11.03.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
11 Mart 2008

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Türkiye’nin küresel dayatmalara maruz kaldığı, teslimiyetin diplomatik başarı olarak takdim edildiği, milletimizin bekasını doğrudan ilgilendiren vahim gelişmelerin yaşandığı karanlık bir dönem kamuoyunun gözü önünde gerçekleşmektedir.

Cumhuriyetimizin temel dayanakları olan, ulus devlet ve üniter yapının tasfiyesi ve milletimizin kimliksizleştirilmesi ile sonuçlanması planlanan önümüzdeki dönemde, bu hassasiyetlerin farkına varılmış olması ve bunun mücadelesinin verilmesi artık kaçınılmaz bir vatan görevi haline gelmiştir.

Olayın üzücü yanı ise İstiklâl Marşımızın kabulünün 87. yıl dönümüne rastlayan bu günlerde, vatanımız üzerindeki tehditleri konuşuyor olmamız, yeni ve farklı bir bağımsızlık mücadelesinin içinde bulunmamızdır.

Bu vesile ile 12 Mart 1921’de, Büyük Millet Meclisi’nin birinci dönem muhterem vekilleri tarafından İstiklal Marşımızın kabulünün 87. yıldönümünü gururla kutluyor ve o müstesna günleri, bu kutlu çatı altında iftiharla anıyoruz.

Maarif vekili Hamdullah Suphi Bey’in yüksek hitabıyla ve Meclis üyelerinin ayakta alkışlarıyla kabul edilen İstiklal Marşımız, Türk kahramanlığının mısralara işlenmiş bir diriliş abidesi ve muhteşem bir mücadelenin edebi bir vesikasıdır.

Henüz Milli Mücadelenin devam ettiği bir tarihte kaleme alınan ve Türk varlığı yaşadıkça yaşayacak olan bu kutlu eser, milletimizin tüm dünyaya ilan ettiği bağımsızlığının manzum bir beyannamesidir.

Türk milletinin ruhunu, heyecanını, inancını, kararlılığını ve vatan sevgisini en anlamlı ve vurgulu ifadelerle dile getiren İstiklal Marşımız; daha sonraki dönemde aziz milletimizin gönlünde gerçek anlamını bulmuş, önce kurtuluş dönemi ve sonra Cumhuriyetle birlikte Türkiye’nin yükselme ruhunu temsil etmiştir.

Bugün yaşadığımız vahim gelişmeler de, ne üzücüdür ki, vatan Şairimiz Mehmet Akif’e ilham veren günlerle benzerlikler göstermeye başlamış, İstiklâl Marşımızın yazıldığı yılların ve mısraların anlamı daha da önem kazanmıştır.

Bugün de başka yönleri ile büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkan emperyalizme karşı, çare arayan milletimizin bundan seksen yedi yıl önce muhtaç olduğu kutlu mesajlar, bir şiirden ötesine nüfuz edebilenler için İstiklal Marşımızın derin anlamında saklıdır.

“Ezelden beri hür yaşamış” bir milleti, yaklaşık bir asır sonra yeni ve farklı bir bağımsızlık mücadelesine yönelten ağır şartlar, ülkemizi yöneten elitler tarafından bütün vahametiyle Cumhuriyetimizin karşısına yeniden karşısına çıkarılmıştır.

Yaygın bir vurdumduymazlığın, teslimiyetin, ürkekliğin kol gezdiği, içine kapanık bir cemiyet yapısının günlük menfaatlerin peşinde koştuğu, bu gidişe dur denilemez ise ülkemizin derin bir buhran ile yüz yüze kalacağı karanlık bir gelecek önümüzdedir.

Ancak, içine düşülen çaresizliğe karşı direnişin de, çözümü ve tavsiyesi de şehit kanları ile yazılmış bu ihtişamlı manzumenin, “İstiklal Marşımızın” ilk sözcüğünde yüksek sesle yerini almıştır. “Korkma”

Evet, “Korkma” diye başlayan dizeler, bugün de en çok ihtiyaç duyduğumuz manevi heyecanın başlangıcı olmalıdır. Temennimiz, milletinin kudretinden habersiz, tam bir teslimiyetle ülkemizi felakete sürüklemeye başlayan ilkesiz yönetimin bu tarihi mesajı layıkıyla anlaması ve dik durmasıdır.

Bu vesile ile tarihin her döneminde olduğu gibi, bugün de “yurduna alçakları uğratmamak uğruna göğüslerini siper eden” bütün aziz şehitlerimize, kahramanlarımıza ve bir fazilet timsali olan muhterem vatan şairimize en derin şükran hislerimle Cenab-ı Allahtan rahmet diliyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye, Başbakan Erdoğan’ın bilinçli ve maksatlı olarak başlattığı bir sürecin sancılarının ve sarsıntılarının yaşandığı çok tehlikeli bir dönemden geçmektedir.

Bu süreç, 5 Kasım 2007 tarihinde Beyaz Saray’da yapılan Bush-Erdoğan görüşmesiyle harekete geçirilerek hayatiyet kazanmıştır.

5 Kasım süreci, aradan geçen onyedi haftalık süre içinde somut gelişmelerle şekillenmiş, niyetler ve hedefler bütün unsurlarıyla ortaya çıkmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi, Vashington zirvesinde kararlaştırılan bu sürecin Türkiye’yi çok tehlikeli bir yola sürükleyeceğini ilk günden doğru tespit etmiş ve bugüne kadar her vesileyle bu konuda AKP hükümetini uyarmıştır.

Ancak, bu uyarılarımız maalesef karşılık bulmamıştır.

Gafleti kendisine rehber edinen Başbakan Erdoğan, Beyaz Saray’da verdiği sözlere uygun olarak bu süreci adım adım ilerletmiştir.

Bunun sonucu bugün gelinen noktada 5 Kasım süreci, Türkiye’nin geleceğini tehdit eden siyasi bir senaryonun ve sinsi bir siyasi oyunun hayata geçirilmesinin temel aracı ve yol haritası haline gelmiştir.

Bu vahim durum ışığında, Türkiye’nin 5 Kasım sendromu ile karşı karşıya bulunduğunu söylemek yanlış ve haksız bir tespit olmayacaktır.

Terör destekli etnik bölücülüğün sosyal ve siyasi bünyemizi bir kanser gibi sardığı bugünkü ortamda, karşımızdaki Türkiye tablosu herkesi derin bir endişeye sevkedecek şekilde giderek kararmaktadır.

Çok yönlü baskı, dayatma ve saldırılara maruz kalan Türkiye hain bir oyunun hedefi haline getirilmiştir.

  • Son dönemde yaşananlara bakıldığında, herkes şu gerçekleri görecektir:

- Etnik bölücülük, meşru bir siyasi amaç olarak zemin ve statü kazanmış,

- Demokratikleşme adına bölünme dinamikleri bütünüyle harekete geçirilmiş ve,

- Türkiye terör tehdidi ile siyasi çözüm dayatmaları arasına sıkıştırılmıştır.

  • Türkiye’nin etrafındaki bu husumet ve ihanet kıskacı giderek daralmakta, iç ve dış tahriklerle ve taşeronlar eliyle ilerletilen bu sürecin etkisiyle Türkiye tarihi bir kavşak noktasına doğru hızla yol almaktadır.
  • Bu sürecin önünün kesilememesi halinde, korkarız ki Türkiye sonuçları tahmin edilemeyecek kadar ağır bir iç çatışma ortamına sürüklenecek ve Türk milletinin bin yıllık kardeşlik hukuku ateşe atılacaktır.

Bunun en büyük sorumlusu da bizzat Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti olacaktır.

Türkiye üzerinde oynanan siyasi oyunu ve bunun ilerletilmesi için sahnelenen ihanet provalarını daha iyi anlamak bakımından, son dönemde yaşanan gelişmelerin iyi okunması ve bunların adının doğru konulması büyük önem taşımaktadır:

Bu konudaki görüşlerimizi açıklarken, ilk önce Türkiye’nin kuzey Irak’a askeri müdahalesinin ABD boyutu ve bağlantısı ile bu konudaki siyasi sorumluluk üzerinde durmak istiyorum.

  • Türkiye’nin kuzey Irak’ta yuvalanan teröre karşı askeri müdahaleyi 5 Kasım Beyaz Saray zirvesi sonrası fiiliyata geçirebildiği tartışma götürmez bir vakıadır.

ABD’nin bu konuda verdiği siyasi ve istihbarat desteği ile askeri müdahale arasında bizzat resmi makamlar tarafından bir bağ kurulduğu da ortadadır.

Bunun fiili anlamı ve sonuçlarının şu noktalarda toplandığı da inkar edilemeyecek bir gerçektir.

- Son beş yıldır bu bölgeden yapılan terör saldırıları karşısında uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanarak askeri müdahalede bulunmayan Türkiye, bu imkânı ancak ABD’nin buna izin vermesiyle 2007 yılı sonunda bulmuştur.

- Bugüne kadar yapılan beş hava harekâtı ile son kara harekâtında ABD’nin sağladığı istihbarat desteğinin önemli rol oynadığı resmi açıklamalarla teyit edilmiştir.

  • ABD’nin kara harekâtının ilk günlerinden başlayarak bunun kısa kesilmesini ve süre ve kapsam bakımından sınırlı bir müdahalenin ötesine geçmemesini istediğine Türk milleti şahittir.

- ABD Başkanı Bush ve Savunma Bakanı, bu konudaki taleplerini Türkiye’ye iletirken diplomatik kanalları ve sessiz diplomasiyi bilinçli olarak seçmemiştir.

Taleplerini kamuoyu önünde yüksek sesle ve kaba ifadelerle dile getirerek aleni baskı uygulamışlardır.

Bunun aksini iddia etmek mümkün değildir. Her şey Türk kamuoyunun gözleri önünde cereyan etmiştir.

- ABD yetkililerinin bu konudaki beyanları karşısında Sayın Başbakan’ın sesini çıkardığını hatırlayan yoktur.

Başbakan Erdoğan, tehdit boyutlarına taşınan bu baskılar karşısında ağzını açmamış, ABD’ye bu konuda Türkiye’nin haysiyetini koruyacak herhangi bir cevap vermemiştir.

  • Kuzey Irak’a askeri müdahalenin Anayasal meşruiyetinin kaynağı ve temeli, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu konuda 17 Ekim 2007 tarihinde verdiği izin ve yetkidir.

- Bu yetki hükümete verilmiştir. Terörle mücadelede siyasi sorumluluk hükümete aittir.

- Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin muhatabı hükümettir. Anayasamızın 117. maddesi uyarınca, milli güvenliğin sağlanmasından Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı Bakanlar Kurulu sorumludur.

  • Türkiye Büyük Millet Meclisi 17 Ekim 2007 tezkeresi ile sınırötesi harekât ve müdahalenin sınırını, kapsamını, miktarını ve zamanının belirlenmesini hükümete bırakmıştır.
  • Sınır ötesi askeri harekât konusunda Meclis’in verdiği izin ve yetkinin fiiliyatta kullanılış biçimini belirleyen, hükümetin bu konuda askeri makamlarımıza verdiği siyasi direktiftir.
  • Türk Silahlı kuvvetleri, askeri harekâttan beklenen siyasi amaçlar hakkında hükümetin kendilerine verdiği siyasi direktifle çizilen sınırlı çerçeve içinde belirlenen askeri hedeflere yönelik görevleri bugüne kadar başarıyla icra etmiştir.

- Hükümet bu konuda sınırlı bir siyasi çerçeve çizdiyse, askeri harekâtın hedeflerinin de buna uygun olarak sınırlı kalması doğaldır. Bu noktadaki siyasi sorumluluk da hükümete aittir.

- Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne hesap verecek olan da hükümettir.

  • Son kara harekâtı etrafında süregelen siyasi tartışmaların bu çerçevede değerlendirilmesi, herkes için önem taşımaktadır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

  • Sayın Başbakan’ın 9 Mart günü İzmir’de partisinin kadın kolları toplantısında yaptığı konuşmada dile getirdiği bir hususa da buradan cevap vermek ve yabancısı olduğu anlaşılan bazı gerçekleri de bu vesileyle bilgisine ve dikkatine getirmek istiyorum.

Sayın Başbakan, son kara harekâtıyla ilgili tartışmalara değinirken ucuz kahramanlık yaparak muhalefete güya meydan okumuş ve daha önce iktidar olan muhalefet partilerinin “neden Kandil dağına gidip terörü bitirmediklerini” sormuştur.

  • Bu vesileyle, gerçeklerden habersiz olarak ayaküstü beyanlarla, mesnetsiz suçlamalarla ve boş sözlerle herkese çatmayı ve bu yolla kendisini temize çıkarmayı adet haline getirmiş olan Sayın Başbakan’a şu somut gerçekleri hatırlatmak isterim:

- Milliyetçi Hareket Partisi’nin koalisyon ortağı olduğu 57. hükümet döneminde terörle mücadelede büyük başarı sağlanmış ve Kasım 2002’de AKP hükümetine terörün bitme noktasına geldiği bir Türkiye teslim edilmiştir.

- PKK terör örgütünün kuzey Irak’ta güç kazanması ve organizasyonda değişiklikler yapması 2003 yılında ve AKP iktidarı döneminde gerçekleşmiştir.

- Kandil’in ihanet merkezi olarak etkin hale gelmesi ve Kuzey Irak’tan terör saldırılarının tırmanması yine AKP iktidarı dönemine rastlamıştır.

“Kandil dağının yerini mi bilmiyordunuz” gibi basit söylemlerle ucuz polemik peşinde koşan Başbakan’a tavsiyemiz, bu tartışılmaz ve inkâr edilemez gerçekleri unutmaması ve karanlık ve lekeli terör sicilinin ucuz nümayişler yapmakla temizlenemeyeceğini idrak etmesidir.

Değerli Milletvekilleri,

Terörle sınırlı çerçevede yürütülen mücadele ile eş zamanlı olarak siyasi çözüm tartışma ve dayatmalarının gündeme getirilmesi, 5 Kasım sürecinin gerçek ve nihai amacını ortaya koymuştur.

Terörle mücadele de hedef küçülterek PKK’yı tasfiye amacından uzaklaşan Başbakan Erdoğan, bölücü terörün siyasi amaçlarına silah kullanmadan ulaşacağı siyasi çözüm sürecini, hükümeti için Anayasal görev ve sorumluluk olan terörle mücadelenin önüne geçirmiştir.

Sayın Başbakan, etnik bölücülüğün siyasi gündemine sahip çıkmış ve PKK’nın siyasi projesinin hayata geçirilmesinin zeminini hazırlamak için bir seferberlik başlatmıştır.

Bu siyasi tezgâhın alt yapısını hazırlayarak, kamuoyunu buna alıştırmak için başlatılan bu süreçte saflar kesin çizgilerle belirlenmiş ve siyasi senaryonun uygulama aşamalarına geçilmiştir.

Bu çerçevede şu hususlar üzerinde önemle durulması yerinde olacaktır.

  • PKK’nın askeri tedbirlerle bitirilemeyeceği ve askeri operasyonların yetersizliğinin anlaşıldığı söylemleri son dönemde yoğunlaşmış, kara harekâtı adeta bu konuda bir gerekçe olarak kullanılmak istenmiştir.

- Bunun gerisinde yatan amaç açıktır: Siyasi çözümü yegâne çıkış yolu olarak Türk milletine pazarlamaya çalışan çevreler, hükümetin askeri müdahale konusundaki ürkekliğini bunu ispat vasıtası olarak kullanmak istemektedir.

- Askeri harekâtın sınırlı ve ölçülü olmasını savunanlarla, siyasi çözüm çığırtkanlığı yapanların aynı çevreler olması, bu konudaki niyetlere ışık tutmaya tek başına yetecektir.

  • Siyasi çözüm için en uygun zamanın yakalandığının, bu konuda Meclis içinde geniş çapta mutabakat olduğunun, AKP hükümetinin siyasi çözüm niyetini hayata geçirmek için siyasi kararlılık ve cesaret göstermesi gerektiğinin, askeri harekât sonrası dönemde yüksek sesle dile getirilmesi, bu tezgâhın bir parçasıdır.

- Bu çevrelerin Meclis bünyesinde mutabakattan kastettiğinin AKP ile PKK’nın uzantısı DTP arasındaki görüş birliği olduğu anlaşılmaktadır.

- AKP’nin Meclis çoğunluğu ile DTP’nin sayısal desteğinin bu ihanet projesini uygulamaya yeterli olacağını düşünen bu mihrakların değerlendirmeleri hakkında, AKP milletvekillerinin ne düşündüğünü bilmemiz mümkün değildir.

PKK patentli bu ihanet projeleri Meclis zeminine taşınırsa, 549 milletvekili, vatan, millet, devlet ve bayrak anlayışlarını gösterecek bir tutum benimseyecek ve Türk milletinin ve tarihin huzuruna çıkacaktır.

  • Ancak, bu konuda bildiğimiz somut bir gerçek bulunmaktadır. Bu da Başbakan Erdoğan’ın zihninin bulanık olduğunu gösteren işaretlerin artması ve bu konuda anlamlı bir suskunluk içine girmiş olmasıdır.

- Terörle mücadelede siyasi önlemlere ihtiyaç olduğunu söyleyen ve bu konuda siyasi unsurlar içeren bir paket hazırlığı içinde olduğu bilinen Sayın Başbakan, bütün çağrılarımıza rağmen:

- Terörle mücadelenin siyasi boyutundan ne anladığına açıklık kazandırmaktan ısrarla kaçınmış ve,

- PKK’nın siyasi taleplerini karşılayacak bir süreç başlatılmayacağını Türk milletinin önüne çıkarak açık ve dürüst bir biçimde ilan edememiştir.

- “Kuzey Irak’a kara harekâtının ABD baskısıyla erken bitirildiğini ispat ederseniz siyaseti bırakırım” diyerek ucuz kahramanlık yapan Sayın Başbakan’a buradan şunu hatırlatmak isterim ki; Terör örgütüne teslim olmak anlamını taşıyan siyasi hesaplar içinde bulunmadığını açıkça söyleyecek cesareti ve niyeti olmayan bir Başbakan’ın, demokratik ülkelerde siyaset sahnesinde bir dakika dahi kalmaya hakkı ve yüzü yoktur.

Dürüst ve namuslu siyasetten anlaşılan budur, siyaseti dürüst ve namuslu olarak yapanlardan beklenen de budur. Sayın Başbakan’ın bu tanıma girip girmediğinin takdirini de elbette Büyük Türk Milleti yapacaktır.

  • AKP’nin siyasi ve hukuki koruma altına aldığı ve PKK’nın Meclis’te taşeronluğunu yapan DTP’nin bu konudaki tutumu her yönüyle bilinmektedir.

- Bu kuruluş son dönemde tahriklerine hız vermiş ve İrlanda’dan Bask’a, Bulgaristan’dan İtalya’ya, Kuzey Irak’tan Kosova’ya kadar çok geniş bir yelpazeye yayılan örneklerden hareketle Türkiye için bölünme modelleri arayışına girmiştir.

- Irak operasyonlarına karşı bölge halkını ayaklanmaya ve fiili direnişe davet eden, canlı kalkan projesiyle dağların yolunu tutan bu ihanet odağı, sözde “Özerk Kürdistan”ın kabulünü ve PKK teröristlerinin sosyal ve siyasi yaşama katılmalarını en gerçekçi çözüm olarak ortaya koymuş ve çözüm sürecinde İmralı canisinin muhatap alınmasını istemiştir.

- “Ya özgürlük ya ölüm; ya ölüm yada barış ve kardeşlik” çığlıklarıyla açıklanan bu ihanet projeleri karşısında devlet ve hükümet katında ciddi bir tepki gösterilmemiş olması her bakımdan düşündürücüdür.

  • Bu kapsamda dikkat çekmek istediğim son nokta, terör örgütünün taleplerinin demokratik yollarda gündeme getirilmesinin önündeki engellerin kaldırılarak bölünme reçetelerinin demokratik tartışma ortamında her yönüyle ele alınmasını savunan siyaset dışı geniş bir cephenin oluşmuş olmasıdır.

- Bu cephe içinde yer alan bir grup İstanbul sermayesi, basının önemli bir bölümü ve yabancı fonlarla beslenen sivil toplum kuruluşları, silahlı terör ve etnik bölücülüğe silahsız çözüm konusunda hükümetin en büyük destekçisi olarak ortaya atılmışlardır.

- Gazetelerinde bölünme reçetelerinin tartışıldığı tefrikalar yayınlayan, Diyarbakır forumları kuran ve “empati edebiyatıyla” PKK’nın taleplerini Türk milletine süslü ambalajlarla pazarlama misyonu üstlenen bu çevreler bir noktayı unutmuş görünmektedirler.

- Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan tahriklerin ve süreçlerin pervasızca sürdürülmesi, iç çatışma dinamiklerini kontrol edilemez bir noktaya taşıyacak ve Türkiye korkarız ki bir kavga ortamına sürüklenecektir.

- Böyle bir durumda, kendilerinin nereye gideceği ve yanlarında ne götüreceği bizim meselemiz değildir.

Ancak, unutmasınlar ki, bizim gidecek bir yerimiz, yaşayacak başka bir ülkemiz yoktur.

Türk milliyetçileri burada olacak, bedeli ve karşılığı ne olursa olsun hain emellere geçit vermeyecektir.

Bu azim ve kararlılık bugün bu salondadır ve melanet yarışına girenler bunu asla unutmamalıdır.

  • Meclis çoğunluğuna güvenerek her şeyi yapabileceğini zanneden AKP iktidarı; sesinin fazla çıkmasından cesaret alarak kendinde güç vehmeden sermaye ve basın çevreleri; AKP’nin zaafına ve dış güçlerin baskı ve dayatmalarına güvenerek meydan okuyan etnik bölücüler şunu çok iyi bilsinler ki;

- Türk milleti ebedi vatanında kardeşliğini sonsuza kadar koruyarak yaşayacak ve

- Şerefli Türk bayrağı hain ellerin uzanamayacağı zirvelerde ebediyen dalgalanacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’de tezgâhlanan siyasi oyunun ve bunun senaryosunun dış boyutları ve destekçileri de artık inkâr götürmez bir açıklıkta ortaya çıkmıştır.

Bu çerçevede, Amerika Birleşik Devletleri’nin düşünce ve hesapları ile Barzani-Talabani faktörü üzerinde durmak ve somut gelişmelerle teyit edilen bazı gerçekleri de dikkatinize getirmek istiyorum.

  • Amerika Birleşik Devletleri’nin PKK terörüyle mücadele anlayışının merkezinde Türkiye’de siyasi çözüm süreçleri başlatılması olduğu artık anlaşılmıştır.

- 5 Kasım Beyaz Saray görüşmesi sonrası siyasi çözüm her vesileyle ön plana çıkarılmış, bu konuda Vashington kaynaklı raporlar hazırlanmış ve ABD yetkilileri her düzeyde bu konuda Türkiye’ye açık çağrılarda bulunmuştur.

- Kara harekatı sürerken Ankara’ya gelen Savunma Bakanı, siyasi çözüm projesi gerektiğini basın önünde açıkça dile getirmiştir.

- Aynı Bakan, Ankara görüşmeleri hakkında Amerikalı gazetecilere yaptığı açıklamalarda, Sayın Başbakan’ın bu konudaki hazırlıklarını kendisine özel olarak anlattığını, bunları Türk kamuoyu ile paylaşmak için uygun zaman ve zemin kolladığını çok açık olarak söylemiştir.

- Amerikalı üst düzey komutanlar son bir hafta içindeki resmi beyanlarında siyasi çözümün şart olduğunu vurgulamışlar ve PKK ile müzakere sürecinden bahsetmişlerdir.

  • Irak bataklığına saplanan ABD için Barzani’nin bölgesel yönetiminin istikrarı ve güvenliği, Türkiye’nin milli güvenliği ve terörle mücadelesinden daha önemli ve öncelikli bir siyasi hedeftir.

- Başkan Bush, bu nedenle kuzey Irak’tan kaynaklanan PKK terörünün çözümünü de Türkiye içine taşımış, iç ve dış boyutları olan terör ve bölücülük sorununun Türkiye’nin milli birliği ve üniter siyasi yapısının sırtından Türkiye tarafından siyasi çözüme kavuşturulmasını, Sayın Başbakan’ın önüne siyasi bir misyon olarak koymuştur.

- Terör gölgesinde siyasi çözüm için PKK’nın eylemlerini tek taraflı olarak durdurması ve bu şekilde oluşacak müsait bir ortamda Türkiye’nin teröristler için siyasi af ve toplumla yeniden bütünleştirme projesi hazırlaması, bu sürecin ilk perdesi olarak belirlenmiştir.

  • ABD’nin siyasi çözümden anladığı ve Başbakan Erdoğan’ın milli taşeron olarak sahip çıktığı proje budur.
  • Bu projenin dış boyutunda ise Barzani ve Talabani yer almaktadır.

- Barzani’nin fiili devlet yapılanmasıyla ilişkileri normalleştirmesi ve kendisinin resmi muhatap olarak kabul edilmesi, bu nedenle Türkiye’ye dayatılmaktadır.

- Sayın Başbakan’ın Barzani ile özel kanallar açmasının nedenleri de aynı gerçekte aranmalıdır.

- Bu noktada, 4 Mart 2008 günkü Vatan gazetesinde yayınlanan ABD’nin etkili düşünce kuruluşlarından Vashington Enstitüsü’nün Türkiye programı direktörü ile yapılan mülakatı herkesin dikkatine sunmak isterim.

- Kuzey Irak’ta yaptığı son temaslar hakkındaki izlenimlerini aktaran Direktör, Barzani ile PKK arasında bir iletişim kanalı olduğunu, Irak’lı Kürtlerin AKP’yi kendi partileri olarak gördüklerini, kuruluş aşamasından itibaren AKP ile yakın bağlar olduğunu siyasi çözüm konusunda PKK ile AKP arasındaki irtibatı Irak’lı Kürtlerin sağladığını ifade etmiştir.

- Sayın Başbakan ve AKP bu konuda tam bir suskunluk içine girmiş ve bu vahim iddiaları yalanlayamamıştır.

  • Bu gerçekler gün gibi ortadayken, ABD’nin siyasi çözüm isteyip istemediği, kara harekâtının kısa tutulması için baskı yapıp yapmadığı, Sayın Başbakan’ın 5 Kasım zirvesinde bu konuda söz verip vermediği ve bu yönde bir angajmana girip girmediği, Barzani yönetimiyle resmi ilişki kurulmasının Türkiye’nin çıkarına olup olmadığı tartışmaları fazla bir önem ve anlam taşımamaktadır.

Sis bulutları artık dağılmış, siyasi şablon ve yol haritası gün ışığına çıkmıştır.

Değerli Milletvekilleri,

  • Irak Devlet Başkanı Talabani’nin geçtiğimiz hafta Ankara’ya yaptığı ziyaret, bu siyasi şablon ışığında görülmeli ve değerlendirilmelidir.
  • Bu ziyaretin amacının ve sonuçlarının değerlendirmesinde şu hususlar üzerinde durulması yerinde olacaktır.

- Talabani’nin Irak’ın seçilmiş devlet başkanı olduğu ve Türkiye’nin Irak’ı tanıdığı doğrudur.

- Ancak, bu zatın PKK’yı terörist olarak görmediği, terör örgütüyle ilgili en ağır sözünün “bela”dan öteye geçmediği, sorunun Türkiye’de genel af ve siyasi çözüm yoluyla sona erdirilmesini savunduğu da aynı şekilde hatırda tutulması gereken doğrular ve gerçeklerdir.

- Talabani’nin bu nedenle bugüne kadar Türkiye’ye davet edilmemiş olması gerçeği karşısında, bu şartlarda herhangi bir değişiklik olmamışken, bu davetin hangi düşünceyle yapıldığının ve Camlı Köşk’te ağırlandığının anlaşılması kolay değildir.

  • Irak Devlet Başkanı’nın Türkiye ziyaretinde gerçek amaç ve niyetlerine ışık tutan beyanlarda bulunduğu unutulmamalıdır.

- Talabani, PKK sorununun siyasi çözümünün Türkiye’yi ilgilendirdiğini, PKK’nın silah bırakması için baskı yapacaklarını, ancak Kandil’i temizlemeye hiç kimsenin gücünün yetmeyeceğini söylemiş ve bu konuda Türkiye’ye Barzani’yi siyasi adres göstererek kendisiyle diyalog kurulmasını nasihat etmiştir.

- Terörle mücadele konusunda sudan beyanlarla Türkiye’yi oyalama niyetini saklamayan bu şahıs, Irak’ın kuzeyinin “Kürdistan” olduğunu Atatürk’ün Çankaya Köşkünde kayda geçirmekten de çekinmemiştir.

- Cumhurbaşkanı olduğu Irak’ın topraklarını Türkiye’ye karşı bir saldırı cephesi olarak kullanan PKK teröristleri konusunda somut ve ciddi bir güvence vermek amacıyla Türkiye’ye gelmediği açık olan Talabani, bunun yerine, özellikle Kuzey Irak’ın yeniden imarı için Türk işadamlarını parasal imkânlarla teşvik etmeye çalışmıştır.

  • Talabani ziyaretinin ibret verici bir diğer veçhesi de, bu şahsın özel dostu olan bir grup Türk gazetecinin köşke davet edilerek, bunlar üzerinden Türk kamuoyuna mesaj verilmesinin Cumhurbaşkanlığı tarafından kabul edilmesi olmuştur.

Talabani’nin bilinen tezlerinin sözcülüğünü yapan bu gazeteciler, bu anlamda kamuoyunu yönlendirmeyi amaçlayan bir psikolojik harekâtın aleti olmayı içlerine sindirebilmişlerdir.

  • Bu kanallardan kamuoyuna verilen bilgilerde şu hususlar ön plana çıkmıştır:

- Kara harekâtı sonrası PKK’nın ateşkes ilan etmesinin beklendiği Talabani’nin ağzından duyurulmuştur.

- Türkiye’nin Barzani yönetimiyle resmi diyalog kurmaya hazırlandığı da aynı şekilde teyit edilmiştir.

- Bu özel kanallar kullanılarak kamuoyuna duyurulan konular arasında en ilgi çekici olanı, Başbakan Erdoğan’ın askeri operasyon sonrası şimdi de sivil operasyon için düğmeye basacağı, AKP hükümetinin siyasi çözüm paketini zamana yayarak açma aşamasına geldiği ve Sayın Başbakan’ın bu amaçla yakında bir Güneydoğu gezisine çıkmasının beklendiği olmuştur.

Sayın Başbakan’ın, eski bir danışmanının ifadeleriyle “Kürt Paketini” açıklamak için 6 Nisan 2008 günü Diyarbakır’a gideceği, basına duyurulmuştur.

  • Sonuç olarak Talabani’nin Ankara ziyareti, kendi amaçları ve beklentileri bakımından başarılı olmuş, Türkiye’ye bir itibar kazandırmayan bu ziyaret terörle mücadelede somut bir sonuç sağlamamıştır.

- Bunun yerine AKP hükümeti siyasi çözüm ve Barzani’yi resmi muhatap alma tavsiyelerini Talabani’nin ağzından dinlemiştir.

- Türk hükümeti, bu ziyaret vesilesiyle, Talabani üzerinden Barzani yönetiminin tanıma ve diyalog yolunda bir başlangıç yapmıştır.

- Sayın Başbakan’ın bu amaçla ilk adım olarak 11-13 Mart tarihlerinde Barzani yönetimi ile görüşmek üzere Erbil’e bir heyet göndereceğinin Talabani kaynaklarınca açıklanması bunu teyit etmiştir.

Değerli Milletvekilleri,

Konuşmamın bu bölümünde, terör gündeminin gölgesinde kalan ekonomideki kötü gidiş ve bütün unsurlarıyla ortaya çıkan çöküntü tablosu üzerinde durmak istiyorum.

AKP hükümetinin ısrar ve inatla sürdürdüğü ekonomik politikaların iflas ettiğini ve taşıma suyla dönen ekonomi çarkında yolun sonuna gelindiğini gösteren işaretler giderek ağırlaşmaktadır.

Bugün itibariyle meseleye dış konjonktür açısından baktığımızda ABD emlak piyasalarında yaşanan krizin her geçen gün biraz daha derinleştiğini görmekteyiz.

Kriz gayrimenkul sektörünün boyutlarını çoktan aşmış ve bütün finansal piyasaları etkilemeye başlamıştır.

Başlangıçta yaşanan bu gelişmelerin dünyada büyümeyi azaltarak ihracatımızı olumsuz etkileyeceği, ancak petrol fiyatları düşeceğinden ithalatın da azalacağı sanılmıştır.

Oysa bugün gelinen noktada dünyada büyüme beklentilerinin düştüğü fakat petrol fiyatlarının düşmediği görülmektedir.

Ekonomimizin bugünkü genel yapısı değerlendirildiğinde durumun giderek ağırlaştığı anlaşılmaktadır.

- Büyüme yavaşlamıştır ve yavaşlamaya devam etmektedir.

- Enflasyon hedefleri tutmamakta Merkez Bankasının güvenilirliği azalmaktadır.

- İşsizlik resmi rakamlara göre % 9.9 iken, gerçekte % 20 seviyelerine ulaşmıştır.

- Cari açık rekor üstüne rekor kırmakta ve bu açığın finansman maliyeti her geçen gün biraz daha artmaktadır.

- Türkiye dünyanın en yüksek reel faizlerini ödeyen ülke durumundadır.

- Gerek iç ve gerekse dış borçlar tarihinin en yüksek seviyelerindedir.

- Aşırı değerlenen YTL sebebi ile ülke rekabet gücünü kaybetmiştir.

- Ülke ekonomisi Cumhuriyet kurulduğu günden beri ilk defa bu kadar yüksek oranda yabancı kontrolüne geçmiştir.

- Reel sektör açık pozisyonları kurlarda yaşanacak bir dalgalanmanın ekonomide yaratacağı tahribatın çok yüksek olacağını göstermektedir.

- Ödenemeyen çek ve senet miktarı hergün daha da artmakta ve geleceğe olan umutlar kaybolmaktadır.

Değerli Arkadaşlarım,

Bilindiği üzere daha önce yapmış olduğumuz gerek sözlü ve gerekse yazılı açıklamalarımızda Türkiye ekonomisinin kırılgan yapısına değinmiş ve gerekli önlemler alınmadığı takdirde çok önemli risklerle karşı karşıya kalınacağı hususunda Hükümeti uyarmıştık.

Ancak, aradan geçen süre içinde Hükümet önlem almakta duyarsız kaldığı gibi, Türkiye ekonomisinde ortaya çıkan veriler her geçen gün kaygıları arttırmış, siyasal iktidarın sorumsuzluğu karşında başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere, değişik kesimler tepkilerini yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır.

Bu zaman zarfında, ABD ekonomisinde belirli aralıklarla açıklanan ekonomik göstergelerdeki düşündürücü rakamlar, küresel ekonominin gittiği olumsuz istikameti göstermesi bakımından çok anlamlı olmuştur. Küresel ölçekte yükselen enflasyon ve endişe verici bir biçimde artan belirsizlik riskleri hızla artırmaktadır.

Resesyon tehlikesinin artık kabul görmeye başladığı ekonomilerde, karar verici ve uygulayıcılar gerekli önlemleri alırken, AKP hükümeti gelişmeleri sadece sözle geçiştirmekte, fırsattan istifade ederek, vatandaşlarımızı yeni ve acımasız vergiler yoluyla zora sokmanın hesabını yapmaktadır.

Hükümet, yaklaşan yerel seçimlerin maliyetini milletimizin alın teriyle finanse etmek amacıyla şimdiden ağır bir vergi yükünü vatandaşımızın sırtına yüklemeye hazırlanmaktadır.

AKP İktidarı; ekonomide alması gereken tedbirlerin gecikmiş bedelini; vatandaşımızın zorunlu olarak kullandığı yanan sokak lambasından, aracını koyduğu otoparktan, nadiren gittiği eğlenceden ve siftahsız kapayan esnafımızın tabelasından çıkarmanın pişkince planını kurgulamaktadır.

Vatandaşımızın gelirinin azaldığı, işsizliğin arttığı ve enflasyonun yükseldiği bu süreçte, maalesef Türkiye ekonomisi derin bir buhranın içine sürüklenerek bir açmazla karşılaşacaktır.

Durumun vahametini kamuoyunun gözünden kaçırmak için AKP Hükümeti rakamlarla oynama alışkanlığını yeninden hatırlamıştır. Bu defa da milli gelir hesaplama sistemini değiştirmiş, son beş yıllık iktidar döneminde beceremediği artışları bir hesap oyunuyla sağlama yolunu seçmiştir.

Yapılan yeni hesaplamalara göre 2006 yılı milli geliri kağıt üzerinde % 31.6 artmıştır. 2007 yılı ilk dokuz aylık büyüme oranı da revize edilmiş ve %3.8’den %5’e çıkartılmıştır. Yapılan yeni nüfus sayımı ile azalan nüfus ve yeni sistemle hesaplanarak artırılan milli gelir hesabı sonucunda Türkiye’de kişi başına gelir 2006 yılı için 5.480 Dolardan 7.500 Dolara çıkartılmıştır.

Öte yandan açıklanan kişi başına gelir hesapları dramatik bir çelişkiyi de ortaya çıkarmıştır. Eğer ülkemizde, kişi başına gelir iddia edildiği kadar yüksek ise, bu durum ciddi bir gelir dağılımı adaletsizliğini de deşifre etmiştir.

Türkiye’de nüfusun çok büyük bir bölümünü oluşturan köylünün, işçinin, memurun, esnafın, emeklinin ve işsizin durumu her geçen gün kötüye giderken dolar milyarderi sayımızdaki artış milli gelirin nasıl bölüşüldüğünü de ortaya çıkarmıştır.

Bu kapsamda Türkiye bir süre daha zenginleştik masallarıyla uyutulacak, ardından hayatın gerçek yüzü ortaya çıkarak zenginleşmek bir yana, üzülerek ifade etmeliyim ki, yoksulluğun dayanılmaz baskısı kendisini her alanda gösterecektir.

Böylesi bir ekonomik yıkımda, hükümeti ne oynadığı rakamlar, ne sanal başarı masalları, ne de vatandaşımızın tercihine ipotek koymak için yaptığı yardımlar kurtaracaktır.

Buradan Hükümete sormak lazımdır: Üretim olmadan, zenginlik artışı nasıl mümkün olmuştur? Hangi vatandaşımızın geliri yüzde 31,6 oranında artmıştır?

Ayın başını zor getiren memur ve işçinin mi geliri artmıştır? Yoksa ürünü para etmeyen çiftçi ya da aldığı krediyle işyerini ayakta tutmaya çalışan esnaf mı zenginleşmiştir? Son tahlilde, vatandaşa yansımayan bir zenginleşmeden bahsetmek mümkün müdür?

Milli gelir hesaplama sisteminin değiştirilmesi sonucunda üretimde bir artış olmadan, ortaya çıkan milli gelir yükselişi, milletimizin hayat şartlarında hiçbir değişiklik yapmamıştır.

Görünen odur ki, AKP hükümeti daha bir süre, rakamlarla oynayarak bugünü kurtardığını sanacaktır.

Ancak, bu siyaset üslubuna, önümüzdeki ilk seçimde aziz milletimiz gereken dersi sandık başında mutlaka verecektir. İnancımız budur.

Milliyetçi Hareket olarak, milletimizin şaşmaz tercihine ve yüksek irfanına sonuna kadar güvendiğimizi bu vesileyle bir kez daha tekrarlamak isterim.

Bu düşüncelerle hepinize saygılarımı sunarım.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı