Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 7 Mayıs 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
7 Mayıs 2014

 

Muhterem Milletvekilleri,

Değerli Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Geçtiğimiz Pazartesi günü TBMM’nde AKP’li 4 eski bakanla ilgili Meclis Soruşturması açılmasına ve Soruşturma Komisyonu kurulmasına yönelik önergelerin görüşülmesi sebebiyle grup toplantımızı bugüne ertelemiştik.

Bir günlük gecikmeyle yapacağımız grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, 5 Mayıs 2014 tarihinde, Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde meydana gelen kazada 3 askerimizin şehit olmasından, 8 askerimizin de yaralanmasından duyduğum derin üzüntüyü ifade etmek istiyorum.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize başsağlığı diliyor, yaralı Mehmetçiklerimize şifalar temenni ediyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Bizim milliyetçilik anlayışımıza göre bir ülkenin huzur, güvenlik ve asayiş içinde bulunması, ancak millet fertleri arasında refah, adalet, ahlak ve eğitimin yükselmesi ile mümkündür.

Başka bir ifade ile suçun ve suçluların artıyor olması, yoksulluğun, adaletsizliğin, çaresizliğin ve yolsuzluğun arttığının, ahlâkın zayıfladığının, sosyal dokunun bozulduğunun bir işareti sayılmalıdır.

AKP’nin ülkeyi getirdiği bugünkü manzarada, siyasi ve ekonomik güven ve istikrar ortamından, iç huzur ve güvenlikten bahsedilemeyeceği de gün gibi ortadadır.

AKP hükümeti ile milletimizin açlıkla yoksulluk arasındaki ince çizgide gidip gelerek, çok zor ve sıkıntılı bir hayat sürdürmeye çalıştığı hepimizin bildiği ve yaşadığı bir gerçektir.

Kaygılanarak takip ediyoruz ki, can ve mal güvenliği azalmakta, toplumsal ahlâk hızla aşınmaktadır.

Özellikle büyük kentlerimizdeki ahlaki çöküşün, asayişsizliğin, şiddetin, toplumsal güvensizliğin ve kuşkunun egemen olduğu bir bunalım AKP iktidarı ile zirveye çıkmıştır.

Toplumsal denge ve hassasiyeti dikkate almayan AKP’nin çıkardığı yasalar, suçun ve suçlunun önünü açmış ve sokaklar cinayet şebekelerine teslim edilmiştir.

“Özgürlük ve güvenlik arasında denge kuruyorum” denilerek suçlulara özgürlük sağlanmış, kamu otoritesi laçkalaştırılmıştır.

AKP iktidarının umursamaz tavırları sonucunda vatandaşlarımız tehdide, vandallığa maruz kalmış, asayişsizlik halkın günlük hayatını çok olumsuz etkileyecek boyutlara ulaşmıştır.

Yüreğim burkularak söylüyorum ki, her gün, ama her gün bir kadın cinayete kurban gitmekte ya da şiddet görmektedir.

Masum yavrular, mazlum sabiler insanlıktan çıkmış canavarların hedefi olmaktadır.

Dile getirirken bile içimizin titrediği, tüm bedenimizin ürperdiği vahşet ve dehşet dolu ölüm haberleri hepimizin ortak acısıdır.

Ülkemiz baştan ayağa barbarlığın eline düşmüştür.

Vicdan rafa kalkmıştır.

İnsanlık değerleri kenara itilmiştir.

Başbakan’ın cepheleşme üzerine bina ettiği siyaseti, sürekli husumeti özendiren tutumu misliyle toplumsal zemine yansımaktadır.

Artık tahammülsüzlük, hazımsızlık ve hoşgörüsüzlük kol gezmektedir.

Çocukların, gelinlik çağdaki kızların, kadınların, savunmasız yaşlıların alenen saldırıya uğraması ve suçluların toplum vicdanını teskin edecek şekilde cezalandırılmaması büyük bir sorunun, büyük bir tehlikenin en somut halidir.

Toplumsal hayat kahredici bir şiddet diline hapsolmuştur.

Gazetelerin üçüncü sayfası facia ve felaket neşriyatına dönmüştür.

Stadyumlardan öfke taşmaktadır.

Sokakları nefret dalgası kaplamaktadır.

Arazi anlaşmazlıkları can almaktadır.

Trafikteki en ufak anlaşmazlık anında çatışmaya dönüşmektedir

Gözünü kan bürümüş yaratıklar etrafta kudurmuş gibi gezmektedir.

Maalesef ki adalete güven kalmamıştır.

Hukukun caydırıcılık vasfı, yaptırım kabiliyeti inişe geçmiştir.

Başbakan ve hükümetinin emniyet ve yargıya hasmane operasyonu şiddeti alttan alta tahkim ve tahrik etmektedir.

Buradan herkesi uyarıyorum, sosyal cinnet, ekonomik afet, siyasi hezimet, ahlaktaki mağlubiyet, yönetimdeki garabet Türkiye’yi içten içe tüketmektedir.

Önlem alınmazsa felaket kapıdadır.

Milletçe huzurumuzu gölgeleyenlerin hakkından gelemezsek birbirimize düşmemiz kaçınılmazdır.

Çocukları katledilen, tecavüze uğrayan, mağdur edilen bir ülkenin ekonomik büyümesi, iktidarındaki partinin oy seviyesi şöyle dursun; medeni olmasından, insani gelişmişlik düzeyinden, gücünden bahsedilemeyecektir.

İç dengesini kuramamış, adaleti fiyaskoya dönmüş, kardeşliği sorgulanır hale gelmiş bir ülkenin başarılı olma şansı, düzlüğe çıkma ihtimali eşyanın tabiatına aykırıdır.

Bugün ağlayan her çocuğun, katledilen her körpenin vebali bozguncu iktidarın omuzlarındadır.

Mazlum kadınların ahı, gözü yaşlı anaların, yavaş yavaş iflas eden toplumsal dirliğimizin sorumluluğu Başbakan’ın sırtındadır.

Çocuklarımız güvencede değilse, canları garantiye alınmamışsa, azılı bir katil her an minicik umutları söndürmek için hazırlık yapıyorsa artık söz bitmiş, sabır tükenmiş demektir.

Kadına, kıza, çocuğa ve herhangi bir insana kast eden canilere en ağır müeyyideler uygulanmalıdır ve bu hemen yapılmalıdır.

 Son günlerde ciğerimizi dağlayarak yaygınlaşan çocuk ve kadın katliamlarına karşı hükümeti derhal kalıcı ve tesiri yüksek tedbirler almaya çağırıyorum.

Başbakan Erdoğan’ın; “bu olaylar adeta idamlık olaylar ama idam gelmese dahi bu cezaların çok çok ağırlaştırılması noktasında arkadaşlara talimatım var” sözünün sürüncemede kalmamasını bekliyorum.

Bize göre her neviden şiddetin artmasına yol açan başlıca 6 neden vardır ve bunlar üzerinde durulmadan şiddet kesilmeyecektir:

1–     Milli ve manevi değerlerdeki yozlaşma ve buhran hali,

2–     Gittikçe genişleyen ahlaki çöküntü ve çözülme gerçeği,

3–     Aile bağlarındaki gevşeklik ve yıpranma olgusu,

4–     Allah korkusundaki zayıflama ve adaletin hiçe sayılma sorunu,

5-     Eğitim ve öğretim hayatındaki bunalım döngüsü,

6-     Alarm veren siyasal kutuplaşma sonucu olarak suç ve suçlu sayısında dehşet verici ölçüde artış görülmektedir.

Şiddetin sebepleri isabetle teşhis edilmeden, kaynağı kurutulmadan ve yalnızca yasal düzenleme yaparak herhangi bir neticeye varmak söz konusu değildir.

Bugünkü şartlarda huzursuzluğun mihrak noktası, mevcut yönetim anlayışı ile AKP’dir ve Başbakan Erdoğan’dır.

Türkiye’nin manevi havasını temizlemek, iktidarın sebebiyet verdiği sisli ortamı gidermek milli bir sorumluluktur.

Milletçe şiddet zehrinin kötü kokusunu daha fazla solumadan, insanlığı yok sayan, vicdanları yaralayan, hepimizi hüzne boğan olayları kökten bitirmek zorundayız.

Bu kapsamda, vakit geç olmadan, daha fazla kayıp ve acı yaşamadan idari, kültürel, sosyolojik, psikolojik ve yasal adımlar atmasını hükümetten bekliyor ve konuyla ilgili Meclis zemininde üzerimize düşen ne varsa yapacağımızı bu vesileyle ifade etmek istiyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Jeo-politik görüş açımızda bulunan, komşuluk hukukuyla ilişkilerimizi temellendirdiğimiz ülkelerin hemen hemen tamamı diken üstündedir.

Ortadoğu’da kronikleşen istikrarsızlık tablosu, radikal kopuşlara ve kanlı etnik ve mezhep çekişmelerine kapı aralamaktadır.

Sınırların emniyeti kalmamıştır.

Bu kadar yoğun bir kaosun yaşandığı mücavir bölgelerimizde harita değişiklikleri, sınır oynamaları, bölünmeler, parçalanmalar ve oldubittiler yaşanması ciddiyetle ele alınması gereken ihtimaller arasındadır.

İçimizde ve dışımızda merkez kaç güçlerin, kontrol dışı unsurların, gayri meşru oluşumların etkinliği bir hayli fazlalaşmıştır.

Bu durum ülkemiz özelinde başlı başına bir güvenlik ve beka sorununa işaret etmektedir.

Ortadoğu’dan Karadeniz kıyılarına kadar uzanan hat boyunca şekillenen, uluslararası hukuk ve ilkelerle bağdaşmayan olaylar dizisi yaşadığımız coğrafya adına ilave riskler doğurmaktadır.

Bunu görmek, bunu bilmek ve ihtiyatlı davranmak geleceğimiz açısından çok önemlidir.

Türkiye kendi içindeki sorunlarını çözmeden ithal edeceği ve bir yolla bulaşacak yepyeni krizlerle çok büyük badirelerin içine yuvarlanacaktır.

Başbakan ve hükümetinin bir defa bu olası tehlikeyi iyi okuması gerekmektedir.

Türkiye’nin çevresini perdeleyen, önünü kapatan, belirsizliği kamçılayan her ihtimal ve vakanın milli politikalarla karşılanması, aktif, ön alan ve hazırlıklı tedbirlerle hafifletilmesi acil bir ihtiyaçtır.

Ülkemiz üzerinde hesap ve hedefi olan yerli ve yabancı güç merkezlerinin terör kartını tekrar ve etkili bir şekilde devreye sokacağı gelişmelerden anlaşılmaktadır.

Sevr Anlaşması’nın ağırlık merkezi ve ana fikri olan Kürdistan nifakının kurulması için gerek AKP hükümeti, gerek bölücü çevreler, gerekse de küresel odaklar iştahla devrededir.

PKK terör örgütü Cumhurbaşkanı Seçimi öncesi ve sonrasında tetiğe basmak için sahiplerinden son talimatları almakta, son gözden geçirmeleri yapmaktadır.

Allah muhafaza ama, her an şehadet haberleri alma ihtimalimiz artmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Tunceli’nin merkez Sütlüce Köyü’ndeki Jandarma Karakolu’nu denetlemeye giden İl Jandarma Alay Komutanı’nın bulunduğu askeri konvoyun geçiş güzergâhına uzaktan kumandalı bombalı saldırı buna en açık kanıttır.

Karayoluna döşenen ve 70 kilo olduğu anlaşılan patlayıcının saniyelerle geç infilak etmesi büyük bir acıyı önlemiştir.

PKK, meydanı boş bulmuş, bombaları sağa sola yerleştirmeye başlamıştır.

Teröristler Başbakan’dan aldıkları güç ve takviye destekle Türk devletine ve Türk milletine saldırı pozisyonuna geçmiştir.

Kaçırılan askerlerin, siyasi bölücülerin müdahalesi ve yapılan pazarlıklarla serbest bırakılma mizansenleri, bir yönüyle PKK’nın hükümetle danışıklı dövüş halinde ilerlettiği çok rezil pazarlık sürecinin sonucudur.

PKK Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde fiilen özerkliğin temellerini kazarken, Başbakan Ankara’da başka telden çalmaktadır.

Başbakan Erdoğan artık ölüm haberlerinin gelmediğini, şehadetlerin yaşanmadığını, çözüm sürecinin başarıyla ilerlediğini her fırsatta tekrarlamaktadır.

Üstelik 17 ve 25 Aralık’taki “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonları”nın bunu akamete uğratmak istediğini milletimizi enayi yerine koyarak, açık açık aldatarak ileri sürmektedir.

PKK’nın yan örgütü HDP’nin bir Eşbaşkanı, “biz özerk Kürdistan’ı talep eden değil, inşa edeceğiz” derken Başbakan hala sözde çözüm şarkısına, bitmeyen ihanet koşusuna devam etmektedir.

Terör örgütünün Suriye uzantısı PYD, El Kaide’nin türevi Nusra Cephesi ile işbirliği yapıp emel ve ittifak birliği sağlarken, Başbakan bulanık suda balık avlamakla meşguldür.

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), sınırlarımızın hemen dibinde, yakaladığı hasımlarını çarmığa gererek infaz edip alanını süratle genişletirken, Başbakan paralel örgütün ulusal güvenliğe verdiği ne idüğü belirsiz zararlardan bahsetmektedir.

Başbakan Erdoğan kendi beslediği, kendi büyüttüğü, bizatihi devlete yerleştirerek mevkii ve unvan verdiği gruplarla ağrılı ve sancılı bir ayrılık sürecinin makus vebaline katlanmaktadır.

Eğer ortada gerçekten de paralel bir yapılanma varsa bunun hazırlayıcısı ve mucidi kesinlikle Recep Tayyip Erdoğan olduğu aşikardır.

Çelişkiye dikkat ediniz, Başbakan’ın Kürdistan’a yeşil ışık yakması milli güvenlik sorunu değildir.

Başbakan’ın İmralı canisinin dayatmalarını pas geçmesi, tehditlerine kulak tıkaması milli güvenlik sorunu değildir.

Başbakan’ın PKK’yla masa başında taviz senedi imzalaması, Türk devletini ele ayağa düşürmesi milli güvenlik sorunu değildir.

Başbakan’ın sınırlarımızda mevzilenen terörist gruplara yardım ve yataklık yapması, tırlarla silah ve mühimmat taşıması da milli güvenlik sorunu değildir.

Fakat Başbakan’a göre, rüşvet ve yolsuzlukların ortaya çıkarılması milli güvenlik sorunudur.

Savcı ve polislerin görevini yapması, İranlı şarlatanın içeri tıkılması, AKP’li bakanların rüşvet alırken kaydedilmesi darbedir, milli güvenlik sorunudur.

Bize göre bu ülkenin milli güvenlik sorununa ek olarak çok büyük bir sorunu daha vardır ki, o da Recep Tayyip Erdoğan sorunudur.

Şayet bu sorun bitmez, bu sorun giderilmezse milli varlığımız, milli kimliğimiz, üniter yapımız, milli devletimiz, son yurdumuz, şanlı bayrağımız yerle yeksan olacaktır.

Tehlike bu kadar yakın ve tanıdıktır.

Başbakan sorudur, sorundur, sorumsuzdur, bölücülüğün Başbakanlıktaki serumu, bölücü koronun iktidardaki baş soluğudur.

Ne tuhaftır ki, 30 Nisan 2014 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu’ndan sonra yapılan açıklamada, “ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanmalar ve bunlara yönelik alınan tedbirler değerlendirildi” denilmiştir.

Merak ediyorum, 15 üyeli Milli Güvenlik Kurulu’nda; rüşvetin ve yolsuzluğun milli güvenliğin, milli ruhun ve milli bekanın en büyük düşmanlarından birisi olduğunu haykıracak bir babayiğit ne zaman çıkacaktır?

Bu MGK yapısıyla güvenliğin milli boyutunu kavramak ve samimiyetle savunmak nasıl mümkün olacaktır?

Bir tek terör kelimesinin geçmediği, bölücülük tehdidine bir tek atıf yapılmadığı, PKK’nın ise hiç hatırlanmadığı MGK açıklamalarına kim inanacak, kim güvenecektir?

MGK’ya bakarsak Türkiye sanki güllük gülistanlıktır.

Ufak tefek sıkıntılar dışında ve paralel hayalet haricinde hiçbir sorun da yoktur.

Bildiğimiz ve inandığımız bir şey var; devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili konularda tavsiye kararlar almak Recep Tayyip Erdoğan’ın çakma Dombırası’na alkış tutmak değildir.

Milli güvenliğin siyasetini oluşturmak ve olgunlaştırmak, ayakkabı kutularına para yığan banka müdürüyle işbirliği yapanların, ihale kesintileriyle havuz medyası kuranların, Zarrap denilen rüşvet simsarının kuklası olanların harcı da değildir.

Milli güvenliği hakikaten de dert etmek için önce milli olmak lazımdır.

Başbakan Erdoğan ve hükümeti, milletimizin değil, PKK’nın, El Kaide’nin, Türklük düşmanlarının, teröristbaşının, hırsızın ve kaçakçının güvenliğini sağlaya sağlaya bugüne kadar gelmişlerdir.

Biliniz ki, MGK sıralarında oturan siyasi kadronun yerine HDP’den veya Kandil’den temsilciler otursaydı ancak bu kadar ülkemize zarar verirler, ancak bu kadar Türkiye’nin altını oyarlardı.

 

Değerli Milletvekilleri,

Temiz yönetim, temiz siyaset, temiz toplum hepimizin ortak özlem ve arzusuzudur.

Parti olarak da her alanda, her seviyede ve her ölçüde tertemiz ve pırıl pırıl bir iradeyi tesis etmek başlıca amaçlarımızdan birisidir.

Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için düzgün, dengeli ve şaibesiz yönetimlerin varlığı kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Takdir edersiniz ki, dürüst ve ahlaklı olmak hem hukuken hem de dinen hepimizin taşıması gereken nitelikler arasındadır.

Helal kazanç kapılarına kilit vuran, hak ve hukuka leke süren, yasa dışı ilişkiler yoluyla menfaat temin eden iktidarların neden olduğu yıkım ve tahribatlar zannedilenden kat be kat fazladır.

Yolsuzluk ve rüşvet bir ülkeyi, bir yönetimi, bir toplumu içten içe çürüten en ciddi hastalıktır.

Hatta diyebiliriz ki, bir devletin çöküşüne yol açan amillerin başında rüşvet ve yolsuzluk virüsü gelmektedir.

Rüşvet devlet iradesinin iğfalidir.

Aynı zamanda rüşvet; devletin itibarını, kamunun ali çıkarlarını üst düzeyde zedeler.

Rüşvet alan ve rüşvet veren milli iradeye karşı taarruza geçmiştir.

Şu kadar ki, rüşvet devletin ve milletin selametine karşı işlenmiş en ağır cürümdür.

Ne zaman ki sosyal düzen bozulmuş, ne zaman ki hukukun temel ilkeleri çiğnenmiştir, işte o zaman rüşvet ve rüşvetçiler birden bire saltanat kurmuşlardır.

Malumlarınız, Türkiye 141 gündür rüşveti konuşmaktadır.

Türk milleti 141 gündür iktidarı gölgeleyen yolsuzluk tartışmalarıyla kilitlenmiştir.

AKP hükümeti rüşvetçilerin limanı, haram yiyenlerin konağı, soygun ve yağma işine soyunanların sığınağı haline gelmiştir.

17-25 Aralık hadisesi Başbakan’ın maskesini düşürmüş, keyfini kaçırmış, ayarını bozmuştur.

17-25 Aralık vakası hükümette deprem etkisine neden olmuştur.

Rüşvetçi bakanlar, yolsuzluğa bulaşan evlatlar, yandaş işadamları, altın kaçakçıları, kara para organizatörleri, hayali ihracatçılar, arazi vurguncuları açığa ve ortaya çıkmıştır.

Mahkeme kararları doğrultusunda yapılan teknik ve fiziki takip neticesinde elde edilen belge, bilgi ve bulgular Başbakan’ın karşı saldırısıyla buruşturularak değersizleştirilmeye çalışılmıştır.

Başbakan ‘Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturması’nı karalamak için çırpınmıştır.

Ek olarak, komplo sözleriyle, tuzak ifadeleriyle, tezgâh uydurmasıyla, oyun ve senaryo ithamlarıyla yaftalamıştır.

Başbakan her defasında, “bizim A'den Z'ye abdestimizden şüphemiz yok ki, namazımızdan şüphemiz olsun” diyerek küçücük aklınca vicdan istismarına girişmiştir.

Başbakan; 700 bin liralık saati koluna takan, hava sahamızda kaçak altınların fırıl fırıl dolaşmasına rüşvet karşılığı müsaade eden Ekonomi eski Bakanı’nın hesabını hala verememiştir.

İranlı hayırsever dostunun önüne yatmaktan dolayı rüşvete boğulan, bir trilyonu üç beş kuruş gören evladıyla birlikte parayla vatandaşlık dağıtan İçişleri eski Bakanına gerekli müdahaleyi yapamamıştır.

Yüzsüzce, arsızca, namertçe 30 Mart’ta Balkona çıkarıp selamlattığı çikolata kutularında, elbise kılıflarında, çantalarda rüşvet alan, akara makara karakterli AB eski Bakanına ‘bu ne iştir, ne yaptın sen’ diyememiş, aksine sahiplenmiştir.

Çünkü Başbakan bunların kıdemli üstadı ve yolsuzluğun ustabaşıdır.

Başbakan önce oğluyla birlikte villasındaki para sıfırlama trafiğini, milyarları eritme telaşını dublaja bağlamadan, başörtüsüyle ilişkilendirmeden, lafı imam hatibe getirmeden mertçe izah ve itiraf etmelidir.

Başbakan önce işadamlarından aldığı haracın, medyaya koyduğu ambargoyla, alo hattında soytarıya çevirdiği sözde gazeteci ve kalem sahipleriyle ilgili günah çıkartmalıdır.

Ve Başbakan önce cari açığın yüzde 15’ni kapattığını Türk bayraklı arka plan sahnesiyle açıklayacak kadar aklını yiyen İranlı rüşvet tellalının bedelini ödemelidir.

Cari açığın yüzde 15’ini telafi eden şarlatanın, şu işe bakınız ki, vergi rekortmenleri listesinde esamisi dahi okunmamaktadır.

Başbakan’ın zenginleştirdiği ve servet sahipliğinde ilk onda bulunan yeni yetme işadamları vergi veren ilk yüz arasında yer almamaktadır.

Bunlar rüşvetçilikte marka olmanın yanında, vergi kaçırmada da zirveye tutunmuşlardır.

Ne demişler, “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”

Başbakan’ın kim olduğunu İmralı canisinden İranlı kaçakçıya kadar bütün karanlık yüzlere bakarak herkes net olarak görecek ve anlayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

5 Mayıs günü Meclis Genel Kurulu’nda 4 eski bakan hakkında Meclis Soruşturması açılmasına ve Soruşturma Komisyonu kurulmasına ilişkin önerge görüşülmüştür.

Sonuçta verilen önergeler kabul edilmiştir.

Şimdi sırayı Meclis Soruşturma Komisyonu’nun teşkili almıştır.

TBMM’nde yapılan görüşmeler ne yazık ki milletimizden kaçırılmış, bakanlarla ilgili fezlekeler milletin vekillerinden saklanmıştır.

Milli iradeyi temsil etmekle görevli değerli milletvekillerinden bu 4 eski bakanının dosyası gizlenmiştir.

Bu keyfi, anti demokratik ve şeffaf olmayan uygulama Başbakan ve partisinin eseridir ki açıkça da kınanması lazımdır.

AKP milli egemenliğin ruhuna aykırı davranmıştır.

TBMM Başkanı’nın, bürokratların ve AKP’lilerin bildiği ve altını çize çize okudukları fezlekelerin el çabukluğuyla Meclis’ten uzak tutulması bir defa Türk milletine nankörlüktür.

Elbette bunu doğru görmemiz düşünülemeyecektir.

Bugünden bellidir ki, AKP, 4 eski bakanını, sayısal üstünlüğe sahip olduğu Soruşturma Komisyonu’nda aklamaya girişecektir.

Ancak şunu herkes bilmelidir ki, bu rüşvetçilerin Yüce Divan’a gitmesi ve üzerlerine atılı suçlamalardan dolayı yargılanmaları ahlaki ve hukuki bir zorunluluktur.

Bununla da yetinilmemelidir.

Recep Tayyip Erdoğan da en kısa zamanda yargı huzuruna oğluyla beraber çıkmalı ve hesap vermelidir.

Başbakan eğer hakkındaki iddialardan aklanır ve temize çıkarsa biz de kendisine bir iyilik yapacak, bir kıyak geçecek ve 17-25 Erdoğan sıfatını geri alacağız.

Sayın Erdoğan haberin olsun, böylesi bir mükâfatı, böylesi bir taltifi, böylesi bir fedakârlığı kimselerden göremezsin, hiçbir yerde bulamazsın.

Bildiğiniz gibi, TBMM Genel Kurulu’nda fezlekeli bakanlar birer konuşma yapmışlardır.

Eski bakanlar iddiaları pişkince reddetmişlerdir.

Üstelik bir de ahlak, adalet ve insanlık dersi vermeye kalkışmışlardır.

Suçlamalara iftira demişlerdir.

Ve darbe diyerek reddetmişlerdir.

Anlaşılan Başbakan Erdoğan bakanların konuşma metinleri üzerinde tahsis ve ilaveler yapmıştır.

Rüşvet alıp verdikleri güçlü kanıt ve emarelerle belli olan bu bakanların kendilerini savunmak adına düştükleri haller hakikaten de çok acıklıdır.

AB eski Bakanı’nın konuşmasında, başörtüsünden irticaya kadar aklına ne geliyorsa girip çıkması ahlaksızca bir saptırmadan başka bir şey değildir.

Ekonomi eski Bakanı’nın Haçtan Umre’ye kadar dini duyguları sömürme teşebbüsü tıpkı Başbakan’a has bir alışkanlık olarak hafızalarda kalmıştır.

Şu kepazeliğe bakınız, Başbakan ve çevresi;

Çalıyorlar, çok şükür diyorlar.

Soyuyorlar, elhamdülillah diyorlar.

Kul hakkını gasp ediyorlar, inşallah, maşallahla avunuyorlar.

Hortumluyorlar, Allah bes, baki heves, Allah bize yeter, diyorlar.

Hazineyi yağmalıyorlar, devletin kasasını boşaltıyorlar, hamdolsun diyorlar.

İhanet ediyorlar, başörtüsüne bürünüyorlar.

İftira atıyorlar, hukuku siyasallaştırıyorlar, kurban olduğum Allah verdikçe veriyor diyorlar.

Milleti 36’ya ayırıyorlar, Kevser Suresi’yle ahkam kesiyorlar.

Zulmediyorlar, imandan, ihlaslı olmaktan dem vuruyorlar.

Sorarım sizlere, günahla sevap ne zaman yer değiştirdi?

Şeytani emellerle rahmani duruş ne zamandan beri birbirine karıştı?

Beytümal’a el uzatanların, devlet malına göz koyanların ‘Gulul Suçu’ işlediklerini söyleyip bunların cenaze namazını dahi kılmayan Efendimizi siyasete malzeme yapmak nasıl bir cürettir?

Buradan Başbakan’a, 4 eski bakana ve yandaş taifeye büyük şair Ömer Hayyam’ın şu ibretlik dizeleriyle seslenmek istiyor, sonuç çıkarmalarını ısrarla tavsiye ediyorum:

İçin temiz olmadıktan sonra,

Hacı hoca olmuşsun, kaç para!

Hırka, tespih, seccade güzel,

Ama Allah kanar mı bunlara?

Şimdi ben de soruyorum sizlere, milleti kandırandan, vicdanları kanatandan, Allah’la aldatandan, dini mesajları, manevi duyguları sinsi niyetlerine alet edenden Cumhurbaşkanı olur mu?

Damarlarında rüşvetin haram lokması gezen günahın başaktörüne Cumhur’a Başlık yakışır mı?

İranlı Zarrapla yüzgöz olana, günah denizinde gemicik yüzdürenlere devletin zirvesi helal midir?

 

Muhterem Milletvekilleri,

Türk milleti ilk defa doğrudan doğruya Cumhurbaşkanını seçecektir.

Başbakan Erdoğan ise Cumhurbaşkanı olma hayaliyle sözüm ona parti içi istişareleri harekete geçirerek adaylığını onaylatmanın derdindedir.

Bu arada hükümetin, özgül ağırlığı keten tohumuna dönmüş gözleri nemli, dili nefritli, ruhu nevrozlu, beyni narkozlu üyesi Başbakan’ın yüzde yüz aday olduğunu açıklamıştır.

Gelişmelerden çıkardığımız kadarıyla Başbakan kardeşim dediği Sayın Gül’le yollarını çatallaştırmıştır.

Bu defa ‘Çankaya’ya ben çıkacağım’ diyerek dostluğu koltuğa üstün tutmuş, kardeşine dirsek çevirmiştir.

Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programına katılan yıkımdan sorumlu olmakla Türk tarihinin kara sayfalarına geçecek Başbakan Yardımcısı Cumhurbaşkanı Seçim sürecini ve sonrasını etkileyecek sözler sarfetmiştir.

Nitekim, “bizde Cumhurbaşkanlığından sonra tekrar Başbakanlığa gelme falan olmaz” diyerek Sayın Gül’e karşı AKP’nin kapılarını sürgülemiştir.

Fakat sıkıyı görünce, bu sözlerden bir süre sonra anında çark etmiştir.

Bir beş yıl daha Sayın Gül’le devam edelim diyemeyenlerin, siyasi imkanlarıyla faullü davranmaları, mutemetçi ve emanetçi Başbakan arayışına girmeleri çok şık ve edepli bir tavır değildir.

Başbakan’ın bu iki yardımcısının sözlerini tekzip etmemesi de AKP’deki hakim kanaatin bu kapsamda olgunlaştığını göstermektedir.

Bize öyle geliyor ki, Başbakan Erdoğan sadece uzatmaları oynamaktadır.

Sayın Gül’e de Çankaya’da son günlerini geçirmek düşmektedir.

AKP’den gelen beyanatlar Başbakan’ın adaylığa iştahla ısındığını, ciddiyetle asıldığını, bir bakıma da karar verdiğini kanıtlamaktadır.

Yine yandaş ve işporta mantığıyla çalışan kamuoyu araştırma kuruluşları algılar üzerinde oynamalar yapmak için neredeyse gün aşırı anket yayımlamaktadır.

Başbakan Erdoğan’ı sivriltmeye, parlatmaya ve Çankaya podyumuna çıkarmaya ortaklaşa gayret edenler bildik taktiklerini devreye sokmaktadır.

Medyaya bakarsak Başbakan Erdoğan açık ara şekilde Cumhurbaşkanlığı makamına çoktan oturmuştur.

Yani seçim yapılmış, Çankaya 12’nci sahibini bulmuştur.

Uzmanım diye yaygara koparan, gazeteciyim, akademisyenim, yazarım diyerek böbürlenen kim varsa ekranlarda Cumhurbaşkanı müşahitliği yapmaktadır.

Bu zevat sonucu erkenden belli olmuş bir seçimi nasıl ve hangi yüzle demokratik bir süreç olarak görmektedir?

Henüz takvimi dahi işlemeye başlamamış bir seçimle ilgili bugünden şöyle olacak, böyle olacak demenin milli egemenliği inkarla eşdeğer olduğu hiç mi fark edilmez?

Cumhurbaşkanı Seçim sürecinde muhalefetin etkisiz, yetersiz ve görevini yapmadığı isnadında bulunanlar acaba bize neyi kabullendirmeye, neyi benimsetmeye çalışmaktadır?

Bizim önerimiz, Başbakan Erdoğan’ın yüzde 51 ile Cumhurbaşkanı olacağı kehanetinde bulunanlara YSK’nın duyarsız kalmaması, bugünden yeni Cumhurbaşkanını ilan etmesidir.

Muhalefeti eleştirerek iktidarın açık ve eksikliklerini kapatmaya atılan bu zavallılar meşgale arıyorlarsa, uğraşacak ve didişecek konu istiyorlarsa Recep Tayyip Erdoğan’dan yeni bir randevu almaları yeterlidir.

Bize görev hatırlatması yapanların çok yakın zamanda mahcubiyetten başları öne eğilecektir.

Ve muhalefetin adayını merak edenler gerçekte bizim Cumhurbaşkanı Seçimi’nden zaferle çıkacağımızdan ürken ve korkan ısmarlama aydınlardan başkası da değildir.

Milliyetçi Hareket Partisi Cumhurbaşkanlığı görevine layık, herkesi kucaklayacak, milletimizin tüm değerlerini taşıyan, kimseyi ayırmayan, kimseyi dışlamayan, iyi yetişmiş ve nitelikleri itibariyle göz dolduracak çok değerli bir ismi Allah’ın izniyle aziz milletimizle buluşturacaktır.

Hatırlatıyorum ki, biz de kendi mekanizmalarımızı ve istişare kanallarımızı çalıştırarak en uygun, en doğru ve en akla yatkın adayı tespitle uğraşıyoruz.

Bu çerçevede sona yaklaştığımızı da belirtmek istiyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin gündeminde kendi adayını çıkarmak ve büyük Türk milletine önermek vardır.

Başbakan Erdoğan şayet aday olacaksa, şayet bu konuda karar vermişse Cumhurbaşkanı Seçim Takvimi başlar başlamaz derhal istifa etmelidir.

Başbakanlık makamıyla Cumhurbaşkanı adaylığı ahlaken birlikte yürütülemeyecektir.

Devletin imkânlarını kullanmak adil bir demokratik rekabetle uyuşmayacaktır.

Bize göre, Cumhurbaşkanlığı, siyasi inat meselesi haline getirilmemelidir.

Bilhassa Başbakan Erdoğan Çankaya’ya çıkma hesaplarını revize etmeli ve bu hevesinden vazgeçmelidir.

Başbakan, üç dönem engeline takılarak saf dışı olacak 71 arkadaşını harcamak yerine, kendisini bir süreliğine dinlendirmeli ve o esnada da yolsuzluklar konusunda hâkim karşısına çıkmalıdır.

 Sayın Erdoğan, bu 71 yol arkadaşın siyasete ara veriyor da sen niye ayak sürüyor ve niçin onları satıyorsun da aniden dümenini Çankaya’ya kırıyorsun?

Dün gömlek değiştirmiştin, peki bugün neyini takas ediyorsun?

Âlemin akıllısı, AKP’nin kurnazı sen misin?

Başbakan Erdoğan boşuna dolduruşa gelmesin, boşu boşuna heyecanlanmasın, çünkü Cumhurbaşkanı olamayacaktır.

Çankaya yolları kendisine tıkalıdır.

Türk milleti rüşvet ve yolsuzluktan sabıkalı birisine Cumhurbaşkanı olma ruhsatı vermeyecektir.

Ayrıca partimize gönül veren aziz dava arkadaşlarımın iradesine ipotek koymak kimsenin yapacağı bir şey değildir.

Başbakan Erdoğan’ı bir kere daha uyarmak ve şu gerçekleri kendisine hatırlatmak istiyorum:

Cumhurbaşkanı, devletin başı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil etmektedir.

Bu bakımdan, bu yüce makama seçilecek şahsiyetin geçmişi, siyasi hüviyeti ve temsil ettiği zihniyeti hayati önem taşımaktadır.

Cumhurbaşkanı olacak kişinin her türlü şaibeden uzak temiz bir sicile sahip olması vazgeçilmez bir ön şarttır.

Hakkında çok ciddi iddia ve dosyalar bulunanların, geçmişlerinin hesabını vermeden ve aklanmadan bu göreve talip olmaları söz konusu değildir.

Cumhurbaşkanlığı makamı, Yüce Divanlık suçlardan kaçma ve kurtulma vasıtası olamayacaktır.

Cumhurbaşkanlığı Türk milletinin içteki ve dıştaki yüzüdür.

Cumhurbaşkanlığı; Çanakkale kıyılarından Dumlupınar Meydanı’na kadar adım adım büyüyen, acı acı güçlenen, yenilgileri yırtarak zaferleri doğuran kutlu ve yüksek millet iradesinin eşsiz bir hatırasıdır.

Ancak bu mirası bilen ve hak eden Cumhurbaşkanı olacaktır.

Çankaya Köşkü Türk milletinin varlık ve birlik yolundaki sembolüdür.

Tarihte kurulmuş 16 Türk devletinin manevi ve tarihi haklarının temsilcisidir.

Türk’e yabancı, Türk’e hasım olandan ve millete etnik mercekten bakandan siz söyleyiniz,  Cumhurbaşkanı olur mu?

Cumhurbaşkanlığı; Gazi Mustafa Kemal’in 1923’de Çankaya’ya millet iradesiyle diktiği ve istiklalimizin en haklı gururunu yansıtan şeref payesidir.

Yeni istiklal savaşı diyerek PKK’nın, devlet içinde yuvalanmış yolsuzluk çetelerinin istikbalini düşünenden Cumhurbaşkanı olur mu?

Hâsılı diyeceğim odur ki, Sayın Başbakan fazla sulanma, fazla şartlanma, fazla havaya girme, hem vallahi hem billahi senden Cumhurbaşkanı olmaz, bu makam sana uymaz.

Hiç kimse merak etmesin, 10 Ağustos, 29 Ekim’den intikam almak için kuyruğa girenlerin hayal kırıklığı yaşayacağı gündür

10 Ağustos’ta, değilse bile 24 Ağustos’ta kazanan Türk milleti olacak ve Çankaya’da fitne sofrası kurulamayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi bu süreçte Türkiye’nin yüzünü kara çıkarmamak, milletimizin desteğini heba etmemek amacıyla her mücadeleyi verecek, devletin tepesini ona buna peşkeş çektirmeyecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, sizleri Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.