adına, istismar ettiği herkes adına hesap soracaktır.

Şu da iyi bilinmelidir ki, demokrasinin hesap kesim tarihi uzak olmayıp çok yakın zamanda tahakkuk edecektir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Başbakan Erdoğan rüşvet ve yolsuzluk fırtınasını karşı hamlelerle, algı operasyonlarıyla, yandaş anketçilerle, psikolojik harekât yöntemleriyle etkisizleştirmeye çabalamaktadır.

İddia ve suçlamaları sürekli reddetmektedir.

Zannedersiniz, AKP’nin yanında ve yöresinde hiç rüşvet alış-verişi olmamış, yolsuzluklara karışan, hukuksuzluklara bulaşan hiçbir iktidar mensubu görülmemiştir.

Halbuki Başbakan Erdoğan başından beridir dönen dolapların en yakın tanığı ve ortağıdır.

Kimin kimle bağlantı kurduğunu, malum İranlı işadamının hangi bakanları rüşvete bağladığını gayet iyi bilmektedir.

Medyaya yansıdığı kadarıyla, Başbakan, 17 Aralık’ta İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesinde başlatılan operasyondan sekiz ay önce, yani 18 Nisan 2013 tarihli MİT Raporu vasıtasıyla çok şeyden haberdar edilmiştir.

Altın kaçakçısı, rüşvetçi ve kara para şebekesinin önemli isimlerinden olan mezkur İranlı işadamıyla AKP’li bazı bakanların “al takke ver külah” ilişki içinde olduğu önceden Başbakan’a bildirilmiştir.

Bu sorunlu ilişki yumağının ortaya çıkması halinde ise hükümetin aleyhine kullanılabileceği MİT Raporu’nda yer bulmuştur.

Başbakan’ın, 29 yaşındaki sözde işadamının bakanları rüşvetle satın almasını, hükümeti kumbaraya sokmasını, her işini rüşvetle halletmesini bilmek şöyle dursun, zımnen onayladığı anlaşılmaktadır.

Ayrıca Başbakan, 24 Aralık 2013 günü Pakistan’dan dönüş yolculuğunda, bu zatı tanıdığını, hayırsever birisi olduğunu ve ülkeye katkı sağladığını da açıklamıştır.

AKP’li bakanlar rüşvet ve hırsızlıkla günlerini gün edip dolarları evlere ve bankalara yığarken, Başbakan Erdoğan da boş durmamış, kamu arazilerini ona buna peşkeş çekmiş, evlatlarını palazlandırmış, yedi sülalesine yetecek serveti biriktirmiştir.

Kara paracılar AKP’nin sunduğu geniş imkânlardan fazla fazla nemalanmışlar, kirli parayı Türkiye’de temizlerken hükümet üyelerinin komisyonunu bol kepçe dağıtmışlardır.

Şu ibret verici itirafa bakınız ki, Başbakan Erdoğan kara paraya da kılıf bulmuştur.

11 Ocak 2014 tarihinde Uzak Doğu Asya’dan dönerken; “kara para diyorlar. Neye göre kara para? Para bankaya girip çıkıyorsa kara para diyemezsin” sözleriyle bir kez daha yaş tahtaya basmış, bir kez daha aldatma ustası olduğunu göstermiştir.

Demokrasiyle iktidara gelen bir şahsın, milli iradeyle Başbakanlık koltuğuna oturan bir siyasetçinin kara para konusundaki bu açıklamaları hiç şüphesiz son yılların en bariz suçüstü halidir.

Kara paranın aklama mekanizmaları bellidir.

Bunlardan birisi de nasıl ve hangi yollardan elde edildiği muamma olan büyük meblağları dilimleyerek finans sistemine sokmak ve stoklamaktır.

Aslına bakarsanız Başbakan kara parayı kabullenmiş, bankalar kanalıyla aklandığını tereddüde meydan vermeden beyan etmiştir.

O zaman kara paracıların AKP’ye tümüyle nüfuz etmesi, siyasi varlığına ipotek koyması şaşırtıcı görülmemelidir.

Başbakan karanlık emelleriyle, zift gibi vicdanıyla, simsiyah yüzüyle üzerinde beyaz nokta olmayan banknotların nakil ve transferine cevaz vermiş, dahası bunu da meşrulaştırmaya cüret etmiştir.

Böyle bir niyet ve zihniyete sahip birisinin kara paracıların oyuncağı olmayacağını kim söyleyebilecektir?

Böylesine yanlışa batan, böylesine basiret ve dürüstlüğünü kaybeden birisinin yolsuzlukla mücadele etmesini, rüşvetçileri adalete teslim etmesini kim ileri sürebilecektir?

Anlaşılmaktadır ki, Başbakan Erdoğan tüm yasa dışı iş, ilişki ve irtibatların sevk ve idaresini yapmaktadır.

Bu çerçevede, MİT’in uyarılarına rağmen, bakanlarının durumunu gözden geçirmemesi, haklarında zamanında siyasi tasarrufa gitmemesi elimizdeki en ciddi delildir.

Görünen köyün kılavuz istemeyeceği açık bir gerçektir.

Hükümet inandırıcılığını, saygınlığını ve itibarını hakikaten kaybetmiştir.

Bu yüzden karmaşa kurumsallaşmakta ve yamalar dikiş tutmamaktadır.

Ne var ki Başbakan Erdoğan rüşvet ve yolsuzlukları gündemden çıkarabilmek için aklı ve vicdanı zorlayan bahaneler üretmekten bir an olsun vazgeçmemektedir.

17 Aralık’tan beri komployla yatmakta, tuzak ve küresel suikast iddialarıyla kalkmaktadır.

Başbakan göre, kirli eller, kirli çevreler, kirli ittifaklar devrededir.

Ama ayakkabı kutusundan çıkan milyon dolarları, saf olarak gördüğü bürokratlarını hiç hatırına getirmemektedir.

AKP’li bir milletvekilinin bir arkadaşına yönelik olarak; “ayakkabı kutun kaç numara, maşallah 85 numara, senin kutun büyüktür” sözleri ise cezalandırılmakta, kesin ihraç için gerekçe olmaktadır.

Peki Sayın Başbakan, senin ayakkabı kutuların gerçekte kaç numaradır?

Havuz problemlerine kafasının basıp basmadığını tam olarak bilemediğimiz Başbakan Erdoğan bize şu sorunun cevabını vermelidir:

Sayın Erdoğan, banka hesaplarındaki milyarlar kaç ayakkabı kutusuna sığacak, kaç gemiciği dolduracak, kaç kasaya girecek, kaç villayı taşıracaktır?

Başbakan ve parti yönetiminin demokrasi algısı sakat olduğu için kendi milletvekillerine bile hoşgörü göstermekten acizlerdir.

İnanıyorum ki, çok sayıda AKP’li değerli milletvekili arkadaşım bu gelişmelerden sebebiyle incinmekte, yutkunmakta, iç çekmekte ve kırılmaktadır.

Başbakan’ın ipe sapa gelmez açıklamalarından, parti içindeki sıkıyönetimden, ifade hürriyetlerine vurulan kelepçeden rahatsızlardır.

Bundan sonra AKP’de ayakkabı kutusu sözü kırmızı alarmdır.

Para sayma makinesiyle ilgili espriler isyankârlık ve husumet belirtisidir.

Zaten Başbakan’ın düşman listesi epey kabarık ve kalabalıktır.

Hainler, ajanlar, casuslar, paralel yapılar, karanlık odaklar, uluslararası çeteler, medya, iş alemi, siyasi partiler, yerli taşeronlar, örgütler, maşalar, küresel saldırılar, kaset montajcıları, itibar suikastçıları, virüsler, Haşhaşiler hükümeti hedef seçmiştir.

Sanki tüm ülkeler, tüm canlılar, tüm beşeriyet, tüm dünya, hatta ve hatta evrendeki diğer tüm varlıklar Başbakan ve hükümetinin başarısını çekemediğinden hedefe yerleştirmişlerdir.

Başbakan bununla da kalmamış, sözde 17 Aralık komplosu olarak nitelendirdiği hukuksal süreci; millete, devlete ve demokrasiye ihanet hareketi olarak yorumlamıştır.

Ve de 17 Aralık’ı karalama kampanyası, linç hareketi, en büyük darbe girişimi olarak değerlendirmiştir.

Başbakan’a itimat edersek, faiz lobileri, silah lobileri, savaş ve kaos lobileri operasyon yapmaktadır.

Milli ruha kast eden, milli vicdana hıyanet eden, milli varlığa nefret saçan Başbakan şimdi kalkmış yapılan operasyonun milli olmadığından bahsetmektedir.

İmralı canisini Kürt kökenli kardeşlerimizin lideri olarak tanımlayan gayri milli anlayışın millikten dem vurması yeni bir bayağılık örneğidir.

Tuhafımıza giden bir başka husus ise, geçtiğimiz haftaki grup toplantısında, ağzına hiç almadığı Türk milleti ifadesini kullanmasıdır.

Başbakan Erdoğan ne olmuştur da Türk milleti demeye başlamıştır?

Türklüğü inkâr eden, Türk milletini reddeden BOP’un sabıkalı Eşbaşkanı’nın zoru görünce yörüngesi mi kaymış, aklı mı karışmış, tutunacak dalı mı kalmamıştır?

Başbakan Erdoğan’ın Türk milleti ifadesini kullanması gelişme olsa da yeni bir takiyyenin, yeni bir istismarın ve yeni bir siyasi ayak oyunun eseridir.

Bu siyaset çelişkisi bir yanda süreç ihanetiyle avunurken, 36 etnik kökeni diline dolayıp PKK ve İmralı canisiyle müzakere ederken, diğer yanda Türk milletini seslendirmesi düpedüz münafıklık alametidir.

Ve bu siyasi parazite inanacak kimseler kalmamıştır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

“Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturması” Başbakan’ın akılla arasını açmış, hezeyan nöbetlerine iyice hapsetmiştir.

Yolsuzluğu örtbas etmek maksadıyla inanılmaz, duyunca herkesi hayrete sevk eden söz ve iddialar teker teker Başbakan’ın ağzından işitilmiştir.

Nitekim gerçeklerin öğrenilmesini kösteklemek, doğruların anlaşılmasını geciktirmek amacıyla olmadık hayali düşmanlar icat edilmiştir.

Başbakan rüşvetin, usulsüzlüğün, haksızlığın üzerine giden Cumhuriyet Savcılarını örgüt üyesi olmakla suçlamış ve görev yerlerini değiştirmiştir.

Sözde darbe davalarında kullandığı savcıları bir zamanlar övüp alkışlarken, şimdilerde oklar kendine dönünce alayını birden düşman safına koymuştur.

Hatırlanacağı üzere, Başbakan Erdoğan TSK’nın yargılanmasına, terörle mücadele eden değerli komutanların terör örgütü yöneticisi olmakla suçlanmasına sonuna kadar destek vermiş ve ön açmıştır.

Bu kapsamda görev alan savcıları ise yere göğe sığdıramamıştır.

Geçtiğimiz hafta partisinin grup toplantısında konuşan Başbakan dününü inkar edercesine şöyle konuşmuştur:

“Bugün artık geçmişteki bazı yargılamaların da üzerinde çok büyük soru işaretlerinin oluştuğunu daha net olarak görüyoruz. Sahte ihbar mektuplarıyla, yasa dışı dinlemelerle, sahte delillerle tasarlanmış ve ayarlanmış bir kısım yargı mensuplarıyla insanların nasıl mahkum edildiklerini bugün çok daha belirgin şekilde görebiliyoruz.”

Bu sözler geçmişle kıyaslandığında; son yılların en kahredici, en düşündürücü, en çelişkili itirafnamesidir.

Bu kadar yıl sonra sözde darbe davalarındaki tezgah ve kumpasın bizatihi Başbakan tarafından doğrulanması her şeyi berraklaştırmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın, sahte ihbar mektuplarından ne zaman haberi olmuştur?

Yasa dışı dinlemelerle ilgili ne zaman bilgilendirilmiştir?

Tasarlanan sahte delilleri, ayarlanmış yargı mensuplarını kendisine kim ve hangi tarihte ihbar etmiştir?

Başbakan ve hükümeti sözde darbe davaları kapsamında başından beri yürütülen düşmanca operasyonu bilmesine rağmen ses çıkarmamışsa, hatta yargısal sürecin devamına önayak olmuşsa ortada çok büyük bir sorun ve suç var demektir.

Milli ordumuz açıkça hükümet ve bazı mihraklar eliyle tasfiye edilmek istenmiştir.

Bu alçaklığın, bu ihanetin hesabını kim, nasıl verecektir?

Başbakan Erdoğan, İmralı canisi, peşmerge, bölücüler, PKK, BDP, küresel mihraklar ittifak içine girerek Türk milletinin meşru ordusuna ve Mehmetçiğe, milli mücadele yıllarında yedi düvelin bile yapmaya cesaret edemediği kalleşliği nasıl ve hangi amaçla gerçekleştirmişlerdir?

Bu sorunun cevabı netleşmeden, kumpasın şifreleri çözülmeden Başbakan namertlikten kurtulamayacaktır.

Asıl konuşulması gereken konulardan birisi de işte budur.

Öte yandan Başbakan ve hükümeti rüşvet ve yolsuzluk iddialarını geçiştirebilmek için yargıyı sil baştan düzenlemek için faal haldedir.

TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilen HSYK Kanun Teklifi bugün Genel Kurul’a gelecektir.

İktidar HSYK’yı Anayasa aykırı olacak şekilde ve siyasi hedeflerine göre tasarlamanın arayışındadır.

Anayasa’nın 138’nci ve 159’ncu maddeleri hiç dikkate alınmamıştır.

Hâkim ve savcıların bağımsızlığı hesaba katılmamıştır.

İlgili bakan adaletin patronu, tek belirleyeni seviyesine çıkarılmıştır.

Başbakan ve hükümeti panik halinde HSYK’yı baştan ayağa değiştirmekte, rüşvet ve yolsuzlukların soruşturulmasını sabote etmeye gayret etmektedir.

12 Eylül 2010 Referandumunda yüzde 57,88’lik oy oranıyla kabul edilen HSYK’nın yeni yapısı, kanunla bozulmak istenmektedir.

Çok değil, yaklaşık 3,5 yıl önce, bizatihi millet iradesinin evet oyuyla Anayasa hükmü olan HSYK’nın mevcut sisteminin, rüşvet ve yolsuzluk sisi altında hedefe konulması milletimizin tercihlerini yok saymak anlamına gelecektir.

Başbakan ve hükümeti evrensel hukuk normlarına ötenazi uygulamaktadır.

Bu yanlıştan dönülmelidir.

Bu çıkmaz sokaktan vakit daha erkenken çıkılmalıdır.

Elbette adaletin işleyişindeki sorunları görmezden gelmemiz düşünülemeyecektir.

Elbette HSYK’nın dünden devraldığı sorunları inkar etmemiz de beklenmemelidir.

Anayasa değişikliğiyle yapılan düzenlemenin kanun yoluyla, yürütme zorbalığıyla, Meclisteki sayısal çoğunluk marifetiyle değersizleştirilme teşebbüsü asla bugünkü meseleleri çözemeyecek, hortumcuları kurtaramayacaktır.

Başbakan Erdoğan ve partisi HSYK’nın değil, haydutların, rüşvetçilerin, yolsuzluğa adı karışmış herkesin peşine düşmelidir.

Madem HSYK’da bir düzenleme yapılması gündemdedir, o halde AKP-CHP-BDP bir araya gelerek Anayasa değişikliğinde uzlaşmanın çarelerine bakmalıdırlar.

Başbakan Erdoğan milletin sandıkta kabul ettiği Anayasa’ya riayet etmeli, cesareti ve milli iradeye sadakati varsa yapacağı değişikliği millete sormalıdır.

Demokrasilerde, hukuksuz, ilkesiz, kuralsız, ahlaksız bir iktidarın yaşama şansı ne duyulmuş, ne de görülmüştür.

Başbakan Erdoğan ülkemizi “Ananas Cumhuriyeti”ne, kasaba devletine çevirenleri başka yerlerde değil, aynadaki akislerinde aramalıdır.

Ve hukuktan kaçmamalıdır.

Yandaş kamuoyu araştırma şirketleriyle milletimizi kandırmamalı, düşen oylarını düzmece anketler vasıtasıyla yüksek seviyelerde gösterecek kurnazlığa tevessül etmemelidir.

Çünkü AKP’nin sonu gelmiştir.

MHP çıkarken AKP düşmektedir.

Türk milleti AKP’yi gönlünden silmiş ve gözden çıkarmıştır.

Başbakan ve evladına kadar dayanan rüşvet ve yolsuzluk iddialarının aydınlatılması aziz milletimizin yegâne beklentisidir.

Türkiye’nin topyekun temizliği şarttır.

Siyasetin ahlaki rotasına, istikrar zeminine geri dönmesi acilen sağlanmalıdır.

Başbakan Erdoğan, 17 Ocak 2014 tarihinde, İstanbul Burhan Felek Spor Salonu'nda düzenlenen "100 Yıllık Hikaye İmam Hatip" etkinliğindeki bir konuşmasında aynen şöyle demiştir:

"Çok açık net söylüyorum. Benim evlatlarımdan bir tanesi böyle bir yolsuzluğa karışsın bir saniye yanımda tutmam evlatlıktan reddederim."

Sayın Başbakan, senin evladından olmanı istemez ve arzu etmeyiz.

Nasıl ki, şeref konusunda giriştiğin bahsi kaybetmişsen, nasıl ki birçok sözünü yutmak zorunda kalmışsan, evladınla ilgili sarfettiğin sözlerin de senin peşini bırakmayacak, bir gün gelip başına çöreklenecektir.

Sen ki, hırsızlığın babadan oğula geçtiğini yıllar evvel, bir partinin il başkanıyken söylemiştin.

Şayet evladının bir usulsüzlüğü varsa, ki savcılığın iddiası budur, bunun sorumlusu sensin ve sağladığın imkanlardır.

Nüfuz ticareti yapmak, yetkiyi kötüye kullanmak, yasa dışı ekonomik menfaatlere siyaseti alet etmek çok ciddi bir vebal, çok ağır bir kusurdur.

Bunun için hukuk karşısına baba-oğul halinde çıkmaktan çekinmemeli, kaçmamalı ve korkmamalısın.

 

Değerli Milletvekilleri,

Tunus’ta başlayan ve aşama aşama Ortadoğu’ya yayılan isyan ve toplumsal dalgalanma yaklaşık üç yılını geride bırakmıştır.

Başlarda üzerinde derin analizler yapılan, büyük anlamlar yüklenen, özgürlük ve demokrasiyi teşvik ettiği söylenen Arap Baharı, bu kadar yıl geçtikten sonra tam terse dönmüş, eski devirleri bile aratır olmuştur.

Şu anki tabloya baktığımızda rahatlıkla, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki toplumsal dalgalanmanın kara kışa çevirdiğini söylememiz mümkündür.

Komşu coğrafyalar istikrar ve barışa ulaşamamıştır.

Bilhassa Suriye’de kan gövdeyi götürmektedir.

Esad’a karşı mücadele eden Özgür Suriye Ordusu, şu an itibariyle bir El-Kaide yapılanması olan Irak-Şam İslam Devleti’ne karşı savaşmaktadır.

Bir başka silahlı muhalefet grubu olan İslami Cephe ise IŞİD’le mücadele etmektedir.

Radikal gruplar vahşi cinayetlerle, canavarca yöntemlerle insan öldürmekte, sınırlarımızın hemen ötesinde egemenlik savaşı vermektedir.

Hiç kuşkusuz Türkiye için en yakın tehdit unsurlarından birisi de bu karanlık tablodur.

IŞİD terör örgütü, hem Irak’ta, hem de Suriye’de kendisine alan açmakta, karşısına kim çıkarsa çıksın saldırmaktadır.

Bu gelişmeler Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehlikeye atmaktadır.

Suriye’deki kaosun yanında, Irak’ta Maliki yönetimi ile Sünni aşiretler ve El Kaide grupları arasında çatışmalar şiddetlenmektedir.

Irak’ın güneyinde bulunan Basra, Misan ve Zigar illeri ortak bir protokol imzalayarak federal yapıya geçişin adımlarını atmışlardır.

Musul’un da yer aldığı Ninnova Bölgesi Irak Merkezi Yönetimi’nden kopma işaretleri vermektedir.

Suriye’de ise Esad’ı koltuğundan indirme mücadelesi başarıya ulaşamamış, uzayan iç savaş El-Kaide’ye fırsat kapısı aralamıştır.

Artık uluslararası toplum Esad’ı ehven-i şer olarak görmektedir.

Kaldı ki AKP’li Dışişleri Bakanı’nın bunca yaşanmışlıktan, bunca Esad düşmanlığından sonra geldiği nokta da budur.

Küresel güçler Esad muhalifliğini yumuşatmış, Şam yönetimine karşı tolerans düzeyini artırmıştır.

Her şeye rağmen muhaliflerin yanı sıra, Esad yönetimi de kan dökmeye devam etmektedir.

Varil bombaları masum sivillerin canını almaktadır.

İnsanlık Suriye’de rafa kaldırılmıştır.

Bu ülke dört bir yandan ateş altına alınmıştır.

Suriye’de resmen katliam yapılmaktadır.

22 Ocak’ta İsviçre’de başlayacak 2. Cenevre Konferansı’ndan önce böylesi kanlı bir sürecin yaşanıyor olması herkes adına uyarıcı ve dikkat çekici olmalıdır.

AKP hükümetinin Suriye politikası çoktan çökmüştür.

Başbakan’ın milli hak ve menfaatleri dışlayan siyasi hesapları tutmamıştır.

Küresel platformda katil Esed, makbul Esad haline gelmiştir.

Esad muhaliflerini destekleyen iktidar bölgesel planda çok zor durumlara düşmüş, güvensiz bir konuma gerilemiştir.

Hükümetin öngörü hataları, mezhepçi politikaları, terör örgütlerini kollayan tavır ve yönelimleri ülkemizin sorgulanmasına ve yalnızlaşmasına yol açmıştır.

Türkiye hayalperest bir Başbakan’la, stratejik derinlikte boğulmuş bir Dışişleri Bakanı’nın elinde caydırıcılık vasfını yitirmiştir.

AKP hükümetinin destek verdiği terör grupları Türkiye için de başlıca sorun kaynağı haline gelmiştir.

Yurtiçinde yapılan El-Kaide operasyonları bu kanaatimizin bariz ispatı olarak okunmalıdır.

Türkiye’nin terörist unsurlara destek verdiği algısı gittikçe yaygınlık kazanmaktadır.

Başbakan bu yakın ve vahim tehlikeyi görmeli ve aleyhimize tecelli edecek adım ve kararlardan vazgeçmelidir.

Bakınız, bir ihbar üzerine yollarda durdurulan TIR’larda son günlerde artış yaşanmaktadır.

Hatay’dan sonra bu kez de Adana’da önü kesilen 7 adet TIR gündemin başköşesine oturmuştur.

Bazı TIR’lardaki yükün MİT’e ait olduğu tespit edildikten sonra yetkili savcı aramayı durdurmuştur.

Hükümetin Hatay’daki TIR vakasını Bayır-Bucak Türkmenlerine yardım mazeretiyle kapatmasını hadi anladık diyelim, peki Adana’daki TIR’lara ne diyeceğiz?

Acaba bu TIR’ların istikameti neresidir?

AKP hükümeti bu MİT TIR’larıyla neyin sevkiyatını, kimlere yapmaktadır?

Varsayalım ki kaygılanacak bir şey yoktur, o zaman TIR’ın güvenliğini sağlayamayan bir hükümetin ülkenin güvenliğini sağlaması nasıl beklenecektir?

Son zamanlardaki bu TIR hareketliliğini neye yormak lazımdır?

Başbakan ve hükümeti Esad muhaliflerine silah ve mühimmat mı taşımakta, MİT de buna eskortluk mu yapmaktadır?

Eğer ülkemizin milli çıkarları nam ve hesabına bir faaliyet esnasında TIR’lar yollardan çevriliyorsa bunu adı resmen bir rezalet, yok Suriye’deki iç savaşa silah taşınıyorsa bunun da tanımı aynısıyla kepazeliktir.

Başbakan Erdoğan bu karanlık süreci nereye kadar sürdürecektir?

MİT’in TIR üstündeki macerası nereye kadar devam edecektir?

Bize göre hükümet bu zamana kadar yaşananlardan ders ve sonuç almamıştır.

AKP’nin Suriye muhalefetini silahlandırması, iki de bir otoyollarda önünün kesilerek maskara edilmesi, ülkemizin uluslararası alandaki prestijini olumsuz etkilemektedir.

Başbakan Erdoğan ve hükümeti devletin milli istihbarat kuruluşunu terör örgütlerinin kuryesi yapmamalıdır.

PKK’sından PYD’sine ve El-Kaidesi’ne kadar Türkiye’nin kaderi terör örgütleriyle düşüp kalkmak değildir.

Şunu unutmayalım ki, dış politikada zaaf, açık, pervasızlık ve ufuksuzluk hezimete yol açacaktır.

Sonuç olarak AKP hükümeti hezimetin tüm sonuçlarına, tüm emarelerine uzunca bir süredir ilk elden muhatap kalmaktadır.

Başbakan Erdoğan sonunun Ortadoğu’nun zalim diktatörleri gibi olmasını istemiyorsa derhal aklını başına devşirmeli, yol yakınken Türk milletinden özür dilemelidir.

Bu düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyor, sizleri Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun var olun.