31.03.2007 - 5. Bölge İstişare Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşma Metni- Adana
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
5.İstişare Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşma

31 Mart 2007-Adana

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Geçen ay başlatmış olduğumuz bölge istişare toplantılarımızın beşincisini Adana İl başkanlığımızın ev sahipliğinde gerçekleştirmek üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Mersin, Osmaniye, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Gaziantep, Adıyaman ve Şanlıurfa illerimizden toplantıya katılan dava arkadaşlarımla bizleri yeniden buluşturduğu için Cenab-ı Allah’a şükrediyorum.

Bu kutlu vatan topraklarında, kahramanlıklarını geçen yüzyılın ilk çeyreğinde ispat etmiş beldelerin asil insanları ile bir araya gelmenin mutluluğunu yaşıyorum.

Huzurlarınızda icra edilmekte olan toplantımızın, devletimize, aziz milletimize ve kutlu davamıza hayırlar getireceğine yürekten inanıyorum.

Basınımızın değerli mensuplarına başarılar diliyorum.  Hepinizi saygı ve sevgiyle, en içten duygularımla selamlıyorum.

Hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Her geçen gün gerçek kimliği daha da belirginleşen ve maskeleri bir bir düşen AKP iktidarının yönetimindeki Türkiye’de, yaşanan şartların giderek ağırlaştığı bir süreç hepimizin malumudur.

Ülkemiz, siyasi tarihinin en ağır ve çalkantılı dönemlerinden birini AKP yönetimi ile yaşamaktadır. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunlar ve tehlikeler kamuoyunun gözleri önünde her geçen gün artmakta ve ağırlaşmaktadır.

Türkiye’nin, tehlikeli bir tuzağa çekildiği bu hassas süreçte, devlet ve milletle sorunu ve hesabı olan tüm çevrelerin AKP merkezli bir şer ittifakı oluşturdukları artık anlaşılmıştır.

Milletimiz açısından çok sancılı ve önemli gelişmelerin yaşandığı geride kalan dört yılı aşan bu devir;

  • Devlet yönetimi ve siyasal hayatımızın yozlaştığı,
  • Siyasi hesapların milli menfaatlere tercih edildiği,
  • Milli geleceğimizin, şahsi ihtiraslar için peşkeş çekildiği,
  • Devlet kavramı ve kurumlarının yıkıma maruz kaldığı,
  • İlkesizliğin erdem, tavizin siyaset, talanın ticaret olarak sunulduğu karanlık bir dönem olarak anılacaktır.

Yeni ve taze bir başlangıç yapmak adına, huzur ve refah vaad ederek iktidar olan ve beşinci yılını yaşayan AKP zihniyeti, meselelere çözüm ve çare olamamış, aksine bunalımların daha da derinleşip yaygınlaşmasına, siyaset kurumunun yaralanmasına neden olmuştur.

Ülkenin milli çıkarlarını ve köklü devlet geleneklerini kendi saltanatını sürdürebilmek için harcamaktan utanmayan AKP; sanal gündemlerin ve hayali hedeflerin peşinde sürüklenerek bugüne kadar gelmiştir.

Bu ilkesiz siyaset anlayışı ile AKP, tam bir seçeneksizlik içine adım adım sürüklenmiş ve teslimiyetten başka bir çaresinin kalmadığı küresel bir sarmala yakalanmıştır.

AKP zihniyeti, geride kalan yıllar içinde aradığı meşruiyetini;

  • Kendilerine sınırsız talan imkânları sunduğu yandaşlarının desteği,
  • Varlıklarını ve kazançlarını AKP’ye bağlamış çıkarcıların tezahüratı,
  • Verilen taahhütlerle iştahlandırılan dış mihrakların himaye ve şantajı,
  • Milli varlıklarımıza çöreklenmeye hazırlanan küresel sermayenin desteği ile sağlamak yolunu seçmiştir.

Bu ilkesiz siyasetin ve tezgâh altı ilişkilerin kaynağı olan Başbakan’ın gayri ciddi tavırları, argo üslubu ve sergilediği sorumsuzluklar, aslında AKP’ zihniyetinin basit siyaset ve köksüz devlet anlayışının bir izdüşümü olarak görülmelidir.

Bu açıdan, örtülemeyecek kadar kirlenerek yolsuzluğu kurumsal hale getiren, geçmişinin hesabını vermekten kaçan AKP’nin artık “temiz Türkiye’den ve “temiz Siyaset” safsatalarından bahsetmiyor olması dikkat çekici bir itiraf ve gelişme olarak kabul edilmelidir.

Bugüne kadar basını her türlü tehdit, şantaj ve çıkar ilişkileriyle denetim altına alan Başbakan’ın, kontrolden kaçmış birkaç eleştiriye bile tahammül gösterememesi, siyaseten tükendiğinin ve sanal mutluluk sermayesinin kalmadığının göstergesidir.

AKP ile geçen kayıp yılların neticesinde, iktidarın “saadet zincirini” tamamlayan “sahte kurtarıcılar”, “değişim havarileri” ve “mucize tüccarları”ndan oluşan ortaklığın da sonuna gelindiği anlaşılmaktadır.

Bu nedenle, kurdukları sömürü, talan ve işbirliği şebekesinin devamını, AKP’nin siyasi ömrü ile özdeşleştiren bazı çevrelerin son günlerde;

  • Bilgi kirliliği ile nifak çabalarını yoğunlaştırmış oldukları,
  • Milletimizin gözünü ve gönlünü kapamaya yeltendikleri,
  • Sanal mutluluk masalları ile umut tacirliğine devam ettikleri,
  • Yoksulluğu istismar ederek vicdanları satın almaya çalıştıkları,
  • AKP’yi aklama ve temize çıkarma kampanyası yürüttükleri, gözlenmektedir.

Tavizi küreselleşme; teslimiyeti çağdaşlık; yozlaşmayı evrenselleşme, yoksulluğu gelişme olarak maskeleyen bu işbirlikçi güruh AKP’ye destek kampanyası başlatmıştır.

Son günlerde sözde kamuoyu yoklamaları ile bin yıllık kardeşliğimizin sorgulanarak Türk milletine anket sorularından kimlik çıkarma çabalarını,  milliyetçiler bu açıdan yorumlamalıdırlar.

Bugün Türkiye’yi, ülkenin geleceğini değil kendi siyasi geleceğini düşünen, Türkiye vizyonu ve heyecanı olmayan, Türk milletini tanımayan bir zihniyetin yönettiği hepimizin malumudur.

Bu ilkel anlayış, geride kalan kayıp yılları pişkince sineye çekmekte ve hâlâ Meclis salonlarına doldurduğu yandaşlarının “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganlarında teselli aramaktadır.

“Ne aldatan olduk, ne de aldanan” diyerek partisini avutan bu kara tablonun sorumlusu ve sahibi Başbakan’a soruyorum,

Hangi Türkiye’den bahsediyorsunuz Sayın Başbakan?

Sizinle ve partinizle gurur duyan Türkiye hangisidir? 

  • Milyar dolarlarına yeni servetler katanların Türkiye’si mi?

Dalında çürüyen portakalının ardından ağlayan çiftçinin Türkiye’si mi?

  • Ne yiyecek bu çocuklar diyerek yakınlarını kayıran bakanların Türkiye’si mi?

Bir lokma ekmek için kapı kapı gezerek iş arayanların Türkiye’si mi? Hangisi?

Sizinle ve partinizle gurur duyan Türkiye hangisidir? 

  • Askerliği yan gelip yatmakla suçlayan Başbakan’ın Türkiye’si mi?

“Şehitler ölmez vatan bölünmez” diye haykıranların Türkiye’si mi? Hangisi,

Evet, sizinle gurur duyan, övünenler mutlaka vardır, Sayın Başbakan.

Bu dört yıl içinde az hizmet etmediniz. Az ümit vermediniz. Az teslim olmadınız.

Sizinle gurur duyanlar mutlaka vardır ve onlar,

  • Başbakan’ı bir fırsat olarak gören Kıbrıslı Rumlar ‘dır.
  • AKP’yi bir şans olarak tanımlayan Peşmergelerdir.
  • Ülkeyi parçalamak için fırsat arayan bölücülerdir.
  • Konukseverlik gösterdiğiniz Ermeni diasporasıdır.
  • Saygıda kusur etmediğiniz İmralı Canisi’dir.

Sizi bir umut olarak görenler ve destekleyenler bunlardır.

Biliniz ki, Milliyetçi Hareket iktidara gelecek ve bu rezillikler son bulacaktır.

Ve biliniz ki, bunların hesabı da tek tek sorulacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AKP iktidarının geride kalan dört yılı aşan icraatıyla Türkiye,

  • Yoksulluğun giderek arttığı,
  • Vatandaşlarımızın açlık sınırında yaşadığı,
  • Yolsuzluğun büyüdüğü,
  • Kanunsuzluğun kol gezdiği,
  • Vurgun ve hırsızlığın prim yaptığı bir sefalet ülkesi haline getirilmiştir.

Memleketin dört bir yanında iflasların ve işten çıkarmaların yaşandığı, işletmelerin kapandığı bir ortamda Başbakan’a göre her şey iyiye doğru gitmekte, dünya AKP’nin başarısını alkışlamaktadır.

Hal gerçekten böyle ise,  AKP zihniyetinin zenginlik ve kalkınma tabloları ile milletimizin gerçek yaşantısı arasındaki uçurumu nasıl izah etmek gerekecektir.

Tamamen sıcak para ile beslenen, üretimin her geçen gün azaldığı, ithalatın arttığı bu ekonomik anlayışın mimarı AKP hükümetidir. Bilinmelidir ki, yeni kol ve beyin gücünün ekonomiye katılmadığı bu fasit çarkın sonu yoktur.

İnsanoğlunun yaşaması için gereken temel gıda maddelerinin tamamının yetiştiği nadir ülkelerden olan Türkiye’miz ne üzücüdür ki bugün kendi halkını besleyemez duruma düşürülmüştür.

Bize göre tarımsal üretim, büyük nüfus kitlelerinin beslenme ve giyinme ihtiyaçlarını karşılayan çok önemli bir ekonomik kaynak ve stratejik bir servettir.

Tarım sektörü, Türkiye’nin sosyolojik ve ekonomik yapısı içerisinde çok önemli yer tutan, kırsal alanın tek ekonomik kaynağı olan, hem de bu insanlarımızı doyuran - barındıran bir sektördür.

Tarımın, çiftçiliğin son yıllarda sürekli kan kaybettiği, ticaret dengelerinin tarım aleyhine geliştiği, üretim artışlarının nüfus artış hızının gerisinde kaldığı ve en önemlisi kırsal kesimin yoksulluğun dayanılmaz boyutlara ulaştığı bilinmektedir.

Doğal kaynakları bakımından şanslı, çeşitlilik açısından dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olan Türkiye bu sonucu asla hak etmemektedir.

Nüfusumuzun yaklaşık %30’na, ancak gelirlerimizin yaklaşık %10’na sahip olan milyonlarca çiftçimiz ve köylümüz açlıkla yoklukla karşı karşıyadır. Alın terinin karşılığını alamayan köylülerimiz geleceklerini, sonu meçhul bir serüvenle göçtükleri kentlerde aramaya başlamışlardır.

AKP’nin yanlış politikaları ile son dört yılda tarım sektöründeki istihdam 1 milyon 900 bin kişi azalmıştır. Tedbir alınmadan tarımdan kopan bu kişiler kentlere göçmüşler, şehirlerin varoşlarında işsizliğe ve geçim sıkıntısına terkedilmişlerdir.

Bugün hemen her milli meselede görüleceği gibi, çiftçiliğimizin sorunları ve çiftçimizin ihtiyaçları da Türk milletinin gereklerine ve gerçeklerine göre değil, AKP tarafından teslim sürecine girdiğimiz uluslar arası dayatmalara göre yönlendirmektedir.

Başbakanın,  dert yanan üreticilere, “bu devlet hep size mi çalışacak” diyerek gösterdiği tepki ile Tarım Bakanı’nın "gözünüzü toprak doyursun" hitabı bu zihniyetin çiftçiyle bakışının tam bir özetidir.

Hükümetin gözünü ve kulağını kapadığı dört yıllık tarım politikalarının sonucu:

  • Tarım ülkesi olan Türkiye’nin tarım ürünleri ithali son dört yılda %100 artış göstermiştir.
  • Bugün Türkiye, başka ülkelerin çiftçilerinin pazarı olmuş, ayçiçeği, yerfıstığı, soya, tütün, çay, pamuk satın alır hale gelmiştir.
  • Yine AKP’nin dört yıllık süresince, özellikle nohut, kuru fasulye, şeker pancarı, patates, suru soğan üretimleri düşmüş, bu ürünlerden ekmek kazanan yüz binlerce çiftçimiz, köylümüz kaderiyle baş başa kalmıştır.
  • Ürünü para etmeyen ve sürekli maliyeti artan küçük ve orta ölçekli arazi sahibi çiftçiler aldıkları krediyi ödemekte büyük sıkıntılar çekmişlerdir.
  • Tohumluğun, gübrenin, mazotun arttığı ülkemizde çiftçinin geliri hızla azalmıştır.

Bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareket açısından; toprağının sahibi, modern tarım tekniklerini bilen ve uygulayan, ürettiği katma değere sahip çıkan ve Lider ülke Türkiye ülküsünün vazgeçilmez bir parçası olan çiftçi-köylü yapısı, Türkiye‘deki temel meselelerin de aşılması açısından çok önemli yere sahip olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak ülkemizin sorunlarını çözmede, hiç bir bahane ve engelin olmadığı tek başına iktidar gücünü de bu gerçeklerden yola çıkarak milletimizden talep ediyoruz. Bu yüzden, bizi milletimizin bir de tek başına iktidar kuvvet ve inisiyatifi ile denemesini diliyoruz.

Ve ancak böylesi bir tek başına iktidar fırsatı ile diğer hükümetlerle partimizin kıyas kabul etmez farkının görülmesini bekliyoruz.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Başarılı bir diplomasiyi, yurtdışına gidip gelme zanneden Başbakan, geçenlerde 1980 ve 2003 tarihleri arası yurtdışı ilişkiler ile AKP’nin dört yılını kıyaslamıştır.

Döneminde, küsuratı ile tam 11,5 kez daha fazla yurt dışı temasın gerçekleştiğini milletimize müjdelemiş ve “Türkiye’nin artık gündemi belirleyen ülke” olduğunu gururla açıklamıştır.

Milletimiz için ne büyük talihsizliktir ki, seyahat ederek itibar kazandığını zanneden bir zihniyet maalesef işbaşındadır.

Bu zafiyeti ile AKP hükümeti, Türkiye üzerinde hesapları olan mihrakların ve çıkar çevrelerinin de ümit ve geçim kapısı haline gelmiştir.

Bu nedenle yaklaşık seksen yıl boyunca düşük yoğunlukla ve tek tek uğraştığımız milli konuların tamamının, AKP döneminde ve yoğun bir şekilde ortaya çıkması asla bir rastlantı değildir.

Bugün Türkiye, AKP ile uluslararası ilişkilerde ciddiye alınmayan, hiçbir ağırlığı olmayan etkisiz bir ülke durumuna düşürülmüştür. Türk milletine ve Türk tarihine yönelik karalama kampanyalarının hedefi haline getirilen Türkiye, her vesileyle aşağılanmış ve suçlanmıştır.

“Kendine güvenenin uluslararası ilişkilerden korkmayacağını” söyleyen Başbakan’ın siyaseti tümüyle iflas etmiş, danışmanları, yabancı ülkelerde onu deliğe süpürmeyin diye yalvararak merhamet dilenmişlerdir.

Dış ilişkileri bir ev ödevi, yabancı temsilcileri de müfettiş zanneden Başbakan ve hükümeti, bölgesel güç potansiyeli olan Türkiye’yi maalesef marjinal ve ezik bir ülke haline getirmişlerdir.

Mademki, Başbakan’ın gezileri böylesine etkilidir, AKP’nin dış politikası böylesine çok verimlidir, o halde soruyorum;

  • AKP’nin stratejik ortağı ve Türkiye’nin dost ve müttefiki ABD niçin hala Kandil Dağına müdahale için izin vermemiştir.
  • Avrupa Birliği’nin büyük çoğunluğu, niçin parlamentolarında Sözde Ermeni Soykırımı hakkında olumsuz kararlar almışlardır.
  • Neden Başbakan’ın sözde dostlarının olduğu Avrupa Birliği’nin 50 yıl dönümü törenlerine yalnızca Türkiye çağrılmamıştır.
  • Avrupa’dan PKK terör örgütüne yataklık yapan yayın kuruluşları ve dernekler faaliyetlerini nasıl hala sürdürmektedirler?

Türkiye, Başbakan’ın aksine gündemi belirleyen değil, üzerinde gündem belirlenen bir ülke durumuna düşürülmüştür.

Ermenistan bile bu furyadan pay kapmak için yarışa girmiş ve Cumhuriyet tarihi boyunca elde edemediği hamle gücüne bu iktidarla ulaşmıştır.

Değerli Dava arkadaşlarım,

Bu vesile ile her gün bir ülkenin parlamentosunda yeni bir tehdit ve sindirme vasıtası olan sözde Ermeni Soykırımı iddialarına yönelik vahim bir gelişmeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

Sözde Ermeni Soykırımı meselesine yönelik iddialar karşısında, yanlış, zamansız, etkisiz ve kararsız tavırlar gösteren AKP zihniyetinin Dışişleri Bakanı, bu kez konuyu Lahey Adalet Divanı’na götüreceğini açıklayarak çok daha vahim bir sonuca davetiye çıkarmak üzeredir.

Bilindiği gibi sözde soykırım iddiaları, çaresiz ve ezik AKP hükümeti etrafında etkili bir kuşatma alanı oluşturma ve bu alanı giderek daraltma üzerine kurulmuş bir senaryodur.  

AKP zihniyetinin getirdiği bugünkü noktada, her uluslararası ilişkide bir dayatma unsuru ve ilişkilerin devamında bir ön şart haline gelen Ermeni meselesi giderek içinden çıkmaz bir hal almaktadır.

Türkiye’ye yönelik sözde soykırım iddiasını ve toprak taleplerini tırmandırarak sürdüren Ermenistan’a, sınır kapılarını açmayı dile getiren ve bu ülke ile diplomatik temasa kalkışan AKP, ecdadımızın yargılanması konusunda ümit ve cesaret vermiştir.

“Türkiye’nin tarihi ve geçmişiyle yüzleşmesi ve hesaplaşması gerektiğini” savunan odakların tavsiyelerine harfiyen uyan Başbakan, Ermenilerden aynı karşılığı göremeyince konu sonuçsuz kalmıştır.

Artık Başbakanın dilinden düşürmediği sözde etkin diplomasisinin sonucunda "Ermenileri katletmedik" demenin bile suç haline geldiği bir aşağılama kampanyası çevremizi kuşatmış durumdadır.

Sözde Ermeni soykırım iddialarını, parlamentolarda son dakikaya kadar kabul etme-etmeme kâbusları arasında ağır şantaja maruz kalan Türkiye’nin bu çaresiz durumu, Başbakan’ın ifadesi ile çok başarılı aktif ve etkili dış siyasetin sonucudur.

Son olarak, Dışişleri Bakanı’nın sözde Ermeni Soykırım İddialarını Lahey Adalet Divanı’nın hakemliğine açması bu açıdan kabul edilemez bir girişimdir.

AKP hükümetine akıl veren merkezler, Türkiye’yi bir çıkmaz yola sokmak üzeredirler. Bu konunun Lahey’e gitmesi halinde;

  • Tarihi, kültürel ve ahlaki altyapı hazırlığının yetersiz olduğu düşünülürse bu kurulun hakkaniyetle karar vermesi ihtimali çok azdır.
  • Tamamen siyasi nitelikli bir konu, hukuki ve kesin sonuçlara açık ve mahkûm hale getirilmektedir. Türk milletinin katil olarak damgalanması ihtimali çok büyüktür. Riski çok yüksektir.
  • Divanın kararı bağlayıcı olacağı için muhtemel bir aleyhte karardan sonra aklanma yolu da tıkanacaktır.
  • Bir süredir konuyu tarihçilere ve tarihi araştırmaların sonucuna bağlayan ve ısrarla tarihe atıfta bulunan Türkiye’nin bu konudaki kararlılığı ortadan kalkacaktır.
  • Konunun diplomasi ile çözümüne ilişkin girişim tamamen sekteye uğrayacak, tarihin hükmünü verdiği bir konu, ne derece adaletli olduğu kuşku götürür bir mekanizmanın kararına teslim edilecektir.
  • Konu bir yönüyle adalet ve hukuk sistemi içinde tartışılmaya başlanınca, Türkiye’yi muhatap alacak bir hukuki tazminat sürecinin de başlatılması riski karşımıza çıkacaktır.
  • Ve, bu gelişmelerin hızı ve AKP’nin etkisizliği dikkate alınırsa yakında Ermenistan sınırının açılmasına ilişkin dayatmalar artacaktır.

Bu son gelişmelerden de anlaşılmaktadır ki, AKP zihniyetinin Ermenilere şirin ve sevimli görünme adına yaptığı hamleler yeterli olmamış, Van Gölü’ndeki harabelerin onarımları bile Ermenileri tatmin etmemiştir.

Bu konuda hükümeti, mevcut politikaların dışına çıkarak yeni bir adım atmaması konusunda uyarıyorum.

Elinizi, hiç değilse muhteşem Türk tarihinden çekiniz. Daha fazla zarar vermeyiz.

Unutmayınız ki, ceddimizin kutlu emaneti, AKP zihniyetinin gafletine teslim edilemeyecek kadar şanlı, temiz ve büyüktür.

Milliyetçi Hareket tek başına iktidara gelecek ve bu kahraman ecdada layık olacak hamlelere başlayacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Tek başına iktidara doğru yol aldığımız genel seçim süreci içinde etkili ve kararlı mücadeleye, milletimizle kucaklaşmaya hep birlikte hazırlanıyoruz.

Milletimizin kurtuluş ve refahı için çıktığımız yolda ufkumuz açıktır. Buna rağmen yolumuzda engellerin olması da doğaldır ve beklenmelidir.

Ancak, hiçbir Türk milliyetçisinin, hiçbir samimi dava insanının, partisini ve milli geleceğini, milliyetçilik karşıtı medya unsurlarının sunduğu gibi algılama hakkı olamaz.

Türkiye’yi kuşatma altına alan ihanet ortaklığına en etkili cevap milletimizin Milliyetçi Hareket kadrolarını tek başına iktidara taşıması ile mümkün olacaktır.

Milliyetçi Hareketin iktidarında Türkiye’nin içine hapsedilmek istendiği kıskaç mutlaka kırılacaktır. Bunun başka yolu ve çaresi yoktur.

Yalnızca Türkiye için var olan, büyük Türk Milletine hizmeti en büyük ikbal sayan Milliyetçi Hareket’in inançlı ve kararlı siyasi kadroları Türkiye’nin geleceğinin teminatıdır. Bu teminat sizlersiniz.

Türk milliyetçileri, Türkiye’nin, bu badireyi aşmasını sağlayacak güçtedir. Türk milliyetçilerinin çelik iradesi, Türkiye’nin hasımlarını mutlaka hüsrana uğratacaktır. Büyük ve güçlü Türkiye ülküsü mutlaka gerçekleşecektir.

Bu milli seferberliğin, bu top yekun milli yükselişin bayraktarlığını Milliyetçi Hareket yapacaktır.

Seçim sandığında yapılacak hesaplaşmada, Türk Milleti’nin onuru ile oynayan siyaset tüccarlarının ve çıkar çetelerinin yakasına yapışmak hepimiz için namus ve vatan borcudur.

Bu milli hesaplaşma her ilde, her ilçede ve her beldede, vatanın her köşesinde aziz milletimizle el ele, omuz omuza, sandık başında yapılacaktır.

Bütün teşkilatlarımızın bu mücadelede, her zaman olduğu gibi, büyük bir vatanseverlik ve feragat anlayışıyla ön safta yerini alacaklarına inancım tamdır.

Milletimize ulaşınız, AKP zihniyeti ile geçen her dakikanın verdiği zararı milletimize anlatınız. Milletimizi uyarınız, uyandırınız.

Yarın daha geç olmadan, bu zihniyetin durdurulması için herkesi ikna ediniz.

Milliyetçi Hareket’in üç hilalli bayrağı altında ayağa kalkacak milli şuurun, kuşatmayı kıracağına, Aziz Milletimizi onurlu ve aydınlık bir geleceğe taşıyacağına inanınız, inandırınız.

Değerli Dava Arkadaşlarım, Kıymetli ülküdaşlarım; ne zaman ki Milliyetçi Hareketi Tek başına iktidara taşırsanız, biliniz ki, işte o zamanananı da al git” diyen zihniyete, analarımızın mübarek elleri öptürülecektir.

Hepinize Tek başına iktidar yolunda başarılar diliyorum. Hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bu vesiye ile dört gün sonra, Hakk’a yürüyüşünün 10. yılında  partimizin kurucusu, davamızın önderi, Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’i ve geçtiğimiz günlerde Irak’ta Telaferde hunhar bir saldırı sonucu kaybettiğimiz Türkmen kardeşlerimizi rahmetle anıyorum.

Tek başına iktidar için tek yürekle ve hep beraber bir kez daha tekrarlıyorum.

Altmışıncı Hükümet, Milliyetçi Hareket.

Ne mutlu Türküm diyene.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı