04.03.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
4 Mart 2008

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Muhterem Temsilcileri,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bugünkü Meclis Grup toplantımızı Kuzey Irak’a yapılan kara harekâtında toprağa düşerek şehitlik mertebesine ulaşan 24 silahlı kuvvetler mensubumuza ve 3 geçici köy korucumuza Yüce Allah’tan bir kere daha rahmet dileyerek açmayı ve Türk milletinin kalbinde ebediyen yaşayacak bu asil ve kahraman evlatlarımızın aziz hatıraları önünde minnet ve şükranla eğileceğimiz saygı duruşuyla bitirmeyi öngörüyordum.

Grup toplantımızı güncel konulara girmeyerek, sonsuza kadar unutmayacağımız bu şerefli çocuklarımızın anısına ithaf etmenin ve cennet mekanlarına dualarımızı göndererek kapatmanın, içinden geçtiğimiz şartlarda tazim görevimizin bir gereği olacağını düşünüyordum.

Ancak, son birkaç gün içinde gelişen olaylar bu çerçevenin dışına çıkılmasını zaruri hale getirmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 21 Şubat 2008 günü başlayan Kuzey Irak’a sınırötesi harekâtının seyri, sona erdirilme zamanı ve şekli ile bu konuda Türkiye’nin maruz kaldığı dış baskılar, siyasi gündemin en önemli meselesi olarak son günlerde kamuoyunda her yönüyle tartışılmaktadır.

Bu süreçte yaşanan gelişmelerin ve bunların izaha muhtaç bazı yönlerinin Türk milletinde haklı endişe, kuşku ve tereddütlerin doğmasına yol açtığı bir gerçektir.

Bu konuda yapılan resmi açıklamaların ve kamuoyuna verilen bilgilerin, oluşan bu endişeleri gidermede yeterli olduğunu söylemek maalesef mümkün değildir.

Sayın Başbakan’ın bu süreçte sergilediği siyasi eziklik ve tutarsızlık, devlet katında ortaya çıkan iletişim, uyum sorunları ile yaşanan kopukluk ve bilinen bazı çevrelerin taşeronluğunda siyasi çözüm senaryolarının piyasaya sürülmesi çabalarının hız kazanması, Türkiye’nin çok ağır sonuçları olacak bir yola sürüklendiğine işaret etmektedir.

Bu durum karşısında, bu konulardaki tespit ve görüşlerimizi aziz milletimizle paylaşmak ve önümüzdeki tuzaklarla dolu döneme ilişkin değerlendirmemizi bütün çıplaklığıyla ortaya koymak istiyorum.

Değerli Milletvekilleri,

21 Şubat 2008 günü başlayan Kuzey Irak’a sınırötesi harekat, Türk milleti tarafından heyecan ve gururla karşılanmış ve Türkiye’ye büyük acılar çektiren kanlı terörün belinin kırılacağı yolunda büyük ümit ve beklentiler yaratmıştır.

Resmi makamların, içinin doldurulamadığı sonradan anlaşılan hamasi ve afaki beyanları, sözde kararlılık gösterileri ile harekatın basın ve yayın organlarında ele alınış biçimi, kamuoyunda yüksek bir beklenti ortamı oluşmasına ilave katkılarda bulunmuştur.

Böyle bir ortamda, sınırötesi askeri harekâta sekizinci gününde ansızın son verilmesi ve Türk birliklerinin geri çekilmesinin 29 Şubat sabahı itibariyle tamamlandığının izahı ve anlaşılması zor bir kargaşa süreci sonunda gecikmeli olarak kamuoyuna duyurulması, Türk milletine derin bir şaşkınlık, teessür ve hayal kırıklığı yaşatmıştır.

Bu sürecin son aşamasında devlet organları arasında çok ciddi bir uyum, koordinasyon ve bilgilendirme sorunu ortaya çıkmış, ilgili kurumlar birbirinden kopuk bir şekilde ya sessizlik içine girmişler, ya da çelişkili tutumlar sergilemişlerdir.

Son günlerin modası olan deyimiyle “kaos” şartları, sınır ötesi harekatın sona erdirilmesi sürecinde devletin zirvesinde yaşanmıştır.

AKP hükümeti bu süreci yönetmede sergilediği şaşkınlık, beceriksizlik ve ciddiyetsizlikle, devletin itibarının yara almasının en büyük sorumlusu olmuştur.

Sayın Başbakan’ın sonradan giriştiği tevil çabaları ve kamuoyunu yatıştırmak için başlattığı yönlendirme kampanyaları, bu acı gerçeği değiştiremeyecek, AKP hükümetini devletin itibarının aşınmasına ve inandırıcılığının sorgulanmasına yol açma vebalinden kurtarmaya yetmeyecektir.

Değerli Arkadaşlarım,

Son askeri harekatı ve terörle mücadelede bugün gelinen noktayı doğru değerlendirmek için, son beş yıllık sürecin kısaca hatırlanması yerinde olacaktır.

  • Türkiye 2003 yılından başlayarak Kuzey Irak kaynaklı ağır bir terör tehdidine maruz kalmış, Kuzey Irak toprakları Türkiye’ye karşı bir saldırı üssü olarak kullanılmıştır.
  • AKP hükümeti bu süre içinde Kuzey Irak’ta yuvalanan terör unsurlarına karşı hiçbir müdahalede bulunmamış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iznini gerektirmeyen hava harekatı için bile beş yıl beklemiştir.
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sınırötesi askeri müdahale konusunda 17 Ekim 2007 tarihinde verdiği izin sonrası dönemde, 16 Aralık 2007 tarihinde başlayarak Kuzey Irak’taki nokta hedeflerine sınırlı hava harekatları yapılmasıyla yetinilmiştir.
  • Bu bölgeden kaynaklanan terör tehdidi ile etkili bir mücadele için mutlak anlamda gerekli olan sınırötesi kara harekatı ise, ancak 21 Şubat 2008 tarihinde icra edilmiştir.
  • Sayın Başbakan’ın terörle mücadelede çok önemli bir aşamaya geçiş ve terörü temizlik harekâtı olarak tanımladığı kara operasyonu, kamuoyunda yaratılan beklentilerin aksine çok kısa sürmüş ve Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 29 Şubat 2008 sabahı itibariyle bölgeden çekilerek Türkiye’deki üs bölgelerine döndükleri açıklanmıştır.
  • Kuzey Irak’ta Barzani ve Peşmerge gruplarının himayesinde yuvalanan PKK’lı terörist sayısının 3000 ile 3500 olduğu resmi açıklamalardan bilinmektedir.

Bu terör unsurları Türk-Irak sınırı boyunca kamp bölgeleri ve yerleşim birimlerinde barınmaktadır.

Bunların önemli bir bölümü Barzani’nin Peşmergeleriyle iç içe yaşamaktadır.

  • Son kara harekâtında, terör yuvalarından sadece bir tanesi olan ve Türk sınırına çok yakın bir bölgede bulunan Zap kampı hedef alınmıştır.

- Harekatta tank, zırhlı ve tekerlekli personel taşıyıcı araç kullanılmamıştır.

- Bölgedeki 300 teröristin 240’ının etkisiz hale getirildiği ve esasen daha önce de hava operasyonlarının hedefi olmuş bulunan bu bölgedeki 585 sığınak, tesis ve askeri hedefin kısmen yada tamamen tahrip edildiği açıklanmıştır.

- Ağır kış şartlarında icra edilen harekat, bu sınırlı hedeflere ulaşıldığının değerlendirilmesi üzerine sona erdirilmiş ve Türk birlikleri bölgeden bütünüyle çekilmiştir.

  • 17 Ekim tezkeresini izleyen dört buçuk aylık süre içinde yapılan beş hava harekâtı ve son kara operasyonu sonrası gelinen nokta ana hatlarıyla bu olmuştur.

Bu konudaki değerlendirmemize geçmeden önce, sınırötesi operasyonda görev alan ve kendilerine verilen hedefler doğrultusunda görevlerini başarıyla icra eden Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına bir kere daha şükranlarımızı sunuyor, sergiledikleri üstün başarı, feragat ve fedakârlıktan dolayı kendilerini kutluyorum.

Şehit evlatlarımızı bir kere daha rahmetle yad ediyorum. Harekatta yaralanan evlatlarımıza da acil şifalar diliyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi, terörle topyekün mücadelede, arkasında inandırıcı bir askeri güç ve siyasi irade olan, çok yönlü bir caydırıcılık stratejisinin kararlılıkla ve kesintisiz olarak uygulanmasının kaçınılmaz olduğuna inanmaktadır.

  • Ancak, AKP hükümeti son beş yıl içinde terörle mücadelede acz ve zafiyet içinde olmuştur. Hükümetin bu konudaki temel ve kronik sorunları;

- Gerekli siyasi kararlılığa ve tutarlı bir stratejiye sahip olmaması,

- Dış baskı ve dayatmalara açık bir teslimiyet anlayışına mahkûm bulunması ve

- İç politika hesaplarını, terörle mücadelenin vazgeçilmez gereklerinin önüne geçirme zafiyeti ile malul olması noktalarında toplanmaktadır.

Hükümetin bu sorunlarının bugün de büyük ölçüde sürdüğü maalesef bir gerçek olarak karşımızdadır.

  • 17 Ekim tezkeresiyle Meclis’ten alınan askeri müdahale yetkisinin amacı, Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi olarak belirlenmiştir.

- Ancak, aradan geçen dörtbuçuk aylık sürede bu yetkinin kullanılış biçimi ve kapsamı, AKP hükümetinin Kuzey Irak’taki terör varlığının kesin ve kalıcı olarak tasfiye edilmesini siyasi amaç olmaktan çıkardığını göstermektedir.

- PKK’nın gerçek anlamda tasfiye edilerek bölgeden sökülüp atılması hedefinden uzaklaşan AKP hükümeti, mevzi ve kısmi tedbirlerle yetinmeyi yeni bir küçük hedef olarak benimsemiştir.

- Bu çerçevede, fiili saldırıların durdurulması, terör örgütünün siyasi yollarla tecrit edilmesi ve geçici bir süre etkisiz hale getirilerek eylem potansiyelinin asgari düzeye indirilmesi amaçlanmaktadır.

  • Son kara harekatının da esas itibariyle bu çerçevede değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Bununla birlikte, AKP hükümeti döneminde icra edilen bu ilk sınırötesi kara harekatı, gecikmiş bir adım sayılsa bile yine de gerekli ve önemli bir aşama olmuştur.

- Ancak, süresi, harekât alanı, birlik sayısı ve yapısı ve askeri hedefleri bakımından sınırlı kalan bu müdahalenin, terörü tasfiye amacı bakımından kalıcı sonuç alınmasında yetersiz olduğu açıktır.

- Nokta hedeflere yönelik hava harekâtları sonrası, askeri hedefleri hükümetin siyasi direktifi doğrultusunda çok sınırlı bir çerçevede belirlenen kara operasyonunun, PKK’nın bu bölgeden geriye dönüşü olmayacak şekilde sökülüp atılması için gerekli geniş çapta bir imha harekâtı olmadığı ortadadır.

- Harekatın, hükümetin verdiği siyasi direktifteki siyasi amaçlarının, geçici ve önleyici güvenlik önlemleri alınmasının ötesine geçmediği anlaşılmaktadır.

  • PKK’nın tasfiyesi hedefine ulaşılması için, olmazsa olmaz üç temel şart bulunduğu herkesin malumudur:

- Bunlardan birincisi, Kuzey Irak’taki terör yuvalarına yönelik kapsamlı bir temizlik ve imha harekatı yapılması ve Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının bölgede geçici bir süre konuşlandırılarak bir güvenlik kuşağı oluşturulmasıdır.

- İkinci şart ise, Barzani ve Peşmerge güçlerinin PKK’ya sağladığı açık veya örtülü himaye ve desteği kesmesidir.

- ABD’nin sınırlı istihbarat paylaşımın ötesinde, Türkiye’ye bu konuda siyasi ve askeri destek vermesi de üçüncü şarttır.

Son gelişmelere bakıldığında, bu şartların gerçekleşmediği görülecektir.

  • Kuzey Irak’taki teröristlerin Türkiye’ye sızmadan önce toplandıkları Zap bölgesine sınırlı bir müdahalede bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri, bu sınırlı hedeflere ulaşıldığının değerlendirilmesi sonucu bütünüyle Türkiye içine çekilmiştir.

- Irak toprakları içinde teröristlerin Türkiye’ye sızma koridorlarında önceden planlanmış güvenlik düzenlemeleri alınmamış, bölgenin geçici bir süre kontrolü için askeri mevcudiyet bırakılmamıştır.

  • Barzani’nin PKK’ya olan desteğine gelince, bu konuda bir tutum değişikliği içine girildiğini gösteren hiçbir işaret bulunmamaktadır.

- PKK’ya karşı en ağır nitelendirmesi “başağrısı” olan Bölgesel Yönetim hala PKK’yı terör örgütü olarak görmemekte ve sorunun Türkiye tarafından siyasi açılımlarla çözülmesinin tek çıkar yol olduğunu söyleyebilmektedir.

- Bunun yanı sıra, 3000 civarındaki PKK militanı Barzani’nin bilgisi ve himayesi altında Kuzey Irak’taki meskun bölgelerde barınmakta olup Kandil dağına ulaşım yollarını kesmek konusunda bile bugüne kadar göstermelik de olsa hiçbir ciddi tedbir alınmamıştır.

- PKK militanlarının bir kısmının da peşmerge özel kuvvetleri bünyesinde resmi üniformayla görev yaptıkları da bilinen bir gerçektir.

- Bununla da yetinmeyen Barzani, sınırötesi operasyonu Türk Silahlı kuvvetlerinin saldırısı olarak nitelendirmiş ve bunu bahane ederek 1997 yılından beri özel bir düzenleme ile Kuzey Irak’ta bulunan 1200 civarındaki Türk Özel Kuvvetler unsurlarının bölgeden çıkartılması için resmi girişim başlatmıştır.

Bu birliklerimizin kara harekatının başlangıcında teröristlerin kaçış yollarını kapamak için konuş bölgelerinden çıkmaları üzerine önlerinin peşmergeler tarafından kesildiği, bölgeye ilave Barzani güçlerinin sevkedildiği ve özel kuvvetlerimizin “peşmergeler eşliğinde kendi alanlarına geri götürüldüğü” Barzani sözcülerince açıklanmıştır.

  • Bu gerçekler ortadayken, Sayın Başbakan’ın “terörle mücadele sürecini Irak’la istişare halinde sürdürdüklerini söylemesi ve Irak yönetiminin sergilediği dirayetli ve işbirliğine açık tutumu takdire şayan” bulması, en hafif tabiriyle ibret verici bir siyasi aymazlık ve körlüktür.

Kara harekâtı öncesi Barzani’ye bunun kapsamı ve süresinin sınırlı olacağı yolunda teminat vermek için adeta çırpınan ve operasyon sürerken Talabani’ye özel temsilciler göndererek mahiyeti kamuoyuna açıklanmayan siyasi bağlantılar kuran AKP hükümeti, Türkiye’nin milli güvenliğini tehlikeye atacak çok tehlikeli oyun ve tezgâhlar içine girmiştir.

Sayın Başbakan ne kadar inkâra yeltense de, gerçekler önümüzdeki dönemde bir bir ortaya çıkacaktır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

  • ABD’nin PKK terörüyle mücadele konusundaki istekliliği ve Türkiye’ye verdiği destek hakkında da şu hususlar önemle kaydedilmelidir:

- Amerika Birleşik Devletleri’nin terörle mücadele konusunda Türkiye’ye verdiği sınırlı desteğin niteliği ve amacı ile bu konuda ilerletmeye çalıştığı siyasi projeye dayanan düşünceleri giderek belirgin hale gelmektedir.

- Kuzey Irak’taki PKK varlığı karşısında son beş yıl boyunca sessiz ve hareketsiz kalan ABD, son dönemde Türkiye ile istihbarat paylaşımı konusunda sınırlı bir işbirliği içine girmiştir.

- 17 Ekim tezkeresi sonrasında Kuzey Irak’a yapılan hava müdahalesi ile son kara harekatında bu istihbaratın önemli bir rol oynadığı resmi açıklamalardan anlaşılmaktadır.

  • Son kara harekatının, süre, bölge ve askeri hedefler bakımından ABD’nin izin verdiği ölçüde yapıldığını gösteren işaretler, ABD’nin harekatın ilk günlerinden başlayarak ortaya koyduğu tutum, bu konudaki niyetlerini göstermek açısından esef ve endişe verici gelişmeler olmuştur.

- PKK’yı Türkiye ve ABD’nin ortak düşmanı ilan eden Başkan Bush, bunun kağıt üzerinde ve sözde kaldığını gösterecek şekilde, ortak düşmanın tasfiyesini ortak hedef olarak görmediğini ortaya koyan beyanlarda bulunmuş ve kara harekatına biran önce son verilmesi için AKP hükümeti üzerinde aleni baskı uygulamıştır.

- İlk önce ABD Savunma Bakanı, 27 Şubat günü Türkiye ziyareti öncesinde Avustralya ve Hindistan’dan basın aracılığıyla Türkiye’ye harekatın vadesi hakkında ikaz ve ihtarda bulunmuştur.

- Başkan Bush, ertesi gün çok kaba ifadelerle Türkiye’nin “Kürdistan” olarak atıfta bulunduğu bölgeden “mümkün olacak en kısa zamanda çıkıp gitmesi” gerektiğine dair ültimatom vermiştir.

- Bu aşağılayıcı tebligatlar, ABD’nin kafasının gerisindeki düşünce ve niyetleri tereddüde mahal bırakmayacak biçimde ortaya koymuştur.

- ABD’nin Kuzey Irak’ın istikrarının etkilenmemesi bahanesiyle terörle mücadelede Türkiye’nin önünü kesecek kırmızı çizgiler çıkarması, bu konuda “tavşana kaç, tazıya tut” siyaseti izlediklerini bir kere daha göstermiştir.

- PKK terör örgütünün yuvalandığı ve Türkiye’ye karşı bir saldırı cephesi olarak kullandığı bölge, Başkan Bush’a göre istikrarlı bir bölge sayılmaktadır. Buna karşılık Türkiye’nin terörle mücadele için aldığı meşru tedbirler, ABD’nin dostu ve PKK’nın hamisi Barzani’nin kukla bölgesel yönetiminin istikrarını tehdit edecek hareketler olarak görülmektedir.

  • Kara operasyonunun bitiriliş zamanlaması ve birliklerimizin geri çekilme takviminde, ABD’nin bu baskı ve dayatmalarının etkisinin bundan sonra da çok tartışılacağı muhakkaktır.

- ABD Savunma Bakanı’nın Türkiye ziyareti sırasında AKP hükümetinin Milli Savunma Bakanı’nın “operasyonun hedeflere ulaşarak bir daha bölgeye girilmesine gerek kalmayıncaya kadar süreceğini” söylediği basına yansımıştır.

Eğer, AKP’li Bakanın sözlerine itibar edilecekse, Zap bölgesinin bir daha müdahale amacıyla bölgeye girilmesine gerek kalmayacak şekilde terör unsurlarından kalıcı biçimde temizlendiği sonucuna varılacaktır.

- Bunun yanı sıra, AKP yetkililerinin ABD’ye “Afganistan’da terörle yıllarca mücadele ettiğini hatırlattığı”, “çekilme takvimi vermeyiz, işimiz bittiğinde döneriz” diyerek meydan okudukları ve “en kısa sürenin bir gün ile bir yıl arasında değişeceği yolunda en üst askeri düzeyde yapılan yorumlar” Türk basınında “ABD’ye rest çekildi” başlıklarıyla manşetlere taşınmıştır.

Bütün bunlara rağmen harekâtın icra edildiği sınır bölgesinde ve çeşitli merkezlerde, PKK maşası etnik bölücülerin canlı kalkan eylemleri ve operasyonu protesto gösterilerinin sürdüğü bir zamanda, Türk birliklerinin aniden çekilmeleri, Türk milletinin hayal kırıklığını, şaşkınlığını ve üzüntüsünü derinleştiren beklenmedik bir gelişme olmuştur.

- “Türk silahlı kuvvetlerinin hedefi Kandil” manşetlerinin atıldığı, “Hakurk ve Haftanin kamplarına girilmek üzere olunduğu” yayınlarının yapıldığı, bu yöndeki beklentilerin medya yoluyla körüklendiği ve siyasi, askeri yetkililerin bunu düzeltecek bir tutum almadığı bir ortamda, böyle bir ani çekilmenin Türk kamuoyunda haklı olarak doğurduğu bu duyguların yadırganmasının hiçbir meşru gerekçesi bulunamayacaktır.

  • Bu konuda şu gerçeklerin kayda geçirilmesi yerinde olacaktır.

- Geri çekilmenin ABD Dışişleri Bakanı’nın Hindistan’dan verdiği ihtardan hemen sonra başladığı ve konuk Bakan ABD’ye dönüş yolundayken tamamlandığı anlaşılmıştır.

- Türk kamuoyu çekilmenin başladığını ve tamamlandığını ilk defa PKK’nın koruyucusu Barzani sözcülerinin açıklamalarından öğrenmiştir.

- Bu konuda 29 Şubat günü tam bir kaos yaşanmış, Türk milleti uzun süre karanlıkta bırakılmış ve resmi açıklama Barzani kaynaklarının beyanlarından çok sonra yapılabilmiştir.

- Askeri harekâtın hedeflerinin hükümetin verdiği siyasi direktif doğrultusunda belirlenmesi, güç projeksiyonu ve harekat süresinin de bunun ışığında tespit edilmesi, bu konudaki sürecin doğal bir icabıdır.

AKP hükümetinin terörle mücadeleden beklenen siyasi amaçları böylesine dar bir çerçevede belirlediği, Türk Silahlı Kuvvetlerinin de buna uygun olarak sınırlı hedeflere kısa süreli bir harekât icra ettiği anlaşılmaktadır.

Eğer durum böyleyse, bu gerçeklerin açıkça ortaya konulması herkes için sorumluluk icabı olarak görülmelidir.

- Bunun yanı sıra, harekâtın bitiriliş şekli ile bu süreçte maruz kalınan dış baskıların geri çekilme kararında etkili olup olmadığına yönelik tartışmalarda, yukarıdaki gerçeklerin bütünüyle göz ardı edilmesini ve bütün bunların normal, doğal ve tesadüf sayılmasını beklemek de mümkün değildir.

- PKK’nın en büyük destekçisi Barzani’nin ve teröristlerle iç içe yaşayan Peşmergelerin, 27 Şubat’ta başlayan geri çekilme sürecinin bütün safhalarını yakından izledikleri düşünülürse, Türk kamuoyunun bunu iki gün geçtikten sonra, üstelik Barzani sözcülerinin beyanlarıyla öğrenmesinin salt güvenlik nedenleriyle izah edilmesinin tatmin edici olmayacağını da buradan belirtmek isterim.

  • Bu konuyu kapatmadan önce önemli gördüğümüz bir hususu daha dikkatlerinize getirmek istiyorum.

Türk silahlı kuvvetlerinin Kuzey Irak’ta icra ettiği hava harekâtları ve son kara operasyonu hakkında Genelkurmay Başkanlığımız tarafından kamuoyu sürekli bilgilendirilmiş ve tahrip edilen hedefler hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir.

Bu konuda yapılan basın açıklamalarında etkisiz hale getirilen hedeflere ilişkin olarak, PKK terör örgütünün gerilla statüsüne sokulduğu çağrışımını yapacak ve uluslararası savaş hukukunda bu yönde karşılığı olan terim ve sıfatlara yer verildiği görülmektedir.

Bu çerçevede, “komuta merkezi”, “muhabere ve lojistik tesisi” ve “mürettebatı olan uçaksavar mevzii” gibi terimlerin teröristlere savaş hukuku kapsamında “savaşan taraf” statüsü atfedecek nitelikte olduğunu düşünmekteyiz.

Düzenli bir muharip güç için kullanılması doğal olan bu nitelendirme ve atıfların, terör örgütünün hak etmediği bir imaj ve prestij kazanmasına ve kendisine büyük bir güç vehmedilmesine hizmet edebileceğinin bu kapsamda hatırda tutulması da yerinde olacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’ye sınırlı bir çerçevede istihbarat desteği verirken, terörün temizlenmesi için gerekli çapta kara harekatının önüne setler çeken ABD’nin, sorunun çözümünü Barzani’nin istediği yönde Türkiye içinde başlatılacak siyasi çözüm süreçlerine yönlendirme çabası içinde olduğu bütün açıklığıyla ortaya çıkmıştır.

Herkes artık bu gerçekleri görmeli ve oynanan sinsi oyunun adını doğru koymalıdır.

ABD, bu anlamda Türkiye’yi “ölümü göstererek sıtmaya razı etmeye” çalışmaktadır.

  • Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde ve terörle mücadelede bir milat olduğu söylenen 5 Kasım 2007 Beyaz Saray görüşmesi, aslında Türkiye’nin siyasi çözüm sürecine çekilmesi yönünde bir dönüm noktası olarak kabul edilmelidir.

- Son dönemde yaşananlar, Sayın Başbakan’ın Başkan Bush’la yaptığı 5 Kasım görüşmesinde, PKK sorununun siyasi çözüm boyutunu da içeren genişletilmiş bir çerçevede ele alındığını ve Başbakan Erdoğan’ın bu konuda bazı sözler verdiğini teyit etmektedir.

- Bu görüşme sonrası ABD yetkililerinin sürekli olarak, askeri operasyonların terörü bitirmek için yeterli olmayacağına, bu konuda Türkiye’nin siyasi adımlar atması gerektiğine vurgu yapmaları bu bakımdan tesadüf olarak görülemeyecektir.

- Nitekim ABD Savunma Bakanı da son ziyaretinde siyasi programla desteklenen siyasi açılımlara ihtiyaç bulunduğunu özel olarak ön plana çıkarmıştır.

Amerikalı Bakan’ın Türkiye ziyareti sonrası ülkesine dönerken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamalar, AKP hükümetinin ABD’ye bu konuda açık güvence verdiğini ortaya koymuştur.

  • Türkiye’ye gelmeden Irak’tan biran önce çıkılması için tebligatta bulunan Savunma Bakanı, Türkiye’de yetkililerle yaptığı görüşmelerin sonuçlarını, dönüş yolculuğunda Amerikalı basın mensuplarına şu sözlerle aktarmıştır:

- “Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, askeri olmayan alanlardaki bazı girişimlerini özel olarak bana aktardılar.

- Kaygıları, askeri operasyonlardan taviz vermeden, bu girişimlerin ne kadarını Türk kamuoyuna açıklayacaklarına ilişkin dengeyi bulmaktır.

- Türk yetkilileri Irak’lılarla da temas kurdular. Başbakan’ın özel temsilcisi Bağdat’a gitti. Bu durumda sürecin o kısmına da başladıklarını düşünüyorum.”

  • Amerikalı Bakan’ın Türk basınına da yansıyan bu sözlerinin anlamı açıktır:

- Türk hükümeti terör ve etnik bölücülük sorunu için iç ve dış boyutları olan bir sürece angaje olmuştur ve bunu ABD ile görüşmektedir.

- Bu çerçevede Türkiye içinde bazı siyasi açılımlarda bulunmaya hazırlanmakta ve bunu hayata geçirmek için uygun bir ortamın oluşmasını beklemektedir.

- Türkiye’nin içindeki siyasi çözüm sürecinin yanı sıra, Barzani ile yeni bir siyasi pazarlık süreci başlatılması için ilk adımlar da atılmıştır.

  • 5 Kasım Beyaz Saray Zirvesinin hangi anlamda milat olduğu şimdi daha iyi anlaşılmakta, taşlar yerine oturarak resmin bütünü yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır.

ABD ile siyasi çözüm konusunda pazarlık yapılmadığını bugüne kadar sürekli iddia eden, bu konuda bir onur polemiği başlatan ve son olarak “sağır duymaz, uydurur” gibi hafif sözlerin arkasına sığınarak kendini aklamaya çalışan Başbakan Erdoğan’ın bu beyanlar karşısında ne söyleyeceğini Türk milleti merak etmektedir.

AKP’nin mumu bu konuda da yassıya kadar yanmış, Başbakan Erdoğan’ın maskesi bir kere daha düşmüştür.

  • Sayın Başbakan ve hükümeti:

- Terörden beslenen etnik bölücülük sorununun iç boyutunun çözümünü, PKK’nın siyasi talepleri doğrultusunda siyasi bir süreç başlatılmasına bağlamış,

- ABD ve AB’nin desteği ve Barzani’nin katkısıyla hayata geçirmeyi amaçladığı bu projenin dış boyutu için Barzani’nin emellerine hizmet edecek bir siyasi yakınlaşma sürecine angaje olmuştur.

Şeref derecesi tartışmaları, tevil ve tahrif çabaları bu gerçekleri değiştiremeyecek, Türk milleti Türkiye’nin önüne kurulan tuzakları er ya da geç mutlaka görecektir.

Sayın Milletvekilleri,

Değerli Basın Mensupları,

Sınırötesi kara harekatının icra edildiği dönemde Türkiye’deki bazı çevrelerin “askeri operasyonların çözüm olamayacağını”, “siyasi açılım yapılması için şartların olgunlaştığını” söyleyerek siyasi çözüm işportacılığına soyunmaları, önümüzdeki süreçte Türkiye’yi hangi tehlikelerin beklediğini göstermesi bakımından üzerinde önemle durulması gereken bir olgudur.

PKK’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki uzantıları ve sözcüleri ile bu konuda amaç birliği içinde olan bu çevrelerin, demokratikleşme maskesi altında PKK’nın siyasi taleplerinin pazarlamacılığını yaparak Avrupalı ve demokrat kimliklerini ispat çabası içine girmeleri, her şeyden önce kendileri bakımından bir zûldür.

Türkiye’nin terörle mücadelede askeri yollarla sonuç alınamayacağının tecrübeyle sabit olduğunu iddia eden bu çevrelerin, askeri operasyonların kısa sürede bitirilerek siyasi operasyon aşamasına geçilmesini savunmalarındaki amaçlarının, Türkiye’nin milli kimliği, milli birliği ve üniter devlet yapısı üzerinde operasyon yapılması olduğu artık anlaşılmalıdır.

Askeri operasyonların devamına ve PKK ile silahlı mücadeleye karşı çıkarak, siyasi çözüm çığırtkanlığı yapanlarla, Üniversitelerde başörtüsü yasağının kalkmasına karşı çıkan ve bunun Türkiye’nin önemli bir sorunu olmadığını söyleyenlerin büyük ölçüde aynı çevreler olması, üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir ibret vesilesidir.

Başörtüsü sorununun çözüm süreci için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ortaya çıkan iradesini “siyasi kaos’a davetiye çıkartmak” olarak değerlendiren bu odakların, Türkiye’nin bölünmesi süreçlerinin başlatılmasının iç çatışma daveti olacağını hala anlayamamaları, bunu demokratikleşme ve Batı medeniyeti ölçüsü olarak görmeleri, nereden bakılırsa bakılsın anlaşılmaz bir garabet ve affedilmez bir gaflettir.

Türk milleti bu gaflet yolcularının niyetlerini ve peşinden koştukları amaçları çok iyi anlamalıdır ve bu konuda milli hafızaya gereken kaydı düşmelidir.

  • AKP hükümeti, başörtüsü konusunda aralarına geçici ve taktik bir soğukluk giren bu çevrelerle yeniden nikâh tazeleyerek, PKK’nın siyasi gündemine dayanan siyasi açılım sürecini kademeli olarak hayata geçirmeye hazırlanmaktadır.

- Sayın Başbakan’ın dile getirdiği PKK’nın silahsızlandırılması kavramının bu süreçte kilit bir rol oynamasının beklendiği anlaşılmaktadır.

- Bu kavram, ilk defa 5 Kasım 2007 Erdoğan-Bush görüşmesi sonrası Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı siyasi çözüm raporlarıyla gündeme getirilmiştir.

Başbakan’ın da şimdi sahip çıktığı bu kavram, PKK teröristlerine genel siyasi af ve siyaset yolunun açılmasını, bu suretle silah bırakarak eylemlere ara vermelerinin sağlanmasını amaçlamaktadır.

- Silahsızlandırma aşamasını takiben AKP hükümeti, PKK’nın taleplerini karşılayacak bir siyasi açılım paketini peyderpey uygulamaya sokmayı öngörmektedir.

- Böylece başlatılacak siyasi pazarlık süreci sonunda, demokratik siyasi çözüm adı verilen ve isim babalığı konusunda İmralı canisi ile Sayın Başbakan arasında rekabet yaşanan Siyasi Yıkım Projesi bütün unsurlarıyla hayata geçirilecektir.

- Türk milleti ve milli kimlik kavramlarının yeniden tanımlanarak farklı etnik kimliklerin kurucu kimlikler olarak Anayasa teminatı altına alınması; Kürtçe’nin eğitim ve siyasi iletişim dili olarak resmen kabulü ve Türkiye’nin üniter siyasi yapısının “özerk bölge-eyalet sistemi” temelinde yıkımının alt yapısının hazırlanması, bu ihanet projesinin temel ayakları olarak belirlenmiştir.

  • Bu şablon, Türkiye’deki Brüksel ve Erbil lobilerinin, İmralı canisinin, PKK’nın ve Türkiye Büyük Millet Meclisindeki maşalarının Türkiye’ye dayatmak istedikleri siyasi çözüm reçetesidir.

- Başbakan Erdoğan’ın dalgalı siyasi geçmişi, bu konulardaki beyanları ve son olarak hazırlattığı yeni Anayasa taslağında yer alan bu yöndeki hükümler, AKP’nin siyasi perspektifinin de bu amaçlarla örtüşen bir çizgide geliştiğini göstermektedir.

- PKK’nın ve etnik bölücülerin bu yöndeki taleplerinin hiçbir şart altında gerçekleşmeyeceğini, buna tamamıyla karşı bulunduklarını bugüne kadar kesin ifadelerle açıklamayan Sayın Başbakan, bu tutumuyla bu odakların ümit ve cesaret kaynağını olmuştur.

  • Şimdi buradan Sayın Başbakan’a seslenmek ve çok samimi bir çağrıda bulunmak istiyorum:

- Sayın Başbakan, bu ülke hepimizindir.

- Türkiye’nin milli birliğini, milli devlet niteliğini ve üniter siyasi yapısını korumak ve güçlendirmek hepimizin ortak görevi ve sorumluluğudur.

- Zaman zaman tek millet, tek devlet, tek vatan ve tek bayrak kavramlarını klişe sloganlar olarak dile getiriyorsunuz.

- Ancak, gelin bu kavramların somut içeriğinin ve bunların vazgeçilmez gereklerinin ne olduğunu, sık sık tekrarladığınız “terörle mücadelenin siyasi boyutundan” ne anladığınızı açık ve dürüst olarak ortaya koyun. ve Türk milletinin karşısına çıkarak PKK’nın ve etnik bölücülerin bu taleplerine karşı olduğunuzu ve bu emellere hiçbir şart altında geçit verilmeyeceğini açıkça ilan edin.

- Eğer bunu yaparsanız üzerinizdeki büyük bir şaibeyi ortadan kaldırmış olacaksınız.

- Sayın Başbakan, eğer niyetleriniz halisane ise, gelin bu cesareti, dirayeti ve basireti gösterin ve Türkiye’nin bir felakete sürüklenmesinin sorumlusu olma vebalinden kurtulun.

Değerli Milletvekilleri,

Sözlerime son vermeden önce Gazze’de yaşanan insanlık trajedisindeki son gelişmelere değinmek istiyorum.

İsrail’in Gazze şeridindeki yönetimi “düşman bölge” olarak tanımladığı ve son altı aydır buraya karşı çok ağır bir ambargo ve tecrit politikası uyguladığı bilinmektedir.

Bunun sonucunda 1.5 milyon mülteci çok uzun bir süredir muhasara altında yaşam savaşı vermekte, bölgeye acil insani yardım ve tıbbi malzeme ulaştırılmasında bile çok ciddi sorun ve engellemeler yaşanmaktadır.

İsrail’in insanlık dışı bu ablukasına ilaveten son dönemde İsrail’e füze saldırılarının artması gerekçesiyle başlatılan askeri harekat toplu sivil katliam boyutlar kazanmış, son günlerde 100’den fazla Filistinli kardeşimiz hayatını kaybetmiştir.

İsrail, bu saldırgan tutumu ile çoluk-çocuk-yaşlı, masum sivil halkı da hedef alan insanlık suçu işlemekte ve Orta-Doğu barış çabalarını bir kere daha dinamitlemektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi İsrail’i şiddetle kınamakta ve karşılıklı saldırıların biran önce son bulmasını ümit etmektedir.

Türk hükümetinin, bu konuda kuru açıklamalarla yetinmeyerek aktif tutum almasını ve Filistinli kardeşlerimize ihtiyaç duydukları her yardımın yapılması için harekete geçmesini beklediğimizi de buradan belirtmek istiyorum. Bu vesile ile hayatını kaybeden Filistinli kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Bu düşüncelerle hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı