26.12.2009 - Siyaset ve Liderlik Okulu 1. Dönem Sertifika Töreni'nde yapmış oldukları konuşma.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Siyaset ve Liderlik Okulu 1. Dönem Sertifika Töreni'nde yapmış oldukları konuşma.
26 Aralık 2009

Milliyetçi Hareket Partisi Siyaset ve Liderlik Okulu 1.Dönem Sertifika Töreni

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Konuklarımız,

Eğitimlerini tamamlayan Muhterem Katılımcılar,

Sayın Basın Mensupları,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bugün 10 Ekim 2009 tarihinde açılışını yaptığımız “Siyaset ve Liderlik Okulu”ndaki eğitimlerini tamamlayan genç katılımcılara sertifikalarını vermek ve başarılarını kutlamak için toplanmış bulunuyoruz.

Hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Eğitim ve öğretime şahsen çok özel önem veren ve bu konuda hedefleri olan bir kişi olarak bu güzel günün benim nazarımda ayrı bir anlamı ve önemi olduğunu huzurunuzda açıklamak istiyorum.

Titizlikle tespit edilmiş birbirinden değerli kırk katılımcının, iki ayrı eğitim salonunda 12 haftalık ve toplam 72 saat süren öğrenimlerinin başarı ile sona ermiş olmasının mutluluğunu hep birlikte yaşıyoruz.

En büyük dileğimiz, giderek artan bir ilgiyle önümüzdeki dönemlerde de yeni genç arkadaşlarımıza bilgi, görgü ve tecrübelerimizin aktarılmasına aynı heyecanla devam edilmesidir.

Bu müstesna faaliyetin aynı zamanda, Türk milletinin yükselmesi yolunda yürüttüğümüz siyasal mücadelemize özel bir anlam ve destek katacağı kanaatindeyim.

Bu düşüncelerimin de mutlaka gerçekleşeceğine yürekten inanıyor, partimizin Siyaset ve Liderlik Okulu’nun Koordinatörleri olan Sayın Prof.Dr.Zühal Cafoğlu’na, Eğitim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof.Dr.Semih Yalçın’a, ve elbette ki eğitime büyük destek ve katkılarını esirgemeyen birbirinden değerli misafir öğretim üyelerine huzurlarınızda şükranlarım sunuyorum.

Hepsine teşekkür ediyorum. Sağolun, varolun.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Muhterem Davetliler,

Hepinizin bildiği gibi siyasetin kaynağı ve öncelikli ilgi alanı insandır. İnsanın mutluluğu, refahı, huzuru ve onuru günümüz siyasetinin odağı olmuş; siyaset anlayışları, siyaset üslubu ve siyaset tercihleri bu temel üzerinde yükselmeye başlamıştır.

Nerede bir insan varsa, nerede bir insanın karşılaştığı bir sorun görülüyorsa siyaset bunların çözümüne kafa yormak, akıl üretmek ve çözüm bulmak mecburiyetindedir. Günümüzün siyaset algısı ve ulaştığı seviye bunu gerektirmektedir.

Sorunların bir kısmını göz ardı ederek, yalnızca belirli alanlara ilgi göstermek, diğerlerini yok saymak eksik ve kusurlu bir siyaset anlayışının sonucu sayılmalıdır.

Toplum ve onun milli kimlik oluşturmuş hali olan millet, yalnızca tarihi akışın içinde sosyal ve kültürel bir beraberliğin adı değil, aynı zamanda bir arada yaşamayı istemiş olmanın gereği olarak, politik bir uzlaşmanın  da eseridir.

Ve bu uzlaşmanın yaşandığı devlet ise soysal, kültürel ve politik ittifakın resmiyet kazanmış kurumsal yapısını temsil etmektedir.

Bu itibarla, çağdaş bir yönetimde ne ferdi, toplumun içinden çıkartıp yalnız başına soyut bir değer olarak tanımlamak gibi bir anlayış geçerli olabilecektir, ne de tek tek insanın dikkate alınmadığı bir toplum algısı siyasetin konusu olabilecektir.

Tarih boyunca insan olmanın bitmek tükenmek bilmeyen arayışları elbette ki bugün de ve daha şeffaf olarak ve demokratik talepler halinde devam etmektedir ve etmelidir.

Nasıl yaşayacağına, nasıl barınacağına, nasıl besleneceğine yönelik temel hayat ihtiyaçlarının yanı sıra, insanlık artık haklı olarak, nasıl yönetileceğini, kimlerin kendisini yönetmesini istediğini, hangi haklara sahip olacağını da belirleme gücüne ve katılım yetkisine sahip olmuştur.

Yalnızca demokrasilerin sunabileceği bu tarihi imkânlar ve tercih etme seçeneği takdir edersiniz ki beraberinde siyaset anlayışlarına ve siyaset adamlarına kıyasıya bir rekabet ve yarışma da getirmiştir.

İnsanlar kendilerine ulaşan sayısız mesajlar arasından yaşantılarına ve beklentilerine yakın ve ikna edici bulduklardan birini tercih ederek geleceklerini belirleme fırsatını bulabilmektedirler.

Daha onurlu, daha tok, daha özgür, daha kudretli, daha güvenli, daha kaynaşmış gibi sayısız ve karmaşık insani ve toplumsal beklentilere cevap vereceğine inandığı siyaset anlayışını iktidara getirmektedirler.

Elbette ki bu tercihleri yapan fertlerin, içinde bulundukları gerçek hayat şartlarının etkisi olduğu kadar, kendilerine ulaşan propagandanın, karartmaların, aldatmaların, istismarların ve hatta küresel dayatmaların da etkisinin olduğunu unutmamak lazımdır.

Ne var ki buna rağmen siyasetçinin bir görevi de, tek tek fertlerden meydana gelen ve bir arada bulunarak toplumu oluşturan beşeri varlığın içindeki doğal “ben ve biz” algısını bozmadan bir ahenk içinde yaşatabilmektir.

Bu itibarla millet oluşumunu ve millete şuurla bağlılığın tanımı olan milliyetçiliği esas alan bir siyasi hareket olarak, fertlerin sorunlarını çözerek milletimizin de sorunlarını çözecek, millet eksenli ve insan odaklı bir anlayışı tercih etmiş bulunuyoruz.

Aksi halde, yıllardır ülkemizi yöneten kadrolarda olduğu gibi, ormana bakıp ağaçları göremeyen, yada ağaca tek tek bakıp ormanı fark edemeyen kusurlu siyaset illüzyonu ve popülizm, ülkemizin sorunlarını insandan topluma veya toplumdan insana uzanan çizgi içinde çözmeye yetmeyecektir.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Muhterem Davetliler,

İnsanlığın birbirine aktararak getirdiği yönetim tecrübesine özellikle son yüzyılda gözlem, deneme, uygulama gibi bilimsel disiplin de eklenince siyaset bir bilim dalı olmuştur.

Elbette ki geleneksel siyaset yolları ve siyasetçi yetiştirme kulvarları geçerliliğini sürdürmektedir. Bununla birlikte, günümüzde siyasetin karmaşık alanı yalnızca bunun üzerine uzmanlaşmış, yalnızca siyaset alanına odaklanmış kadrolara olan ihtiyacı artırmıştır.

Dünyanın hemen her yanında olduğu gibi Türkiye’de de geçmişin nispeten durağan toplum yapısı, bugün yerini dinamik ve hızla değişen bir toplum yapısına bırakmıştır.

Gerek dünyadaki gelişmelerle, gerek insanlığın evrensel ilerleyişiyle, gerek ülkemizdeki toplumsal ilişkilerin yükselişiyle birlikte giderek karmaşıklaşan toplum ve buna bağlı olarak da insan yapısı karşımıza çıkmaktadır.

Ve geleneksel siyaset ve sorun çözme yöntemlerinin bu her alanda birbirinin içine nüfuz etmiş ve kenetlenmiş girift yapıyı anlamlandırmakta zorluk çekmesi kaçınılmazdır ve bugün ülkemizde yaşananlar da kanaatimce bunun sonucudur.

Bir siyasi hareketin toplumca kabul görmesinin ve hatta iktidar olmasının değişkenleri sayısızdır ve genellikle dönemsel taleplerin ve kısa süreli beklentilerin sonucudur.

Türk seçmeninde yaklaşık kırk yıldır yaşanan bu popülist siyaset-geçim kaygısı ve oya tahvil etme döngüsü gelenekselleşerek bir politik alışkanlık haline gelmiştir.

Oysa, biliyoruz ki orta ve uzun vadede kaybeden millet olmaktadır. Geldiğimiz nokta bile izlenen bu yanlış siyasi terbiyenin ülkemizi ve milletimizi düşürdüğü açmazın ispatından başka bir şey değildir.

Milletlerin asırlar süren ömürleri yanında, bir siyasi hareketin kısa süren başarıları ve hatta iktidar olması geleneksel anlayışı aşmış veya bu anlayışa ulaşmış olduğunun göstergesi sayılmamalıdır. Bizim kasdettiğimiz de bu değildir.

Bize düşen görev, siyasetin doğasında var olan yerelden merkeze doğru yükselme kanallarını açık tutarak “saha”dan siyasetçi yetiştirmeyi sürdürürken, diğer taraftan siyaseti bilim disiplini içinde anlamış, algılamış eğitilmiş kadrolarını siyasetimize katabilmek olmalıdır.

Milletimizin gönlünde cevap bulmuş ve yaygınlaşmış siyaset alanı yatay siyasetin omurgasını oluştururken, uzmanlaşmış kadroların süreçleri, durumları ve geleceği yorumlayan vizyonları ise dikey siyasetin gücünü artıracaktır.

Bu yolla hem toplumsallaşma mümkün olacak, hem de adına ve birlikte siyaset yaptığımız milletimizin sorunlarına ön almak ve çözüm bulmak söz konusu hale gelecektir.

Bu yatay ve dikey boyutları olan iki kanatlı siyaset yapılanmasını başardığımız ve ulaştığımız ölçüde yalnızca partimizin yükselmesini sağlamakla kalmayacağız, aynı zamanda, kalıcı olacak, kök salacak, geçici ve küçük başarılarla avunmayacak bir siyaset anlayışını ülkemize kazandırmış olacağız.

Aslında, ülkemizdeki siyasi partilerin onlu yıllarla tanımlanacak ömürleri dikkate alındığında, en eski ikinci siyasi parti olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu tavan ve taban arasındaki dengeyi başarmış olduğu ortadadır.

Bu yönüyle de, her ne kadar bünyemizde bir siyaset ve liderlik okulunun güzel bir gününe tanık olmak için toplanmışsak da, aslında kırk yıllık duruşu, tavrı, ilkeleri, kadroları ve fikirleriyle Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurumsal yapısı ülkemiz için başlı başına ve rakibi olmayan bir siyaset ekolü ve okuludur.

Bugüne kadar devam eden kırk yılı aşkın siyasal hayatında partimiz, günlük siyasete alet olmamış, kalıcı ve sürekli hamleleri ve hedefleri savunarak popülist siyasetin kirliliğinden hep uzak durmuştur.

Bu gerçeği anlamanın ve Milliyetçi Hareket Partisinin varlığının ve savunduklarının ne anlama geldiğinin daha iyi anlaşılmasının yolu, Türkiye’de Milliyetçi Hareketin olmadığı bir kırk yılın muhasebesinden geçecektir.

Özellikle milli bekanın ağır tehditlere maruz kaldığı son yıllarda verilen tek başına mücadele, tarihi süreç içinde doğru okunursa varlığımızın ve mevcudiyetimizin milletimiz için anlamı ve önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Böyle bir tahlil ile ise, kimin hiçbir engelle karşılaşmadan milletimizi ayrıştıracağı, kimin hiçbir sorun yaşamadan küresel güçlere ülkemizi teslim edeceği; buna karşılık kimin milli kimlik, milli kültür, milli dil ve milli bekanın devamında bir vatan görevi yaptığı açıkça görülecektir.

Toplum ve devlet hayatımızdaki tahribat ve teslimiyetin boyutları dikkate alındığında, Milliyetçi Hareket Partisi, gönüllerinde yer bulmuş milletimizin fertleri ile, her seviyedeki kadrolarıyla, fikirleri ve duruşu ile Türkiye’nin bekasında mutlaka dikkate alınması gereken yegane kuvvet haline gelmiştir.

Bugün Milliyetçi Hareket Partisi, kırk uzun ve zorlu yolculuğun sonunda milletimizin gönlünde yer bulmuş, taban tutmuş, kökleşmiş bir siyasi hareket olmuştur.

Ben, bu düzenli ilerleyişi “yazın kuruyan, baharda canlanan, yağışta sel olup taşan istikrarsız ve günübirlik” bir anlayış olarak değil, düzenli bir büyümenin çaydan dereye, dereden nehire ve sonunda muhteşem bir göle dökülmesi olarak değerlendiriyorum.

Ve inanıyorum ki, bu yatağını kendi gücüyle açarak emin ve sağlam adımlarla ilerleyen nehir sonunda mutlaka engin denizlere de ulaşacaktır.

Burada zaten hepinizin bildiği gibi, bu seviyeye kadar nasıl ve hangi meşakkatlere katlanarak ve nasıl fedakârlıklar yaparak gelindiğini tekrarlayacak değilim. Bunlar bizim şerefli geçmişimizin hatıralarıdır.

Ancak, bugün hiç kimsenin göz ardı edemeyeceği partimizin siyasal varlığı, Türkiye üzerinde düşünceleri olan herkesin, milletimiz için iyi veya kötü emeller besleyen her unsurun, mutlaka dikkate almaları gereken bir kudret halini almıştır.

Bu itibarla, üzerlerine titrediğimiz bu muhteşem eserin ve kadrolarımızın siyasal mücadele alanı dışında başka emeller uğruna israf edilmelerine, geleceklerinin başka istikametlere sürüklenmesine asla göz yummayacağımızı buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Onun için “sokak değil okul, çatışma değil siyaset, kavga değil iktidar” diyor ve bu hedeften sapmalara karşı hareketimizi korumaya çalışıyoruz.

Aklımızdan çıkarmayalım ki, Türkiye sokaktan, caddeden ve meydandan değil Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden idare edilmektedir.

Milliyetçi Hareket, sevdalısı olduğu Türk milleti ve devleti için projelerini tek başına iktidar gücü ile Türkiye Büyük Millet Meclisinden uygulayacaktır. Başka yol ve yöntem yoktur.

Partimizin ulaştığı kuvvet ve mevkii kolay elde edilmemiştir. Yaşanan olaylar, kurulan tuzaklar, önleme ve yıldırma çabaları, iftiralar ve suçlamalar hepinizin bildiği gerçeklerdir.

Bunlar, sabırla, akılla, heyecanla, şuurla ve imanla adım adım aşılarak bu günlere gelinmiştir.

Ve bu eser ülkemin her yanında bin bir fedakârlıkla, kendi sorun ve sıkıntılarını sineye çekerek, milletinin sorunlarını sırtlamaya çalışan, Türkiye’nin geleceğine omuzlamak isteyen aziz dava arkadaşlarımın muhteşem eseridir.

Elden ele taşınarak oluşan bu eserin bugünkü Genel Başkanı olarak hepinizle iftihar ediyorum. Bugüne getiren başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey olmak üzere bütün dava arkadaşlarıma ve büyüklerime şükranlarımı bir kez daha sunuyorum.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi, geride kalan kırk yılın birikimi ve kadroları ile Türkiye’mizin yönetimine, Türk milletinin onurlu geleceğine taliptir.

Bu, ülkemizin yıllardır birikmiş bütün sorunlarının da çözümüne hazır olmamızı, gelecekte karşılaşılması muhtemel sorunların öngörülerek çarelerinin üretilmesini gerektiren zorlu, mücadeleci ve zahmetli bir misyonu taşımak demektir.

Elbette ki partimizin kadroları ve bu davaya gönül vermiş aydınlar, akademisyenler, sanatçılar bu zorlukların üstesinden gelecek projeleri, stratejileri üretmekte, sorunları el birliği ile aşacak desteklerini esirgememektedirler.

Ancak takdir edersiniz ki, hayat yerinde durmamakta, olaylar ve olgular ile zamanın insanlar üzerindeki tesiri her an karşımıza yeni ve farklı durumları çıkarmaktadır.

O halde Milliyetçi Harekete ve milliyetçiliğe gönül vermiş herkesin önceliği yalnızca olayları ve durumları değil, olaylar arasındaki bağları yakalayıp süreçleri analiz etmek, sonuç çıkarmak ve siyasetimizin yararlanacağı stratejik öngörüler haline getirmektir.

Milliyetçilik, bulunması kaçınılmaz olan heyecan ve hamasetin de üzerinde, eğitimden sanata, bilimden spora, ekonomiden çevre sorunlarına, sağlıktan yönetime kadar her alana nüfuz etmesi gereken bir birlikte yaşama projesidir. Millet varlığı ile bir arada gelecek oluşturma stratejisidir.

Bugün burada ilk dönem mensuplarına sertifika verdiğimiz eğitim ve öğretim çalışmamızın diğer adı ile “Siyaset ve Liderlik Okulu”muzun önemli bir amacı da budur.

Bir yandan anlık gelişmelere ve olgulara takılmadan, küçük başarılara abartılı sevinçler gösterip geri plandaki devasa sorunları ihmal etmeden veya geçici başarısızlıklardan felaket senaryoları çıkartmadan ülkemizin kronik hale gelmiş sorunlarını siyaset biliminin ışığı altında çözmek durumundayız.

Diğer taraftan, milliyetçi düşünceyi hayatın her alanında uygulanabilecek bir siyaset pratiği haline getirmek zorundayız.

Bu ise, fikirlerimizin Türkiye’de, bölgemizde ve dünyada gerçekleşen tüm ilişkileri ve sorunları kavrayabilecek bir yapıya ve derinliğe sahip olmasını kaçınılmaz hale getirmektedir.

Ve bu çözüm yönteminde elbette ki sosyal ve siyasal bilim bize yol gösterici olurken, ulaşmayı hedeflediğimiz ülkümüz öncelikle Türk milletinin varlığının devamı ve onun tarih boyunca taşıyan muhteşem hasletleri olacaktır.

Bizler görevimizin farkındayız. Yapacaklarımızın şuurundayız.

Türkiye’mizi asla hak etmediği geri kalmış ülke statüsünden çıkarmak durumundayız.

Türk milletini layık olmadığı yokluk, yoksulluk ve adaletsizlikten kurtarmak zorundayız.

Ülkemizi temel hak ve özgürlüklerin yetersiz olduğu, terör ve şiddet olaylarının yaşandığı bir ülke olmaktan uzaklaştırmak mecburiyetindeyiz.

Ve bütün bunları yaparken siyaset önceliğimiz sınıflara, zümrelere, şahıslara hiçbir ayrıcalık tanımadan yalnızca milletimizin tamamını tarihi perspektif içinde kucaklayan ve onun devamını amaçlayan bir anlayışla yapmalıyız.

Bizim milliyetçiliğimiz, Türk Milleti’nin tarih içerisinde yoğrulmuş olan milli değerleriyle, çağın birikimi olan gelişmeleri birlikte yaşatmayı milli ile evrensel, yerel ile küreseli birlikte değerlendirmeyi esas almıştır.

Türkiye her gün yeni bir alandan milli hayatımıza giren ve etkileyen küreselleşmenin etkileri karşısında çaresiz değildir.

Dünyayı saran bu süreci kendi lehimize çevirmenin yolu Milliyetçi Hareket Partisi çizgisinin tarihi tezleri olan milli devlet ve güçlü iktidarı savunmak ve sahip olmaktan geçecektir.

Milli Devlet, parçalanmaya çalışılan üniter yapının ve milli kimliğin siyasal güvencesi; güçlü iktidar ise her yönden esen küresel dayatmalara karşı milletimizi korumanın ve geliştirmenin yegane aracıdır.

İki binli yıllar başlarken dile getirdiğimiz “yeni bir yüzyılla sözleşme” yapmaktan muradımız ve kastımız da burada aranmalıdır. Ama ne yazık ki bu sürenin yedi yılı teslimiyetçi bir iktidarla heba olmuştur.

Türkiye’yi teslimiyetçiliğe götürmek isteyenlerin Milliyetçi Harkete yönelttikleri husumetin bir de bu açıdan değerlendirilmesi gerekmektedir.

Sözünü ettiğimiz bu sözleşme, Türkiye’nin ve Milliyetçi Hareketin birikim ve iddialarının sınırlarımızın ötesinde meydana gelen küresel gelişmelerle buluştuğu bir alanı tanımlamaktadır.

Bu tanım içinde partimiz ve mensuplarımız,

  • Çağın ekonomik, teknolojik ve siyasi alanda yükselen dalgalarıyla karşılaşmayı,
  • Türk siyaset alanını, gelişen toplumun ihtiyaç ve taleplerine göre biçimlendirmeyi,
  • Toplumun siyaset, medya ve ekonomi ilişkilerini demokratikleştirmeyi,
  • Ülkemizi küresel rekabete açacak ekonomik büyüme ve performansı ortaya koymayı,
  • Yıllardır yaşadığımız millet ile devlet arasındaki kaynaşma sorunlarını ve temsil sıkıntılarını mutlaka aşmayı,
  • Ve nihayet milletler mücadelesinin acımasız arenasında Türk milletini yükseltmeyi, hedeflemektedir.

Başka başkentlerin sunduğu kurtuluş reçetelerinin Türk milletini bir adım ileri götürmeyeceği açıktır. Bunun tek çözümü, dünyaya “Türkiye” merkezli bakmakla, geleceği ve küreselleşmeyi “Türkçe” okumakla mümkündür.

Böyle bir siyaset anlayışı bilinmelidir ki, yalnızca Türkiye’yi değil soydaşlarımızı ve din kardeşlerimizi ve yardım eli bekleyen mazlum milletleri de kurtaracak yeni bir anlayışı temsil edecektir.

Biz biliyoruz ki, tarihte büyük devletler kurmuş ve bu potansiyeli defalarca  göstermiş olan Türk milletinin bugün her evde, her ocakta, her ailede ve her ana yüreğinde yaşattığı medeniyet kudreti onu saklı durduğu yerden çıkaracak samimiyeti, beceriyi ve kuvveti aramaktadır.

Asırları aşıp gelmiş bir büyük milletin, 21. yüzyılda önündeki temel sorun alanlarını temizlediğinde, Türk milletinin yaratıcılığını önleyen prangalarda, bağımsız düşünmesini önleyen bağlardan ve kendine güven duymasına mani olan dayatma, telkin ve komplekslerden arındığında yeniden küresel bir güç olmasının önünde hiçbir engel yoktur.

On yılı geride kalmış yeni çağın dinamiklerini kavrama meselesini başarmak aydınlarımızın, kadrolarımızın çalışmalarıyla ve geleceğe güçlü bir şekilde hazırlamalarıyla mümkün olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi ve dayandığı temel olan Türk milliyetçiliğinin geleceği dünyayı ve insanlığı tanımlaması, kucaklaması ve yorumlaması için milliyetçi aydınlara sorumluluk ve görev düşmektedir.

Türkiye’de, düşünen insanlar özellikle siyaset yapma sorumluluğuna sahip olan herkes önce tarihi, sonra yaşadığımız yüzyılı ve yaşamaya başladığımız yeni bin yılı çok iyi analiz edip değerlendirmek durumundadır.

Bizler Türk Milliyetçileri olarak bu sorumluluğu herkesten fazla duyan, duymak mecburiyetinde olan insanlar olduğumuzun bilincindeyiz.

Biliyoruz ki, yeni gelişme ve dinamikleri kavrayamayanlar, gerekli atılım ve dönüşümleri başaramayacak ve hatta anlamlandıramayacak olanlardır.

Çünkü, 18. yüzyılda başlayan gelişmeleri ve tehlikeleri zamanında fark edip kavrayamamış olmanın bedelini, iki yüz yıl süren bir "geri kalmışlık" süreciyle Türkiye çok ağır bir şekilde ödemiştir. 

Bu nedenle, geleceği belirleyen değil, başkalarının belirlediği geleceğe doğru sürüklenen bir ülkede; tıpkı batıya giden bir gemide doğuya doğru koşmak gibi kısır bir döngü içinde siyaset yapmanın fazla bir anlamı olmayacaktır.

Bu yüzden, bugün yeni çağın dinamiklerini kavrayıp Türk milletini ve Türkiye’yi küresel alana kendi kimlik ve değerleri ile taşıma mecburiyetimiz vardır.

Ve bu köklü dönüşümü başarmak ve geri kalmışlığın bütün tortularını tasfiye etmek, önümüzde tarihi ve milli bir görev olarak durmaktadır.

Biz siyaseti kendimiz için istemiyor, kendimiz için talep etmiyoruz. Bizim önce ülkem ve milletim, sonra partim ve sonra ben sözü ile ifade ettiğimiz de budur.

Milliyetçi Hareket Partisi, kendisini Türkiye’ye adamış gönül erleri ile, siyasetçinin değil seçmenin mutluluğunu ilke edinmiş, dürüst, ilkeli ve yetişmiş kadrolarıyla, milletin değerlerinin bir temsilcisi olarak lider ülke idealine ulaşmayı ülkü edinmiştir.

Varacağımız hedefte yolumuzda engeller vardır ve olması da beklenmelidir. Çünkü vereceğimiz mücadele çok radikal hedefleri amaçlamaktadır.

Toplumun alışkanlıklarının ve kökleşmiş bir zihniyetin dönüşümüne neden olacak bu hedeflerin direnme ile karşılaşması doğaldır.

Yol kendiliğinden gelinecek doğal bir süreç değildir. Elbette ki bu zorlu ve mücadeleci bir şuuru gerektiren sancılı bir süreçtir.

Vizyonu yetmeyenlerin menzillerinin tükendiği yerde terk etmeleri, hızlı koşanların soluk almak için duraksamaları ve hatta farklı etkilerin sonucu değişmeleri, dönüşmeleri, yılmaları, umutsuzluk ve yılgınlığa düşmeleri mümkündür ve beklenmelidir.

Bu nedenle bize düşen görev, kafa karıştıran, akıl çelen, zihin bulandıran zihniyetlerin etki alanına aldırmadan hak bildiğimiz yolda arkamıza bakmadan hızlı adımlarla yürümektir.

Ancak böylesi bir emin ve sağlam yürüyüşün istikrarlı hızı bizi, bizden önce yola çıkmış ve maalesef gelişmişlikte fark atmış toplumlara yetişmemizi ve onları geçmemizi sağlayacaktır.

Türk milleti, millî birliğini, demokrasisini ve kalkınmasını, birlikte geliştirip mükemmelleştirecek tecrübe birikimine ve kaynaklara sahiptir.

Bugün hepimizin öncelikli görevi; dünyada yaşanan gelişmeleri kavramak, insanlığın ortak kaderine ilişkin sorunları çözecek, Türkiye’nin içinde bulunduğu açmazları aşacak, zarar gören kardeşliğimizi onaracak siyaset anlayışını ortaya koymaktan geçmektedir.

Türk siyaseti ve siyasetçisi, bu birikimlerin ışığında ülke kaynaklarını en iyi ve en verimli bir şekilde kullanarak ülkesini geleceğe hazırlayıp taşımakla mükelleftir. Ve partimiz buna hazırdır.

Milliyetçi Hareket, Türk Milleti’nin temel değer ve birikimlerini yeni atılımların güç merkezi yaparak, O’nu ilelebet var kılacak bir büyük siyasi ve fikrî hareketin adıdır. Bu ad ve bu  iddia, dünya var oldukça yaşamaya devam edecektir.

Konuşmamın bu bölümünde, “Siyaset ve Liderlik Okulu’nun birinci dönemini başarıyla tamamlamış genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum.

Her biriniz titiz bir seçimden sonra eğitime başladınız ve sonuçlandırdınız. Sizleri tebrik ediyorum.

Ancak bilmenizi isterim ki göreviniz ve sorumluluklarınız burada sona ermedi.

Tıpkı içinde eğitim aldığınız salonlara isimlerini verdiğimiz Merhum Prof.Dr.Erol Güngör ile Merhum. Prof Dr. Mehmet Eröz Beylerin açtığı yolda ve verdikleri ilham ile  ömür boyu yürümeniz gerekmektedir.

Bizler onları kaybettiğimiz uzun yıllardan sonra bile hala hatırlarını anıyor, kitaplarını okuyor ve fikirlerinden feyz almaya iftiharla devam ediyoruz.

Maddi alemden uzaklara düşmüş olmalarına rağmen  hala başucu kaynaklarımız olarak eserlerine baş vuruyor olmamız, sağlam fikrin, şuurun ve bilim düşüncesinin gücüdür, ışığıdır.

Milletimize hizmet yolunda siyaset sizin için bir tercih olacak ise öncelikle;

Dünya nereye gidiyor?

İnsanlığın yaşadığı buhranın kaynakları nelerdir?

Dünyada oynanan büyük oyun nedir, aktörleri kimlerdir?

Türkiye’nin dünyadaki yeri ve konumu neresidir?

Türk milleti gelecekte nerede olmalıdır?

Milletim için hedeflerim nelerdir ve bunu nasıl başaracağım? sorularına cevap aramak durumundasınız.

Çalışmaktan bıkmayınız, araştırmaktan uzak durmayınız, zorluklardan yılmayınız.

Dünyadaki gelişmeleri, milletimizin değerleri ile buluşturmanın yollarını sürekli arayınız.

Gideceğiniz her yerde, alacağınız her görevde burada öğrendiklerinize yenilerini katacak, kendinizi gösterecek, emsalleriniz arasından tebarüz edecek bir siyaset ve bilim disiplinini aldığınıza inanıyorum.

Biz burada, sizlere milletimiz adına ve milletimizle beraber siyaset yapabilmenize kapı aralayacak temel bilgileri, değerli öğretim üyelerimiz vasıtasıyla sunmaya çalıştık. Bu temel üzerine muhteşem bir yapıyı inşa edecek olan sizlersiniz.

Dileğim, bugünden sonra Türkiye’mizin kötü giden talihini yenmesi konusunda berrak düşüncelerinizle, yapıcı eleştirilerinizle, üreteceğiniz projelerle, dergilerde, gazetelerde yayınlanacak çalışmalarınızla, bizzat getireceğiniz raporlarınızla siyasetimize güç katmanız ve bizlere destek olmayı sürdürmenizdir.

Yalnızca bizim değil Türk siyasetinin aydınlık fikirlere, yaratıcı düşüncelere, çözüm bulan beyinlere, sorun aşan kabiliyetlere ihtiyacı vardır. Sizlerle bundan sonraki dönemlerde de beraberliğimizi devam ettirmeyi istiyoruz.

Kapımız, yüreği Türk milleti için atan, onun derdiyle dertlenen, onun acısı ile üzülen, sevinciyle mutlu olan ve sahip oldukları birikim ve bilgileri milletimiz yararına Milliyetçi Hareket Partisi içinde değerlendirmek isteyen herkese ardına kadar açıktır.

Yalnızca sizler değil, temiz bir geçmiş, yüksek bir vicdan ve namusa sahip her vatandaşımız, ilke ve ülkülerimizi de benimsemiş ise aradığı hizmet, huzur ve kardeşlik ortamını Milliyetçi Hareket Partisinde mutlaka bulacaktır.

Bu vesileyle, sizleri bir kez daha kutluyor, çalışmalarınızda üstün başarılar diliyorum. Eğitim dönemi boyunca katkılarını esirgemeyen değerli misafir öğretim üyesi arkadaşlarıma ve emeği geçenlere teşekkürlerimi sunuyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

İlgili İçerikler