25.11.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
25 Kasım 2008

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları

Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Sözlerimin başında geçen hafta ebediyete uğurladığımız değerli arkadaşımız İstanbul Milletvekili Gündüz Suphi Aktan’ı bir kere daha rahmetle anmak istiyorum.

Merhum Aktan, yüksek ahlakın, vatansever duyguların ve cumhuriyet değerlerinin samimi bir savunucusu; sevilen ve saygı duyulan bir aydın olarak iftihar edilecek bir katılımla ve övgü dolu sözlerle uğurlanmıştır.

Türkiye’ye daha büyük hizmetler vereceği ve siyasi hayatımıza önemli katkılarda bulunacağı en verimli bir çağda aramızdan ayrılması hepimizi derinden üzmüş ve sarsmıştır.

Merhum Aktan, diplomasi ve siyaset alanında üstün nitelikleriyle temayüz etmiş, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde uzun yıllar çok önemli ve başarılı hizmetler vermiş, mümtaz bir diplomat, aydın, siyaset ve fikir adamıydı.

Gerek devlet hizmetinde bulunduğu dönemlerde, gerekse partimiz bünyesinde milletvekili olarak görev yaptığı süre içerisinde, çalışmaları ve yorumlarıyla siyasetimize güç ve anlam kazandırmış ve çok önemli katkılarda bulunmuştur.

Çözüm bekleyen sorunlar karşısında kendi kültür kaynaklarımızı temel alarak fikir üreten aydınların giderek azaldığı günümüzde, Gündüz Bey, milli, tutarlı ve analitik düşünce yapısı ile her konuda kendine özgü görüşleri olan nadir fikir ve siyaset adamlarımızdan birisi olmuştur.

Sorunlara Türkiye’den bakan güçlü vizyonuyla hatırlanacak olan Merhum Aktan, kendisinden daha büyük katkılar beklediğimiz sıralarda maalesef ömrü vefa etmemiştir.

Bu acı kayıp nedeniyle değerli arkadaşımız emekli büyükelçi Gündüz Suphi Aktan’ı bir kez daha rahmetle anıyorum. Kederli ailesine, dava arkadaşlarımıza ve aziz milletimize başsağlığı diliyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi, 1928 yılında büyük Atatürk’ün Millet Mektepleri Başöğretmenliği unvanını kabul ettiği gün olan 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak dün bütün yurtta kutlanmıştır.

Yapılan törenlerde öğretmenliğin önemine değinilmiş, insan yetiştirmek için gösterdikleri fedakârlıklardan bahsedilmiş, hizmetleri hatırlanmış ve yayınlanan kutlama mesajları ile bir günlüğüne bile olsa gönülleri alınmaya çalışılarak, emekleri ve alın terleri hepimize hatırlatılmıştır.

Ancak, senede bir güne indirgenmiş övgü dolu sözlerin, ifade edilen şükran duygularının bu kutsal meslek mensuplarının yaşadıkları ağır sorunları ve eğitimin sıkıntılarını hafifletmekten çok uzak olduğu düşüncesindeyim.

Yurdumuzun her yöresinde, gidilen en ücra köşelerde bile, her şart ve ortamda, etrafında cıvıldayan çocuklarla beraber bir okul bahçesinde karşımıza mutlaka çıkacak olan bu mukaddes görevin temsilcilerine, layık oldukları şekilde sahip çıkabildiğimizi ve onları yeterince koruyabildiğimizi maalesef söyleyemiyoruz.

Eğitim ve öğretimin yapısal yetersizliklerine ilave olarak, maddi sıkıntılarla boğuşan değerli öğretmenlerimizin sorunlarını çözememiş olmanın mahcubiyetini, millet olarak duyuyoruz ve duymak zorundayız.

Milliyetçi Hareket, Parti Programımızda yer aldığı gibi çocuklarımızı ve gençliğimizi geleceğimizin teminatı olarak görmekte ve onları;

  • Türk Milleti’ne mensubiyetin gurur ve şuuruna sahip,
  • Manevî ve kültürel değerlerimizi özümsemiş,
  • Farklı kültürleri yorumlayabilen;
  • Dış dünyaya, yeni düşünce ve gelişmelere açık,
  • Bilim ve teknoloji üretimine yatkın;
  • İnançlı, yüksek ahlâklı ve sağlam karakterli fertler olarak yetiştirmek istemektedir.

Ve elbette ki bu donanım ve seviyede olmasını arzu ettiğimiz nesillerin yetişmeleri öncelikle bunu çocuklarımıza ve gençlerimize kazandıracak milli bir eğitim sisteminin varlığına ve bu nitelikleri öğrencilerine aktaracak yetişmiş öğretmenlerimizin mevcudiyetine bağlı olacaktır.

Çağın gerekleri, modern insan ve toplum yetiştirme anlayışı öğretmenin kaçınılmaz rehberliğinden başka bir eğitim yöntemini henüz ortaya çıkaramamıştır. O halde bu yüksek hedefler ancak öğretmenlerimizle yakalanabilecektir. Bunun başka yolu ve formülü de görünmemektedir.

Cumhuriyetimizin 85 yıllık birikimi ile bugün toplam ilk ve orta öğretim kurumu sayımız 42.400’e yaklaşmıştır. Bu kurumlardaki öğrenci sayımız da bugün dünyanın pek çok ülkesinin toplam nüfusunu aşarak 14 milyonu geçmiştir.

Aynı gelişme elbette ki öğretmen sayımızda da gerçeklemiş ve Milli Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim ordusunun fedakâr mensuplarının sayısı resmi rakamların ifadesiyle 636.000’i aşmıştır.

Bu sayının büyüklüğü, bizlere öğretmen kaynağımızın miktarını göstermesinin yanı sıra bu meslek mensuplarının aileleri ile birlikte kapsadıkları muazzam nüfusu, ülke kalkınmasındaki rollerini, insan yetiştirmedeki yerlerini göstermesi bakımından da önemli bir sonuç olarak değerlendirilmelidir.

Ancak ne var ki, geleceğimizin teminatı olan evlatlarımızı yetiştirmesi gereken bu kutlu mesleğin mensupları, eğitim problemlerinin yanında başka sorunlarla da boğuşmak durumunda kalmaktadır.

  • Bugün, öğretmenleri ikinci bir işte çalışmaya mecbur bırakan ekonomik geçim kaygıları,
  • Yozlaşan ahlak değerlerinin etkisiyle her gün medyada karşımıza çıkan okul içi disiplin ve öğretmen-öğrenci sorunları,
  • Çağın gerektirdiği niteliklerden uzak kalmış, yetersiz eğitim imkân ve ortamları ile çok kalabalık öğrenci sayıları,
  • Özellikle mahrumiyet bölgelerinde görev yapan öğretmenlerin daha sık karşılaştığı ikamet ve lojman yetersizlikleri,
  • Sürekli değişen ve bir türlü son bulmayan sistem arayışları ve öğretmenlerin bunlara intibaklarındaki güçlükler,
  • Bilgi, yetenek ve birikimlerinden yararlanmaya çok açık olmayan idari ve bürokratik işlemlerdeki yapılanma,
  • Öğrenciyle mekanik ve yüzeysel bilgiler kazandırmaya, ancak içeriğine nüfuz etmesine ve milli kültürü geliştirmelerine imkân vermeyen kısır eğitim vizyonu,
  • İlk yıldan son yıllarına kadar tamamen sınav maratonu için şartlandırılmış öğrenci yapısı ve bunun üzerine kurgulanmış hayattan uzak eğitimin çarpıklığı,
  • Çocuklarının sorunlarını görmezden gelerek öğretimi paylaşmayan ve yeterince ilgi göstermeyen velilerin duyarsızlıkları,
  • Ve bu karmaşık sistemi idare etmekten çok uzak, siyasi kadrolaşmanın yol açtığı güvensizlik ortamı, öğretmenlerimizin başlıca sorunları olarak karşımızdadır.

Türkiye ve Türk milleti için kim, hangi iyi hedefleri düşlüyor ve düşünüyorsa öncelikle yapması gereken öğretmenlerine sahip çıkmak ve sorunlarını aşmak olmalıdır.

Bu konuda öğretmenlerimiz bize göre üzerlerine düşeni fazlasıyla yapmaktadır. Toplumun her kesimini sarmış ekonomik, kültürel ve ahlaki sorunlara takılmadan görevlerini sürdürmeye çalışan öğretmenlerimizin, yaşadıkları zorluklara rağmen evlatlarımızı yetiştirmek için gösterdikleri fedakârlıklar her türlü takdirin üzerindedir. Onlarla övünüyoruz.

Taviz ve teslimiyetin yaygınlaştığı, kaynakların giderek yabancılaştığı, çözüm ve çarelerin dışarıda arandığı bir yönetim döneminde; bilim ve teknoloji üretemeyen, bilgi toplumunun gereklerini yerine getiremeyen ülkemizdeki karamsarlığın dağıtılması için en önemli görev her şeye rağmen yine öğretmenlerimize düşmektedir.

Milletimizin binlerce yıldır yüreklerinde taşıdığı insan sevgisi, barış ve yardımlaşma, üstün ahlak ve fazilet gibi değerleri yeni nesillere kazandıracak olanlar öğretmenler olacaktır.

Dünyanın en değerli varlığını, yani insanı yine insanın mutluluğu ve huzuru için yetiştirerek, hem insanlığı, hem büyük Türk milletini yüceltecek olanlar da öğretmenlerdir.

Öğretmenler, bir yandan bilgi ve bilim üretebilecek dinamik beyinler yetiştirirken, onların şerefli geçmişimizden ilham almalarını, tarihimiz ve büyük Türk kültürü ile köprü kurmalarını öğretecek olanlar bu en güzide mesleğin mensuplarıdır.

Devletimizin, milletimizin, bağımsızlığımızın, demokrasimizin, milli kültürümüzün bekasını ilgilendiren ”fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin yetişmesi de yine öğretmenler eliyle mümkün olacaktır.

Memleketimizin her yöresinde kutsal bir görevi fedakârca yürüten eğitim camiasının tüm değerli mensuplarının, heyecanlarını asla söndürmeden millete hizmeti sürdürmeleri en samimi dileğimizdir.

Hedefimiz ise şahsi ve mesleki sorunları çözülmüş, sıkıntıları ortadan kalkmış bir meslek grubu olarak, bilgi, birikim ve enerjilerini yalnızca nesillerin yetişmesine harcamalarını sağlamak olmalıdır.

Bu vesileyle, Türk milletinin mutluluğu ile Türk devletinin gelişmesi için yüreklerini ortaya koyarak gözlerini gönül huzuru ile hayata kapamış öğretmenlerimiz ile görev başında şehit edilmiş 130 kahraman öğretmenimizi rahmet, şükran ve minnet duygularımla anıyorum.

Bugün hayatta olan emekli öğretmenlerimize Cenab-ı Allahtan uzun ömürler diliyor, görevdeki öğretmenlerimize saygı ve sevgilerimi sunuyor, bu mutlu ve anlamlı günlerini kutluyorum.

Bilinmelidir ki, fert, toplum, millet ve devlet olarak dünya üzerinde ve insanlık aleminde ulaşacağımız seviye, ancak öğretmenlerimizin bizi götürmek istedikleri ve götürebildikleri yere kadar olacaktır.

Daha iyi insan, daha mükemmel vatandaş, daha saygın millet ve daha büyük devlet olabilmek için onlara her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız vardır.

Aziz Milletvekilleri,

İktidar partisi AKP’nin siyasi miyopluğundan dolayı fark edemediği ve etkisini her geçen gün yoğunlaştıran ekonomik buhran aziz millet fertlerinin şikâyetlerinin yoğunlaşmasına neden olmaktadır.  Sürekli irtifa kaybeden Türkiye ekonomisinin, yere çakılması artık sadece bir zaman meselesi haline gelmiştir.

Bu zamana kadar; yüksek faiz, düşük kur sarmalına ekonomiyi hapseden hükümet; şimdi de ekonomideki olumsuzlukların nedeni olarak küresel dengesizlikleri göstermeye çalışması kabul edilebilir ve affedilir değildir.

Altı yıla yakındır uygulanan ekonomi politikalarının sonucu olarak, biriken ve bir aşamadan sonra kendisini göstermeye başlayan sorunların nedeni bize göre, öncelikle işbaşındaki AKP hükümetine hâkim olan iş bilmezlik ve teslimiyetçi siyasi anlayıştır.

Son günlerde, Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşlarında görülen uyum ve koordinasyon eksikliği, yaklaşım farklılıkları,  açıklamalardaki bariz çelişkiler kriz baskını hissettiğimiz şu günlerde kaygılarımızı daha çok arttıran hususlar olarak karşımızdadır.

Olağan ve rahat günlerin iktidarı olduğu konusunda şüphe kalmayan AKP zihniyeti; hükümet etme kabiliyetini göstermesi ve ispat etmesi gereken zamanlarda sürekli bocalamış, suçlu ve sorumlu arama telaşıyla kendisine verilen imkânları devamlı heba etmiştir.

Aşırı değerli YTL, yüksek döviz açığı ve de büyük miktarda kısa vadeli özel sektör döviz borcuyla girilen ekonomik türbülans, hükümetin gecikmesi sonucunda kendisini reel sektör üzerinde göstermeye başlamış, vatanımızın her köşesinde işsizlik ve çaresizlik milletimizi deyim yerindeyse esareti altına almıştır.

Geçmişte, kamu sektörünün aşırı harcama içine girerek bütçe açıklarını para basarak karşılaması birçok soruna davetiye çıkarmıştı.

Buna ilave olarak; finans sektörünün denetim eksikliğinden dolayı aşırı risk alması ve bir süre sonra yaşanan bilânçolardaki bozulma dönemleri hafızalardaki tazeliğini korumaktadır.

Bankacılık kesiminin açık pozisyonlarının artması sürecinde, finansal kırılganlığın da derinleştiği, beraberinde döviz kurunun birden bire artmasıyla, bankaların ödeme güçlüğü içine girerek ülkemizde döviz krizlerinin yaşanmasına neden olduğu yine hatırlardadır.

Bugün ise, farklı bir durumla karşı karşıya bulunmaktayız. Reel sektör; değerli YTL’den dolayı aşırı risk almış ve hitamında dış borçları hızla katlanmıştır. Bu sürece müdahale etmesi gereken AKP hükümeti ise; “Dışarıdan sermaye geliyor” değerlendirmesiyle borçlanmayı teşvik ederek sorunların büyümesine neden olmuştur.

Siyasi feraset noksanlığı sonucunda ortaya çıkan bu sürece vatandaşlarımızı kıvrandıran borçlar da eklendiğinde, önümüzdeki dönemde, reel kesimin borçluluğunun önemli bir sorun yaratması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim bunun belirtileri kendisini göstermeye başlamıştır.

Üzülerek belirtmeliyim ki; AKP hükümetinin ihmalleri ile ortaya çıkan bu durumun sonucu olarak; finansal denge hızla bozulacaktır. Bunun yanı sıra, reel sektördeki küçük ve orta boy işletmelerin kapanışları hızlanacak, yan sanayiler çökecek ve işsizlik alabildiğine yaygınlaşacaktır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Başbakan Erdoğan’ın içinde bulunduğu ruh hali ve çözüm konusundaki yetersizliğin yol açtığı panik, söz ve eylemlerine de yansıyarak ekonomideki sorunların daha da katmerleşmesine neden olmuştur.

Çatışma ve gerilimden siyasal çıkar sağlamayı adet haline getiren Sayın Başbakan; ülkemizin içinde bunaldığı ekonomik meselelerin kaynağı olarak finans sektörünü işaret etmiş, buna karşılık reel sektörden yana olduğunu ima ederek, özellikle bankacılık sektörünü ötekileştirmiştir.

Bu yaklaşım, Başbakan Erdoğan’ın hayatın her alanında yerleştirmeye çalıştığı cepheleştirme zihniyetinin ekonomiye yansıtılmış biçimidir.

Bir tarafa krizin sorumlusuymuş gibi bankacılık sektörünü oturtmakta, diğer tarafa ise hükümet politikaları ile çıkmaza giren reel sektörü koyarak kendisini hedef olmaktan kurtarmaya çalışmaktadır.

İnanıyoruz ki, üreten şirketlerimiz ve onları finanse eden kuruluşlarımız hükümetin bu tuzağına düşmeyecek, Başbakan Erdoğan da sorumluluktan kurtulamayacaktır.

Bize göre Başbakan Erdoğan, kusuru başka yerlerde değil, mutlaka hükümet etmedeki zafiyetlerinde, zayıf ve basit politikalarında aramalıdır.

Son zamanlarda, partisinin başarısızlığı halinde siyaseti bırakacağına yönelik açıklamalar yapan Sayın Başbakan’ın, bu ani tavır değişikliğinin arka planında, üstesinden gelemeyeceğini düşündüğü ekonomik krizin, toplumda neden olacağı öfke ve tepki korkusunun bulunduğu anlaşılmaktadır.

Siyasi geleceği konusunda umudunu kestiği görülen Başbakan’ın; ön almak için yaptığı bu itiraflar olmasa bile, foyasının ortaya çıkacağı ve tükenişinin görüleceği bir hesaplaşmanın yaklaştığını söylemek için kâhin olmaya gerek olmadığı açıktır.

Görünen odur ki; ülkemizin kritik bir dönemini icraatları ile israf eden AKP zihniyeti, yakın bir zamanda, tıpkı geldiği şartlara benzer bir ortamda gidecektir. Ve gittiği yerde de, geçmiş yılların ihmalinin hesabını mutlaka verecektir.

Muhterem Arkadaşlarım,

İşsizlikteki dayanılmaz yükseliş, şirketlerin tasfiyesindeki artış, hayat pahalılığının katlanması, sosyal yapımızda ciddi gediklerin açılmasına neden olmaya başlamıştır.

Ekonomik sorunlara önlem diyerek alınan karar ve verilen sözlerin müşterek akıldan yoksun olarak ortaya çıkmasının, önüne gelenin tedbir diye sorumsuzca konuşmasının, ihtiyacımız olan güven duygusunu daha da zedeleyeceği iyi bilinmelidir.

Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta içinde yaptığı bir dış seyahat esnasında, istihdamla ilgili sarf ettiği sözleri de bu çerçevede ele almak yerinde olacaktır.

Bu kapsamda, her TOBB üyesinin bir işçi istihdam etmesi talebini dile getirerek, 1 milyon 300 bin kişinin istihdam edilmesinin mümkün olduğunu iddia eden Başbakan Erdoğan’ın bu değerli fikrinin nedenini, hava basıncının anlık değişmesinden kaynaklanan fiziksel ortama bağladığımızı ifade etmek istiyorum.

Sayın Başbakan ve yakınları, kalabalık kâfilelerle, kendi deyimiyle söyleyecek olursak, “fellik fellik” dünyayı dolaşırken, vatandaşlarımız çığlık çığlığa yoksulluğa, açlığa, sefalete mahkûm olmaktadır.

Başbakan Erdoğan’a tavsiyemiz; işsizliğin önlenmesiyle ilgili havada bulduğu yeni buluşun efsunundan kurtulup, hükümet olduğunu hatırlayarak ayağını karaya basması, ülkemizi soktuğu sonu meçhul yoldan bir an önce çıkarmasıdır.

Değerli Milletvekileri,

Terörün artan cüreti, siyasal bölücülüğün sokaklardan meydan okuması ile hükümetin gaflet siyaseti, maalesef acil çözümler bekleyen diğer ağır sorunları gölgelemekte ve haklı olarak ana gündemi oluşturmaktadır.

Yine vatandaşlarımıza yönelik terör eylemleri sürmekte, güvenlik mensuplarımızı, askerlerimizi hedef alan terör saldırıları bütün hızıyla devam etmektedir.

Geçen Grup toplantımızdan bu yana geçen bir haftalık süre içerisinde, Ağrı kırsalında, Bingöl Karlıova’da, Diyarbakır Lice’de, Van Çaldıran’da meydana gelen terör olaylarında biri binbaşı rütbesinde subay olmak üzere, üç askerimiz ve bir vatandaşımız hayatını kaybetmiş, dokuz güvenlik görevlimiz, dört korucumuz ve iki vatandaşımız yaralanmıştır.

Kalabalık katılımlarla toprağa verilen aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyor; hükümeti yanlış gözlem ve yanlış teşhisten kaynaklanan özürlü tedavi arayışından bir an önce dönmeye çağırıyorum.

Türkiye, iktidar eliyle, bugün başta küresel güçlerin bölgemizdeki emelleri olmak üzere, şekillenen yeni dünyada tam bir figüran durumuna düşürülmüş durumdadır.

Özellikle milli hassasiyetler, milli güvenlik ve milli kimlik etrafında hükümetin başlattığı tartışmalar ve verilen hasar ile bu süreçte bütün ölçü ve ayarlar kaçmış, toplumsal doku ve kurumsal ilişkiler ağır yara almıştır.

Bugün iktidarın gaflet ve işbirliği ile önümüze konan yeni denklemin özeti ve ana hatlarını şu başlıklar altında incelemek ve saymak mümkündür.

  • Bunlardan birincisi, İmralı canisi’nin sağlık durumu ile ilgili tartışmalar başlatılarak oluşturulacak karanlık atmosferden, bebek katilinin affına kadar gidecek sürecin önünü açmaktır.

Bilindiği gibi, İmralı canisinin sağlık durumu, tecrit koşulları ve kötü muamele gördüğü iddiaları etrafında sürdürülen tahrik, baskı ve propaganda kampanyası son dönemde yeniden hız kazanmıştır.

PKK’nın Meclis’teki sözcülüğünü üstlenen bir siyasi kuruluşun yürüttüğü son kampanyada, İmralı canisinin tecrit koşullarına son verilmesi istenmiş ve bu kapsamda siyasi çözüm sürecinde ev hapsi altına alınması gibi hukukla, adaletle, insafla ve vicdanla bağdaşmayan hayasız istekler açıkça seslendirilmiştir.

Türkiye’ye büyük acılar yaşatan teröristbaşının hükümlülük şartları bugüne kadar uluslararası ilgi odağı olmuş ve bölücü çevrelerce siyasi gündemde sürekli canlı tutulmuştur.

Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi kuruluşları bu konuya özel bir ihtimam göstermiş, İmralı canisinin insan haklarını ve mahkûmiyet koşullarını sürekli izleyen mekanizmalar oluşturulmuştur.

Bu konuda yürütülen kampanyanın amacının, infazın gevşetilmesine yönelik tepkilerin önlenmesine, kamuoyu hassasiyetinin zaman içinde sulandırarak, İmralı canisinin serbest kalacağı bir sürecin garantiye alınmasına yönelik olduğu görülmektedir.

Bu gelişme ile İmralı Canisi’nin sözde sağlığını bahane ederek, dağda Mehmetçiğimizi şehit eden, sokaklarda polisimizi taşlayan zihniyet ile araçlarımızı yakan, vatandaşlarımızı mağdur eden sokak eşkıyaları, AKP tarafından ödüllendirilmektedir.

Bundan sonraki aşamada, benzer iddiaların önünü kesmek, isyan provalarının tırmanmasını durdurmak artık hiç mümkün olmayacak, İmralı mahkûmu serbest kalana kadar “sağlık kampanyası- sokak saldırıları ve hükümet tavizi” döngüsü tırmanarak tekrarlanıp duracaktır.

AKP bu kararı ile önce PKK yandaşlarının taşlarına, sonra Avrupa taleplerine teslim olmuştur.

  • Önümüzdeki süreçte dikkat edilmesi gereken ikinci husus Türkiye’nin Irak Devleti ve Irak’ın Kuzeyinde oluşmuş yerel yönetimle olan ilişkileridir.

Biz özellikle aşiret reisleri ile kurulacak ilişkilerin yöntemi, şekli ve şartlarına yönelik düşüncelerimizi 21 Ekim 2008 tarihli Grup toplantımızda belirtmiştik. Peşmerge Reisi ile görüşülmesinde şahsın hasmane tavırlarının takip edilmesini isteyerek; bu şahısla kurulacak ilişkilerde;

  • Terör örgütünün topraklarından atılması konusunda atacağı somut adımların görünmesini,
  • Samimiyetin göstergesi anlamında, aşiret reisi’nin “PKK’yı terör örgütü” olarak tanımlamasını;
  • Ve hatırlayacağınız gibi tarihlerini de vererek, geçmişte söylediklerinden pişmanlık duyup duymadığının açıklanmasını talep etmiştik.

Bunlar olmadan, resmi ağızlardan Türk devletinin şartları konusunda bir ilerleme kaydedilmeden, yeni adımların atılmaya çalışılmasının bedelinin çok ağır olacağını bu kürsüden açıklamıştık.

Ancak, ilerleyen günlerdeki uygulamalarıyla hükümet, hiçbir karşılık görmeden tavizler vermeye hazır olduğunu hissettirmiş, bundan yararlanan muhatapları Türkiye’yi yine üçlü mekanizma adı altında görüşme masasına çekmişlerdir.

Son olarak İçişleri Bakanı’nın, emri vaki yapılarak Barzani temsilcisinin de bulunduğu masada Irak’lı yöneticilerle görüştürülmesi, AKP hükümetinin bir sonraki adımda kimlerle buluşturulacağının da ipuçlarını vermektedir.

İşin ilginç yanı Sayın Cumhurbaşkanı’nın da bu diplomatik garabeti bir başarı gibi sunmaya çalışması ve “Kuzey Irak’taki yerel yönetim PKK konusunda üstüne düşen görevin farkına varmaya başlamıştır” diyerek kurulmak istenen ilişkilerin önünü açmaya çalışmasıdır.

Artık, bu aşamadan sonra, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin Irak’taki tek muhatabının PKK’nın hamisi ve Türkmenlerin canisi Barzani olacağı anlaşılmaktadır.

Bu kaygı verici gelişme ile Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’de bir türlü bulamadığı siyasi muhatap sorunu da Barzani ile aşılmış olacaktır.

Yakın zamanda, Irak’taki Amerikan askeri varlığının 2011’yılı sonuna kadar kalmasına yönelik karar verilmiş olması, bölgedeki bütün taraflar için Irak’ın kuzeyinin güvenliğini daha da önemli hale getirmektedir.

ABD’nin bir gün mutlaka Irak’tan çekileceği düşünülerse, yakın işbirliği içindeki aşiret reislerinin, çekilme sürecinden sonraki güvenliklerini ve varlıklarını garantiye almak istemesi kaçınılmaz olacaktır ve Amerika’nın yaptığı da budur.

Yaşanan gelişmelerin izlediği seyirde, çevresi sorunlu ülkelerle kuşatılacak olan muhtemel bağımsız bir aşiret devletine yönelik himayenin, kime görev olarak verildiğini de belirginleştirmeye başlamıştır.

Amerikasız bir Irak’ın muhtemel sonuçlarının uyandıracağı yalnızlık korkusu kullanılarak Barzani Türkiye’ye doğru itilmiş; Türkiye ise basiretsiz yönetimin teslimiyetiyle PKK’nın ortadan kaldırılması adına Barzani’ye yakınlaştırılmıştır.

Bu tehlikeli yolda ve örtülü şantaj kokan ilişkilerin devamında; korkarız ki ülkemiz başka coğrafyaları, sözde himayesine alacağı yapay ortaklıklara kadar giden çok vahim gelişmelere alet olacaktır.

Geçmişte “bir koyar beş alırız” denilerek Türkiye’nin önüne sürülen örtülü tuzakların yeniden gündeme geleceği, bundan on sene önce İmralı canisi’nin Şam’dan çıkması ile başlayan sürecin sonuçlarının alınmaya başlanacağı, kontrolümüz ve irademiz dışında gerçekleşen bir sürecin kapıları aralanmıştır.

Türkiye çaresiz ve güçsüz değildir. Eksik olan, bu gücü ve imkânları kullanmaktan aciz bir hükümet tarafından yönetiliyor olmasıdır. Dileğimiz, demokratik bir devir-teslim dönemi gelene kadar geçen sürede tahribatın daha da ağırlaşmamasıdır.

Değerli Arkadaşlarım,

  • Dikkatimizi çeken üçüncü husus ise, sokak eylemleri, terör saldırıları, şehit cenazeleri, soykırım iddiaları, ya sev ya terk et söylemleri arasında ve gölgesinde başlatılan “çözüm, çare, açılım, seçenek, hal tarzı ve uyanmak” adı altında sunulan yeni bir etkileme ve kabul ettirme sürecinin milletimize dayatılmak istenmesidir.

Özellikle bu konuda, Türkiye’nin üniter ve milli devlet yapısını yıllardan beri gizli veya açık eleştirenlerin şimdi tam bir fikir, eylem ve ağız birliği yaparak sözde “yeni bir Türkiye yapılanmasından” bahsetmeye başlamaları tesadüf olarak yorumlanmamalıdır.

Bu mihraklar, geçtiğimiz altı yıl boyunca ellerine geçen her fırsatta çeşitli ortamları kullanarak ve adım adım bugünkü noktayla gelmişler, olayları seyreden ve hatta destek olan hükümeti de artık teslim alacakları ve dilediklerini uygulatacakları kıvama getirmişlerdir.

Türkiye’miz bugün maalesef, iktidar tarafından itildiği uçurumun kenarında, üzerinde karanlık senaryoların uygulandığı bir operasyon ülkesi durumuna düşürülmüştür. Bu operasyonun mekanizmaları,

  • Zaman zaman barış ve sözde ateşkes çağrıları yapan, sözüm ona şiddeti eleştiren ve bildirilerde imzaları bulunan sözde sivil toplum temsilcileridir.
  • Girişim, platform, oluşum adı altında bir araya gelerek ihanet dayanışması yapan yıkıcı-bölücü mihraklardır.
  • İhanet fikirlerini ve emellerini sözde bilimsel zemine oturtmak için basamak olarak üniversite ortamlarını kullanan sözde demokrasi aşıklarıdır.
  • Küresel telkinlere ve dayatmalara maruz kaldıklarından habersiz, kurgulanan büyük oyunların maşası ve uzantısı haline gelmiş sözde strateji ve düşünce kuruluşlarıdır.
  • Yaşanan her terör olayından, her bölücü eylemden sonra kamuoyunun kafasını karıştıran eski ve emekli zevatın birbirini tutmayan açıklamalarıdır.
  • Çoğunluğu siyasetin ve paranın emrine girmiş, sipariş anketlerle topluma yön vermeye çalışan kamuoyu araştırma şirketleridir.
  • Mahkeme dosyalarının, gizli askeri belgelerin, soruşturma evraklarının, telefon görüşmelerinin, yazışmaların peşine düşmüş ve servis yapan karanlık odaklardır.
  • Büyük bir demokratik güç olan medya imkânlarını tamamen başka amaçlara hizmet için sarf eden medya temsilcileri ve bu ahlakı içine sindiren sözde yazarlardır.
  • Ve elbette ki en önemlisi katile sayın diyen kokuşmuş zihniyetin neden olduğu toplumsal ve siyasal kırılma ve çöküntüdür.

Bugün özellikle medya kanalları kullanılarak federalizm, ayrı millet, bölgesel yönetim, yerel sembol ve bayrak, farklı dillerde eğitim gibi konular ve sözde teklifler gazete sütunlarında ve televizyon ekranlarında tartışmaya açılmış durumdadır.

Ülkemize ve milletimize biçtikleri rollerin ayrıntılarında anlaşamasalar bile, Türkiye’yi temel değerler ekseninde yıkmak konusunda tam anlayış ve gönül birliği içinede görülen odakların, listeler halinde dile getirdikleri taleplerin önünün hükümet tarafından birer birer açılacağı anlaşılmaktadır.

Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanı’nın da hükümet gibi düşündüğü ve tartışmalardan etkilendiği anlaşılmaktadır. Basında yer aldığı şekliyle, Çankaya’da ağırladığı Hakkari heyetini kabulünde “Burada söyleyemeyeceğim şeyleri de düşünüyorum. Hatta sizin de bana söylemek isteyip söyleyemediğiniz şeyleri biliyorum ve size katılıyorum.” açıklaması tam bir garabet örneğidir.

Çankaya köşkünde, söylenemeyecek şeyleri şimdilik düşünmekle yetinmek durumunda kalan bir Cumhurbaşkanı’nın Hakkarili vatandaşlarımızın taleplerini, daha onlar söylemeden anlayacak ferasete ulaşmış olması ilgi çekicidir.

Biz, Sayın Cumhurbaşkanından Hakkarili vatandaşlarımızı görünce aklına gelen, ancak söylemekten imtina ettiği fikirlerini kamuoyuna açıklamasını bekliyor ve istiyoruz.

Muhterem Milletvekilleri,

  • Karşımızdaki denklemin dördüncü ayağı ise bölücülüğün siyasallaşmasında ve toplumsal ayrışmanın derinleşmesinde önemli bir aşama olarak görülen, tarihimizin sorgulanması ve ceddimizin yargılanması sürecinin başlatılmasıdır.

Yaşadığımız gelişmeler, milletimize muhasım bütün zihniyetlerin, varoluşlarını milli tarihimize yönelik iftiralar ve karalamalarla sağlamaya çalıştıklarını göstermektedir.

Bu iddiaların artmasında şüphesiz ki en büyük neden, işbaşındaki iktidarın yüzleşme adı altında tarihimizi sorgulayan, milli kimliğimizi tartışmaya açan yaklaşımı olmuş, bu iftiralarla sonuç alınacağına dair umut ve cesaret uyandırmıştır.

Bu kapsamda, Türk devleti ve milletine yönelik “soykırım” “işkence” “katliam” “sürgün” “tehcir” gibi suçlama ve iftiraların, bilinen Ermeni iddiaları zemininden başka alanlara da yaygınlaştırma çabası dikkatlerimizi çekmektedir.

Sistematik olan ve giderek artan bu kara propagandanın yoğunlaşan baskısı altında kalacak hükümetin, iç ve dış tavizlere tam anlamıyla açık hale getirilmesi, kafaların arkasındaki asıl amaçtır.

Bu konuda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadelesini sorgulayan bir süreç başlatılmıştır.  Hatta iddialar Atatürk dönemine kadar uzanmış ve devletimizin kurucusunun yargılanması bile telaffuz edilmiştir.

Buradan şunu kesin bir dille belirtmekte yarar vardır:

Milli tarih, milletimizin muhteşem geçmişinin hatıraları ile doludur ve bize emanettir.

Tarih, yaşanmış, yazılmış, hükmünü vermiş ve defterler kapanmıştır. Ortada utanacağımız bir suç ve adına özür dileyeceğimiz bir suçlu yoktur.

Bu kapı bir kez aralanırsa, suçlamaların zemini Anadolu”nun bin yıl önceki fethine kadar gitmesi kaçınılmaz olacak, Söğüt’ten, Kayı Boyundan başlanacaktır.

Her olay kendi şartları ve dönemi içinde yorumlanmalı, ecdadımızın kutlu hatıralarının sahibi olduğumuz bilinmelidir.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

 Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı