09.10.2007 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni

9 Ekim 2007

Çok Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Konuklarımız,

Medyamızın Kıymetli Temsilcileri,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi geçen hafta yaptığımız toplantımızda terörle mücadelenin önceliğine değinmiş ve Güvenlik Kuvvetlerinin ihtiyaç belirtmesi halinde sınır ötesine yapılacak sıcak takip için bütün diplomatik şartların tamamlanmış olduğunu belirtmiştim.

Ne yazık ki bu çağrım, sınırlı sayıda medya mensubu ve bazı siyasetçiler dışında yeterince ilgi uyandırmamış, özellikle terörü olağan bir silahlı eylem olarak algılamaya başlayan hükümet kanadında bir kıpırdanmaya neden olmamıştı.

Maalesef, başta iktidar partisi olmak üzere, kamuoyu hassasiyetlerinin zayıflamış olduğu bu nazik ortamda, terörist eylemler devam etmiş önce İzmir'de vatandaşlara yönelik bombalı bir saldırı gerçekleşmiş, ardından Van, Şırnak ve Diyarbakır'da meydana gelen çatışmalar sonucunda maalesef toplam 16 Mehmetçiğimiz kahramanca şehit olmuşlardır.

Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ve şahadet mertebesine ulaşan vatan evlatlarımıza Cenab-ı Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifa, aziz milletimize başsağlığı diliyorum.

Özellikle son haftalar içinde meydana gelen eylemler ve sonuçları dikkate alındığında, konu hükümetin alışılagelmiş başsağlığı mesajları, "kanı yerde kalmayacak" ve "mücadelemiz sürecek" sözleri ile geçiştirilemeyecek kadar önemli ve ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Ancak Sayın Başbakan'ın 13 Mehmetçiğimizi kaybettiğimiz olay üzerine yaptığı yorum, konunun önemini hala idrak edememiş olduğunun en belirgin işareti olmuştur.

Başbakanın basın mensuplarına, bu vahim ve acele karar gerektiren gelişmeye rağmen, konuyu gelecek ay ABD'ye yapacağı ziyarette görüşeceğini söylemesi, hükümetin terörle mücadele iradesini tamamıyla yabancı ülkelerin insaf ve kararına teslim ettiğinin göstergesidir.

Ne Sayın Başbakan'ın, ne de hükümetinin terörle mücadele etmesi bu teslimiyetçi tavırla asla mümkün değildir. Geçtiğimiz beş yılın ağır bilânçosu bunun açık delilidir.

Bu süre içinde, hainleri saklandıkları inlerde vurmak yerine, vuracakmış gibi pazarlık yapmaya çalışmak, her konuda aldatma ve kandırma siyaseti izleyen AKP hükümetinin bir oyalama alışkanlığı haline gelmiştir.

Aslında ne hükümetin ne de ABD'nin bu bölgeden PKK'yı uzaklaştırmak, etkisizleştirmek gibi bir niyeti de yoktur. Hükümet ile ABD arasında artık klasik hale gelmiş bir sağırlar diyalogu sürdürülmektedir.

Türkiye AKP ile bir oyunun içine itilmiştir. Bu tamamen zaman kazanmaya yönelik bir senaryonun parçasıdır. Anlaşılmaktadır ki, küresel güçler, bölgemizde sergiledikleri yap-bozun eksik parçalarını tamamlamak için gereken miadın dolmasını beklemektedirler.

Hükümetin isteksiz, ürkek, kararsız ve ümitlendirici tutumunun ise son zamanlarda bölücü mihrakların küstahlığını ve cüretini iyice artırdığı gözlenmektedir.

Özellikle son aylar içinde, katiller açıkça belli olmasına rağmen, cinayetlere yönelik kuşkucu bir yaklaşımın yaygınlaştırılmak istenmesi ve olayların failleri hakkında hedef saptırıcı, kafa karıştırıcı yorum ve değerlendirmelerin yapılması dikkat çekicidir.

Bunlar, devletimizi töhmet altına sokmaya, güvenlik kuvvetlerini zan altında bırakmaya yönelik sinsi senaryonun parçalarıdır. Güvenlik güçlerinin mücadele azmini kırmaya, milletimizin teröre olan direncini yıkmaya yönelik psikolojik bir operasyonun yürütülmekte olduğu görülmektedir. Üstelik bu zırva sahiplerinin Yüce Meclis çatısı altında bulunuyor olmaları düşündürücüdür.

Bu çerçevede, geçtiğimiz günlerde yine Şırnak'ta meydana gelen katliamı yapan teröristleri gizlemeyi amaçlayan bulanık beyanatları verenlerin, gerçek niyetleri birer birer ortaya çıkmaktadır.

İşin ilginç olan yanı, bu iddialara hükümet kanadından hiç kimsenin bugüne kadar cevap vermemesidir. AKP zihniyetinin devletle milleti karşı karşıya getirmeye yönelik bu sinsi emelleri "hoş görülecek aşırı görüş" kapsamında değerlendirerek sessiz ve tepkisiz kalmaları bu açıdan dikkat çekicidir.

Zaman zaman yargı mensuplarına, üniversite yetkililerine ve işine gelmediği konularda muhataplarına, anında cevaplar vererek tartışmalar başlatan Sayın Başbakan, milli meselelerde nedense susmayı tercih etmektedir. O sustukça terörist ve bölücü konuşmakta, evlatlarımız bir bir hayatlarını ve uzuvlarını kaybetmektedir.

Milletimiz, Sayın Başbakan ve AKP'li yöneticilerinden inanç istismarında gösterdikleri hız ve ilginin küçük bir örneğini milli hassasiyetlerin savunulmasında ve milli kurumlarımıza yönelik karalamaların önlenmesinde de görmek istemektedir.

Bu tepkilerden sonra teröristler yakında, her sonbaharda tekrarlandığı üzere, sözde ateşkes adını verdikleri alışılagelmiş oyun ile kış aylarını güvence altına almaya çalışacak, bunu bir rahatlama fırsatı olarak gören AKP zihniyeti ise bu yolla vakit kazandığını sanacaktır.

Ben bu kürsüden, sık sık referandum yapacağını müjdeleyen Sayın Başbakan'a, bu uygulamasına sınır ötesi operasyon için bir referandum yaparak başlamasını öneriyorum. Böylece kendileri ve hükümeti, okyanus ötesinden talimat almaktan kurtulacak, sürekli telaffuz ettiği "cumhurun iradesine" de başvurmuş olacaktır.

Hükümetin aymazlığına rağmen inancımız odur ki, hainler ve işbirlikçilerine gereken ders eninde sonunda mutlaka verilecektir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Milliyetçi Hareket bu milli görevin sonuna kadar takipçisi olacaktır.

Yakın bir gelecekte de kesin ve etkili bir sonucun alınmaması durumunda korkarım ki ülkemizin terörle mücadelesi kamu vicdanında sorgulanmaya başlayacak, başarıya olan inanç ve kurumlara olan güven derinden sarsılacaktır.

Kamu vicdanında mahkûm olan hain teröristlere yönelik kahredici millet tepkisini önlemeye ve devletimizi şaibe altında bırakmaya çalışan bu zihniyet sahipleri ve hükümet bilmelidir ki, aziz milletimizin sabrı tükenmek üzeredir.

Büyük millet olmanın getirdiği tarihi birikim, ciddiyet, sorumluluk ve vakarı, haince emelleri için bir suskunluk ve geri adım olarak yanlış algılayanların dikkatini buradan çekmek istiyorum.

Bilinmelidir ki; milli devlet, üniter yapı, milletin birliği ve bütünlüğü konularında herkes susmuş olsa bile Milliyetçi Hareket yüksek sesle konuşmaya ve uyarmaya ısrarla devam edecektir. Muhataplarının, sözün biteceği nokta gelmeden, bu uyarıdan bir ders ve sonuç çıkartacak basireti göstermeleri hayırlarına olacaktır.

Kıymetli Milletvekilleri,

Elbette vatan evlatlarımızın kaybı hepimizi üzmektedir. Bu konudaki düşüncelerimizi az önce önemle vurguladık. Ancak bu toplantımızda, bizleri mutlu eden bir gelişmeyi de sizlerle paylaşarak istiyorum.

Bildiğiniz gibi uzunca bir süredir Yüce Divan'da, mesnetsiz iddialarla ilgili olarak yargılaması süren, 57 Hükümetin Bayındırlık ve İskân Bakanı, dava arkadaşımız Sayın Koray Aydın, hakkındaki iddialardan beraat etmiş bulunmaktadır.

Yüce Divan'a sevki ile ilgili oturumda, yasal ve insani savunma hakkının bile kendisinden esirgendiği ve dava süresince medya ve siyaset tarafından yargısız infaza maruz kalan arkadaşımıza, ailesine ve Milliyetçi Harekete geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Bildiğiniz gibi, iddiaların temeli, partimizin koalisyon ortağı olduğu dönemde bakanlık görevini başarı ile yürüten Koray Aydın Beyefendi'nin şahsında 57 hükümetteki bakan arkadaşlarımızı, partimizi ve milliyetçileri karalamaya yönelik bir senaryonun parçasıydı.

Bizler kendisine yürekten inanıyor ve güveniyorduk. Bu yüzden, bugün ulaşılan mutlu netice, hem arkadaşımızın hem de hareketimizin ahlak ve erdeminin hukuken tescili anlamına gelmektedir.

Milliyetçi Hareket, Türkiye'ye yerleştirmeye çalıştığımız temiz toplum, temiz yönetim ve temiz siyaset anlayışının gereği olarak, baştan beri yolsuzlukların kökünün mutlaka kurutulması gerektiğini söylemektedir. Bunun için de kimin elinde, ne tür belge varsa ortaya çıkmasına yönelik çağrıda bulunmuştur. Bu çağrımız halen devam etmektedir.

Partimiz, sürekli olarak, suç işleyenin kim olursa olsun ortaya çıkarılmasını talep etmiştir. Ancak bunun ahlak ve hakkaniyete uygun olmasını istemiş, birer siyasi kin ve ihtiras iftirası olarak sızdırılan düzmece raporların siyaset kurumunu yaralayacağını önemle vurgulamıştır.

Bu nihai kararla, Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu'nun çalışmaları o günlerde de söylediğimiz gibi, bir gösteri ve töhmet altında bırakma gayreti olarak kalmıştır. Çalışmaların siyasi hesaplaşma amacı ile ele alındığı ortaya çıkmıştır.

"Damarlarına girdik" denilerek 57. hükümette yaşandığı iddia edilen sözde yolsuzlukları, hiçbir ahlak ve hak kaygısı taşımadan gündeme getiren Adalet ve Kalkınma Partisi, Yüce Divan ile tecelli eden adalet kararı karşısında, partimize yönelik iftirası ile baş başa kalmıştır.

Dün arkadaşımızı ve şahsında yolsuzlukların üstüne gidiyoruz gerekçesiyle partimizi siyasi anlamda linç ve mahkûm etmeye çalışan zihniyet, bu karar ile müfteri durumuna düşmüştür.

Aklanmayla sonuçlanan yargı kararına rağmen, hızını alamayıp hala "önemli olan kamu vicdanında aklanabilmek" diyerek partimiz hakkındaki iddiaları fütursuzca sürdüren AKP'li iftira sahibini ise insaf ve ahlaka davet ediyorum.

İktidara geldiklerinde, kamuoyunun gözünü boyamaya ve aklını karıştırma çalışan hükümetin gerçek niyetinin, kendi dönemindeki yolsuzluk ve usulsüzlükleri örtmeye çalışmak olduğu bugün daha iyi anlaşılmıştır. Bunların maksatlarının devr-i sabık yaratmak ve hesap sormak değil, çamur atmak ve karalamak olduğu ortaya çıkmıştır.

Elbette ki, Türkiye'nin en öncelikli sorununun yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele olduğu Milliyetçi Hareketin değişmez inancıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, toplum hayatını, demokratik rejimi ve ahlaki değerleri tahrip eden yolsuzluklarla mücadeleyi, milli siyaset anlayışının temel unsuru olarak görmektedir.

Toplumsal barışı ve demokratik sistemin varlığını tehdit eden, devlet kurumlarına olan güveni sarsan ve toplumsal tahribata neden olan ahlaki kirlilik ve yolsuzluklarla kararlı ve etkin mücadele suretiyle "temiz siyaset-temiz yönetim" süratle tesis edilmelidir.

Bunu sağlamak ve yolsuzluğun arkasını aramak öncelikle Meclis'in görevidir. Pisliğe kim bulaştıysa hesabını mutlaka vermelidir. Ancak AKP iktidarı bu konuyu içi boş bir slogan olarak kullanmış ve halen kullanmaktadır.

Bu itibarla, göstermelik çıkışlar dışında, AKP zihniyetinin yolsuzlukla ciddi bir şekilde mücadele etmesi esasen beklenmemelidir. Menfaat ve rant paylaşımı, AKP döneminde kurumsal bir yapı içinde yaygın bir organizasyon konusu olmuştur.

Aradan geçen beş yıla yakın süre içinde, en üst düzeyde olmak üzere, şeffaf olmayan görüşmelerin, karanlık ve kirli ilişkilerin ve gizli pazarlıkların yaygınlaşması, yolsuzlukla mücadele iddialarının şova dönük bir manevra olduğunu ortaya çıkarmıştır.

İktidar partisinin yapılan çağrılara kulak vermeyip milletvekili dokunulmazlıklarına ilişkin düzenlemelerden ısrarla kaçması da bu konudaki samimiyetsizliğinin göstergesi olarak kabul edilmelidir.

Hiç kimse, yetimin malını yağmalayan, milletimizi yardım ve sadakalara muhtaç hale getiren, yandaşlarına kamu imkânlarını peşkeş çeken bu iktidara yönelik olarak soracağımız hesapları unuttuğumuzu sanmasın. Biz sözümüzün takipçisiyiz. Asla geri adım atmayız.

Partimize yönelik iftiralarda bulunanlar bilmelidir ki, yaptıkları bunca yolsuzluğun, usulsüzlüğün, kayırmacılığın ve memur kıyımlarının hesabını günü ve yeri geldiğinde mutlaka ama mutlaka vereceklerdir. Milliyetçi Hareket konunun takipçisi olacak, aziz milletimiz yetki verdiği gün, kamu vicdanında saklı duran defterler birer birer açılacaktır.

Bu vesile ile Sayın Koray Aydın arkadaşımızı ve Milliyetçi Harekete gönül verenleri kutluyor ve esenlikler diliyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Konuşmamın bu bölümünde artık ABD nezdinde müzmin hale gelen sözde Ermeni soykırım iddialarının parlamentoda kabulüne yönelik girişimler üzerinde durmak istiyorum.

Sözde Ermeni soykırım iddialarının tarihinin oldukça eskilere dayandığını hepimiz biliyoruz. Ancak hiçbir dönemde bu iddialar, AKP iktidarında olduğu kadar yaygın, sistematik ve etkili bir dayatma ve kampanya boyutuna ulaşmamıştır.

AKP ile gelinen bu aşamada, sözde soykırım iddiaları, başarısız, çaresiz ve ezik hükümet etrafında, etkili bir kuşatma alanı oluşturmak ve bu alanı giderek daraltmak üzerine kurulmuş bir senaryo haline gelmiştir.

Bugün, her uluslararası ilişkide bir dayatma unsuru ve ilişkilerin devamında bir ön şart haline gelen Ermeni meselesi, giderek içinden çıkmaz bir hal almaktadır.

Türkiye'ye yönelik iddiasını ve toprak taleplerini tırmandırarak sürdüren Ermenistan'a, sınır kapılarını açmayı dile getiren ve bu ülke ile diplomatik temasa kalkışan AKP'nin tavizkâr tutumu ecdadımızın yargılanması konusunda yabancılara ayrıca ümit ve cesaret vermiştir.

AKP zihniyetinin Ermenilere şirin ve sevimli görünme adına yaptığı hamleler bile yeterli olmamış, Van Gölü'ndeki harabelerin onarımları da Ermenileri tatmin etmemiştir.

Türkiye'nin tarihi ve geçmişiyle yüzleşmesi ve hesaplaşması gerektiğini ısrarla savunan odakların tavsiyelerine uyan Sayın Başbakan'ın sözde açılım politikası, neyse ki Ermenilerden aynı karşılığı göremeyince sonuçsuz kalmıştır.

İktidar zihniyetinin dilinden düşürmediği sözde etkin diplomasisinin sonucunda "Ermenileri katletmedik" demenin bile suç haline geldiği bir aşağılama kampanyası artık çevremizi tamamıyla kuşatmış durumdadır.

Parlamentolarda sözde Ermeni soykırım iddialarının son dakikaya kadar kabul etme-etmeme kâbusları arasında bunalan Türkiye'nin bu çaresiz durumu, Sayın Başbakan'ın ifadesi ile çok başarılı aktif ve etkili dış siyasetin sonucudur.

Şimdi yeni bir tasarı ABD Kongresinde görüşülme arifesindedir. Sayın Başbakan'ın ABD Başkanını arayarak, anlamını çoktan yitirmiş olan "stratejik ortaklığımıza zarar geleceği" yönündeki uyarılarının muhataplarında anlam bulmayacağı da aşikârdır. Nitekim Sayın Başbakan bu görüşmeyi tatminkâr bulmamış olacak ki İsrail Cumhurbaşkanı ile de görüşerek destek istemiştir.

Vahim bir seviyeye yükselen bu konu hakkında alelacele sağı solu telefonla arayıp durumu kurtarmaya çalışan Sayın Başbakan'a, geçtiğimiz haftalar içinde ABD'ye yaptığı on günlük ziyaretin ne anlama geldiğini ve ne sonuçlar aldığını sormak istiyorum.

Hükümetin ihmalini örtmek ve konuyu yerinde anlatmak için şu anda ABD'de bulunan TBMM heyetinin de son dakikadaki çabalarından bir sonuç elde edip etmeyeceği kuşkuludur.

Artık oyun belli olmuştur. Ne zaman Türkiye'de artan terör eylemleri ile ilgili olarak, hükümete rağmen bir sınır ötesi operasyon ihtimali ortaya çıksa, uluslar arası odaklar "aba altından sopa göstererek" sözde Ermeni meselesini yeniden ısıtıp gündeme getirmektedirler.

Komşumuz Irak'ın geleceğine yönelik çeşitli senaryoların gündemi meşgul ettiği, terörün iyice azdığı şu sıralarda, Türkiye'nin ilgi ve dikkatini başka alanlara rezerve etmek isteyen dış güçlerin, AKP hükümetinin zafiyetini iyi yorumlamış ve değerlendirmiş oldukları anlaşılmaktadır.

Türkiye maalesef, AKP zihniyetinin sergilediği teslimiyetçi ve ilkesiz tavırla uluslararası tehdit, şantaj ve taviz denklemine sürüklenmiş bulunmaktadır. Bu denklemin en önemli parçası sözde Ermeni soykırım iddialarının parlamentolarda kabul edilmesine yönelik tehditlerdir.

Bu haysiyet kırıcı durumun kabul edilmesi ve ilişkilerin bu dayatma ve tavizlerle ilerleyebilmesi mümkün değildir. Bu konuda kimse kendisini aldatmamalı ve bunun adını doğru koymalıdır. Bu badire, bu kapsamda AKP zihniyeti ile vasat bulmuş ve giderek içinden çıkılmaz hale gelmiştir.

Bu konuda hükümeti, mevcut politikaların dışına çıkarak yeni bir adım atmaması konusunda uyarıyorum. Yapılan yanlışlarla ülkemizin bugününü ve geleceğini yeterince riske soktunuz. Elinizi, hiç değilse muhteşem Türk tarihinden çekiniz ve daha fazla zarar vermeyiz.

Unutmayınız ki, ceddimizin kutlu emaneti, AKP zihniyetinin gafletine teslim edilemeyecek kadar şanlı, temiz ve büyüktür.

Değerli Milletvekilleri,

2002 tarihinden itibaren hükümet olma sorumluluğunu üstlenmiş bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, ülkemiz ve değerlerimiz üzerindeki tahribatı her gün yeni bir cephesiyle karşımıza çıkmaktadır.

Bugün Türkiye, 22.dönem Meclisinde ve özellikle iktidar partisinin desteği ile alınan bir karar gereği 12 gün sonra yapılacak olan bir referandumun kargaşasını yaşamaktadır.

Sandık başına gidecek olan milletimiz, neyin, kim için ve ne amaçla oylanacağını bilmemektedir. Sayın Başbakan'ın "bayramınız hayırlı olsun" mesajı meseleyi izahtan çok uzak, milletimizin gönlüne ipotek koymayı amaçlayan "anlamasanız da olur" manasına gelecek bir dayatmadır.

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan tartışmalar ile son referandum tartışmaları, iktidar zihniyetinin eksik demokrasi kültürünü göstermesi bakımından önemli olmuştur.

Sayın Başbakan'ın referandumu kastederek "sandığa alışın" mesajını da bu eksende ve sakat bir demokrasi anlayışının ürünü olarak görmek gerekmektedir. Anlaşılmaktadır ki Sayın Başbakan, genel seçimlerden aldığı yüksek oy oranının verdiği cüretle, Meclisi devre dışı bırakacak ilginç ve istismara açık bir maceraya açılmak istemektedir.

Referandum, 1961 Anayasası, 1982 Anayasası, 1982 Anayasası'nın Geçici 4. maddesi ile getirilen 10 ve 5 yıllık siyasal yasakların kalkıp kalkmaması ve Anayasa'nın 127. maddesindeki yerel seçimlerin 1 yıl erkene alınıp alınmaması konusundaolmak üzere yalnızca 46 yılda dört kez başvurulmuştur. Bu referandum beşincisi olacaktır.

Referandum elbette anayasal ve demokratik bir yol ve haktır. Önemli hususlarda bu hakkın kullanılması da uygundur. Ancak Sayın Başbakan son beyanatı ile Anayasamızın öngördüğü istisnai bu durumu sık sık gündeme getireceğinin işaretlerini vermiştir. Bu yaklaşımı ile Sayın Başbakan, referandum kavramını partisi için bir güvenoyuna çevirme kurnazlığı peşindedir ve bu yaklaşımı çok tehlikelidir.

Unutmayalım ki, demokrasi, çoğunluğun yönetimi olmakla birlikte, sayısal azınlığın haklarını da güvence altına alan idare biçimidir. Ancak AKP zihniyetinin bu kusurlu anlayışı ile temsili demokrasimiz, yarı doğrudan demokrasi şekline dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

Bu görüşün kabul görmesi halinde, demokrasimizin ve egemenliğimizin teminatı olan TBMM'nin ve demokrasilerin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin çözüm ve değer üretme kabiliyeti önce zayıflayacak ve hatta zamanla ortadan kalkabilecektir. Çünkü sürekli doğrudan halka müracaat, siyaset kurumunun devre dışı kalmasına ve öneminin azalmasına neden olabilecektir.

Referandum için kullanılan, "millete gidiyoruz" ya da "işte cumhur" gibi gönül okşayıcı ve cezp edici sözlere karşılık, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin vereceği karar da milletin kararıdır. Meclis milletten aldığı temsil yetkisini kullanarak onun adına karar vermektedir. Buna rağmen anlaşmazlık ve ihtilaf halinde sıklıkla milletin hakemliğine müracaat edilmesi TBMM'nin işlevselliğine zarar verecek bir süreci başlatacaktır.

Toplumsal uzlaşma ve aklın merkezi olan, milli egemenlik prensibine göre şekillenen TBMM'nin zayıflaması veya en azından öyle görülmesi Türk milletinin ve devletinin istikrarını ve bütünlüğünü yakından etkileyecektir.

Türkiye Cumhuriyeti küçük nüfuslu bir kantonlar devleti değildir. Bir talimatla idare edilebilecek surlar içine hapsolmuş bir şehir devleti hiç değildir. Bu itibarla, Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışı bırakabilecek alışkanlıkların doğması, istisnaların olağan hale gelmesi, içinde siyaset yaptığımız bu yüce kuruma ve değerli vekillere yönelik bir saygı eksikliği olarak değerlendirilmelidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Polatlı'daki top seslerinin Ankara'dan duyulduğunda bile, milletimizin selameti için korkusuzca kararlar verebilmiş, köklü çözümler üretebilmiş, yeni bir devletin kurucusu olarak üstlendiği milli temsil yetkisini layıkıyla kullanabilmiş kutlu ve yüce bir mekânın adıdır.

Değerli Arkadaşlarım,

Muhterem Basın Mensupları,

Hepinizin takip ettiği gibi, 12 gün sonra yapılacak referanduma konu olan anayasa değişikliğinin, hukuk tekniği açısından öngörülen mahsurlarının yanı sıra siyasal bir krizi davet eden potansiyelini baştan beri söylemiştik.

22. dönem TBMM çatısı altında sürdürülen Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları arasında, iktidar partisinin aceleyle ve öfkeyle panik halinde aldığı karar bugün ülkemizin gündemine bir siyasal bunalım olarak dönme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.

Referandum sürecine ilişkin önerilere kulağını kapayan AKP ile "11 ve 12 rakamlarını bir baskı hatası olarak yorumlayan Sayın Başbakan'ın eleştirileri dikkate almamış olması, ülkemizi referandum bunalımının ve meşruiyet tartışmalarının eşiğine kadar getirmiştir.

Sınır kapılarında zaten başlamış olan referandumun yurt içindeki oy kullanma tarihi yaklaştıkça konu iyice karmaşıklaşmış, siyasetçiler, hukukçular ve aydınlar birbiri ile çelişen çeşitli açıklamalar yaparak kamuoyunu aydınlatmaktan öte, milletimizin kafasını adam akıllı karıştırmışlardır.

Bilinmelidir ki, hiç kimsenin milletimizi ve devletimizi, yaptığı keyfilikler ve yanlışlarla küçük düşürmeye, gülünç göstermeye hakkı yoktur.

Kamuoyu ile de paylaştığımız gibi, Milliyetçi Hareket Partisi, referandum süreciyle ilgili görüşlerini, geçtiğimiz hafta içinde yaptığımız bir yazılı açıklama ile duyurmuştur.

Ülkemizin yeni bir tartışma ortamına ve siyasal gerilime sürüklenmemesi için yaptığımız akılcı önerilerin ve çağrıların siyasi partilerden ve milletimizden cevap bulmuş olması demokrasi kültürümüzün geleceği açısından sevindiricidir.

Günü birlik, kısır çekişmelerin bir sonuç doğurmadığını hepimiz iyi biliyoruz. Bu nedenle, önerimize kulak verilmesi, aynı zamanda ülkemizin yeni gerilimlerle ve kavgalarla ortaya çıkabilecek vakit kaybının da önüne geçmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi, siyaset kurumunun öncelikli görev ve sorumluluğunun, Türkiye'yi yeni bir hukuki ve siyasi tartışma ve çatışma ortamına sürüklememek olduğuna samimiyetle inanmaktadır. Bu yöndeki çabalara Türkiye Büyük Millet Meclisinde tam destek vermeye hazırdır.

Milliyetçi Hareket, sorumlu ve olgun siyaset anlayışını bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sürdürmeye kararlıdır. Unutmamalıdır ki her türlü sorunun çözüm yeri, millet hâkimiyetinin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir.

Bu düşüncelerle partimiz, başta AKP olmak üzere Meclis'te temsil edilen siyasi partileri de görev ve sorumluluklarının gereğini süratle yerine getirmeye davet etmektedir.

Konuşmama son verirken, Cuma günü başlayacak olan Ramazan Bayramınızı bu vesile ile kutluyor, size, ailenize, aziz milletimize ve dünyanın her yerinde yaşayan Müslüman kardeşlerimize huzur, mutluluk ve barış getirmesini Cenab-ı Allah'tan temenni ediyorum.



Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı