30.10.2007 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısı Konuşma Metni

30 Ekim 2007

Muhterem Milletvekilleri,

Değerli Misafirler,

Basınımızın Kıymetli Mensupları

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

84 yıl önce Mustafa Kemal Atatürk ve kurucu kahramanlar tarafından; muhteşem bir mücadele sonucunda kurulan Cumhuriyetimizin yıldönümünde, yaşanan şehadetler nedeniyle burukluk yaşadığımız bir dönemi hep birlikte idrak ediyoruz.

Bu vesileyle aziz milletimizin ve yüksek heyetinizin Cumhuriyet bayramını kutluyorum.

Bugün devlet ve milletçe karşılaştığımız bunalımın gerçekçi ve tarihi bir analizle çözülmesinin mümkün olabileceğini düşünüyorum. Bu itibarla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki anlayış ve metodun bugün de meselelerimizi çözmekte bir rehber olabileceği kanaatindeyim.

Türkiye Cumhuriyeti’nin, egemen devletlerin merhamet ve müsamahası ile kurulmuş, bağımsızlığını bir lütuf sonucu elde etmiş bir sömürge artığı olmadığı hepinizin malumudur.

Türkiye, dönemin küresel güçlerinin kendisine biçtiği rolü oynamak istemeyen Türk milletinin geleceğini kendi iradesi ile belirlediği nadir ülkelerden biridir.

Bu itibarla, iftiharla söylemek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti, asil, haysiyetli ve haklı bir savaşın muhteşem bir neticesidir. Vatanın bağımsızlığı ve milletin hürriyeti uğruna ölümü göze almış kahramanların, Türk milletini ayağa kaldırma stratejisinin zafer tacıdır.

Bugün Cumhuriyetimizin maruz kaldığı tehditleri daha iyi değerlendirebilmenin yolu da, kuruluş yıllarında verilen mücadele ile devletimizin temellerinin atıldığı dönemleri ayrıntılarıyla bilmekten geçmektedir.

Basiretsiz ve teslimiyetçi yöneticilerin elinde yok olma tehlikesine maruz kalan milletimiz, yaşanmış bir destan sonucunda kendi geleceğini belirleme imkânını Cumhuriyetimizin ilanı ile bulmuştur.

Türk milletinin eseri olan bu olağanüstü sonuç, daha sonraki dönemlerde bağımsızlık heyecanı duyan mazlum milletlere ilham ve esin kaynağı olmuş, örnek ve öncü bir nitelik taşımıştır.

Cumhuriyetimizin kuruluşu aynı zamanda; umutsuzluk, yoksulluk, yılgınlık içinde ve hareketsiz kalmış olmasına rağmen, millet kudretine olan inancın ve atıl duran bu güçten nasıl bir mücadele yöntemi ile sonuca ulaşılabileceğinin eşi bulunmaz bir örneği olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti devleti, temelini, egemenlik hak ve sınırlarını, bin yıla yaklaşan bir tarih birikimiyle, kendi milli değerleri üzerinde oluşturmuştur. Cumhuriyet bu açıdan yalnızca bir yönetim değişimi değil köklü bir sosyo kültürel gelişimin ve milletleşme sürecinin de dönüm noktasıdır.

Tanzimatla birlikte reayadan ahaliye doğru başlayan sosyo politik dönüşüm süreci, meşrutiyetle ahaliden halka yönelmiş; eşit ve hür bireyleri temsil eden vatandaşlık anlayışına da Cumhuriyetle kavuşmuştur.  

Cumhuriyet, vatandaşlarımız arasında, eşitliği ve katılımı sağlarken, demokrasiye yönetim açısından işlev, sosyolojik olarak beşeri bir taban kazandırmaktadır. Bu milliyetçi siyasetin de hareket ve çıkış noktalarından biridir.

Bilindiği üzere demokrasi toplum içinde değişik düşünce ve fikirlerin serbestçe temsil edilmesi ve kişilerin bunlardan dilediklerine taraf olması esasına dayanmaktadır.

Bu çerçevede demokrasinin en iyi uygulanabileceği sistemin de cumhuriyet olduğu açıktır. Cumhuriyet; demokrasiyi geliştiren en iyi yönetim biçimi, kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına alan en iyi sistemdir.

Bu nedenle, bugün de başka yönleri ile büyük bir tehdit olarak ortaya çıkan yeni sömürgeciliğe karşı, çözüm arayan milletimizin muhtaç olduğu mesajın ve çözümün Cumhuriyetimizin Kuruluş yıllarının anlamında saklı olduğunu düşünüyorum.

Bugün bu köklü birikim ve devlet yapılanmasının bölücü, yıkıcı, taklitçi, teslimiyetçi ve neoliberal tehditlerin tahribatına maruz kaldığı herkes tarafından bilinmektedir.

Son yıllarda sesini yükseltmeye başlayan yeni bir mandacı anlayışın temsilcileri olan numaralı cumhuriyetçiler ile bölücü mihrakların, özgürlük ve çok sesli demokrasi paravanını kullanarak Cumhuriyetimizin kurucu kabullerini tasfiye edebilmek için emel birliği içine girdikleri görülmektedir.

Bu nedenle, dışarıdan destek alarak azan bölücü terörle, küreselleşme çerçevesinde Türkiye’yi yeniden biçimlendirmek isteyen neoliberal mihrakların ikinci cumhuriyet taleplerini birlikte değerlendirmek Türkiye’nin önüne kurulan tuzakların da bozulabilmesi bakımından önem taşımaktadır.

İmralı canisi ve yandaşları ile sözde aydınlar ve bazı siyasetçilerin demokratik cumhuriyet önerisinde buluşmalarını bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.

Bu açıdan, bugün, Cumhuriyetimizi numaralandırma çabalarına, devletimizi kaynaklarından ve kökünden koparma niyetlerine ya da milletimizi bölme ve parçalama maksatlarına karşı her zamankinden daha dikkatli ve uyanık bulunmak zorunda olduğumuz bir gerçektir.

Karşılaştığımız zorluklara rağmen, bugün karşımıza çıkan sorunların da, demokratik, laik, sosyal ve hukuk devleti niteliği taşıyan Cumhuriyetimizin temel değerleri olan, tek millet, tek devlet, tek bayrak ve tek dil ülküsüne bağlılıkla aşılabileceğini bir kez daha vurguluyorum.

Cumhuriyetimizi, kuruluş felsefesine de hakim olan bağımsız, güçlü ve demokrasi ile yaşatmak bugün hepimize düşen büyük görev ve sorumluluktur.

Türkiye’nin tıpkı 1923 ruhunda anlamını bulduğu gibi; sorunlara başka başkentlerin çekim ve cazibe alanından değil, başkent Ankara’dan bakan, onurlu duruş gösteren, ilkeli, kararlı ve cesur bir yönetime ve yönetim anlayışına ihtiyacı vardır. Milliyetçi Hareket bu anlayışın yegâne temsilcisidir.

Türk milleti bu günkünden çok daha karanlık bir tablo içinde, yokluk ve buhranlar arasından 29 Ekim 1923 günü bir güneş gibi doğabilmiştir. Cumhuriyetimizin bugün de aynı ruh ve ilham ile ayağa kalkmaması için hiçbir neden yoktur. Milliyetçi Hareket Partisi bunu gerçekleştirecek güçtedir.

Değerli Arkadaşlarım

Bölücü teröre şehit verdiğimiz evlatlarımızın, aziz milletimizin omuzlarında toprağa verildiği, bölücülüğün lanetlendiği milli bir heyecan ve öfkenin vatan sathına dalga dalga yayıldığı tarihi bir haftayı geride bırakmış bulunuyoruz.

Ne yazık ki, yine aziz vatanımızın bağımsızlığı ve milletimizin birliği uğruna verilen kahramanca mücadeledeki can kayıplarımız devam etmektedir. En son olarak Şırnak’ta bölücü teröristlerle girdikleri çatışmada 4 vatan evladımız şehit düşmüştür. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, milletimize ve ailesine sabır ve başsağlığı dilerim.

Aziz şehitlerimizin, yurdumuzun farklı bölgelerinde, yürekleri dağlayan cenaze törenlerine yüz binlerce vatandaşımız katılmış ve milletimiz şehitlerimize son görevlerini icra edebilmek için kararlılıkla camilere, meydanlara koşmuşlardır.

Düşmanları güldürmemek için ağlamayacağını söyleyen, yüreği yanık babalara, düğün hazırlığı yaparken şehit olan oğlunun ardından “kuzum sana hakkım helal” diyen gözü yaşlı analara ve ağabeyinin üniforması ile törene katılan acılı kız kardeşlere, milletimizin bir aile ferdi gibi sahip çıkmasından bahtiyarlık duyuyorum.

Türk milleti, yürek birliği içinde, sanki kendi ocaklarından çıkmışçasına aziz şehitlerini kucaklamış; memleketin her tarafını al bayrağımızla donatarak ateş kendi evlerine düşmüş gibi, bu elim hadiseleri derinden sahiplenmişlerdir.

“Hepimiz Mehmet’iz” haykırışlarıyla caddelerde bayrak sallayan ve bu muazzam uyanışı ve eşsiz asaleti gösteren büyük milletimizle iftihar ediyor ve bir mensubu olmakla övünüyorum.

Vatanımızın her köşesinde, 81 ilimizde hiçbir ayrım ve farklılık gözetmeksizin gösterilen milletimizin kararlılığını ben de buradan huzurunuzda tekrarlıyorum. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez”.

Muhterem Arkadaşlarım,

Bugün gelinen noktada, Türkiye asla ve asla basit tedbirlerle geçiştirilemeyecek ve vakit kazanarak üstü örtülemeyecek kadar ciddi ve beka düzeyinde bir buhran ile karşı karşıyadır.

Bütün milli meselelerde olduğu gibi, bu buhranın da milletimizin katılım ve desteği ile çözülmesi bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Ne mutlu ki, bu konuda aziz milletimiz, milli bir karar için her desteği verecek olgunluğa ulaşmış bulunmaktadır.

Toplumun her kesimi, artık bıçağın kemiğe dayanmış olduğu terör ve arkasındaki bölücülüğün bir son bulması için, hükümetin ihtiyaç duyacağı kararlılık ve cesareti ortaya koyacağını son haftalar içindeki tutumları ile açıkça göstermiştir.

Ancak bundan yararlanmak yerine, tamamen demokratik ve seviyeli bir ortamda süren, terörü ve bölücülüğü telin gösterilerinin, son zamanlarda bazı mihrakları huzursuzluğa sevk ettiği gözlenmektedir.

Dünyanın her yerinde, karşılaşılan milli bir meselede kamuoyu oluşturmak, tepki ve öfkeleri dizginlemek, karşılaşılan sorun hakkında toplumu bilinçlendirmek için özel ve destek kampanyaları yürütülmesini planlamak günümüzün bir gerçeğidir.

Toplumun inanmadığı ve arkasında durmadığı hiçbir sorunun çözülemeyeceğini bilen hükümetler, kapsamlı ve sistematik bir çalışma ile milletin ilgisini konu üzerine çekmeyi amaç edinirler. Doğru ve doğal olanı da budur.

Hükümetin de, kendiliğinden doğmuş bir heyecanla milletimizin şehitlerini yüksek bir coşku ile sahiplenmesini bir fırsata dönüştürerek, sınır ötesi bir operasyon için, uluslararası platformda elini güçlendirmesini bekliyoruz.

Bu itibarla, sabrı taşma noktasına gelen aziz milletimizin, cadde ve meydanlardaki mesajının doğru okunması gerekmektedir. Yıllardır gururları ile oynanan kitlelerin yükselen tepkisi, yalnızca PKK terörüne değil, aynı zamanda içte ve dıştaki işbirlikçilerine yönelik kararlı bir haykırış olarak yorumlanmalı ve tedbirler buna göre alınmalıdır.

Buradan aziz milletimize bir kez daha çağrıda bulunmak istiyorum: Vereceğiniz her türlü manevi destek, Türkiye’mizin bu zorlu mücadelede elini güçlendirecek, önünü açacaktır.

Milletinin manevi desteğini ve gücünü arkasına alan bir siyasi iradenin üstesinden gelemeyeceği hiç bir sorun yoktur, olamaz. Bu nedenle desteğinizi ve dualarınızı Türkiye ve Türk milleti için göndermeye devam ediniz. Bu bizim için övünç, kıvanç ve şükran vesilesi olacaktır.

Ancak, kanaatimce yükselen heyecanı, bir şuur haline getirmenin de zamanı gelmiştir. Aksi halde, tahrik ve tertiplere açık cadde ve meydanlardaki tepkinin yarar yerine zarar doğurabileceği bir sürece doğru gidildiği görülmektedir.

Bilinmelidir ki, terör ne tür bir eylem yaparsa yapsın bunu önlemenin yolu hükümetin alacağı tedbirler ile güvenlik güçlerinin çalışmalarından geçecektir. Bu nedenle herkesin, bugüne kadar ki hataları ne olursa olsun, iktidara alacağı önlemler konusunda tam destek olması bir milli görev ve demokratik tutum olacaktır.

Küçük bir kıvılcımın, yanlış bir ifadenin, gergin ve öfkeli toplumu istenmeyen tartışma ve çatışmalara sürükleyebileceği düşünülürse, aydınlara ve siyaset kurumuna düşen en önemli görev milletimize itidal ve sağduyu çağrısı yapmaktır.

Bu aşamada, topluma dönük sükûnet çağrılarının, ancak teröre ve bölücülüğe karşı yapılacak mukabele ve müdahale ile yatışabileceği de tartışılmaz bir gerçek olarak ortadadır.

Bu kapsamda olmak üzere hükümet; oyalama, aldatma, soğutma ve sulandırma izlenimi uyandıracak girişimlerden uzak durmalı, milletimizin gönlüne su serpecek, devletimize güveni artıracak; ciddi, inandırıcı ve tutarlı tedbirleri vakit kaybetmeksizin almalı ve uygulamalıdır.  Türk milleti, bu konuda her türlü desteği vermeye hazır ve kararlı olduğunu göstermiştir.

Değerli Arkadaşlarım,

TBMM çatısı altında beş yıldan beri süren yapay gerginlik ve çatışmaların, Milliyetçi Hareket Partisi’nin sorumlu ve ilkeli siyaset anlayışı ile son bulması neticesinde bölücülüğün ve terörün ulaştığı boyut bütün vehametiyle ortaya çıkmıştır.

Suni gündemlerin meşgul ettiği kamuoyu, bugün karşısına çıkan bölücülüğün boyutları karşısında dehşete düşmüş, içinde bulunduğu derin uykudan uyanmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, genel seçimden önceki süreçte “ya teslimiyetçilik, ya milliyetçilik” seçeneği ile milletimize sunduğumuz çok ciddi uyarılar, maalesef ekonomik sıkıntıların neden olduğu aldatıcı şartların altında yeterince cevap bulmamıştır.

Seçime gidilen dönemde; açlığa, yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm edilen milletimiz, içinde bulunduğu ağır buhranın ciddiyetini yeterince fark edememiştir.

Bugün, yapay ve sanal bir başarı iddiasının artık sonuna gelinmiş, bir adım önde olmak üzere uluslar arası alanda attığımız bütün yanlış adımlar, bunalım ve çaresizlik olarak geri dönmüş durumdadır.

TBMM aritmetiğinde, şimdilik başka bir hükümet seçeneğinin mümkün olmadığı düşünülürse, bize düşen görev, hükümete dışarıdan yol göstermek, öneri ve öngörülerde bulunarak, ülkemizin bu milli meseleyi zararsız atlatmasını sağlamak olacaktır.

Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi, hiçbir siyasi kaygı taşımaksızın, yalnızca ülkemizin yararına olacağına inandığı milli çözüm ve eleştirileri kamuoyu ve TBMM ile paylaşacaktır.

Bu zor gününde milletimize olan bağlılığımız ve duyulan ihtiyaç bu yapıcı ve katkı sağlayıcı desteğin verilmesini gerektirmektedir. Partimiz, her konuda olduğu gibi önerilerde bulunacak ve hükümetin bu uyarı ve önerilerden bir sonuç ve ders çıkartmasını umut edecektir.

Ancak son zamanlardaki bazı gelişmeler, hükümetin hala eski alışkanlıkları ile hareket ettiğini, bu zor ve sıkıntılı süreçten bir ders çıkarma niyetinin olmadığını da ortaya koymaktadır.

 “Halk, sokak ve muhalefet partileri istiyor diye duygusal davranmayız" mesajları bu hükümette, bölücülük ve terör tehdidini bertaraf edecek kararlılığın ve istişare alışkanlığının bulunmadığını göstermiştir.

Son günlerde artan eylemler ve şehit cenazeleri ile oluşan süreçte yaşanan fikir kargaşasının ve hükümet üyelerinin çelişen beyanatlarının, Türkiye’nin elini zayıflatan önemli bir etken olarak önümüzdeki süreçte karşımıza çıkacağı anlaşılmaktadır.

TBMM’nin hükümete Sınır Ötesi Operasyon yetkisi veren Tezkere kararından sonra yaşananlar, hükümetin diplomasinin olgunlaşması bahanesiyle, süreci soğutma ve sulandırma çabasında olduğu kanaatini uyandırmaya başlamıştır.

Bu açıdan Sayın Başbakan’ın “süreci aklıselim ile sürdüreceğiz" sözlerinin tercümesi, ABD’yi ikna etmeden teröre son veremeyeceğinin bir itirafı olarak görülmelidir.  

İngiltere’nin IRA terörü ile mücadelesini model alarak, ve “Eve dönüş Yasası’nın hâlâ yürürlükte olduğunu söyleyerek, teröriste silahı bırakma ve şehirde siyaset yapma çağrısı” hükümetin “düz ovada siyaset” bayrağını devraldığının işareti olarak yorumlanmalıdır.

Bu çağrıya dağdaki teröristin de uyması halinde, her seviyede teröristi kapsayacak bir af çağrısının da ısrarla ve tekraren gündeme gelmesi önümüzde belirginleşen önemli tehlikelerden biri olacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Olayın ciddiyet kazanması ve Tezkere kararının ardından birbirini tutmayan beyanatları, yalnızca muhataplarının kararsızlığına bağlamak doğru olmayacaktır.

Anlaşılan hükümet, medyada yer alan hamaset beyanlarının aksine, Türkiye’nin kararlılığını anlatmakta yetersiz kalmakta, etkisiz tutumlarla dayatmaya açık bir izlenim uyandırmaktadır.

Uluslararası camiadan aradığı desteğin, bir gün alındığı, diğer gün ise alınmadığına yönelik tereddütlü açıklamalar kamuoyunun dikkatini çekmektedir.

Anlaşılmaktadır ki, iktidar uzunca bir süredir Arap ve İslam Dünyası, komşu ülkeler ve küresel güçler nazarında sürdürmeye çalıştığı diplomatik gayretlerine rağmen sorunun ciddiyetini ve önemini muhataplarına yeterince izah edememiştir.

Esasında, inandırıcılığını zayıflatmış olan hükümet, bu zafiyetini geride kalan beş yıllık politikalarında aramalı ve kendini hatalarını gözden geçirmelidir. AKP "mademki PKK terörünü önleyemiyoruz, en iyisi bu gerçeği kabul edip yeni çözümler arayalım" yaklaşımını tercih etmiş ve artan terör nedeniyle bugün yüzleştiği gerçekle karşı karşıya kalmıştır.

Bugün AKP hükümetinin sınır ötesi operasyon konusunda gösterdiği çekingenlik ile kararsızlığın anlamını ve tam operasyon arifesinde Sayın Başbakan’ın birkaç gün sonra yapacağı ABD ziyaretinin gerekçelerini bu hatalarda aramak doğru olacaktır.

ABD ile beş uzun yıl boyunca yapılan görüşmeler, karşılıklı ziyaretler, varılan mutabakatlarla birlikte atılan imzalar ve övgü dolu sözler hepinizin malumlarıdır. Bu çabaların neticesi olarak geldiğimiz noktada ABD Dışişleri Bakanı Irak’ın kuzeyini “Kürdistan” olarak tanımlayarak konunun adını koymuştur.

Bu itibarla AKP ile ABD arasında yaşanan ilişkileri unutarak, Sayın Başbakan’ın “ABD bize rağmen bölgede projeler üretiyor” sözleri bir diplomatik iflasın itirafından başka bir anlam taşımamaktadır.

Bu açıdan Sayın Başbakanın, birkaç gün sonra yapacağı ABD ziyaretinden sonuç alacağına dair emare görmesi halinde yararlı olacağı, aksi halde bundan önceki görüşmeler gibi hüsranla sonuçlanacağı açıktır.

Türk milleti TBMM’de hükümete operasyon yetkisini tezkere ile vermiştir. Başka coğrafyalarda aranacak bir yetkiye ihtiyaç yoktur. Milletimiz hükümetin atacağı adımları beklemekte ve desteklemektedir. Bu gücü kullanmanın ve gereğini vakit geçirmeksizin yapmanın zamanı artık gelmiştir.

Bölgede iklim koşulları değişmektedir. Kış şartlarında operasyon yapmak zorlaşacak ve belki de ertelenecektir. Baharda daha büyük bir bela ile karşılaşmadan bu işin bitirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.

Kış aylarında ise geçmişteki hatalarla palazlanan yurt içindeki bölücülüğün önünün bir daha açmamak üzere kapatılması ve milletimizin huzurunun sağlaması hükümetin görevi olmalıdır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Bugün terörü önlemek için karar vermiş Türkiye’nin öncelikli hedefi Irak’ın Kuzeyinde üslenmiş terör yuvaları ile bunlara yardım ve yataklık yapan ve PKK’yı perde gerisinden yöneten Barzani isimli çete reisidir.

Konuşlanan bölge itibariyle ele alındığı zaman operasyonun gecikmesi, harekâtın etkisini azaltacak, beklenen sonucun elde edilmesini önleyecektir. Hedefteki terörist unsurlar ve bölücü mihraklar bir askeri harekât yapılmadan önce bölgeyi terk edebilecek, rahatlıkla yerel halkın arasına karışıp operasyondan kurtulacaklardır.

Muhtemel bir harekâtta, hedefteki unsurların çetin arazi koşullarında örtü ve gizlenme imkânını kullanacakları dikkate alınırsa ABD Savunma Bakanı’nın “nokta vuruşu yapacaksanız operasyona göz yumarız” mesajı, aslında operasyon yapmayın demenin başka türlü ifadesi olarak algılanmalıdır.

Bundan cesaret alan, Irak hükümet sözcüsünün “Türkiye’nin girmeye niyeti yok“ açıklaması ise maalesef hükümetin caydırıcılığı konusunda herkese fikir vermektedir.

Her şeye rağmen, Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından yapılan açıklamada yer alan ekonomik yaptırımlar gecikmiş olsa bile yerinde tedbirlerdir. Bugüne kadar niçin kullanılmadığı da anlaşılamamıştır.

Ancak ekonomik tedbirler daha uygulanmadan eleştirilmeye başlanmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı bu duruma sıcak bakmadığını vurgulamış, Irak temsilcisi ise Kerkük-Yumurtalık petrol hattından sevkedilen petrolü kesmekle tehdit etmiştir.

Tehdit ve cüret bununla da bitmemiş, bölücülükten kapatılan bir partinin eski milletvekili olan ihanet temsilcisi, kardeşimiz dedikleri kanlı teröristlerden sonra, İmralı Canisine de liderimiz diyerek kucak açmış ve haince zırvalarını tekrarlamıştır.

Gelinen bu noktada; daha önceki açıklamalarımızda belirtilen stratejik düzeydeki tedbirlerin yanı sıra hükümete bu aşamadaki önerilerimiz şunlar olacaktır.

1.      Sayın Başbakanın "Bugün benim evim yanıyorsa, yarın senin evin de yanacaktır" sözleri için geç kalınmıştır. Bu sözlerle hükümetin muhataplarını insafa davet etmekten başka bir yaptırımının kalmadığı izlenimi doğmaktadır. Türkiye’nin elini zayıflatan bu tür beyanlardan sakınılmalıdır.

2.      Hükümet üyelerinin farklı ortamlardaki çelişkili tutumları ve beyanları kamuoyunun aklını karıştırmakta, hasım güçlere cesaret kazandırarak, hükümet ve Türk devletinin dağınık ve kararsız bir görüntü vermesine neden olmaktadır. Hükümet üyeleri milli meselelerde birbirini yalanlayacak tarzda konuşmamalıdır.

3.      Geldiğimiz nokta, sınır ötesi operasyon ihtimalinin kuvvetlendiği bir aşamadır. Operasyon ihtimali konuya ciddiyet ve güç kazandırmıştır. Operasyon niyetini zaafa uğratacak ve eldeki tezkere kararını sulandıracak isteksizlik uyandıran açıklamalardan kaçınılmalıdır.

4.      Türkiye bugüne kadar her seviyede olmak üzere yapay görüşme ve ilişki sürecinde yeterince vakit kaybetmiştir. Bu aşamadan sonra, yalnızca maksada yönelik müzakere ve görüşmeler ile mutlaka sonuç alacak tekliflere açık olunmalı, süreci oyalayacak veya geriye götürecek taktik ziyaretler reddedilmelidir.

5.      Mevcut sorun milli bir meseledir. Milletin konuya olan hassasiyeti ve ilgisi çok artmıştır. Bir kriz masası oluşturulmalı, terörle ve bölücülükle ilgili bütün gelişmeler değerlendirilerek, öfkenin yatışması, gönüllerin huzur bulması ve halkımızın bilinçlendirilmesi için bilgilendirme maksatlı açıklamalar yapılmalıdır.

6.      Irak’ın kuzeyindeki grupların reisleri kendilerine meşruiyet kazandırma ve muhatap bulma peşindedir. Özellikle diplomatik alan başta olmak üzere, Kuzey Irak’lı grupların sözcüsü veya temsilcisi sıfatını taşıyan şahıslar ile resmi düzeyde, Irak Devleti adına bile olsa ilişki kurulmamalı, muhatap alınmamalıdır.

Bu kapsamda olmak üzere, İstanbul’da yapılacak olan ''Genişletilmiş Irak'a Komşu Ülkeler Dışişleri Bakanları İkinci Toplantısı''na katılacakları ileri sürülen Kuzey Irak’lı sözde temsilcilerin ziyareti kabul görmemelidir.

7.      Tezkere kararı ile ortaya konulan kararlılık ve iradenin zayıflamasına yönelik hiçbir geri adım atılmamalı, güvenlik kuvvetlerinde ve kamuoyunda bu kararlılığı tereddüde düşürecek davranışlardan ve beyanatlardan ısrarla kaçınılmalıdır.

8.      Kamuoyunun heyecanı yükselmiş ve tezkere kararı, beklentileri artırmıştır. Önümüzdeki günlerde terör eylemlerinin tekrarı halinde daha da büyümesi, muhtemel tepkilerin önlenemez boyutlara ulaşması tehlikesi ortaya çıkmıştır. Bu nedenle sonuç alıcı ve kamuoyunun beklentilerine cevap verici girişimler için acele edilmelidir.

Değerli arkadaşlarım,

Konuşmamın bu bölümünde, 26-28 Ekim 2007 tarihlerinde Kızılcahamam da yaptığımız istişare, durum değerlendirme ve strateji belirleme toplantıları ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Hafta sonu yaptığımız toplantılarda Türkiye’nin siyasi gündeminde yer alan temel sorunlar ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama gündemindeki başlıca konular üzerinde kapsamlı bir değerlendirme yapılmıştır.

Bu çerçevede, Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi gündeminde bulunan sözde Ermeni Soykırımı iddiaları; Kuzey Irak’tan kaynaklanan terör tehdidi ile sınır ötesi askeri harekat izni bağlamındaki gelişmeler ele alınmıştır.

Son dönemde hız ve cüret kazanan etnik bölücülük ve terör konusunda kısa, orta ve uzun vadede izlenecek stratejinin esasları ve unsurları ile siyasal iktidar tarafından bilim kuruluna hazırlatılan anayasa değişiklikleri üzerinde ayrıntılı değerlendirmeler yapılmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisinin bu konularda izleyeceği siyasi yaklaşımın ve ortaya koyacağı yapıcı ve yol gösterici yeni vizyon ve uygulama stratejisinin genel çerçevesi belirlenmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu, önümüzdeki dönemde bu konularda Türk Milletinin beklentileri doğrultusunda inisiyatif alacak ve Türkiye’nin milli güvenliğini, milli hassasiyetlerini ve çıkarlarını ilgilendiren bu hayati konuların takipçisi olacaktır.

Bunun yanı sıra, Milliyetçi Hareket Partisi’nin yapmakta olduğu kapsamlı çalışmalar, yaşanan gelişmeler ışığında süratle sonuçlandırılacak ve aziz milletimizle paylaşılacaktır.

Müşterek istişare toplantılarımızda, son dönemde tırmanan kanlı terör saldırılarının Türk milletinde haklı olarak yarattığı öfke ve tepkiler üzerinde de durulmuştur. Milletimize ve teşkilat mensuplarımıza itidal ve sükunet tavsiye edilmiştir.

Kanlı terörden beslenen etnik bölücülerin nihai amacı büyük bir aile olan Türk milletinin bin yıllık kardeşlik hukukunu yıkmak ve Türkiye’yi kanlı bir iç çatışma ortamına sürüklemektir.

Ortak tarihine ve ortak geleceğine sahip çıkmaya kararlı olan aziz milletimizin bu hain emellere geçit vermeyeceği toplantılarda önemle vurgulanmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi, şartlar ne kadar ağır, tahrikler ne kadar yoğun olursa olsun bu oyuna alet olmayacak ve milli dayanışmamızı korumak için üzerine düşen görev ve sorumluluğun icaplarını bütünüyle yerine getirecektir.

Toplantılar neticesinde, TBMM Grup Başkan Vekilliklerine seçilmeleri nedeniyle Meclis İç Tüzüğü gereği Başkanlık Divanındaki görevlerini boşaltan iki üyemizin yerine, Samsun Milletvekilimiz Sayın Osman Çakır ile Antalya Milletvekilimiz Sayın Tunca Toskay, Başkanlık Divanı’na seçilmişlerdir.

Ayrıca Merkez Yönetim Kurulu’nda boşalan dört asil üyenin yerine ise yedek üyeler içinden Sayın Servet Avcı, Sayın Atilla Erbil, Sayın Mustafa Pekdoğan ve Aksaray Milletvekilimiz Sayın Osman Ertuğrul sırasıyla asil üyeliklere geçmişlerdir.

Alınan kararların, milletimize ve partimize hayırlı sonuçlar getirmesini temenni ediyor ve seçilen arkadaşlarımıza yeni görevlerinde üstün başarılar diliyorum.

Bu vesile ile hepinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı