03.06.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

3 Haziran 2008

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Muhterem Temsilcileri,

Hepinizi en iyi dileklerimle, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Son Meclis Grubu toplantımızdan bu yana geçen süre içinde, çalkantılı siyasi gündemi ağırlaştıran gelişmeler yaşanmış, içine girdiğimiz bunalım ortamı daha da derinleşmiştir.

AKP’nin kapatılması için başlatılan hukuki süreç sonrası siyasi meşruiyetini tamamen kaybeden, çok ağır bir yönetim zaafı içine düşen ve tehlikeli yollara sapan Başbakan Erdoğan ve hükümeti, gerginlikten beslenen, korku salmayı, baskı ve tehdidi mubah gören bir çatışma stratejisi benimsemiştir.

Bugün yaşananlar bu stratejinin tezahürleridir.

Senaryolardan, skandallardan, kavgalardan ve ince hesaplardan bunalan Türkiye kilitlenmiş ve çok ağır tahribatı olan bir cenderenin içine hapsedilmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar döneminin en belirgin özelliklerinin birisi, Türk milletinin ortak değerleri üzerinden siyaset yapılması, Türkiye’nin temel harcı olan bu değerlerin siyaset malzemesi ve istismar aracı olarak kullanılması olmuştur.

AKP, bugüne kadar ortak milli ve manevi değerlerimizi içerde çatıştırarak, bu nifak siyasetiyle siyasi kazanç sağlamayı amaçlamıştır.

Türk milletini birleştiren bu değerler dışarıda da tartışmaya açılmış ve şikâyet konusu yapılmıştır.

Türk yargısını başta AB olmak üzere dış mihraklara şikayet ve ihbar eden AKP yetkilileri, dış baskı ve müdahaleyi meşru hale getirmek için Türkiye’nin onuru ve haysiyetini ayaklar altına almakta bir beis görmemektedir.

Anayasal düzenin temel taşları ve bu kapsamda laiklik ilkesi de AKP tarafından dışarıya şikayet edilmiş ve AB müfettişlerine Türkiye için yeni laiklik reçeteleri hazırlanması için açık davet yapılmıştır.

Son dönemde, AKP’nin bu iflah etmez siyaset anlayışının yeni ve ibret verici tezahürlerine şahit olunmuştur.

Dışişleri Bakanı’nın Avrupa Birliği komiserleri önünde hesap verirken, Türkiye’de Müslüman çoğunluğun da dini özgürlük bakımından sorunlar yaşandığını iddia etmesi, manevi değerlerimizin AKP tarafından siyaset piyasasına yeniden sürüldüğünü gösteren çok hazin bir gelişme olmuştur.

Dışişleri Bakanı’nın bu hezeyanına Başbakan Erdoğan’ın hemen destek vererek sahip çıkması ve bu sorunlar hakkında Diyanet İşleri Başkanlığını adres göstermesi, AKP’nin inançlar üzerinden siyaset yapma alışkanlığının tedavi kabul etmez bir marazi hastalık halini aldığının ikrarı ve delilidir.

Dini duyguları kullanarak manevi değer ticareti yapan “inanç hortumcusu” AKP, bu çirkin hüviyetini bir kere daha göstermiş ve din istismarcılığıyla yeniden sahneye çıkmıştır.

Bugüne kadar bu konuyu iç siyaset malzemesi ve rant aracı olarak kullanan AKP, şimdi bu istismar siyasetini Avrupa’nın gündemine taşınmış ve bu konuda yeni bir dış cephe açma arayışına girmiştir.

Laiklik ilkesine aykırı fiillerin odağı olmaktan aleyhine kapatma davası açılan AKP’nin, manevi değerler üzerinden istismar ticaretine bu şekilde yeniden sarılması, kendileri açısından çok vahim bir siyasi basiretsizliktir.

Bu aymazlığın bizi ilgilendiren yönü bulunmamaktadır. Söyledikleri sözlerin ne anlama geldiğini ve nereye gideceğini düşünmek AKP yöneticilerini ilgilendiren bir meseledir.

Ancak, bu sözleri söyleyen Bakan ve bunlara sahip çıkan Başbakan, şimdi Türk milletinin karşısına çıkıp Müslüman çoğunluğun dini özgürlük alanındaki sorunlarının neler olduğunu, altı yıla yaklaşan iktidarları döneminde bu konuların çözümü için ne yaptıklarını dürüst ve namuslu bir şekilde açıklamak durumundadır.

Bu kapsam da, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı şu konulara da açıklık getirmek zorunluluğuyla karşı karşıyadır:

  • Avrupa Birliği’nin Türkiye’deki dini azınlıklara ilişkin dayatmalarının başında İstanbul Fener Rum Patrikhanesinin papaz ihtiyacı için Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Patriğin “Ekümenik” statüsünün kabul edilmesi ve azınlık cemaatlerine tüzel kişilik tanınması gelmektedir.
  • Dış İşleri Bakanı, Türkiye’de sadece gayrimüslim azınlıkların sorunları değil Müslüman çoğunluğun da sorunları bulunmaktadır diyerek, Avrupa Birliği’nin bu taleplerinin haklı ve meşru olduğunu kabul etmiştir.
  • Bu gerçekler doğrultusunda, AKP hükümetinin yakın bir zamanda, Avrupa Birliği’nin bu konulardaki dayatmalarını da Meclis’teki çoğunluğuna güvenerek yerine getirmeyi planladığını söylemek yerinde olacaktır.

Sayın Başbakan, bizce malum olan bu konudaki gerçek düşünce ve niyetini Türk milletine açıkça itiraf etmek dürüstlüğünü ve cesaretini göstermekten artık kaçmamalıdır.

Aziz Milletvekili Arkadaşlarım,

Örneklerine, ancak Mondros mütarekesi döneminde rastlayabileceğimiz yönetim acziyeti ve devlet adamlığı sefaleti, ne üzücüdür ki, yalnızca iktidar zihniyetini değil, beraberinde aziz milletimizi de felakete sürüklemekte, ülkemiz bir kaosa doğru ilerlemektedir.

Artık Türkiye’yi taşımaya kabiliyeti olmadığı ortaya çıkan AKP zihniyetinin “yola devam” diyerek hızlandırdığı fren tutmayan siyasetinin nerede devrileceği, hangi duvara toslayacağı ve kimleri de altına alacağı belli değildir.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu kaos ve kargaşa ile Türkiye’nin iyi yönetilemeyeceğini daha ilk günden itibaren söylemiş ve özellikle kapatılma davasının açılmasından sonra hükümetin her siyasi faaliyetinde meşruiyetinin sorgulanacağını önemle vurgulamıştır.

Temennimiz, bu zihniyetin, kendisiyle birlikte, sarsıntı yaşayan Türkiye’mize, bunalan milletimize ve zedelenen siyasetimize daha fazla zarar vermeden bu maceranın bir an önce sona ermesidir.

Demokrasilerde hiç kimse ve hiçbir siyasi parti vazgeçilmez değildir. Siyaset kendi kulvarında mutlaka çözümü bulacak, seçmen sağduyusu demokrasinin taşlarını yerine oturtacaktır. Ümidimiz bu yöndedir.

Bu bulanık ortamda, Türkiye mutlaka demokrasi içinde ve sandıkta bir çözüme ulaşacak, yıllardır süren aldatmaya bir son verecektir.

Türkiye sahipsiz değildir. Milliyetçi Hareket her hal ve şartta, milletimizin ağır sorunlarına vakıftır.  Çözmeye hazırdır.

Bu kararımızı, kararlılığımızı ve milletimize olan inancımızı huzurunuzda bir kez daha vurguluyorum.

Bugün Türkiye,

  • Hükümetin ve temel kurumlarının bildirilerle birbiriyle tartıştığı,
  • Vatandaşların can ve mal emniyetinin kaybolduğu,
  • Siyaset kurumuna olan güvenin giderek sarsıldığı,
  • İnsanların özel hayatlarının izlendiğine dair kaygıların arttığı,
  • Toplum kesimlerinin yaşanan buhranın yarattığı ortamda birbirine olan güvenini kaybettiği,
  • Bölücülüğün bu karanlık içinde kendisine yeni yaşama alanları bulduğu ve sinsice ilerlediği,
  • Avrupa’nın iç işlerimize karışmak için her gün iktidar eliyle yeni fırsatlar yakaladığı,
  • Halkımızın ekonomik bunalımın tahribatını daha derinden hissetmeye başladığı bir süreci yaşamaktadır.

Sayın Başbakan’ın “Davanın Türkiye'ye bu yıl 25 milyar dolar getirecek yabancı yatırımcıları tereddüde soktuğunu” söylemesi de mukadder olan ekonomik bunalımı ertelemeyecek ve başarısızlığın bahanesi olamayacaktır.

Yılların ihmalinin kapımıza yığdığı sorunların kaçınılmaz neticesi olarak ekonomik kriz bugün önümüzde durmaktadır.

“Biz sloganlarla konuşmuyoruz. Biz gerilimlerin tarafı olarak konuşmuyoruz. Biz eserlerimizle ve yaptıklarımızla konuşuyoruz" diyen Başbakan Erdoğan’ın eseri de yaptıkları da bunlardır ve ortadadır.

Geçtiğimiz hafta Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki vatandaşlarımız için çözüm adı altında hükümetin hazırladığını iddia etiği “GAP Eylem Planı” Sayın Başbakan tarafından açıklanmıştır.

Bize göre, devlette ve hizmette devamlılık, yönetimin vaz geçilmez bir kuralı ve aynı zamanda millete hizmet etmenin doğal bir yansımasıdır.

Başbakanın sahiplenmeye çalıştığı bu projenin ana ekseni 30 yıl öncesinden ve başka hükümetler tarafından oluşturulmuştur.

Başbakanın ilan ettiği GAP Eylem Planı ise partimizin de içinde bulunduğu 57. Hükümet tarafından 26 ilimizi kapsayacak şekilde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Eylem Planı adı ile 9 Mayıs 2000 tarihinde uygulamaya konulmuştur.

Bu kapsamda, daha o tarihlerde ilgili bakanlar, illerin milletvekilleri, bürokratlar ve yerel yöneticilerle toplantı ve istişareler yapılmış, hazırlıklar o dönemde başlatılmıştır.

Şayet durum Başbakan’ın iddia ettiği gibi partisinin başlatmış olduğu bir uygulama ise, bugüne kadar toplam projenin % 59’unun tamamlanmış olmasının izahı nasıl yapılacaktır?

Bizler hükümetin bu bölgemizi beş buçuk yıl sonra hatırlamış olmasına rağmen, başlattığımız ekonomik yatırımları sürdürmesinden memnuniyet duyacağımızı, vatandaşımıza ulaşması halinde sağlanacak refahı ve huzuru can-ı gönülden temenni ettiğimizi belirtmek istiyorum.

Dileğimiz, terörle mücadele kapsamında gündeme gelen bu ekonomik tedbir ve yatırımların, yıllardır hizmet, iş ve aş arayan başka bölgelerimize de bir an önce ulaşması, Karadeniz, Akdeniz, Ege, Marmara, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerimizin ve insanlarının de bir an önce hatırlanmasıdır.

Beklentimiz adı bile AKP’nin siyasi tarihinden çok önce konmuş ve başlatılmış GAP projesinin kalkınmaya ve refaha vesile olmasıdır.

Bunlar Milliyetçi Hareket’in her mensubunu memnun edecek gelişmeler olacaktır. Bundan hiç kimse kuşku duymamalıdır.

Ancak, Sayın Başbakan’ın bu projeyi, ülkemizi terör belasından kurtaracak bir sihirli formül olarak sunması ve sözde vatandaşı “terörün dil ve kültür tabanından kurtaracağını” söyleyerek Türkiye Radyo ve Televizyonlarında ana dillerde tam gün yayına geçeceğini açıklaması Milliyetçi Hareket Partisi için asla kabul edilemez bir durumdur.

Başbakan Erdoğan, hiçbir yasal düzenlemeye ihtiyaç duymadan TRT bünyesinde 24 saat ana dilde yayın yapılacağını Diyarbakır’da ilan etmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi ise bir dayatma ile karşı karşıya bırakılarak Başbakan’ın taahhüdü, emrindeki siyaset kadrosu tarafından derhal yerine getirilmiştir.

Meclis komisyonlarında tartışılmadan, Anayasa ve diğer kanunlar karşısındaki durum gözetilmeden, adeta yangından mal kaçırırcasına Türkçe dışındaki bir dil resmileştirilmeye çalışılmıştır.

Bu tavır “önce devlet adım atsın” diyen PKK’nın dağ kadrolarına Başbakan tarafından yapılmış siyasi bir jesttir.

Üstelik bu sözde tedbirin, terörü önleyeceğini düşünmek ise, yıllardan beri ülkeyi yöneten zihniyetin, hala PKK ve uzantılarının neyi istediklerini, ne için teröre başvurduklarını anlamamış olduğunu da ortaya çıkarmıştır.

Sözde “barışı sağlama ve şiddeti durdurma” adına yürütülen kirli kampanyalarla milletimizi etnik çatışma ve bölünmeye götürecek yolun, siyasi basamakları bu şekilde birer birer döşenmektedir.

Buradan hükümete sormak lazımdır:

  • Geçtiğimiz yıllarda Avrupa taleplerinin önünü açmak için verilen tavizlerle, sınırlı sürelerde ana dillerde yapılan yayınların terörle mücadelede bir katkısı ve etkisi görülmüş müdür?
  • Ana dilde yayın ve eğitim talep eden siyasal bölücülüğün önü bu adımlarla kesilmiş, terörist saldırılarda bir azalma olmuş mudur?
  • Şayet bunlardan bugüne kadar bir sonuç alınamamış ise, şimdi tam güne çıkarılacak ana dillerdeki yayın anlayışı ile bölücülük nasıl sona erdirilecektir?

Bu sorulara iktidar zihniyetinin ne verebileceği bir cevap, ne de açıklayabileceği bir izah yoktur.

Türkçeden başka dillerde, TRT’den yapılacak tam gün yayın anlayışı, PKK terör örgütünün dağ kadrosunun silahlı baskısına ve şehirdeki uzantılarının ise siyasal taleplerine karşı tam bir teslimiyetin ifadesidir.

  • Bölücülüğü bilinen siyasi parti kongrelerinin Barzani Marşları ile açıldığı,
  • İmralı canisinin her platformda bir sfenks haline getirilerek kutsandığı,
  • Bölgedeki kuraklığın bile Mehmetçiğin harekâtına bağlandığı,
  • Bölücü taleplerle sözde demokratik çözüm önerilerinin birlikte anıldığı bir ortamda, hükümetin sözde tedbirlerinin kanayan yarayı daha da azdırmasından başka bir sonuç vermesi beklenmemelidir.

Verilen tavizler burada da son bulmayacak, önümüzdeki dönemde ana dilde eğitime ve oradan da ayrı dil konuşanların, ayrı devlet kurmak için ayrılma taleplerine kadar gidecektir.

AKP’nin ardına kadar açtığı kapıdan çıkacak sonuç, maalesef böylesi bir bölünme ve ayrışmadan başka bir şey değildir.

Hükümetin son GAP çıkışı ile ABD ile 5 Kasım Beyaz Saray görüşmesinin perde arkası da aydınlanmaya başlamıştır.

Sözde ekonomik yatırım ve yardım ile maskelenmiş bir siyasal açılım projesi, bir türlü bitirilemeyen PKK terör örgütünün Kandil kadroları ile onun siyasal temsilcilerinin önüne konulmuştur.

Onların yeterli görmesi ile uygulanması mümkün olacak, şayet bu aşamada yetersiz bulurlarsa terör destekli bölücü talepler artarak hız kazanacaktır.

İmralı canisine affa kadar varan bölücü emellerin bu girişimle de tatmin olmayacağı düşünülürse, önümüzdeki dönemde de terör örgütü kanlı eylemlerini sürdürecek, bölücülük giderek suç olmaktan çıkacağı bir siyasallaşma sürecine girecektir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ortaya koyduğu sözde açılımın sonucunda Türkçemiz anadil ve resmi dil olmaktan giderek uzaklaşıp yerel dil sayılmaya başlanacak, çok kimlikli, çok dilli, çok etnikli bir parçalanma alt yapısı, ne zaman patlayacağı, kimin basacağı belli olmayan bir mayın gibi milletimizin kucağına bırakılacaktır.

Milliyetçi Hareket, aziz milletimize reva görülen bu zilletin farkındadır ve milliyetçilerin eli bu felaketi hazırlayanların mutlaka yakasında olacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iş, aş ve üretimden uzak ekonomi anlayışının neden olduğu sancılar, toplumun her kesimince yakından hissedilmeye başlanmış, partimizin bu konuda yıllardır yaptığı uyarılar yerini bulmuştur.

Büyük sermaye ve sanayi çevrelerinin bile hükümeti eleştirmeye başladığı bu süreçte, giderek artan enflasyon, büyüyen cari açık, dış borçlar ve ithalat-ihracat dengesizliğinin sarsıntıları artık evlere ve mutfaklara kadar girmiştir.

Yaşanan yokluk ve yoksulluk artık yamama tedbirlerle ve evlere dağıtılan kömürlerle örtülemeyecek boyutlara yükselmiş, dar gelirlimiz, emeklimiz, işçimiz, memurumuz, köylümüz ve çiftçimiz açlık ve çaresizlikle yüz yüze gelmiştir.

Konuşmamın bu bölümünde; ülkemizin toplumsal ve ekonomik sistemi içinde yeri doldurulamayacak bir fedakâr zümrenin, esnaf ve sanatkârlarımızın durumuyla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi esnaflık, tarım sektörü ile birlikte en yoğun işgücüne sahip alanlardan biri olarak milletimize sağladığı sosyo-ekonomik katkıları nedeniyle vazgeçilemez bir meslek grubudur.

Özellikle sanayinin işgücü yaratma kabiliyetinin giderek zayıflamasıyla birlikte, esnaflığın bu yönü daha belirginleşmeye başlamıştır.

Bu değişime rağmen, esnafın sorunları azalacağı yerde her geçen gün çoğalmaktadır.

  • Enflasyonla birlikte faizlerde yaşanan artışlar,
  • Yapılaşma, ulaştırma ve enerji maliyetlerinin yüksekliği,
  • Devletin başka yerlerdeki açıklarını kapatmak için sürekli arttırdığı vergi yükü,
  • Gelir dağılımındaki adaletsizliğin neden olduğu sorunlar,
  • Köyden kente göçle ortaya çıkan intibaksızlık,
  • Şirketleşerek yüzlerce esnafın yaptığı işi ve hizmeti bir arada yürüten süper market kültürü,
  • Kent merkezlerinde her ay yenilerinin açıldığı büyük alışveriş merkezleri,
  • Yurt dışından ithal edilen ucuz ve kalitesiz ürünler, esnaf ve sanatkârlarımızın yaşadığı sorunların temelini teşkil etmektedir.

Elbette ki, ekonomik sistemdeki tıkanıklar, yanlış politika uygulamalarından kaynaklanan problemler, yalnızca esnafları değil, her meslek grubunu çok olumsuz etkilemektedir.

Beş yılı aşkın zamandır, tarımdan kopan işgücü ve buna bağlı köyden kente gerçekleşen yoğun göç, işsizliği önemli oranda tetiklemiş, sahte büyüme rakamları bile işsizliği düşürememiştir.

Bu süreçte, toplum kesimleri arasındaki gelir dağılımı daha da bozulmuş, milli gelirin bölüşülmesinde adaletsizlikler ve kuralsızlıklar ala bildiğine artmıştır. Nitekim AKP iktidarında, türedi ve yandaş zengin sayısındaki artış, var olan toplumsal düzeni tam anlamıyla alt üst etmiştir.

Bozulan bu ekonomik dengenin en çok etkilediği kesim olan esnafımız çoğu zaman siftah etmeden kepenk indirmeye başlamıştır.

Genellikle çalıştıkları yerlerde ikamet ettikleri için, bölgedeki nüfusu büyük ölçüde temsil özelliği de taşıyan esnafımızın sorunları karşısında hükümet hiçbir tedbir almamış, yalnızca bir imtiyazlı zümreyi zenginleştirmeyi amaçlayan iktidar partisinin esnaf umurunda bile olmamıştır.

Aynı zamanda küreselleşmenin göz ardı edilen sosyo-ekonomik tesirleri en çok esnafımızı etkilemiş, maalesef bu sıkıntılı sürecin tahribatına sessiz kalınmıştır.

Küreselleşme ile esnafların gelir kaynağı ve veli nimeti olan müşterilerin, yaşama biçimleri, gelirler seviyeleri, harcama alışkanlıkları ve tüketim yelpazesi değişmiş, bu dönüşümün en büyük etki ve zararı ise esnafımız üzerinde oluşmuştur.

Bugün içinde olduğumuz şartlarda, esnafların muhatap oldukları sorunların, ülkemizin genel sorunlarından ayrı tutulması da mümkün değildir. Yaşanılan buhranlar, çalkantılar, moral değerlerin aşınması, milli konulardaki teslimiyet elbette esnaflarımızın problemlerinin artmasına ortam hazırlamıştır.

Değerli Milletvekilleri,

AKP iktidarının çarpık ve sakat ekonomi politika uygulamalarıyla ülkemizin ucuz ithal mallarının cenneti haline geldiği, üreticimizin rekabet gücünü kaybetmiş olduğu, semtindeki alışveriş merkezini gezen herkesin vitrin ve raflara bakarak kolaylıkla tespit edebileceği gerçeklerdir.

Bütün uyarılara rağmen;

  • Önlenemeyen ve artan kayıt dışı ekonomi ile
  • Perakende ticaret piyasasında yabancı sermayeli büyük kuruluşların giderek büyüyen ağırlığı, esnaf ve sanatkârlarımızın zayıflamalarında, hatta iş yerlerini kapatmalarında en önemli etkendir.

Bir tarafta, AKP döneminde ticarete atılıp hızla zenginleşen eş-dost, hısım-akraba ihtişamı vardır.

Diğer tarafta ise ömrünü dükkânında, tezgâhında çürütmesine rağmen yoksullaşan ve işini bırakarak çıkış yolu arayan yüz binlerce vatan evladının acıklı durumu vardır.

AKP iktidarı, emeği ile çalışan meslek ve sanat erbabı iki milyona yaklaşan vatandaşımız için hayal kırıklığı olmuş, beklenenin aksine işlerinde bereket, dükkânlarında müşteri kalmamıştır.

İşyeri kirasını dahi ödemekte zorluk çeken; eşinden, dostundan gördüğü destekle hayatın güçlüklerine direnen; üretimden pazarlamaya, ticaretten, turizme birçok alanda faaliyette bulunan esnafımızın gerçek durumu tam anlamıyla içler açısıdır.

Yüksek faiz nedeniyle kredi kullanamayan, kullandığı krediyi ise ödeyemeyen esnafımızın içinde bulunduğu sorunlar, aynı zamanda toplumsal birliğimizi ve bütünlüğümüzü de tehdit eden bir faktör olarak karşımızdadır.

Sattığı malın yerine mal koyamayan, sabahları dükkânını umutla açamayan, akşamları gönül rahatlığıyla evine gidemeyenlerin sayısındaki artış vahim boyutlara ulaşmıştır.

Kapanan işyerleri, tükenen umutlar, kaybolan beklentiler, haciz kıskacında kıvranan esnafımızın durumunun hazin bir özetidir.

Başta esnaflarımız olmak üzere; yaşanılan değişim sürecinden etkilenen kesimlerin sorunlarını çözeceği iddiasıyla milletimizden yetki isteyen AKP’nin, bu zamana kadar kimlere nasıl sahiplendiği, kimlerle kol kola girdiği hepinizin malumlarıdır.

AKP iktidarı; yandaş holdinglerden, sıcak para tacirlerinden, küresel ölçekte faaliyet gösteren şirketlerden fırsat bulup esnafa, çiftçiye, emekliye, memura gereken özeni ve alakayı göstermemiştir.

Artan rekabet şartlarında ayakta kalmak için mücadele veren esnaf ulaşılabilir ve ucuz finansman imkânları olmadığından, gerek ürün ve hizmetlerini yenilemek, gerekse büyümek için yeni yatırımlar yapmaktan tamamen uzaktır.

AKP hükümeti, finansman problemlerinin çözümü için kabul edilebilir bir hamle yapmamış, esnaf yüksek faiz ve kısa vadelere mahkûm edilmiştir.

Esnafın, esnaf ve kefalet kooperatifleri vasıtasıyla Halk Bankası'ndan aldığı kredinin faizlerinin bugünkü durumu, faaliyette bulunan vatandaşlarımızı endişeye sevk etmektedir.

Kendi makûs kaderine terk edilen esnafımız, sadece yüzyılları aşan geleneğinden güç ve kuvvet alarak varlığını sürdürmeye çalışmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın da “beraber yürüdüğü yollarda” kimlerle birlikte olmak istediği, kimi yol arkadaşı görmeye çalıştığı artık belli olmuştur.

Başbakan’ın siyasi gündeminde, yolculuğunda;

  • Esnafımız yoktur,
  • Sanatkârımız bulunmamaktadır,
  • Çiftçimiz kenardadır,
  • Emeklimiz uzaktadır,
  • Memurumuz, işçimiz unutulmuştur.

Buradan Başbakan Erdoğan’a diyorum ki; Ferhat gibi dağları delmekle uğraşacağınıza; vatandaşımızın dayanılmaz hale gelen feryadını işitin.

Çığ gibi biriken ağır sorunlarına kulak verin ve hükümet olarak gereken tedbirleri bir an önce alın.

Bu konuda partimize düşecek bir destek ve görev olduğu takdirde 70 milletvekilimizle destek vermeye hazır olduğumuzu bilin.

Muhterem Milletvekilleri,

Bildiğiniz gibi esnafımızın meşguliyeti ve kazancı, yaptığının yerine yenisini yapmakla, sattığının yerine yenisini koymakla sağlanmaktadır.

Ancak bugün, artan maliyetler, hammadde fiyatları ve enflasyondaki yükseliş ile esnaf mal ve üretim ile sermaye dönüşümünü sağlayamaz hale gelmiştir.

Bunun sonucu olarak, kepenklerini indiren esnaf sayısı ile yeni işyeri açan esnaf sayısı arasında kaygı verici uçurum her geçen gün büyümektedir.

  • 2004 yılında işyeri açmış esnaf ve sanatkârımızın yüzde 63,4’ü işini terk etmiş ve dükkânlarını kapamıştır.
  • 2005 yılında esnaf ve sanatkâr olarak çalışma hayatına 196 494 kişi başlarken, daha önceleri iş yeri açmış 282 600 esnaf ve sanatkâr işlerini terk etmişlerdir.
  • 2006 yılında 284 516 olan tescil işlemine karşılık, 304 267 esnaf işini bırakmıştır.
  • 2007 yılında zorluklarla dolu çalışma hayatına umutla adım atan esnaf ve sanatkârlarımızın yüzde 69,5’i bugün bu işlerini yapmamak üzere dükkânlarını ve tezgâhlarını kapatmışlardır.
  • 2008 yılının ilk dört ayında ise; 69 640 esnaf işe başlamış, 43 432 esnaf umduğunu bulamayarak ve büyük borçlar içinde yaptığı işi bırakmak zorunda kalmıştır.
  • 2002 yılında protesto edilen senet sayısı 498 748 adet iken,  2008 yılının ilk dört ayında 493 336 adet senet protesto edilmiş, ilk dört ayda 2002 yılının tüm yıl toplamına şimdiden ulaşılmıştır.
  • Protesto edilen senet tutarında ise 2002’ye oranla yüzde 143 oranında bir artış gerçekleşmiştir.

Karşımızdaki gerçek, maalesef budur.

Bu tablo Başbakan Erdoğan’ın geliştik, refah bulduk, zenginleştik masalının sona erdiğini gösteren, kötü sonla biten filmin neticesidir.

Her konuda bir mazeret üreten, her alanda bir gerekçe bulan Sayın Başbakan’a ekonomik darboğazın bahanelerini de sormak lazımdır.

- Bu yokluk ve yoksulluğun sebebi de demokrasi karşıtı olduğunu iddia ettiğiniz güçler midir?

- Artık çaresi kalmadığı için işini terk eden esnaf ve sanatkârlarımızın zenginleştiğini söylemek mümkün müdür?

- Karamsarlığın ve geçim sıkıntısının neden olduğu bu fotoğraf karesinde mutluluk ve istikrar var mıdır? Varsa neresindedir?

- Binlerce kişinin işsiz ve umutsuz kahveleri ve sokakları doldurduğu bu Türkiye gerçeği, sözde büyüyen ülkemizin neresine yakışmaktadır?

Başbakan Erdoğan’ın bu sorulara vereceği cevabı da yoktur, söyleyeceği sözü de tükenmiştir.

Yıllardan beri bir türlü yüzü gülmeyen, işyerlerinin günlük giderini dahi karşılayamayan milyonlarca vatandaşımızın artık boş sözle, sahte vaatle geçirecek zamanı kalmamıştır.

Kendi derdine düşen Başbakan Erdoğan ve partisi; ne yazık ki, vatandaşlarımızı dayanılmaz sorunlarıyla kaderine terk etmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, milletimizin her sorununun olduğu gibi, esnafımızın sorunlarının daha da derinleşmeden ve başka sosyo-ekonomik sorunlara fırsat vermeden mutlaka çözümlenmesi gerektiğine inanmaktayız.

Meslek grubu olarak milletimizin omurgasını oluşturan, toplumsal ahengin, düzenin, işbirliğinin sosyolojik mekanizmalarından olan esnafımızın sorunlarını biliyoruz.

Çözülmesi için bu sorunlarının takipçisi olacağımızı da buradan bu vesileyle ifade etmek istiyorum.

Değerli Milletvekilleri

Bildiğiniz gibi 7–29 Haziran tarihleri arasında yapılacak olan Avrupa Futbol Şampiyonası Cumartesi günü başlayacaktır.

Şampiyonaya katılacak olan milli futbol takımımıza üstün başarılar diliyor, hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı