Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 20 Mayıs 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
20 Mayıs 2014

 

Muhterem Milletvekilleri,

Kıymetli Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 133 ve milletimiz adına tarihi bir karar olan Samsun’a çıkışının 95. yıl dönümünü dün buruk bir şekilde kutladık.

Burukluğumuzun sebebi ise tam bir hafta önce Soma’da meydana gelen ve milletimizi mateme boğan maden faciasında kaybettiğimiz kardeşlerimizin hala çok taze olan acısıdır.

Elbette Türkiye’nin şu ana kadar yaşadığı en vahim felaketiyle ilgili değerlendirmelerde bulunacağım.

Fakat konuşmamın başında, 19 Mayıs’ın anlam ve önemi hakkında bir kez daha durmak ve düşüncelerimi sizlerle ve aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Teessürle hatırlıyoruz ki, 19 Mayıs 1919’dan önceki on yıllar boyunca, ardı arkası kesilmeyen insan ve toprak kayıpları milletimizi hüsran ve umutsuzluğa sevk etmişti.

Atalet ve acziyetle perçinlenmiş moral bozukluğu tüm vatan sathına yayılmış, milletimizi çepçevre kuşatmıştı.

Sanki Türk milletinin üzerine ölü toprağı serpilmişti.

Sanki Türk vatanı tedavisi ve telafisi mümkün olmayan musibetlere teslim olmuş gibiydi.

Uzun süreli savaşlar, sürekli kayıp ve yenilgiler milletimizi yorgun ve bitkin düşürmüştü.

Koskoca bir imparatorluk yavaş yavaş eriyor, hâkimiyet havzalarımız gün be gün kuruyordu.

O yıllardaki ülke ve millet tablosu hakikaten de içler acısıdır.

√       Vatanımızı paylaşmak için haritalar üzerinde pazarlıkların yapıldığı,

√       Topraklarımızın sömürgeci güçlerce birbirine ikram edildiği,

√       Tersanelerimizin ve ordularımızın dağıtıldığı,

√       İstanbul hükümetinin yabancı emellere boyun büktüğü,

√       Aydınlarımızın dağınık ve bulanık kurtuluş reçeteleri peşinde koştuğu karanlık bir devrin gerçekleri henüz akıllardan çıkmamıştır.

1919’lu yıllarda, horlanmaya, hakir görülmeye, işgale ve mütecaviz niyetlere tahammülü olmayan yüksek erdemin dağınıklıktan kurtarılması ve teşkilatlandırılması lazımdı.

Milli ve manevi değerlerle bina edilen, tam bağımsızlıktan başka seçenek tanımayan ortak çatı ve ortak fikriyat etrafında aziz millet fertlerinin buluşturulması gerekiyordu.

Bunun için bir ismin, bir ülkünün, bir şuurun ve bir ruhun doğması arzulanıyordu.

Karamsarlığı aşacak, umutsuzluğu kıracak, emperyalist düzeneği yaracak milliyetçi bir iradenin harabeler içinden doğrulması için tüm şartlar oluşmuş ve olgunlaşmıştı.

İşte 19 Mayıs 1919, bu olgunluğun gururla andığımız ve anacağımız kutlu bir sonucu ve semeresidir.

16 Mayıs 1919’da Galata Rıhtımı’ndan demir alarak bağımsızlığın ummanına açılan Bandırma Vapuru’nun 23 inanmış konuğu, Anadolu’nun fırtınalı havasına baharı üflemiş, karanlık geceyi hilalin aydınlığıyla kovmayı hedeflemiştir.

Onlar işgalcilerin maddi imkânlarına aldırış etmemişlerdir.

Onlar ellerinde silah değil, aynen Mustafa Kemal’in dediği gibi, kafalarıyla imanlarını götürmüşlerdir.

9’ncu Ordu Müfettişliği Türkiye’nin kurtuluşuna kılavuzluk ve öncülük yapmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın 22 Mayıs 1919’da hazırladığı raporu Samsun’a çıkıştaki maksat ve niyeti tartışmasız şekilde gözler önüne sermiştir:

Bu raporda özet olarak;

√       Türklüğün yabancı manda ve kontrolüne tahammülü olmadığı vurgulanmış,

√       Yunanların İzmir’de hakları olmadığı açıklanmış ve işgalin geçici olduğuna değinilmiş,

√       Milletin, milli hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul ettiği çok net ifade edilmiştir.

Yani Samsun’a Türk milletinin kurtuluş hayalleri ayak basmıştır.

Türk milliyetçiliği; Samsun kıyılarından Ankara’nın bereketli vadisine kadar aşama aşama büyüyen, öbek öbek yayılan istiklal ve istikbal mücadelesinin ana dinamiği, ana fikridir.

Türk milliyetçiliği Sakarya’dan Dumlupınar’a kadar yaşanan şehadettir.

Bu haliyle milliyetçilik milletimizi uyaran yürekli iradenin ölüm kalım sürecindeki güvencesidir.

Milliyetçilik milletimizi uyandıran yüksek hasletin unvanı ve milli dokunuşudur.

Milliyetçilik; meydanlardaki kahramanlık, milli egemenliği sağlayan inanmışlık, Cumhuriyet’i kuran kararlılık ve herkesi kucaklayan birlikte yaşama projesinin tarih, kimlik ve kültürle harcı karılmış tarifidir.

19 Mayıs 1919’u anlamak milliyetçiliği anlamaktır.

Türk milleti 19 Mayıs’tan itibaren kaçınılmaz hale gelen kurtuluşunu tüm varlığıyla istemiş, bunun için gücünü tek bir noktaya odaklandırmıştır.

19 Mayıs 1919 bağımsızlık süreci, umutsuzluk, yoksulluk, yılgınlık içinde hareketsiz kalmış millet varlığına inancın en somut, en canlı kanıtıdır.

Samsun’dan başlayan bu mücadele süreci, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle anlam ve güç kazanmıştır.

Bu itibarla, 19 Mayıs tarihi ile gelişen olaylar zinciri, atıl duran ve bir ivme bekleyen millet varlığından, nasıl bir mücadele yöntemi çıkabileceğinin de eşi bulunmaz bir örneği olmuştur.

Hayranlıkla yad ettiğimiz bu yöntemin ayrıntıları ve esası,

√       Milli güçlere ve kanaat önderlerine dayalı bir meşruiyet,

√       Ortak duygu ve aklın bir araya getirildiği toplantı kültürü,

√       Milliyetçi fikriyatın ortaya çıkardığı tam bağımsızlık kararı,

√       Dönemin küresel güçlerini defetmek için lazım olan yiğitlik

√       Ve kimliği zayıflamış toplumda Türklüğü yeniden yükseltmek için duyulan heyecanda aranmalıdır.

Bugünkü şartlarda Başbakan ve hükümetinin milletimizin kazanımlarını sekteye uğratmak, 19 Mayıs’ın emanetlerini anlamsızlaştırmak için pervasız ve ölçüsüzce gayret ettiğini görüyor ve izliyoruz.

Türk milletinin bin yıllık kaynaşmasını ve kucaklaşmasını tehlikeye atacak her türlü yozlaşmış uygulama ve teklifin patent sahibinin Başbakan Erdoğan olduğunu yıllardır acı deneyimlerle biliyoruz.

Başbakan Erdoğan ve hükümeti için 19 Mayıs zaman kaybı, maceraperestlerin sığınağıdır.

Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a hareketinden evvel İstanbul’da bulunan ve yabancı komiserlerin şamar oğlanına dönmüş teslimiyetçi güruhun 95 yıl sonra, bugünkü iktidarda tıpa tıp vücut bulması tarihin cilvesi değilse, çok vahim bir trajedidir.

Altını çizerek diyorum ki,

√       19 Mayıs, zedelenen, aşağılanan, küçümsenen milli ruhun, milli kimliğin, milli ahlakın dirilişidir.

√       19 Mayıs, teslimiyetçi, tavizkâr ve kişiliksiz yönetimlere karşı milli devletin habercisidir.

Bu düşüncelerle, 19 Mayıs 1919’un 95’nci yıldönümünde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, kurucu kahramanları ve aziz şehitlerimizi şükranla, minnetle ve rahmetle bir kez daha anıyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

19 Mayıs münasebetiyle Türk gençliğinin sorunları, beklentileri ve özlemleri üzerinde bir kez daha düşünmeliyiz.

Gençlik, en genel anlamıyla yeni fikirler, aydınlık düşünceler, taptaze güç ve canlı bir dimağ demektir.

Gençlik devamlı güncellenen zindelik, bitmeyen enerji, azalmayan heyecan ve yorulmayan çalışkanlıktır.

Beşeri potansiyelin ve sosyal sermayenin önemine vakıf olmuş ülkeler için gençlik büyük bir fırsattır.

Ekonomik gelişmesini istikralı şekilde sürdüren, kişi hak ve hürriyetlerine önem ve öncelik veren, demokrasiyi kural ve teamülleriyle benimseyen ülkelerin ortak özelliği gençliğe ayrıcalıklı yer vermesinde yatmaktadır.

Gençliğin sustuğu veya susturulduğu bir ülkenin demokrasi sicili şüphesiz ki kapkaradır.

Gençlere şiddet, zulüm ve baskının reva görüldüğü bir ülkenin sürdürülebilir bir kalkınma ve dengeli büyüme güzergâhına girmesi de imkânsızdır.

Yaşlanan nüfus yapısı içinde gençlik gelecek ülküsünü, gelecek ümitlerini temsil etmektedir.

Biliyor ve savunuyoruz ki, gelişmenin en önemli unsuru insandır.

İnsanı temel almayan hiçbir ekonomi, hiçbir sistem, hiçbir rejim, hiçbir siyaset ve yönetim anlayışı devamlılığını koruyamayacağı gibi, varlığından da bahsedilemeyecektir.

Bir milletin en büyük kozu; iyi yetişmiş, iyi eğitim almış, milli kimliğinden kopmamış, maneviyatından uzaklaşmamış, dünyanın ve insanlığın istikametini özüne ve kültürüne uygun olarak yorumlama kabiliyetini ve kapasitesini gösterebilmiş genç kuşağıdır.

Bu nedenle gençlerimiz söylenecek sözümüz, gerçekleşmesini umduğumuz hedeflerimizdir.

Türkiye’nin genç nüfusu birçok ülkeye nazaran fazladır.

Ne yazıktır ki, stratejik üstünlük ve milli servet olarak değerlendirdiğimiz bu gerçek hak ettiği ilgi ve yakınlığı görememektedir.

Ekonomideki istikrarsızlık döngüsü gençlerimizi olumsuz etkilemektedir.

İşsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk, eğitim ve öğretim hayatındaki çarpıklıklar gençlerimizin önüne engel çıkarmaktadır.

Bugün ülkemizde 15 ile 24 yaş arasındaki genç nüfus 13 milyona yaklaşmaktadır.

Bu sayı, birçok ülkenin toplam nüfusundan daha çoktur.

Ancak, sağlanan eğitimin, iş imkânlarının ve hayat standardının, geleceğimizin teminatı olduğunu sürekli tekrarladığınız gençlerimiz açısından yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.

Milyonlarca gencimiz iş aramakta, yuva kurmayı istemekte, kimseye muhtaç olmadan insanca bir iş ve gelir imkânına sahip olmayı talep etmektedir.

Bu onların en tabii hakkıdır.

Türk gençliği çaresiz, atıl ve bezgindir.

Bu ülkemiz için çok büyük bir açmaz ve sorundur.

Unutulmasın ki, işi ve aşı olmayan gençler fitili ateşlenmiş sosyal dinamittir.

Eşitsizlikler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler ilkönce gençleri harekete geçirecek ve onları etkileyecektir.

Genç nüfusun işsizliği beraberinde sosyal ve kriminal sorunları da getirmektedir.

Değişik zamanlarda yapılan anketlerde, gençliğin önem verdiği, örnek aldığı şahısların arasında, dizi film kahramanlarının olması bu açıdan hepimizi endişelendirmelidir.

Feodal kalıntı, töre, mafya türündeki dizi filmlerin özellikle gençler arasında rağbet görmesi, okul önlerinde giderek artan şiddet olayları, ilkokullara kadar inen suçlu yaşı insafı varsa Başbakan’ı düşündürmelidir.

Tekraren diyorum ki, bugünün gençleri, yarının yetişkinleridir.

Partimiz, gençliğe yapılacak yatırımı, Türkiye’nin geleceğine yapılacak en önemli yatırım olarak görmektedir.

Bu itibarla hükümeti, Türkiye’nin acil çözüm bekleyen birikmiş ağır sorunlarının yanı sıra ve onlardan da önce olmak üzere, gençliğin sorunlarına eğilmesini bekliyoruz.

Başbakan gençlerden korkmamalıdır.

Onların haklı eleştirilerine kulak tıkamamalıdır.

Gezi Parkı’ndan beri kabus görmeyi bırakmalı, her gösteriyi kendisine komplo olarak kabullenmemelidir.

Başbakan vehimle bir yere gidemeyecektir.

Türk gençliğini azarlayıp hakaret etmek, dışlayıp kenara itmek hiçbir iktidarın yanına kalmamış, bundan sonra da kalmayacaktır.

Türk gençliği kendisine güvendiği müddetçe, provokatörlerin oyunlarına alet olmadığı sürece demokratik yollardan iktidar değiştirecek ehliyet ve imkâna sahiptir.

Gençlerimiz iradelerini birilerine rehin vermemeli, duygularını ipotek ettirmemelidir.

Sokaklarda tomayla cebelleşmek yerine, sandıkta demokratik tepkiyle nasıl bir ülkede yaşamak, hangi haklara sahip olmak istediklerini topluca ispat etmelidirler.

Türk gençliği isterse Recep Tayyip Erdoğan’dan iz ve eser kalmayacaktır.

Türk gençliği isterse villalarda soygun parası eritmekle meşgul, vakıflar yoluyla kamu arazilerini üzerine tapulamakla meşhur, çıkar karşılığı milyon dolarlarca bağış alma meraklısı Başbakan ve bakan çocuklarının saltanatına son verilecektir.

Haksızlık karşısında ahlaklı Türk gençliği kayıtsız kalmamalıdır.

Ayakkabı kutuları karşında Türk gençliği ihmalkâr davranmamalıdır.

Şarlatanı hayırsever yapan, katili ödüllendiren, hırsızı aklayan, caniyi dost gören,  gençlerin hakkını yandaşlara bölüştüren bugünkü günahkârlara Türk gençliği haddini bildirmelidir.

Başbakan Erdoğan’ın otoriter mizacına, demokrasi ve özgürlükle bağdaşmayan ilkel tavırlarına Türk gençliği duyarsız durmamalı, sandıkta ve özellikle Cumhurbaşkanı Seçimi’nde tarihi vazifesini ifa etmelidir.

Türk gençliği doğrunun yanında, hoşgörünün, mizahın, tebessümün, çağa yön verme iddiasının tarafındadır.

Türk gençliği teknolojinin nimetlerini, sosyal medyanın imkânlarını, haiz olduğu edep ve milli terbiyeyi mutlaka geleceğine tahvil etmelidir.

Buradan çok açık şekilde gençlerimize sesleniyorum; Türkiye’nin kurtuluşuna katkı vermek sizlerin elindedir.

Gölgesinden korkan, çevresine duvar ören, milleti tehdit gören ceberrut Başbakan’ın 12 yıllık karanlık serüvenini mahkeme koridorlarıyla sonlandırmak ve hesap gününe dönüştürmek sizlerle mümkün olacaktır.

Türk gençliğine güveniyor, tüm gençlerimizi ayırt etmeksizin sevgiyle ve muhabbetle selamlıyor, her daim yanlarında olacağımızın sözünü bu vesileyle yinelemek istiyorum.

 

Muhterem Milletvekilleri,

13 Mayıs 2014 Salı günü yalnızca Soma değil, yalnızca Somalı kardeşlerim değil 77 milyonun tamamı ağlamış ve maden faciasına manen de olsa maruz kalmıştır.

Türkiye tarihinin en büyük iş kazasını yaşamıştır.

Türk milleti 301 madencisine yanmıştır.

Soma’ya hüzün çöreklenmiştir.

Ekmeğini kömürden çıkaran, yerin yüzlerce metre altında ailelerinin nafakasını kazanmak için ter döken kardeşlerimiz ebediyete göçmüştür.

Hakikaten de acımızı tarif etmek için kelimeler kifayetsizdir

Bir kez daha aramızdan ayrılan maden işçilerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Babasını kaybeden, eşini yitiren, evladından olan, arkadaşını, dostunu, sevdiğini ve tanıdığını gözyaşı seliyle Rahmet-i Rahmana uğurlayan aziz vatandaşlarıma, büyük milletimize, Somalı kardeşlerime başsağlığı ve sabır niyaz ediyorum.

Soma’nın iç çekişini, hıçkırığını, matemini paylaşıyorum.

Maden faciasından yaralı olarak kurtulanlara şifa ve geçmiş olsun dileklerimi tekrarlıyorum.

Yüce Allah bu ve benzeri acıları bir daha bizlere, insanlığa yaşatmasın diyerek dua ediyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Soma’da yaşanan menhus ve menfur maden kazası uzun yıllar hafızalardan çıkmayacaktır.

Daha az üşüyelim, daha çok ısınalım, daha fazla aydınlanalım diyerek fedakârca ve zor şartlara göğüs gererek çalışan maden işçilerimizin hakkını ödeyebilmemiz gerçekten de kolay değildir.

Soma’daki elem verici olay madenlerde emek veren kardeşlerimizin ne kadar büyük tehlike ve ihmallerle karşı karşıya olduklarını göstermesi bakımından ibretliktir.

Saklamaya, gizlemeye, örtbas etmeye kimse kalkışmasın; maden işçilerinin hayatı çilelidir.

Akşam eve döneceklerinin teminat ve güvencesi yok denecek kadar azdır.

İş garantileri, yevmiyeleri, ücretleri ve daha da önemlisi can güvenlikleri hepimizi isyan ettirecek kadar sorunlu ve yetersizdir.

Soma faciası artık her şeyi gün yüzüne çıkarmıştır.

Bundan sonra madencilik sektörü kapsamında, hem yer altı hem de yer üstünde emek yoğun şekilde çalışan kardeşlerimizin çağrı ve feryatlarına tepkisiz kalmak olmayacak bir şeydir.

Bu çağda madenlerdeki iptidai şartlara göz yummak, muhtemel ölümlü kazalara azmettirmek ve sebebiyet vermek anlamına gelecektir.

Artık, kara taş bularak dönemin Padişahı tarafından 5 kese altınla ödüllendirilmiş Gemici Hacı İsmail’in yaşadığı devirler çok geride kalmıştır.

Uzun Mehmet’in, Karadeniz Ereğlisi’nde ilk kez taş kömürü buluşunun üzerinden de 185 uzun yıl geçmiştir.

Köprünün altından çok sular akmıştır.

Geldiğimiz bu zaman zarfında, Türkiye’nin nüfus artışıyla beraber enerjiye olan bağımlılığı da katlanarak yükselmektedir.

Bu konuda kömür hala en önemli enerji kaynağı olma özelliğini muhafaza etmektedir.

Fakat ısrarla iş kazalarının yaşanıyor olması, bu alanda dünyada ilk sırada yer alınması insanlıkla, medeni olmakla, uygarlığın ana temasıyla kesinlikle bağdaşmamaktadır.

Kabul edilmelidir ki, Soma herkesin şapkasını önüne koyup düşüneceği olaylara sahne olmuştur.

Şimdi zaman, yasımızı tutmakla birlikte Soma’daki facianın iç yüzünü, asıl sebeplerini detaylarıyla araştırmak, sorumlu ve suçluların hesap vermesini savsaklamadan sağlama zamanıdır.

13 Mayıs günü gerçekleşen maden felaketine devlet elbette anında müdahale etmiş, tüm imkan ve gücüyle seferber olmuştur.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olayın başından sonuna kadar pozitif, olgun, sabırlı, anlayışlı, iyi niyetli, çatışmaya mesafeli tutumunu korumuştur.

Başta Enerji Bakanı olmak üzere, Soma’ya gelerek arama-kurtarma çalışmalarına fedakarca katılan, geceli gündüzlü can kurtarmak için çırpınan sivil toplum kuruluşlarının değerli temsilcilerine, uzman ekiplere, kamu görevlilerine buradan teşekkür ediyorum.

Soma’daki 301 işçimizin hayatını kaybetmesine neden olan maden sahasının Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından Soma Kömür İşletmeleri isimli yüklenici firmaya rodövans usulüyle kiralandığı bilinmektedir.

Adı geçen özel firma ürettiği kömürleri ihalesiz ve protokol karşılığı Türkiye Kömür İşletmeleri’ne satmaktadır.

Çıkarılan kömürlerin yüzde 65’i elektrik üretiminde, yüzde 35’i ise ısınma ve sanayide kullanılmaktadır.

Aslında hükümet hukuken oldukça kuşkulu ve tartışmalı bir uygulamanın tarafı olmuştur.

Sırf siyasete kömür torbasıyla yön vermek, mağdur ve muhtaç vatandaşlarımızın aklını çelmek için mevzuata alenen aykırı işlemlere imza atılmış, toprak altında faaliyet gösteren işçilerimize ek külfetler yüklenmiştir.

Bunlar elbette bilinmesi gerekli olan ayrıntılardan bir kısmıdır.

Soma’daki ölümlü iş kazasının nasıl ve ne şekilde gerçekleştiği ise henüz tam manasıyla vuzuha kavuşmamıştır.

Maden ocağını işleten özel firma ve olay mahallindeki diğer yetkililer ilk başta trafo patlamasından çıkan yangının ağır kayıplara neden olduğunu ileri sürmüştür.

Ancak birkaç gün geçmeden kazın ayağının hiç de öyle olmadığı netleşmiştir.

En son, felakete sebep olarak; kömürün oksitlenip ısındığı ve sonrasında yanmasıyla ortaya çıkan karbonmonoksit gazının ocağı kapladığı iddia edilmiştir.

Konuyla ilgili yorum yapan farklı uzman ve bilim insanları ise,

√       Kömür yanmasının aniden olmayacağını,

√       Yaklaşık bir hafta on gün öncesinden madendeki sensörlerin gaz salınımını tespit edebileceğini belirtmişlerdir.

Eğer kömür aniden yanmıyorsa, belirli bir süre içinde gaz sensörleri alarm veriyorsa, aklımıza iki husus gelmektedir: Ya bu sensörler arızalıdır, ya da işyerinde konuyla ilgili görevlendirilenler tehlikeyi hafife almıştır.

Bize göre bu iki seçenekte cinayettir ve hiyerarşik olarak sorumlu olan kimlerse baştan ayağa en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.

 İddia edilenin aksine denetim eksikliklerinin had safhada olduğu anlaşılmaktadır.

Adeta mezara dönen maden ocağında düşük mekanizasyonla çalışılmış, üretim maliyetini azaltabilmek için iş güvenliği ve işçi sağlığı ilkelerinden ahlaksızca tavizler verilmiştir.

Yapılan tespit ve açıklamalardan anlaşılmıştır ki;

√       Maden ocağında yaşam odalarının olmayışı,

√       Vardiya değişimlerinin aynı anda gerçekleşmesi,

√       Yanmaz kablo kullanılmayışı,

√       Gaz maskelerinin eski ve yıpranmış olması,

√       Yangından önce ikaz sisteminin çalışmayışı,

√       Asansörlerin ve gaz ölçüm cihazındaki aksaklıkların varlığı,

√       Yangın esnasında işçilerin tahliyesindeki yanlışlar zinciri çok ağır ve katlanılamaz bir fatura çıkarmıştır.

Maden ocağını işleten özel firmanın, “biz denetledik, her şey iyiydi” demesi tam anlamıyla traji komik bir beyan olarak akıllarda kalmıştır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın, ilgili madenin Mart ayındaki denetimlerinde herhangi bir sorunun belirlenmediğini söylemesi ise akla ziyan bir açıklamadır.

Madem müfettişler bir sorun bulamamıştır, madem teftişlerde her şey normal çıkmıştır, o halde 301 işçimizin ölümüne neden olan hatalar yığını nasıl izah ve telafi edilecektir?

Ölüm madeninde çalışanların aleyhine olacak tüm olumsuzluklar varken, bu madene uygundur raporu veren, herhangi bir sorun yoktur diye belge tanzim eden her kim ya da kimlerse teşhis edilip haklarında gerekli işlemler gecikmeksizin yapılmalıdır.

Geçtiğimiz pazar günü başlayan ve Soma Kömür İşletmelerinin yöneticilerini kapsamına alan adli soruşturma sürecinin şirketin sahibine ve ortaklarına kadar uzanması da mutlak anlamda zorunludur.

301 canımızın kaybında kimlerin doğrudan ya da dolaylı parmağı varsa gerekli yaptırımlar adım adım uygulanmalıdır.

Ortada 301 kişinin vebali vardır.

Başbakan ve hükümeti de, yandaş medya vasıtasıyla suçu tamamen üzerinden atmaya kalkışmamalıdır.

Çünkü Soma faciasının sorumluluğu alınmayan güvenlik tedbirlerinden dolayı Soma Kömür İşletmeleri’nde, sağlıklı ve objektif yapılmayan denetimlerden dolayı hükümette, çalışma hayatıyla ilgili üzerine düşen görevleri yapmayan sendikalardan başkasında değildir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Soma’daki madende umutlar sönmüştür.

Kamu kuruluşlarını verimsiz diyerek uzun süreli kiralama ve özelleştirme yöntemleriyle elden çıkarmak kardan başka gözü bir şey görmeyen aymazların ekmeğine yağ sürmüştür.

Taşeronlaşma ve vahşi emek sömürüsü üçüncü dünya ülkelerine özgü bir alışkanlıktır.

Bundan böyle maden işletmeciliğindeki zafiyetler, güvenlik sistemlerindeki şaibeler, işletmelerin çalışma esasları temelden sorgulanacaktır.

Bir tek insanın canı emniyette değilse, bir tek işçimiz kendi kusuru dışında zarar görüyorsa orada, o iş yerinde apaçık bir eksiklik ve yanlışlık var demektir.

Önce güvenlik, önce sağlık, önce insanca çalışabilecek şartları inşa etmek asıl olmalıdır.

Bunu da temin edecek ve sağlayacak siyasi sorumluluk taşıyan hükümetten başkası değildir.

Soma’daki iş kazası en küçük ayrıntısına kadar incelenmelidir.

Hiçbir ihmal gözardı edilmemelidir.

Biz de söz konusu facianın sebepleri ve sonuçları ile neden olduğu ekonomik ve sosyal sorunların giderilmesi için alınması gereken tedbirlerin ve kaza sonrası kamuoyunu rahatsız eden gelişmelerin belirlenmesi maksadıyla Meclis Araştırması açılması için önerge vereceğiz.

Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın yaşanan maden faciasıyla ilgili;  “bunlar olağan şeylerdir, bunun yapısında, fıtratında bunlar var, hiç kaza olmayacak diye bir şey madenlerde yok” demesi acımasız ve kalpsiz bir şahsiyetin zırvasıdır.

Başbakan benzer ifadeleri, 17 Mayıs 2010’da, Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu Karadon Müesses Müdürlüğü’ne bağlı bir maden ocağında kaybettiğimiz 30 kardeşimizin arkasından da söylemişti.

Bu nasıl bir fıtrattır ki, sürekli olarak madencilerimizi bulmaktadır?

Bu nasıl bir olağan şeydir ki, sadece emeğiyle geçinen vatan evlatlarını vurmaktadır?

Başbakan’ın fıtratında hortumlayarak zenginleşmek; Somalı madencinin fıtratında toprak altında can vermek vardır.

Başbakan’ın fıtratında koruma ordusuyla gezmek, önüne gelene tokat atmak, suçsuz günahsız vatandaşlarımıza galiz küfürler savurmak; Somalı madencinin fıtratında kömürden rızkını çıkarırken zehirlenmek vardır.

Başbakan’ın fıtratında aşağılık müşavirlerinin yerde kıvranan insanlara tekme vurması; Somalı madencinin fıtratında ödenmeyen banka borçları ve hayat pahalılığı altında ezilmek vardır.

Başbakan’ın fıtratında milyarlarca lirayı götürmek; Somalı ve Zonguldaklı kardeşlerimizin fıtratında madene gömülmek vardır.

Bu nasıl bir fıtrattır?

Bu nasıl bir talihtir?

Bu nasıl bir düzendir?

Başbakan Erdoğan Soma’ya gitmiş ve terör estirmiştir.

Yaslı Somalılara meydan okumuş, tepkiler karşısında öfke nöbetleri geçirmiştir.

Neredeyse ulu orta vatandaşlarımızla yumruk yumruğa kavga etmeye bile niyetlenmiş, ringe çıkan boksörler gibi gardını almıştır.

Başbakan Erdoğan’da merhamet, anlayış, tolerans kalmamıştır.

Her tepkiyi hükümetine ve kendisine darbe olarak gören ucube bir fıtrata mahkûm olmuştur.

Hükümet ve yandaşları utanmasa Soma’daki maden felaketini paralel örgüte dahi havale edecek, iş kazasını sabotaj olarak yorumlamayı arttırarak sürdürecektir.

Başbakan Erdoğan manen bitmiş, aklen tükenmiş, kalben iflas etmiştir.

Başbakan Erdoğan Soma’daki kayıpları normal gösterebilmek için 1862, 1866, 1899’da İngiltere’de; 1906’da Fransa’da; 1914, 1963’de Japonya’da; 1942 ve 1960’da Çin’de; 1965 ve 1975’de Hindistan’da yaşanan maden kazalarıyla ilgili örnekler vermiştir.

Bu misallerin veriliş ve anlatılış şekli Türkiye’yi nasıl bir kafa yapısının yönettiğini göstermektedir.

Yani Başbakan’a göre 301 işçimizin ölümü sıradandır ve literatüre uygundur.

Allah’tan Başbakan 14’ncü yüzyılda Avrupa’yı inim inim inleten veba salgınından bahsetmemiştir.

Allah’tan, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra dünyayı kasıp kavuran ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan grip salgını aklına gelmemiştir.

Başbakan eğer dur durak bilmeseydi, eğer önüne koyulsaydı, Titanik isimli yolcu gemisinin 1912’de buzdağına çarpmasıyla denize gömülen binlerce kişiden bile örnekler verebilirdi.

Nasılsa saçmalamak moda ve maliyetsizdir.

Nasılsa Başbakan’ın yalan yanlış sözlerinden, ipe sapa gelmez konuşmalarından yandaş taife bir hikmet çıkaracaktır.

Yüreğimizi ateşe veren maden yıkımını batı ülkelerinde yaşanan 19 ve 20’nci yüzyıllardaki kazalarla mukayese etmek; tekerleği bulan ilk insanla aya çıkan ilk insanı kıyaslamak veya atı evcilleştiren ilk insanla otomobili yapan ilk insanı karşılaştırmak kadar hezeyan ötesidir.

Başbakan hangi çağda, hangi yılda yaşadığını unutmuş, zamanda yolculuk yapayım derken yanlış butona basmış ve duvara toslamıştır.

Gelişmiş ülkelerde çok düşük seviyelerde olan iş kazaları artık bir övünç konusu değil, insani bir ödev ve mecburiyet olarak addedilmektedir.

Açıkça söylüyorum; Başbakan’ın fıtrat dediğine, gelişmiş ülkeler cinayet demektedir.

Tedbir olmadan tevekkülün yararı olmayacaktır.

İşte Başbakan’ın anlamadığı da budur.


Muhterem Arkadaşlarım,

Yaşanan acıyı istismar etmek için hazır kıta bekleyenler Somalıların hayatını zehir etmiştir.

Soma’nın karantinaya alınması, giriş ve çıkışların kontrollü yapılması ganimet avcısı fırsatçıların eseri, sonra da hükümetin korkaklığıdır.

Maden felaketi henüz çok yeniyken, görevli ve sokak müdavimi bazı marjinal unsurların Soma’yı mesken tutması ve fiilen olağanüstü hale sebebiyet vermeleri vicdansızlıktır.

Türkiye’yi karıştırmak için el ovuşturanların faal hale geçmesi ve kışkırtmalarına Somalı kardeşlerimizi alet etme niyetleri inşallah dikiş tutmayacaktır.

Soma’daki acıyı hep birlikte gidermek, dayanışma ve kardeşlik ruhundan ödün vermemek zorundayız.

Soma; şehidiyle ve yaşayanıyla bizlere çok şeyler öğretmiştir.

Ambulans sedyesinin kirlenmemesi için çizmesini çıkarmak isteyen madencinin,

Avucunda “oğlum hakkını helal et” yazısı çıkan babanın,

Demir boruları ısırarak hayatta kalma mücadelesi veren işçilerin,

“Kara maden iki evladımı aldı” diyerek feryat eden Senem Annenin,

Ayaklarında yırtık çorapla ruhunu teslim eden, helal lokması için zehir soluyan, arkadaşını kaybettiğinden dolayı kurtulmasına sevinemeyen emekçilerin,

Oğluyla kucak kucağa ölüme yürüyen madenci babanın hatıra ve mirası asla unutulmayacaktır.

Bir avuç kömür için bir ömür verenlerin geride bıraktıkları millet vicdanına emanettir.

Beklentim odur ki, bundan sonraki maden facialarının önlenmesi için tüm yasal ve idari tedbirler alınmalıdır.

Tehlike ve ölüm saçan madenler derhal kapatılmalı, işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili yaptırımlar ağırlaştırılmalıdır.

Görevi başında vefat eden kardeşlerimin yetim çocukları, dul eşleri, ağıt yakan anne ve babaları mağdur edilmemeli, ihtiyaçları neyse karşılanmalıdır.

Ve işçilerin hayatına mal olan iş kazalarını kökten bitirmek veya en aza indirmek için modern çalışma yöntemleri acilen tatbik edilmelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi Soma’daki yaraların sarılmasına ve bu kapsamda alınacak tedbirlere ön şartsız katkı ve destek verecek, üzerine ne düşüyorsa yerine getirecektir.

Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.