Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 11 Kasım 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
11 Kasım 2014

 

Muhterem Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye sürekli geriye giden, sürekli mirastan ve dünün birikiminden yiyen bir iktidar tarafından yönetilmektedir.

AKP’nin ilkel ve yozlaşmış siyaset mantığının acı sonuçları her alanda hissedilmektedir.

Bu zihniyetin 12 yılı deviren müflis politikaları aziz milletimizi canından bezdirmiştir.

AKP; yokluk, yoksulluk, yolsuzluk ve yasak haline gelmiştir.

AKP; işsizlikle, rüşvetle, adaletsizlikle, üretimsizlikle içiçe geçmiş, borç, faiz, rant, sömürü üzerine siyasetini bina etmiştir.

Görüyor ve yaşıyoruz ki, aziz milletimiz kronik ve kısır döngüye binen ekonomik sorunlara mahkûm edilmiştir.

Başbakan Davutoğlu ve selefinin çarpıtmaları, aldatmaları, yalanla bezenmiş söylemleri gerçekleri örtmeye yetmemektedir.

Çünkü ekonomi ağır bir hastalıkla boğuşmakta, vatandaşlarımız da ağır problemlerle mücadele etmektedir.

Türkiye ekonomisi dümeni kırık, pusulası bozuk metruk bir tekne gibi içine savrulduğu fırtınada tesadüfen ve yalnızca şans eseri yol almaktadır.

Ekonomideki vizyonsuzluk, öngörüsüzlük, donanımsızlık, hazırlıksızlık telafisi çok zor maliyet ve hasarlara neden olmaktadır.

Vatandaşlarımız kötüleşen hayat şartlarından dolayı memnuniyetsizdir.

Ekonomik temelli şikâyetler yoğunlaşmakta, gelecekle ilgili kaygı ve korku dolu bekleyişler çoğalmaktadır.

Kim ne derse sofradaki ekmek dilim dilim azalmakta, hanelerdeki refah düzeyi gün be gün düşmektedir.

Mutfaklar vicdansızca krize teslim ve havale edilmektedir.

Yavrularımızın yüzü solgun, anaların, babaların umutları sönüktür.

Kazanan yandaş, kaybeden vatandaştır.

Kazanan yolsuzluk çeteleri, kaybeden dürüstlük ve namustur.

Kazanan, kasasını tıka basa dolduran hırsızdır, soyguncudur,; kaybeden ise topyekûn 77 milyondur.

Erzurumlu kardeşimin cüzdanı boşalmakta, Kayserili kardeşim elinde avucunda ne varsa borca yatırmaktadır.

Manisalı çiftçimiz, nafakasını temin ettiği zeytin ağacının kesilmesiyle hüzünlenirken, AKP güvenceli haysiyetsiz havuzcular zulümle, kaba güçle, millete söve söve köşeyi dönmektedir.

Dünyanın hiçbir gelişmiş ve medeni ülkesinde böylesine bir rezalet görülmemiş, görülmeyecektir.

AKP’nin devlet ihaleleriyle palazlandırdığı, ardından da yüzde alıp havuza ortak ettiği fırsatçılar, utanma nedir bilmeyen vurguncular vatandaşlarımızın geçim kapısına gözlerini dikmiştir.

Soma’nın Yırca Köyü’nde geçtiğimiz hafta yaşananlar kanunsuzluğun, zorbalığın nerelere kadar dayandığını ortaya koymuştur.

3.Havalimanı ihalesini alan konsorsiyumun ortaklarından birisi olan Kolin Şirketler Grubu, Yırca Köyü’nde 6 bin zeytin ağacını kesmekle kalmamış, yöre insanımızın umutlarını da gasp etmiştir.

Bu grubun özel güvenlik görevlileri 17 Eylül’den beri diken üstünde duran Yırcalı vatandaşlarımızı darp etmiş, önlerine kim gelirse saldırmıştır.

Zulme karşı durduğunu her fırsatta duyuran aslan parçası Davutoğlu sana soruyorum, Yırcalı’da olanlar zalimlik, eşkıyalık değil midir?

Zeytin ağaçlarına ümitlerini bağlayan kardeşlerimizi saldırganların, daha fazla kazanma hırsı uğruna insafını ve izanını yitiren serserilerin eline bırakmak devlet onuruyla bağdaşacak mıdır?

Erdoğan mukallidi Başbakan diyor ki, bizim kitabımızda zalimin yanında durmak yoktur.

Sayın Davutoğlu zalimin yanında durmanıza gerek yoktur, zira bir insan kendisinin yanında, kendi sıfatının hizasında zaten duramayacaktır.

Bir başka mesele ise Danıştay’ın ağaçlar kesildikten hemen sonra yürütmeyi durdurma kararını açıklamasıdır.

Danıştay söz konusu kararını 28 Ekim tarihinde vermiş, fakat günlerce beklettikten ve iş işten geçtikten, yani ağaç katliamı yapıldıktan sonra ilgililere tebliğ etmiştir.

Halbuki ağaçların kesilmesinin kanunsuz olduğu Danıştay kararıyla belgelenmiş olmasına rağmen, Kolin Şirketler Grubu sanki bunu daha önce haber almış gibi ani bir saldırıyla Yırcalı kardeşlerimize nefret yağdırmıştır.

Danıştay kararı tebliğ edildi ediliyor derken, AKP’nin acele kamulaştırmayla önünü açtığı şirket ağaçlara kıymış, fiili bir durum yaratmıştır.

Bunun hesabı elbette kanun önünde sorulmalıdır.

Meselenin daha kahredici yanı, AKP Hükümeti’nin Soma’nın Yırca Köyü’ndeki şiddet hakkında en ufak bir beyanat vermemesi, en küçük rahatsızlık emaresi göstermemesidir.

Çünkü Yırcalıların üzerine havuzcuları gönderen AKP Hükümeti’nden başkası değildir.

Davutoğlu’nun hiç mi vicdanı sızlamamış, yediği zeytinler hiç mi boğazına düğümlenmemiştir?

Özellikle Manisalı, Somalı, Yırcalı kardeşlerim merak buyurmasınlar; Milliyetçi Hareket Partisi her zaman yanlarında bulunacak, haklarını ve hukuklarını korkusuzca savunacaktır.

Sayın Davutoğlu, unutma ki, mazluma el kaldıran, ekmeğe el uzatan dün iflah olmadı, yarın da olmayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye ekonomik darboğaz yaşamaktadır.

Vatandaşlarımızın borcu gırtlağa dayanmıştır.

Bu kapsamda Türkiye’nin kısa vadeli borcu 130 milyar dolara ulaşmıştır.

Toplam dış borç 400 milyar dolar sınırını geçmiştir.

Kredi kartı felaketi dar ve orta gelirli insanımızı vurmuştur.

Ekonominin çarkları paslanmış, üretim sistemi durmuştur.

Ülkemizin ekonomik sıkıntısı, ekonomik darlığı dış kaynaklı değildir.

Bilhassa Avrupa, Japonya, Çin ve Rusya’daki durgunluk, bu ülkelerin büyüme oranlarındaki irtifa kaybı dolaylı yollardan Türkiye’yi etkilese de, karşılaştığımız sorunlar tamamen iktidarın aymazlığından, acziyetinden doğmuştur.

AKP Hükümeti 12 yılı heba etmiş, milletimizi boş sözlerle oyalamış, sanal başarı hikâyeleriyle vakit geçirmiştir.

Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarına çare üretilmemiştir.

Tasarruf oranındaki azalmalar önlenememiş, tüketim ve ithalata dayalı yapay büyüme oranlarına bel bağlanmıştır.

Makroekonomik göstergelerdeki bozulmalar olumsuzlukların hacim ve boyutunu gün yüzüne çıkarmıştır.

Mesela, enflasyon oranlarındaki fren tutmayan artışlar hayat pahalılığını teyit etmektedir.

TÜİK’in Ekim ayına ait verilerine göre, tüketici enflasyonu yüzde 1,90 yükselişle dokuz ayın en zirve noktasına çıkmış ve yıllık bazda yüzde 8,96 düzeyine tırmanmıştır.

129 gıda maddesiyle birlikte alkolsüz içeceklerin fiyatlarındaki yıllık artış ise yüzde 12,56’ya dayanmıştır.

Elektrik, doğal gaz ve ulaşım fiyatlarına yapılan zamlarla vatandaşlarımız zora ve çileye mecbur bırakılmıştır.

Dünyada gıda, emtia ve petrol fiyatları hızla düşerken; Türkiye’de son bir yıl içinde özellikle temel gıda maddelerinin yüzde 109 zamlanması tam bir garabettir.

Artan fiyatlar, yapılan zamlar can yakmaktadır.

Geçen ay domates zam rekoru kırmıştır.

Merkez Bankası devamlı surette enflasyon hedeflerini revize etmekte, inandırıcılığını, kredibilitesini zayıflatmaktadır.

Enflasyon hedefleri bir bir çarçur olmaktadır.

Orta Vadeli Program’da yüzde 9,4 olarak belirlenen enflasyonun bu noktada durmayacağı şimdiden bellidir.

Hükümetin önleyemediği tarımda ve sanayide kullanılan ithal girdi payının yanında, döviz fiyatlarının ve jeopolitik risklerin artması enflasyon canavarını beslemektedir.

Bunun doğal sonucu olarak vatandaşlarımız pazarda, markette, bakkalda ihtiyaçlarının daha azını almak zorundadır.

Büyüme oranındaki yavaşlama, sıkı para politikası mutfaklardaki yangını daha da körükleyecektir.

Sorun yapısaldır ve AKP’nin bunun üstesinden gelmeye ne mecali, ne hevesi, ne de heyecanı vardır.

Üretimdeki verimsizlikler, ithalata dayalı ekonomik sistem yatırımlara engel olacak, işsizlik musibetini yaygınlaştıracaktır.

Başbakan Davutoğlu’nun 6 Kasım’da büyük bir tantanayla açıkladığı “Ekonomide Yeni Eylem Programı” ise bir bakıma iktidarın 12 yıllık utanç ve tembellik beyanatıdır.

Davutoğlu’nun ilan ettiği 9 sektörel dönüşüm programı ve 417 eylem planı fiyasko olup hiçbir yaraya merhem olmayacaktır.

Hükümet 12 yıldır ne yapmış, ekonomik sefalete bu aziz milleti ne hakla muhatap etmiştir?

Başbakan sadece günü kurtarmak, bir şey yapılıyor izlenimi vermek için bildik ezberleri tekrarlamıştır.

Davutoğlu ithalata olan bağımlılığı azaltacağız demektedir, oysaki 12 yıldır varını yoğunu ithalata bağlayan iktidarın bizzat AKP olduğunu itiraf edememektedir.

Davutoğlu gerçekten biliyorsa söylesin, nasıl bir mucize tasarlamaktadır?

Üretime soğuk ve mesafeli bir ekonomik yapıyı ithalatın dar ve köhne kalıplarından hangi parlak yöntemlerle uzak tutacaktır?

Girdi Tedarik Stratejisini güncellemekle ithalat mı azalacaktır?

Madenciliği Türkiye içinde bir faaliyet alanı olmaktan çıkarmakla ithalat bağımlılığı mı düşecektir?

Sayın Davutoğlu, madenciliği yurt dışına taşımayı bırakın da, Ermenek’te 29 Ekim’den bu tarafa toprak altında bulunan 16 madencimize ulaşmak için çabalayın.

Yurt dışına madenciliği götürme fikriyle değil ölüm saçan madenlere kafa yorun, bununla ilgilenin.

Davutoğlu, demir-çelik sektörünün hurda girdisine bağımlığını azaltacaklarını, inorganik kimya, biyoyakıt, alternatif kompozit malzemeler gibi alanlarda Ar-Ge faaliyetlerini teşvik edeceklerini söylemektedir.

Yani bunlar olunca ithalat düşecek midir?

Başbakan havanda su dövmektedir.

Kendisi ya kandırılmış, ya da bile bile milletimizi kandırmaya kalkışmıştır.

Başbakan bizzat şahsının da sorguladığı, ülkemizin 1 kilogramlık ihracat karşılığında 1,6 dolar, Almanya’nın ise aynı miktar üzerinden 4,5 dolar kazanmasını etraflıca düşünmelidir.

Davutoğlu, Türkiye’yi köşe bucak ithalata bağımlı hale getiren sorumlu ve suçluyu arıyorsa önce aynaya, sonra da Kara Saray’da sefa süren 17-25 Erdoğan’a odaklanmalıdır.

Çinli üretmiş AKP almış, Koreli üretmiş AKP sarfetmiş, Alman icat etmiş AKP kullanmış ve Türkiye başkalarının eline bakan bir ülke haline gelmiştir.

12 yıldır yapısal hiçbir adım atmayan AKP’nin, seçim sandığı görününce aceleyle eylem planlarından medet umması ucuz ve basit siyasi işportacılıktır.

Üreten, geliştiren, yatıran, yenilikçiliği, bilimi, bilgiyi, gelişmeyi ve katma değeri amaçlayan bir ekonominin başkalarının sattığı mal ve hizmetlere mecbur kalması mümkün değildir.

Ekonomik kuvvet olmadan bölgesel ve küresel zeminde sözümüzün geçmesi de imkânsızdır.

Türkiye ekonomisinde bir zihniyet dönüşümü, bir yönetim değişimi şarttır.

AKP fikren eskimiş, manen bitmiş, fiziken yorulmuş ve siyasi marjinal faydası eksiye inmiştir.

Bu iktidarın kısa veya orta vadede milletimizi ekonomik rahata, Türkiye’yi ekonomik ve siyasal güvenceye kavuşturması boş yere hayal kurmak, boşu boşuna zaman israfıdır.

Başbakan Davutoğlu 6 Kasım günü önüne konulanları coşkuyla okumuş, ne var ki hata üstüne hata yapmaktan da kurtulamamıştır.

Başbakan 2018 yılının sonuna kadar gayri safi yurt içi hasılayı 1 trilyon 300 milyar dolara çıkaracaklarını iddia etmiştir.

Ne var ki, 8 Ekim’de açıklanan Orta Vadeli Program’da 2017 yılı milli gelir rakamı 971 milyar dolar olarak belirlenmiştir.

2014 yılında 810 milyar dolar olması hedeflenen milli gelirin üç yıl içinde 161 milyar dolar artması planlanmışken, nasıl olmuştur da 2017’den 2018’e, yani bir yılda milli gelir artışının 329 milyar dolar olacağı ileri sürülebilmiştir?

Başbakan hiç mi hesap bilmemektedir?

Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı’nın ‘hata bizim’ demesi durumu kurtarmaya yetmeyecek, aldatma mekanizmasını örtbas etmeye kâfi gelmeyecektir.

Başbakan ekonomide eylem planını şevkle anlatayım derken baltayı taşa vurmuş, eylem yerine milletimizle eğlenme teşebbüsündeyken suçüstü basılmıştır.

AKP’nin ekonomik eylem planı gerçekte eyyamcıların kurnazlığı olup; fostur, fuzulidir, cılız ve çelimsiz bir zihniyetin toplama hezeyannamesidir.

Ne memurumuz, ne esnafımız, ne işçimiz, ne işçimiz, ne çiftçimiz, ne emeklimiz, ne de sanayicimiz gündemde yoktur, daha acısı gelecekte de olmayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Az önce ifade ettiğim gibi, Türkiye ekonomisi yabancıların tasarrufuyla kör topal da olsa ayaktadır.

Bunun en bariz göstergesi ise devasa cari açıktır.

Cari açık uzunca bir süredir tehlike sinyalleri vermektedir.

Bu kapsamda Ağustos ayında 48,8 milyar dolarlık açık ülkemizin önündeki en ciddi engeldir.

Başbakan Davutoğlu ve ekonomiden sorumlu şahıslar hangi hikayeyi uydurursa uydursun, Türkiye kazandığından daha fazlasını yabancılardan ödünç alma pahasına harcamaktadır.

AKP Hükümeti ayağını yorganına göre uzatmayan savurgan politikalarla geleceğimizi ve gelecek nesilleri rehin vermektedir.

Açık yüreklilikle söylemeliyim ki, mali egemenlik olmadan milli egemenlik asla sağlanamayacaktır.

Cumhuriyet’in kurucu kahramanları bu yalın gerçeği görmüşler, üstelik her zaman akıllarında tutmuşlar ve ayrıcalıklı bir önem atfetmişlerdir.

Ekonomide ertelenmesi veya geciktirilmesi halinde çok mahzurlu neticeleri olacak milli nitelikli kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi için zamanımız daralmaktadır.

Türk milleti dünden bugüne birçok sıkıntıyı göğüslemiştir.

Yeri gelmiş aç yatmış, yeri gelmiş işsiz kalmış; fakat dünya gözüyle bir türlü arzuladığı ekonomik seviyelere ulaşamamıştır.

Bunda herkesin payı olduğu açıktır.

Kabul ve itiraf edelim ki, Türkiye Cumhuriyeti yokluk içinde kurulmuştur.

Türk milleti nice felakete, nice acıya, nice ıztıraba katlanarak bağımsızlığını kazanmıştır.

Mensubiyetiyle iftihar ettiğimiz bu büyük millet dünyanın bütün ateşleri başına yağmur gibi yağarken çarıksız, çorapsız şekilde, elindeki sopa, kürek, kazmayla namusunu savunmuş, şeref mücadelesi vermiştir.

Günlerce aç kalmış, günlerce açıkta yatmış, senelerce kurumuş ekmeğe razı olmuş vatan evlatları şehit yadigarı aziz topraklarımızı kefen giyerek müdafaa etmişlerdir.

Anlayacağınız emanetimiz büyük ve kutsaldır.

Dünden bugüne miras aldığımız milli ve manevi değerler yabana atılamayacak kadar fazilet şaheseredir.

Bizim zenginliğimizin maddi bir karşılığı yoktur.

Bizim zenginliğimizin mukayesesi hiçbir dünyevi kıymetle ölçülemeyecektir.

Toprağa düşen alın terleri Türkiye’nin bekasını sulamıştır.

Göz pınarlarından süzülen yaşlar, fani bedenlerden yayılan şehit kanları vatanın önünü aydınlatmış, selametine hizmet etmiştir.

Türk milleti hiçbir fedakârlıktan kaçmamış, lüks, konfor, debdebe gayesi gütmemiştir.

Düşününüz ki, Erzurum’dan Sivas’a gitmek için yollara düşen milliyetçi kahramanların araba kiralayacak, yol giderlerini karşılayacak paraları bile olmamıştır.

Böylesi bir anda hızır gibi yetişen rahmetle andığımız emekli binbaşı Süleyman Bey, ömür boyu biriktirdiği 900 lirasını gönül rızasıyla, ‘milletin kurtuluşundan başka bir dileğim yok’ diyerek Sivas yollarına düşen cesaret simgelerine borç olarak vermiştir.

Milli mücadeleyi sürükleyen lider kadrosunun, cepheden cepheye koşan asil millet evlatlarının itibarı sahip oldukları paradan, servetten, yalıdan, konaktan gelmemiştir.

Kaldı ki bunların hepsinden de mahrum kalmışlardır.

Gazi Mustafa Kemal, Ankara’ya geldiğinde, kül ve toz yığını içinde kalan ve ufuklar boyu uzanan bomboş bir bozkır içindeki küçük evde Türkiye’nin bağımsızlığını düşlemiş, onurlu yaşamın rotasını çizmiştir.

Kaldırımsız, yolsuz, ışıksız, bahçesiz, susuz, ağaçsız, bakımsız bir Anadolu kasabasında Türklüğün yeni bir destanı, yeni bir Ergenekon’u için ön hazırlıklar yapılmıştır.

Her türlü mihnet ve meşakkate karşı koyan yüksek cesaret, terbiye ve asalet sahibi milliyetçi irade, gösterişe kapılmadan, ninelerin, dedelerin kefen parasıyla; anaların, babaların kıyıda köşede zor günler için ayırdığı birikimleriyle yeni bir devlete nefes vermişlerdir.

İktidarı elinde tutan bugünkü gaflet ve dalalet ehlileri iyi bilmelidir ki, millet hazinesindeki her kuruşun vebali, iki cihanda da hesabı vardır.

İsraf edilen her kaynağımızın, düşüncesizce harcanan her servetimizin asıl ve yegâne sahibi Türk milletidir.

Bir düne bakın, bir de bugüne dikkat edin.

Bir dündeki tevazuya bakın, bir de bugünkü vicdansızca sürdürülen saltanatı düşünün.

Bugünkü toplantımızı şereflendiren sizler başta olmak üzere, ekranları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımdan ricam, Türkiye’nin nasıl bir soygun ve talanla yüz yüze olduğunu etraflıca sorgulamalarıdır.

Beştepe’deki Atatürk Orman Çiftliği üzerinde kanunsuz ve kaçak bir saray yaptırılıyor ve 1 katrilyon 370 trilyon para harcanıyor.

Yetmiyor 179 milyon dolara, yani yaklaşık 400 trilyona bir uçak satın alınıyor.

Bu da yetmiyor, kağıt üstünde dünya devi olan Erdoğan için İstanbul Çengelköy’de, 50 dönümlük koruya yerleşik Vahdettin Köşkü çalışma ofisi olarak hazırlanıyor ve 150 trilyon adeta sokağa saçılıyor.

Recep Tayyip Erdoğan milletin gözünün içine baka baka devlet hazinesini boşaltıyor, saraylara, uçaklara yetimin, dulun, fakirin, kısaca 77 milyonunun parasını tek kelimeyle gömüyor.

Çiftçinin hasadı, emeklinin maaşı kaçak ve karanlık saraydadır.

Asgari ücretle geçinen masumların emeği, sayıları 5,5 milyonu bulan işsizlerin hüznü kaçak ve karanlık sarayın temelindedir.

Atanamayan öğretmenlerin ahı, kıt kanaat geçinen, güç bela karnını doyuran milyonların çığlığı kaçak ve karanlık sarayın bin odasında çınlamaktadır.

Simit parası bulamayan küçücük yavrularımızın gözyaşları uçan sarayların yakıtıdır.

Vatandaş bir torba kömür, bir paket makarna, bir çuval unla uyuşturulup uyutulurken, saray bahanesiyle millet hazinesi hortumlanmaktadır.

Aziz milletim, para senindir, servet senindir, hazine sana aittir.

Süslü sözlere kanma, istismarlara aldanma, bu kötü gidişata ortak olma.

Aziz vatandaşlarım, sizden alınan vergiler Erdoğan’ın lüksü, keyfi, ve egoları için feda edilmekte, 17-25 rüşvet lobisi gücüne güç katmaktadır.

Allah için söyleyiniz, bu millet yatacak kalkacak Erdoğan’ın kibri, müsrifliği, azgınca yaptığı harcamalar için mi çalışacaktır?

Bu devran nereye kadar sürecek, bu teslimiyet, bu hüsran nereye kadar gidecektir?

Millet fakir ve bitap haldeyken, işsizlik ve çaresizlik almış başını gidiyorken, Cumhurbaşkanı olan zat, nasıl ve ne hakla katrilyonları kendi sefahati uğruna pervasızca kullanmaktadır?

Türk milleti nerededir, AKP’ye oy veren kardeşlerim bu haksız, hukuksuz, uğursuz, haram ve ahlaksız düzene nereye kadar suskun kalacaktır?

Türkiye sanki Sodom ve Gomora’ya dönmüştür.

Türkiye sanki Erdoğan’ın tapusuna geçirilmiştir.

Türkiye sanki Recep Tayyip Erdoğan’ın mülkü ve miras malıdır.

Biliniz ki, demokrasi ve hukukla idare edilen bir ülkede böylesi kokmuşluk, böylesi kahredici günahkârlık görülmemiş, görülmeyecektir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye ekonomik ve siyasi anlamda istila edilmiş, iflas sınırına dayanmıştır.

Erdoğan’a Çankaya Köşkü az gelmiştir.

Cumhurbaşkanlarının İstanbul’daki ikameti olan Huber Köşkü’nü Erdoğan beğenmemiş, burası ilgisini çekmemiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta Türkmenistan’dan dönerken uçakta, ‘güçleri yetiyorsa yıksınlar’ diyerek meydan okuduğu kaçak ve karanlık sarayın bir ihtiyaç olduğundan bahsetmiştir. 

Bugüne kadar hissedilmeyen bu ihtiyaç birden bire nasıl hasıl olmuştur? 

Erdoğan konuştukça batmakta, çırpındıkça kendi kazdığı kuyuya düşmektedir.

Kendisi yine uçakta, “artık yabancı konukları sokakta karşılamak durumunda kalmayacağız. Hem kapalı alanda tören yapma şansımız olacak, hem açık alanda” diyerek yalana bin yalan katmıştır.

Erdoğan’a kadar şerefle Cumhurbaşkanlığını üstlenmiş hangi isim misafirlerini sokakta karşılamıştır?

Bilen varsa söylesin.

Çankaya Köşkü sokağın ortasındadır da biz mi görmedik, biz mi öğrenemedik?

Keçiören’de bir apartman dairesinde oturduğunu söyleyerek duygu sömürüsü yapan Sayın Erdoğan; Çankaya neyine yetmedi, Huber Köşkü hangi ihtiyacını gideremedi?

Erdoğan lütfetmiş, muhtarlarla bir araya geleceğini müjdelemiş, yine bahşetmiş kurayla belirlenecek vatandaşlarımızla buluşacağını haber vermiştir.

Cumhurbaşkanı yüzü kızarmadan, amacının tıpkı ecdadımız gibi ülkeye kalıcı eser bırakmak olduğunu ifade ederek, “sağolsun arkadaşlar, iyi bir iş çıkardılar. Malzeme noktasında da bütün hassasiyeti ortaya koydular. Kalitenin elbet bir bedeli de olur”  demiştir.

Erdoğan saray yaparak ecdadımıza layık olacağını düşünüyor ve buna da inanıyorsa 400 çadırlık Türkmen ruhuna alenen ihanet etmiş demektir.

Türk milletinin tarihi dokusuna, kültürel cevherine sadakatle bağlı olmak, şehitlerin emanetine halel getirmemek ecdad buyruğu, ecdadın manevi eseridir.

Mesele layık olmak değil, liyakatli olmaktır.

Sayın Erdoğan, bina yaparak ecdada layık olunmaz, haram yiyerek ecdada layık olunmaz, teröristlerle müzakere ederek ecdada asla hürmet gösterilmez.

Ya senin ecdat anlayışında bir maraz vardır, ya da ecdad olarak bildiklerin ve bellediklerin başkadır.

Çavuşesku’da saray yaptırmış, nice despot ve tiran da saraylara girmiş; ama hayrını görememişlerdir.

Erdoğan ve Davutoğlu Türkiye’nin sürekli mevzi kaybettiği, iç ve dış politikada tel tel döküldüğü bir dönemde, saraylara doluşarak dünyaya yön vereceklerini mi zannetmektedir?

Bunlar saraylara kurularak, sırça köşklere tutunarak itibar kazanacaklarına mı inanmaktadır?

İhtişam ve itibar saraylarda değil; hukuka, adalete, demokrasiye, milli birliğe, insan hak ve haysiyetine duyulan saygıda gizlidir.

Maalesef bunlardan mahrum küçük bir azınlık Türkiye’yi çembere almıştır.

Başbakanlık tarafından geçtiğimiz hafta yapılan bir açıklamada; ‘saray ve uçakların milletimizin ve devletimizin itibarını temsil ettiği, bu imkanların gerçek sahibinin sadece millet olduğu’ söylenmiştir.

Bu ne sorumsuzluk, bu ne pişkinlik, bu ne maskaralıktır?

Ne yani, kaçak ve karanlık saray bir de Erdoğan’ın üzerine mi geçirilecekti?

İma edilen, örtülü şekilde dillendirilen bu mudur?

Fildişi kulelerini mesken tutan gayri meşru siyaset ekolünü kul affetse Allah affetmeyecektir.

Eğilip bükülmeyen millet iradesi bu zulmeti de aşacak, zaaflarına yenilen, ahlaki ve vicdani değerlerden kopan cenazeden farkı olmayan sağları elbet acınacak hale getirecektir.

Bin odası bir adam yapmayacak kaçak ve karanlık saray Erdoğan’ın yüzünü güldürmeyecek, mazlumların feryadı gün gelecek sarayın çatısını uçuracaktır.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Başbakan Davutoğlu bıktırıcı tekrar ve aynı nakaratlarla gördüğü her mikrofona konuşmakta, bu çerçevede defolu zihnini ele vermektedir.

Davutoğlu 8 Kasım Cumartesi günü Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde düzenlenen "4. Uluslararası Hacıbektaş Aşure Günü" etkinliklerine katılmış ve siyasi gündemi alt üst eden bir konuşma yapmıştır.

Başbakan, sözde Dersim katliamını ‘modern Kerbela’ya benzeterek Hz. Hüseyin’e ve Ehl-i Beyt’e hürmetsizlik ve nankörlük etmiştir.

Biz bunun üzerine hemen yazılı basın açıklamasıyla Davutoğlu’na anladığı dilden cevap verdik ve özür dilemesini istedik.

Davutoğlu bırakınız özrü veya herhangi bir nedamet belirtisini, yanlış ve sakat düşüncelerinin ısrar ve inatla arkasında durmuş, konuyu farklı mecralara taşıyarak daha da çıkmaza sürüklenmiştir.

Davutoğlu, Hacıbektaş’taki talihsiz ve teessüf verici sözlerine gösterdiğimiz isabetli ve yerinde tepki üzerine paniklemiş, her gittiği yerde bize cevap yetiştirmeyi, aklınca bizi zorda bırakmayı hedeflemiştir.

Ancak kendi kendine faka basan, basireti bağlanan, ayağı birbirine dolanan ve tuzağa düşen yine de Davutoğlu olmuştur.

Başbakan 9 Kasım günü, Aksaray-Yenikapı Metro Açılış Töreninde işi gücü bırakmış bize saldırmış ve şöyle demiştir:

"Dersim'den Sayın Cumhurbaşkanımız özür dilediği için, Dersim'de yapılan zulüm dolayısıyla ben de onu Hacı Bektaş'ta dile getirdiğim için yanlış yaptığımı ve özür dilememi söylüyor. Buradan Sayın Bahçeli'ye ve arkadaşlarına söylüyorum; tek parti döneminin zulümlerini sahiplenmek sizin için bir zillettir".

Davutoğlu’nun eksiği vardır.

Biz sözde Dersim katliamına modern bir Kerbela dediği için eleştirdik, bunun için özür bekledik.

Davutoğlu’nun okuduğunu anlamayacak ya da yazılanları özümseyemeyecek kadar zeka fukarası olmadığını bilsek de yazılı basın açıklamamızı çarpıtmasını kendisi adına kayıp olarak gördüğümüzü de hatırlatmak isterim.

Başbakan şunu aklından bir an olsun çıkarmasın ki, MHP zalime karşıdır, haine hasımdır, millet ve memleket aleyhine nifak saçan alçaklarla hesabı vardır.

Davutoğlu zilletin, rezaletin ne demek olduğunu, neyi çağrıştırdığını, neye benzediğini merak ediyorsa PKK’yla yürütülen kanlı pazarlıklara, süreç ihanetiyle Türkiye’nin bölünme arayışına bakmalı, titreyip kendine gelmelidir.

Başbakan, 9 Kasım’da partisinin Ankara Altındağ İlçe Kongresi’nde şahsıma seslenerek; “devlete sahip çıkmak, devletle milleti buluşturmaktır. Yoksa devlet adına zorbalık yapan bazı gruplara sahip çıkmak değildir” diyerek ahkam kesmiştir.

Davutoğlu telaşla konuşmasını sürdürmüş aynısının tıpkısıyla şöyle demiştir:

1937'de Dersim'de yapılan yanlışı unutturmaya çalışacaksın, sonra 3 Mayıs 1944'te İstanbul'da tabutluklara sokulan Türkçü, milliyetçi aydınlara sahip çıkacaksın ve Türkçüler bayramını 3 Mayıs'ta kutlayacaksın, böyle olmaz.”

Başbakan Davutoğlu vesayeti altında bulunan Erdoğan’dan aferin alabilmek, onu mesut ve bahtiyar edebilmek için bize şunları da söylemekten geri durmamıştır:

“Karşı çıktığın zaman zulmün hepsine karşı çıkacaksın. Yoksa rahmetli Türkeş de hesabını sorar, 'Nasıl bu tek parti rejimine sahip çıkıyorsun' diye hesabını sorar. Çünkü o tabutluklarda o da vardı. Ulucanlar Cezaevi'nde, 12 Eylül'den sonra şehit edilen Mustafa Pehlivanoğlu da vardı”

Davutoğlu’nun çıkardığı gürültü bunlarla da sınırlı kalmamıştır.

9 Kasım günü partisinin Mamak ilçe kongresinde yine atıp tutmuş, alimken cahil düşmenin ne demek olduğunu gözler önüne sermiştir:

Bizzat kendisi demiştir ki; “Dersim 1937'de olmuştu. 3 Mayıs 1944'te bu kez Aleviler ya da Tuncelililer, Dersimliler değil, Bahçeli'nin de önce kabul ettiği Türkçüler, milliyetçiler tutuklanmıştı, tabutluklara konmuşlardı”.

Dersim isyanın nasıl başladığı bellidir.

Sayın Davutoğlu kulaklarını aç ve bizi pür dikkat dinle.

1937 yılında, Fırat Nehri’nin Şeytan Köprüsü denen mevkisinde bulunan bir karakola dönemin PKK’lısı terörist Rıza ve çetesi tarafından baskın düzenlenmiştir.

Bu hunhar eylemde, dikkatinizi çekiyorum, Asteğmen İsmail Hakkı ve 33 Mehmetçiğimiz şehit edilmiştir.

Ve Dersim ayaklanması böylece başlamıştır.

Sayın Davutoğlu mademki Dersim isyanına katılan asilere mazlum diyorsun, mademki selefinle özür seansları düzenliyorsun; o zaman şehit edilen bu 33 Mehmetçiğe ve gencecik Asteğmen’e ne diyeceksin, bu vatan evlatlarının alçakça katline nasıl yorum getireceksin?

Teröristleri haklı çıkarmak, hainleri aklamak sizin fıtratınızda mı vardır?

Seyit Rıza isimli bölücüyü ve suç örgütünü masumlaştırmanın, daha ötesi bu hainleri Kerbela şehitleriyle bir görmenin Hz. Hüseyin’e bir kez daha kast etmek olduğunu görmüyor musun?

Sayın Davutoğlu kimin tarafındasın, kimlerin namlusunu tutuyorsun?

Sözde Dersim katliamı korosuna katılıp terörist Rıza’yı Hz. Hüseyinle eşdeğer tutanlar, açık açık söylüyorum ki, iblis tarafından aklı çelinmiş cehennem taifesidir.

Dersim isyanında hedef Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü lime lime doğramaktır.

Dersim isyanını çıkaran soysuzların asıl amacı sömürgeci güçlere kiralık tetikçilik ve hizmetkarlık yaparak Türk milletini bölmektir.

Ve katliamla isyanı bilerek karıştırmak, hainleri Ehl-i Beyt’in aziz büyükleriyle bir görmek, Türk milletini Yezid’in safında göstermek namertliktir.

Sayın Davutoğlu sorarım sana; 1812 yılından itibaren Osmanlı döneminde tam 14 defa baş gösteren bölücü ve yıkıcı Kürtçü ayaklanmaları da sahiplenecek, isyankârlardan özürler dileyecek misin?

İşi Anadolu’nun fethine kadar götürüp Bizans’tan af dilenecek, Sultan Alparslan’ı suçlayacak mısın?

Çünkü sizden her şey beklenecektir.

1937’de, Atatürk’ün bizzat emriyle Dersim isyanı çok şükür bastırılmış, teröristler hak ettikleri cezayı bulmuşlardır.

Başbakan Davutoğlu’nun terörist Rıza’ya hayranlığı, terörist Öcalan’dan ve PKK’yla düşe kalka sürdürdüğü ihanet müzakerelerinden kaynaklanmaktadır.

Başbakan’da vicdan erozyonu korkunç boyutlarda, ideolojik müktesebatındaki gayri millik ileri noktadır.

Şunu da ifade etmeliyim ki, Dersim İsyanı devrin PKK’ların bir hıyanet teşebbüsüdür ki, Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimizin bu olayla uzaktan yakından alakaları yoktur.

Kaldı ki Ehl-i Beyt sevdalısı, Allah’ın aslanı Hz. Ali aşığı, Efendimiz Resullullah ümmeti hiç kimse devletine, milletine, vatanına, kardeşlerine kıymayacak, sırt dönmeyecektir.

Sayın Davutoğlu Dersim isyanı Kerbela değil, kin belasıdır.

Hz.Hüseyin bir idrak deryası, bir gönül ve kardeşlik şelalesidir.

Bu derya herkesi bağrına basacak, bu şelale herkese yetecektir.

Öyle ki, Kerbela’yı karanlığa boğanlar, tıpkı Dersimdekiler gibi, bedduanın tarafında; tertemiz kanları toprakla bulaşanlar muhabbetin ve kardeşliğin yanındadır.

Gerçek manada, küfür Kerbela’da nasıl lanetlenmişse, Dersim ayaklanmasında da aynı şekilde tepelenmiş, yılanın başı koparılmıştır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Başbakan sözde Dersim katliamını yapanların 3 Mayıs 1944’de Milliyetçi-Türkçü kahramanları tabutluklara soktuğunu söylemiştir.

Ve şahsıma, “ey Bahçeli, ister zulüm Dersim'de yapılsın, isterse senin ideolojik öncülerine Sansaryan Han'da tabutluklarda yapılsın biz hepsine karşı çıkarız” diyerek vatan ve millete adanmış ömürleri teröristlerle beraber anmıştır.

Sayın Davutoğlu, haberin olsun, altından kalkamayacağın konulara girmen, bilmediğin, tanımadığın ve yabancısı olduğun alanlarda polemik yapman sana ve zihniyetine çok pahalıya patlayacaktır.

3 Mayıs 1944’de 23 Türkçü’yü tabuta sokup işkencelerden geçirenlerle milliyetçiliği çiğneyip karşıma Türklükle gelmeyin diyenler birinci derece ideolojik akraba ve zihni hısımlık içindedir.

Dün tabutlukların kapaklarını aralayanlarla, bugün milliyetçiliği ve Türklüğü silmek için yarışanlar aynı çirkin ideolojik zeminden beslenmektedir.

Davutoğlu ‘milliyetçikle hesaplaşılması gerekir’ derken nedense 3 Mayıs 1944’ü hiç aklına getirmemiştir.

Dönemin Sıkıyönetim Savcısı Kazım Alöç’ün en büyük zulmü, en büyük hakareti 23 kahramanı vatana ihanetle suçlamasıdır.

Bugün, hamd olsun Alöç’ü hatırlayan yoktur, ama 23 millet sevdalısı milliyetçi gönüllerde kor gibi yatmaktadır.

3 Mayıs’ın simge isimleri; “biz 1944 yılında bir suç işlediğimiz, suçlu olduğumuz için değil; Türk olduğumuz, Türkçü olduğumuz için büyük zulümler gördük” diyorlardı.

Bugün de benzeri bir durum yok mudur?

Sayın Davutoğlu, bilmiyorsan öğren, 3 Mayıs, sizin topluca saldırdığınız Türkçülüğün nirengi noktasıdır.

Şayet bundan sonraki istismarlarını Türkçü olarak sürdüreceksen sana başarılar dileriz.

Fakat önce teröristle tutuşan elini temizlemen, sonra Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e öfke kusan üslubunu düzeltmen, arkasından da kaçak ve karanlık sarayda oturan şahısla irtibatını kesmen şarttır.

Başbakan Davutoğlu’nun birden bire Türkçülüğe merak salması ve merhum Başbuğumuzdan sık sık bahsetmesi kendisi adına umut verici bir gelişmedir.

Mamak’ta bizzat şahsıma yönelik olarak; “ümit ederim bu gece bu muhasebeyle yatar ve rüyasında rahmetli Türkeş'i görür ve rahmetli Türkeş tabutluklarda neler çektiğini, onu anlatır tek parti döneminde.”

Sayın Davutoğlu, rüyamda merhum Türkeş Bey’i bu konuyla ilgili henüz görmedim.

Görürsem rüyamı sana yorumlatmayı, engin tecrübelerinden istifa etmeyi çok arzularım.

Biz merhum liderimizin tabutluklarda neler çektiğini defalarca kendisinden dinledik ve ibret aldık.

Bu konuda en son konuşacak kişi sen bile olmayacaksın.

Peki sen hala rüyanda Hegelle, Gazaliyle tartışmayı sürdürüyor musun?

Davutoğlu Bahçelievler ilçe kongresinde hafta sonunda yaptığı konuşmasında ilkokul çağlarında çamurlu çizmelerle bir müsamerede konuşma yaptığını, bir müddet kendisine çamurlu başbakan diye isim takıldığını anlatmıştır.

Bu şahsa çamurlu başbakan diyenleri uzak görüşlülüklerinden dolayı kutluyorum.

Sayın Davutoğlu şunu çok iyi bil ki, çocukluğunda çamurlu çizme giyip müsamereye katılmak bir şey, şu günlerde önüne gelene iftira atarak çamur Ahmet olmak başka bir şeydir.

Başbakan çamur at izi kalsın mantığıyla hareket etmekte, çamur gibi üzerimize sıçramaktadır.

Sayın Başbakan sen tasalanma, kendini boş yere heder etme; merhum Başbuğumuz yaşasa aynen bizim gibi davranır, aynen bizim gibi maskenizi düşürür, yakanızdan tutardı.

Son olarak, merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın 19 Şubat 1944 Pazartesi günü yaptığı tarihi savunmasının bir bölümünü Davutoğlu’na hatırlatıyor ve detaylarını araştırıp öğrenmesini içtenlikle temenni ederim.

Şöyle diyor merhum Atsız:

“Türk tarihi, yabancıların birkaç hezimetine karşılık binlerce ihaneti ile dolup taşan bir ibret tarihidir. Memleketin öz çocukları hizmet etmek için yüksek mevkilere gelmeyi beklemişlerdir. Her yerde, her zaman, her şart içinde sessizce, gösteriş yapmadan hizmet etmişler, kan ve can vergisi vermişlerdir.”

İnşallah bu vatanın öz çocukları bir gün ülkülerine ulaşacaklar, Türkiye’yi hak ettiği seviyelere taşıyacaklardır.

Sizleri saygılarımla selamlıyor, sağlıklı, başarılı ve huzur dolu günler diliyorum.

Sağ olun, var olun.