15.01.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

15 Ocak 2008

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Grup toplantımıza katılan bütün arkadaşlarımı sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

22 Temmuz seçimlerinin üzerinden altı aya yakın bir süre geçmiş bulunmaktadır.

Bu süre içinde yaşanan tehlikeli gelişmeler, estirilen etnik tahrikler, sahnelenmeye çalışılan bölücülük senaryoları, AKP hükümetinin su yüzüne çıkan siyasi yönelimleri, sosyal bünyemizi tahrip ve tehdit eden sorunların derinleşmesi ve ekonomik darboğazın ağırlaşan etkileri, Türkiye’yi çok zor ve karanlık günlerin beklediğini göstermektedir.

Bu karanlık Türkiye manzarası, akıl, insaf ve siyasi ahlak sahibi hiçbir kimsenin inkâr edemeyeceği acı bir gerçektir. Ancak, bunun tek istisnası bu karanlık tablonun mimarı olan Başbakan Erdoğan ve hükümetidir.

Türkiye’yi böyle bir uçurumun eşiğine sürükleyen Başbakan Erdoğan, başkalarını suçlayarak bu konudaki tarihi sorumluluğundan kurtulabilmek için nafile çırpınışlar içine girmiştir.

Son beş yıldır Türkiye’nin Başbakan’ı olan Sayın Erdoğan, bu noktaya gelinmesindeki ağır ihmal ve sorumluluğu üzerinde, her namuslu insandan beklenen dürüst bir vicdan muhasebesi yapmak yerine, seviyesiz suçlamalarla aklamak telaşına düşmüştür.

  • Başbakan Erdoğan’ın son dönemde giderek bozulan ruh hali ve sürekli irtifa kaybeden siyasi üslup düzeyi, suçluların telaşını ve suçüstü psikolojisini yansıtan bir vahim tablodur.

- Sayın Başbakan’ın terörle mücadele konusunda muhalefeti; Türkiye’nin istikrarını istememekle, çözüm üretmek diye bir derdi olmamakla ve siyasi rant peşinde koşmakla karalamaya kalkışması ve “karanlığa tükürmek ve taş atmak” gibi seviyesine uygun bir hezeyanla suçlamaya çalışması, bu tablonun son tezahürleri olmuştur.

- Karanlığı kendi siyasi çizgisinde, dünü ve bugününde araması gereken Başbakan, bu haksız ithamlarda bulunmakla, aslında aynadaki aksine seslenmekte ve onunla kavga etmektedir.

- Muhalefeti çözüm üretmemekle suçlayan Başbakan, aslında eli kanlı teröristlere af çıkartılması ve PKK’nın bölücü hedefleri için siyasi çözüm süreci başlatılması konularında muhalefetin kendisiyle aynı gaflet çizgisinde buluşmamasından şikâyetçidir.

- Son beş yıllık AKP iktidarı döneminin siyasi, ekonomik ve sosyal tahribatının baş sorumlusu olan Sayın Başbakan, bu karanlık dönemin böylesine seviyesiz suçlamalarla aydınlanamayacağını görmeli ve ısrar ettiği “karanlıklara yolculuğu” sürdürmenin Türkiye’nin ve kendisinin hayrına olmadığını artık idrak etmeye çalışmalıdır.

- Sayın Başbakan, bir taraftan etnik bölücülüğe kucak açarken, diğer taraftan Türkiye’nin bin yıllık kardeşlik ruhunun korunamayacağını biran önce görmelidir.

- Sayın Başbakan, milli değerleri sadece tören kürsülerinde ve reklam panolarında hatırlayarak birleştirici ve bütünleştirici milliyetçi olunamayacağını, PKK’nın siyasi taleplerine demokratik reform adına sahip çıkarak vatanseverlik iddiasında bulunulamayacağını artık anlamalıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Başbakan’ın herkese çatarak, her kurumu ve kesimi suçlayarak ruhunu ve vicdanını temizleme çabalarının son bir örneği, üslupla ilgili yargılandığı bir davada tazminata mahkûm olması nedeniyle grup toplantısında sarf ettiği ibret verici sözler olmuştur.

Hukukun üstünlüğünü siyasi amaçları için içi boşaltılmış bir slogan olarak kullanan Başbakan, aslında kendisini hukukun üstünde gören bir vehim buhranı yaşamaktadır.

İmralı canisi bebek katiline saygıda kusur etmeyen, buna karşılık aziz şehitlerimizi aşağılama cüretinin bir göstergesi olan ifadelerinden dolayı parasal açıdan sembolik, ancak manen namuslu vicdanların altında ezileceği bir tazminata mahkûm olan Başbakan, Türk adaletinin işgal ettiği makama saygı göstermesi gerektiğini, verilen cezanın geçerli olabilmesi için önce buna kendisinin inanmasının şart olduğunu söyleyerek hak, hukuk ve adalet anlayışının hangi düzeyde olduğunu itiraf etmiştir.

Kendisinin her şeyi yapabileceğini, her şeyi söyleyebileceğini ve bundan dolayı kendisinden hesap sorulamayacağını düşünen bu zihniyet hakkında söylenecek fazla bir şey yoktur.

Burada bizim söyleyebileceğimiz tek şey, eğer haksız yere mahkûm edildiğini düşünüyorsa, Türkiye Cumhuriyeti devletini uluslararası mahkemelerde dava etme geleneğine ve ucuz mağduriyet edebiyatına yabancı olmayan Başbakan’ın, bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunu değerlendirmesidir.

Değerli Milletvekilleri,

22 Temmuz seçimlerinden bu yana geçen süre içinde hükümetin ortaya koyduğu ekonomik ve sosyal politika hedefleri, ekonomideki çarpıklıkların derinleşeceğini, yoksulluk ve işsizliğin yaygınlaşacağını ve sosyal yapının kronik sorunlarının ağırlaşacağını ortaya koymaktadır.

Sayın Başbakan’ın geçtiğimiz günlerde açıkladığı 60. Hükümet Programı’nın Eylem Planı, AKP’nin ekonomideki acil sorunlar ve hastalıklara karşı gereken tedbirleri almayarak, bunların sadece ertelenmesine dayalı, günü ve görüntüyü kurtarmaya yönelik istikrarsızlık programını sürdüreceğini bir kere daha göstermiştir.

Yaklaşık 3 ay önce 8 Ekim 2007 tarihinde açıklanmış olan üç aylık Eylem Planı'nda, 60. Hükümet'in ekonomide bir eksen değişikliği hedeflediği vurgulanmış ve söz konusu değişiklik için 5 temel başlık öne çıkarılmıştı.

Bu başlıklar altında; kapsamlı istihdam artışı, güçlü sanayi, teknolojik gelişme, insan kaynakları ve makro istikrardan söz edilmişti. Ayrıca büyüme ve istihdam artışına odaklı yeni bir modelin hayata geçirilmesi bağlamında kısa vadede 73 eylemin planlandığı da vurgulanmıştı.

Aradan geçen 3 aylık süre bu konularda ne kadar başarısız olunduğunu ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda cari açığın azaltılması ve büyümenin yeniden hızlandırılması için atılması gereken adımların bir türlü gündemde olmadığı da görülmektedir.

Başbakan Erdoğan, 60 Hükümet Programının duyurulmasından dört ay on gün sonra, eğitimden, sağlığa, enerjiden, ekonomiye, dış politikadan yeni anayasa yapımına dek uzanan 145 temel başlık altında sözde acil bir eylem planı daha açıklamış bulunmaktadır.

Eylem Planı’nda neyin ne zaman ve nasıl yapılacağı belli değildir. Bu durum Plan’ın hangi yöntemlerle yapılacağını aslında Hükümet’inde bilmediğini göstermektedir. Aynı zamanda, plan’da birçok sorunun genel ifadelerle geçiştirilmeye çalışıldığı da gözlemlenmiştir.

Açıklanan plan, gerçekte bir icraat planı olmaktan uzak, henüz içi doldurulmamış bir temenni ve Sayın Başbakan’ın talimat metni niteliğindedir.

Ciddi bir vizyon eksikliği bulunan acil eylem planında, kapsamlı bir bütünlükten ve yenilikten bahsetmek mümkün değildir. Bu gelişmelerden anlaşılmaktadır ki, gelecek yıllar milletimiz için kayıp yıllar olacak, tartışma ve gerilimler yine değerler üzerinden yapılacaktır.

- Hükümetin ekonomik politikalarında; sosyal refah ve istikrar, yatırım, üretim ve istihdam seferberliği, Türk halkına ekonomik refah olarak yansıyacak sağlıklı ve dengeli bir ekonomik büyüme, adil milli gelir paylaşımı hedef olarak benimsenmemiştir.

- Hükümetin bugüne kadarki icraatı; son beş yıldır inatla ve ısrarla uygulanan yüksek faiz ve ucuz döviz politikalarının ve ithalata dayalı tüketim ekonomisinin sürdürüleceğini, Türk ekonomisinin yabancı sermayenin, sıcak paranın ve vur-kaç fonlarının emrine sokulması anlayışının değişmeyeceğini teyit etmiştir.

- Önümüzdeki dönemin sosyal istikrarın güçlendirileceği, Türk insanının hayat kalitesinin yükseleceği bir sosyal restorasyon ve yeni bir sıçrama dönemi olduğunu iddia eden Başbakan Erdoğan, ülkeyi bugün getirdikleri noktada, Türkiye’nin Birleşmiş Milletlerin sosyal gelişmişlik indeksinde 177 ülke arasında 84. sırada bulunduğu ve milli gelirin adil paylaşımında ise 92. sırada yer aldığı gerçeğini gözlerden kaçırmak için sanal başarı hikayeleriyle Türk milletini aldatmayı sürdürmektedir.

- Hükümet tarım ve sanayide yeni bir strateji oluşturamamıştır.

- Ekonomik darboğazların bütün işaretleri ortadayken yapısal dönüşümler için hiçbir somut adım atmamıştır.

- Yatırım ve üretime dayalı bir ekonomik modelinin uygulanacağı bir milli ekonomi ve kalkınma seferberliği başlatma yönünde gerekli niyet ve iradeyi sergileyememiştir.

  • Bu vizyonsuz ekonomik politikaların Türkiye’ye vaat edebileceği; tek şey, işsizlik ve yoksulluğun yaygınlaşması, çalışanların ve üreticilerin daha da ezilmesidir.

- 2008 yılı, açlığın ve yoksulluğun pençesinde kıvranan büyük halk kesimleri için çok zor bir yıl olacaktır.

- 2007 sonunda yapılan doğalgaz, elektrik, ulaşım ve akaryakıt zamlarının enflasyon üzerindeki etkileri bu yıl içinde görülecektir.

- Gıda, kira, ulaştırma, ısıtma ve aydınlanmadaki artışlar sonucu, esasen 2007’de hedefinden yüzde yüz sapan yıllık enflasyon 2008’de iki haneli rakamlara tırmanacaktır.

- Üretimdeki kronikleşen yapısal hastalıklara acil müdahalede bulunulmaması buların kangren haline dönüşmesine yol açacak, ithal malları için açık pazar haline gelen iç piyasada bugüne kadar ayakta kalabilen yerli işletmeler, ithalat baskısına daha fazla dayanamayarak iflasa sürüklenecek ve bunun sonucu esasen yüzde yirmilerde seyreden işsizlik sosyal felaket boyutlarına ulaşacaktır.

  • Çok ciddi çarpıklıklarla malul ekonomi çarkının sıcak para ve borçla çevrilmesi ve sıcak para girişlerinin makro ekonomik göstergelerde yarattığı iyimser tabloların bir başarı hikâyesi olarak takdim edilmesi imkânlarının da sonuna gelinmiştir.

- AKP’nin beş yıllık iktidar döneminde;

- Reel sektörün dış borcu iki katına,

- Bireylerin kredi kartı borcu beş katına ve

- Tüketici kredi borçları yirmi katına çıkmıştır.

- AKP hükümeti Cumhuriyet dönemindeki tüm hükümetlerin toplam iç borçlanmalarından daha fazla net iç borçlanmaya gitmiştir:

- Toplam borç stoku son beş yılda yüzde yüz artmış,

- Türkiye’de kişi başına borç da iki katına çıkarak 6068 dolara yükselmiştir.

- Bunun yanı sıra aynı dönemde cari işlemler açığı dolar cinsinden yirmi kat, dış ticaret açığı ise dört kat artmıştır.

- Özelleştirme adı altında sürdürülen talan ve tasfiye politikaları sonucu, satılacak ve peşkeş çekilecek pek fazla kamu malı da kalmamıştır.

  • Bu korkutucu tabloya, borsanın yüzde yetmişinin yabancı fonların elinde olduğu ve sigortacılık dâhil edildiğinde finans sektörünün yüzde altmışının yabancı sermayenin kontrolü altında bulunduğu gerçeği de eklendiğinde, Türk ekonomisini rehin alan sıcak parada yaşanacak bir dışarıya hareketlenmenin ekonomik yapıdaki bu kırılganlıkları bir deprem fay hattına dönüştüreceği görülecektir.
  • AKP hükümeti bütün bu gerçeklere sırtını çevirmiştir.

- Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta Eylem Planını açıklarken borçlar konusundaki ifadeleri bu vurdumduymazlığın ibret verici bir örneği olmuştur.

“Borcun yiğidin kamçısı olduğunu” söyleyen Başbakan, korkunç boyutlara ulaşan bu sıcak para ve borç stoğunu leblebi, çekirdek ve çerez olarak nitelendirmek hafifliğini göstermiştir.

Bu borcun, leblebi ve çekirdek yemekten mahrum kalan, yoksulluk ve açlık sınırında yaşam kavgası veren geniş halk kitlelerinin sırtına yüklenen bir ipotek olduğunu unutan Başbakan, vurgun ve talan hanedanlığını sürdürmek uğruna Türkiye’nin geleceğini ateşe attığını ve bundan da hicap duymadığını bu sözleriyle bir kere daha göstermiştir.

Değerli Milletvekilleri,

Hükümetin çarpık ekonomik ve sosyal politikaları bahsinde tarım politikaları ile sosyal güvenlik sistemine de kısaca temas etmek istiyorum.

  • Türk tarımının bugün içinde bulunduğu durum tam anlamıyla bir perişanlık ve çöküş tablosudur.

- AKP döneminde tarım ürünlerinde bile dış ticaret açığı verilmiş, tarımsal desteklerin milli gelire oranı düşmüş ve 2007 yılında tarımsal üretim yüzde sekize yakın gerilemiştir.

- Seçim yılı olan 2007’de tarımsal destek ödemelerinin çok büyük bir kısmı, seçim öncesi üç ayda tüketilmiş ve çiftçimize doğrudan gelir desteği borcu bugüne kadar ödenmemiştir.

- Ürünü karşılığını bulamayan ve 2007 hasatını zarar ve borçla kapatan Türk çiftçisi ve köylüsü gelecek ümidini yitirmiştir.

  • AKP hükümetinin tarımın yapısal sorunlarını çözecek, tarımsal girdi yükünü azaltacak ve tarım sektörünü yeniden yapılandıracak tedbirleri alma niyeti olmadığı bütün çıplaklığıyla ortadadır.

Türk tarımının ayağa kaldırılmasında özel önem taşıyan vadeli işlem piyasaları, hükümetin Eylem Planında yer almamıştır.

Rantiyeciye, faizciye ve vurguncuya kucak açan AKP hükümeti Türk çiftçisine ve köylüsüne sırt çevirmiştir.

  • Hükümetin Eylem Planını açıklayan Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki tek beyanı Doğrudan Gelir Desteği’nin 2008 yılından itibaren kaldırıldığı ve ürün bazında desteğe geçileceği olmuştur.

- Hükümetin bu uygulamayı ne şekilde yapacağı henüz açıklığa kavuşmamıştır.

- Burada, toplam destek miktarında azalma olmaması, ürün bazında destek ödemelerinin enflasyona paralel olarak arttırılması önem taşımaktadır.

- Bunun yanı sıra, ürün bazında destek uygulamasının altyapısının bütün yönleriyle iyi hazırlanması, işletme büyüklüklerinin ve ürün sınıflandırmasının sağlam esaslara göre belirlenmesi ve kayıt sisteminin bütün yönleriyle hayata geçilmesi gerekli olacaktır.

  • Hükümetin bu konuda gerekli hazırlıkları ikmal edip etmediği uygulama başlayınca anlaşılacak ve Milliyetçi Hareket Partisi bu konunun takipçisi olacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Sosyal Sigorta sisteminin çarpıklıkları Türkiye’nin kanayan yaralarından biridir.

  • Sosyal sigorta sistemi AKP döneminde yapılan ve uygulanması sürekli ertelenen sanal düzenlemelerle içinden çıkılmaz hale getirilmiştir.

- Sosyal güvenlik kurumlarının finansman açıkları sürekli artış göstermiş, 2007 yılında Gayri Safi Milli Hasıla’nın yüzde 5.3’ü bu amaçla kullanılmıştır.

- AKP iktidarının sakat ekonomi politikaları sonucu kayıt dışı istihdamın yüzde elli oranlarına ulaşması, sosyal güvenlik sistemindeki bu hastalıklı yapının oluşmasında en önemli etkenlerden biri olmuştur.

  • Son beş yıldır büyük bir çoğunlukla iktidarda olan AKP, 57. Hükümet döneminde başlatılan sosyal güvenlik reformu sürecini devam ettirememiş, bu konuda büyük bir sorumsuzluk, ciddiyetsizlik, tutarsızlık ve vurdumduymazlık ve beceriksizlik sergilemiştir.

- Bu konuda 2007 yılında yaptığı ve uygulanmasını 1 Haziran 2008 tarihine ertelediği düzenleme de, meselenin sadece ekonomik ve mali boyutlarını esas almış, sosyal devlet ilkesi ve sosyal güvenlik hukukunu temel kurallarını göz ardı etmiştir.

- Hükümet, kendi yaptığı yasaları sürekli değiştirmiş ve sosyal sigorta sistemini yaz-boz tahtasına çevirmiştir.

  • Hükümetin bu konuda bazı değişiklikler içeren ve halen TBMM Plan Bütçe Komisyonunun önünde olan yeni tasarısı da bu sakatlıkları büyük ölçüde barındırmaktadır.

- Yasanın yürürlük tarihinden önce ve sonra göreve başlayanlara, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olarak iki farklı emekli aylığı bağlanması,

- Çalışanların ve emeklilerin haklarında ve gelirlerinde kısıtlamaya gidilmesi bu sakatlıkların en önemli iki boyutunu oluşturmaktadır.

  • Yeni tasarıda emekli aylıklarında önemli ölçüde azalmalar ve emekli, dul ve yetimlerin haklarında ciddi kısıtlamalar öngörülmektedir.

- Sosyal güvenlik sisteminin temel sorunu olan aktif/pasif dengesinin düzeltilmesini sağlayacak düzenlemeler içermeyen bu sözde reformda, sistemin açıklarının tümüyle, esasen açlık sınırının altında yaşayan emekli, dul ve yetimlere yapılan aylık ve diğer ödemelerin azaltılması yoluyla kapatılması esas alınmıştır.

  • Milliyetçi Hareket Partisi TBMM’de bu sakatlık ve çarpıklıkların giderilmesi ve tüm nüfusu kapsayacak şekilde çağdaş normlarda bir sosyal sigorta sistemi oluşturulması için gerekli katkıları sağlayacaktır.

Bütün temennimiz AKP hükümetinin sosyal sigorta sisteminin, hukuki boyutu itibariyle uygulanabilir, ilgili taraflarca kabul edilebilir ve mali yönleri itibariyle sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması için yapacağımız bu samimi ve yapıcı katkıları göz önünde bulundurulması ve bu konuyu anlamsız bir inat meselesi haline getirmemesidir.

Değerli Milletvekilleri,

Türk ekonomisini böylesine bir çamura saplayan ve sahipsiz bırakan Sayın Başbakan, bu alanda yapılması gerekenleri bir kenara iterek, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nı İstanbul’a taşıma gibi fantezilerle kamuoyunun gündemini yeni tartışmalarla oyalama yolunu seçmiştir.

Merkez Bankası idare merkezinin İstanbul’a taşınmasının hangi haklı, makul ve meşru gerekçeye dayandırıldığı, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Ankara’da görev yapan bu temel kurumun İstanbul’a gitmesinin hangi ekonomik zorunluluktan kaynaklandığı, bunun pratik bir yarar sağlayıp sağlamayacağı konularında Sayın Başbakan bir açıklama yapmamaktadır.

Özerk bir kurum olan Merkez Bankası yönetiminin İstanbul’a taşınmaya karşı olduğu da düşünülürse, böyle bir ekonomik gerekçenin ve zorunluluğun bulunmadığı görülecektir.

Başbakan’ın bu konuyu kamuoyuna açıklarken sergilediği üslup ve ifade tarzı da, ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur.

Bu konuyu kimseye sormalarına ihtiyaç olmadığını, kanun gerekiyorsa bunu da Meclis’ten çıkaracaklarını söyleyerek meydan okuyan Başbakan, Parlamento çoğunluğuna güvenerek istediği her şeyi yapabileceğini vehmettiğini bir kere daha ortaya koymuştur.

Sayın Başbakan’a Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması konusunda hangi mülahazaların hâkim olduğunu bilmiyoruz.

Ancak, bu konudaki bozuk sicili ışığında, bunu yaparak kime ekonomik çıkar sağlamayı düşündüğü, bunun arkasında bir rant hesabı olup olmadığı sorusu da ister istemez akla gelmektedir.

Değerli Milletvekilleri,

Geçtiğimiz son hafta içinde etnik bölücülük sorununa kapsamlı çözüm tartışmaları, gündemdeki yerini korumuş, siyasi unsurlar içerecek çözüm üretme çağrıları sürmüş ve AKP hükümetinin böyle bir sürece girmeye hazır ve angaje olduğunu gösteren belirtiler giderek açıklık kazanmıştır.

Bu konuda iktidara yakın çevrelerin sürdürdüğü kampanyada; radikal terörü meşru olmaktan çıkarmak, PKK’nın beslendiği vasatı ortadan kaldırmak ve bu yolla terör örgütünü tecrit etmek için askeri ve ekonomik tedbirlerin yanı sıra siyasi önlemler ve adımlara ihtiyaç olduğu görüşleri artan sıklıkla işlenmiştir.

Dağa çıkışların siyasi tavizler verilerek önlenmesi ve dağdaki teröristlerin silahlarını bırakarak şehre inmelerinin siyasi af yoluyla özendirilmesi tartışmaları yoğunlukla sürdürülmüştür.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın Amerika Birleşik Devletleri ziyaretinde, Başkan Bush’la yaptığı görüşmede terörle mücadelenin siyasi boyutunun ve bu konuların ele alındığı ve bu yönde telkinlere muhatap kalındığı yolundaki haber ve yorumlar basında geniş şekilde yer almış ve tartışılmıştır.

Türkiye ile PKK arasında Talabani’nin aracılığıyla yeni bir süreç başlayacağı, bu amaçla yakında bir Avrupa ülkesinde masaya oturulacağını iddia eden haberler peşmerge yayın organlarına atfen İngiliz basınında yankı bulmuştur.

Kürt sorununun tanımı ve çözümü konusunda PKK ile aynı noktada durduklarını, aralarındaki farkın sadece silahlı mücadele ile siyasal anlamda mücadele olduğunu ve bu siyasal mücadele alanının bu kadar açılmış olmasını PKK’ya borçlu bulunduklarını söyleyen bir siyasi parti temsilcileri de bu konudaki tahrik kampanyalarını devam ettirmişlerdir.

Tek millet anlayışının ve milli devlet modelinin çözüm olmayacağını söyleyen bu bölücü mihraklar, Türkiye’yi parçalama reçetesi olan özerklik modelinin kabul edilmemesi halinde yeniden çatışma sürecinin başlayacağı tehdidinde bulunacak kadar çizmeyi aşmışlardır.

Bu kuruluşun yöneticileri silahların susması için fikir ve düşünce üretilecek “akil adamlar komitesi” kurulmasını önermiş ve Kürt kökenliler dışında kalan diğer etnik kökenlilerin ne olacağına ilişkin bir soruya “onlar azınlık, biz Kürtler ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı, temel taşıyız” diyerek Türk milletini etnik parçalara bölerek bunlar arasında etnik öncelik sıralandırması yapmak niyetlerini bir kere daha ortaya koymuşlardır.

Başbakan Erdoğan’ın demokrasi ve hukuk devleti adına siyasi ve hukuki koruma altına aldığı bu ihanet odaklarının gerçek niyetleri ve hüviyetlerinin ne olduğu bu vesileyle bir kere daha anlaşılmıştır.

Sayın Başbakan’ın, bu mihraklara terörle aralarına mesafe koymadıkları için zaman zaman çatmasının nedeni de çok iyi anlaşılmalıdır.

Başbakan Erdoğan’ın kızgınlığı, terörü desteklemediklerini lafzen açıklayarak, etnik bölücülük gündemi konusunda başlatmaya hazırlandığı siyasi süreçte işini kolaylaştırmamalarından kaynaklanmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın böyle bir denklemin tarafı olması ve bu amaçla taşeron arayışına girmesi, Türkiye’nin büyük bir talihsizliğidir.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye, etnik bölücülüğün zemin kazanmasını için sarfedilen çabalarda mesafe alındığı çok nazik bir döneme girmiştir.

Bu konudaki bazı tespitlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

  • Türkiye’de terörden beslenen, terörle iç içe girmiş etnik bölücülük sorununun tanımı ve çözümü konularında çok tehlikeli bir kayma yaşanmaktadır.

- Burada ilk planda yapılması amaçlanan, bu soruna meşru kimlik ve hak talebi temelinde yeni bir tanım ve statü kazandırılmasıdır.

- Bugün Türkiye’nin karşısına çıkartılan güvenlik ve bölücülük sorunu, özü itibariyle bir demokratik hak talebi, bireysel özgürlük, çoğulcu demokrasi ve siyasal katılım sorunu değildir.

- Bu sorun, etnik bölünmeyi amaçlayan silahlı terör sorunudur.

- Türkiye’de farklı kökene mensup vatandaşlarımızın tümünü kapsayan bir sorun değil, tahrik ve terörün beslediği bir siyasi ayrılıkçılık sorunudur.

- Bölücü mihrakların nihai hedefi, Türk milletinin kardeşliği, devletin kuruluş esasları, siyasi yapısı ve ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüdür.

- Çok kültürlülük, mozaik edebiyatı, Anayasal vatandaşlık, demokratikleşmenin ve çağdaşlaşmanın gereği gibi klişeler, bu hain emellerin maskesi, bölücülük ticaretinin ambalajlarıdır.

- Bu gerçekler ortadayken, etnik bölücülük ve siyasi ayrılıkçılık sorununa, meşru bir kimlik, hak ve özgürlük sorunu etiketinin yapıştırılmasının yegane amacı, sorunun bu şekilde tanımından hareketle çözümü niteliği ve esaslarının da siyasi bir zemine oturtulmasıdır.

- Bugün yapılmak istenen, etnik bölücülüğün siyasi bir sorun olarak siyasi süreçlerle çözümü için uygun bir ortam yaratılması, bunun siyasi ve toplumsal altyapısının hazırlanmasıdır.

- Bu siyasi senaryonun sahneye konulması mümkün olabilirse, PKK’nın siyasi talepleri ve eylem planı, bu süreçte demokratik çözüm platformu haline getirilecektir.

  • Başbakan Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin böyle bir süreci başlatmaya hazır olduğunu gösteren işaretler, bu bakımdan ziyadesiyle endişe vericidir.

- Başbakan’ın teröristlere siyasi af için zaman ve zemin kollaması, terörü dışlayan ancak siyasi yollarla etnik bölücülük yapanlara meşruiyet kazandırma ve bu süreçte bir misyon yükleme anlamına gelecek fiil ve beyanları ve bu yöndeki seferberliğin merkezinde AKP’ye yakın çevrelerin bulunması bu sonuca varılmasını kaçınılmaz kılmaktadır.

- Bunun yanı sıra, Başbakan ve hükümetinin PKK terörüyle mücadelede, bu belayı tasfiye etmek hedefini küçülterek, fiili saldırıların durması ve etkisiz hale gelmesini esas alan bir perspektifi kendisine amaç edinmesi, bu konudaki endişeleri körükleyen diğer bir önemli etkendir.

- Nihayet, hükümet yetkililerinin terörle mücadele için gerekli olduğunu söyledikleri çok yönlü tedbirler manzumesi içinde siyasi boyutu ön plana çıkarmalarının ve zihinlerindeki siyasi tedbirlerin mahiyetine özenle açıklık getirmemelerinin, etnik bölücülüğün siyasi taleplerinin siyaset aracılığıyla karşılanacağı bir süreç başlatılacağını gösteren işaretler olduğu kabul edilmelidir.

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Başbakan’ın bu haklı ve meşru endişeleri dile getiren muhalefete karşı takındığı tavır ve sinirli tepkiler, bir çok bakımdan kapsamlı bir psikolojik tahlili gerektirecek nitelikte tecelli etmiştir.

Bu yönde bir siyasi pazarlık yapmadığını veya böyle telkinlere muhatap kalmadığını iddia eden Sayın Başbakan, bunu “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın bu kadar şerefsiz olamayacağı” sözleriyle izaha çalışmıştır.

Biz burada kendisiyle böyle bir zeminde polemiğe ve bir şeref derecesi ve derecelendirmesi tartışmasına girmeyi gereksiz addediyoruz.

  • Ancak kendisine şu hususları hatırlatmak isteriz:

- Bu yöndeki bilgilerin kaynağı, ABD resmi makamlarının basında yer alan beyanları ile yabancı medya kuruluşlarıdır.

- Ankara’daki ABD Büyükelçisinin etnik bölünme modellerinin masaya yatırıldığı kahvaltı sofralarına katılan, Başbakan’ın yakın çevresinde yer alan ve kendisine bu konularda akıl hocalığı yapan imtiyazlı AKP milletvekilleridir.

- Teröristlere siyasi af anlamına gelen vaatlerde bulunan, bu amaçla bir ileri, iki geri adım atsa dahi, af modellerini tartışmaya açan bizzat Sayın Başbakan’ın kendisidir.

- Son beş yıl boyunca Türk milli kimliğine karşı duyduğu alerjiyi saklamayan, Türk milletini etnik tasnife tabi tutma hastalığına yakalanan ve “Türkiyelilik” ve alt-üst kimlik hezeyanları peşinde koşan da Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olmuştur.

- Nihayet, etnik bölücülüğün siyasi amaç ve talepleriyle büyük ölçüde örtüşen bölücülük manifestosu niteliğindeki 1991 tarihli bir raporu hazırlatan, dönemin Refah Partisi İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Sayın Başbakan Erdoğan’a tavsiyemiz, bu gerçekler ışığında konuyu polemik üslubuyla saptırmaya kalkışmaması ve şeref temelinde bir tartışmaya girmeden önce çok iyi düşünmesidir.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

PKK’nın siyasallaşarak meşrulaşması ve etnik bölücülüğün siyasi zemin kazanması konuları 2008 yılında siyasi gündemimizin merkezindeki konumunu koruyacaktır.

Bu konularda yaşanacak gelişmelerin izleyeceği seyirde etkili ve belirleyici olacak unsurlar ana başlıklar itibariyle 7 noktada toplanmaktadır.

1. Kuzey Irak’a sınırötesi operasyon yetkisinin PKK terörünü tasfiye etmek amacına dönük olarak kullanılış şekli.

2. Siyasi süreç çabalarının alacağı mesafe ve AKP’nin bu konudaki hazırlık ve niyetlerinin bütün unsurlarıyla ortaya çıkması.

3. AKP’nin başlatacağı yeni Anayasa hazırlanması süreci ve bunun bölücü kimlik taleplerinin karşılanmasında araç olarak kullanılma şekli.

4. AKP hükümetinin kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimiyle ilişkileri, bu alanda yapılması planlanan açılımların niteliği ve zamanlaması.

5. Kerkük konusunda yaşanacak gelişmeler.

6. ABD ve AB’nin siyasi çözüm ve süreçler konusundaki yaklaşımının tezahür biçimleri ile ABD’de yapılacak Başkanlık seçimlerinin sonuçları.

7. 2009 yılında yapılacak mahalli idareler seçim süreci, AKP’nin iç dinamikleri ve bölgeye ilişkin seçim hesapları ve beklentileri.

  • Sayın Başbakan’ın ve hükümetinin siyasi çözüm vasıta ve süreçlerine angaje olup olmadığı, önümüzdeki dönemde yaşanacak gelişmelerle somut olarak anlaşılacaktır.

Bu çerçevede yeni Anayasa hazırlanması süreci özel bir önem taşımaktadır.

AKP’nin bu konudaki niyetleri, düşünceleri ve hesaplarının anlaşılması için objektif ölçü ve mihenk taşı niteliği taşıyan şu konulardaki gelişmelere ve atılacak adımlara bakılması gerekecektir.

- İlk bakılması gerekecek husus, AKP’nin hangi ad altında olursa olsun teröristlere af konusunda bir düzenlemeyle ortaya çıkıp çıkmayacağı veya mevcut düzenlemelerin uygulamada esnetilip esnetilmeyeceği olacaktır.

- İkinci husus ise, AKP’nin Anayasa taslağında “Türk” ve “Türklük” konularında yer alacak değişiklikler hakkındaki yaklaşımı ölçü olacaktır.

- Üçüncü husus, AKP’nin yeni Anayasa taslağı ile Türkçe’den başka dillerin resmi okullarda anadil olarak öğretilmesi konusunda nasıl bir metinle ortaya çıkacağıdır.

Türkçe’den başka dillerin resmi okullarda eğitim ve öğretiminin önünü açacak düzenlemelerin metinde yer alması halinde, PKK’nın siyasi eylem planında yer alan bu talebin karşılanması yolunda ilk adım atılmış olacaktır.

- AKP’nin Anayasa metninde yerel yönetimlere yetki devrinin kapsamı konusunda çizilecek çerçeve ve etnik bölücülerin özerk yönetim anlayışlarına hizmet edecek şekilde mahalli idarelere ve seçimlerle oluşan karar organlarına üniter devlet esası bakımından tartışmalı yetkiler verilip verilmediği de üzerinde dikkatle durulacak bir diğer husustur.

- Son olarak, Anayasa’da yapılacak ince ayar niteliğindeki değişikliklerle etnik temelde kolektif kültürel hakların düzenlenmesi bakımından anayasal bir zemin oluşturulup oluşturulmadığı da yakından izlenecek bir temel konu olacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Türk toplumunu etnik bölücülük gündeminin hayata geçirilmesi fikrine alıştırmaya, bu yöndeki çabaları kanıksamasını sağlamaya yönelik toz-duman bulutu ve sisli ve puslu hava, yaşanacak bu gelişmelerle dağılacak ve gerçek niyetler, hazırlıklar ve tasarımlar yavaş yavaş gün ışığına çıkacaktır.

Böyle bir ortamda resimli bilmecenin parçaları bir bir yerine oturacak ve tezgahlanan büyük ihanet senaryosunun yazarları, aktörleri, taşeronları, destekçileri ve figüranlarının siluetleri bütün çirkinliğiyle görülecektir.

Bizim bütün temennimiz, Sayın Başbakan’ın bu gaflet sürüklenişinden kendisini biran önce kurtarması ve Türkiye’de bir iç çatışma ortamı yaratmayı amaçlayan hain tahriklerin amaçlarına hizmet edecek siyasi hesapların aleti olmamasıdır.

Böyle bir gafletin şeref ve onuru gibi ucuz polemiklerle geçiştirilemeyeceği ortadadır.

Türkiye böyle bir kavşak noktasına sürüklenirse, Türk milliyetçileri Türkiye’nin sahipsiz olmadığını göstermeye ve bu ihanet ortaklığıyla demokratik zeminlerde hesaplaşmaya hazır ve kararlıdır.

Türk milletinin milli bilincinin körelmediğini ve var olma azim ve iradesinin kırılmadığını bu bölücü suikast senaryolarının içinde yer alan herkes yaşayarak görecek ve çok açık biçimde anlayacaktır.

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, şükranlarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı