05.01.2010 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma.
05 Ocak 2010

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Muhterem Temsilcileri,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bugün yeni bir asrın ilk on yılını geride bıraktığımız bir dönemde 2010 yılının ilk grup toplantısını yapmak üzere toplanmış bulunuyoruz.

Yeni yılın hepinize, ailelerinize, aziz milletimize ve insanlığa mutluluk, huzur ve refah getirmesini diliyorum.

Geride kalan yıl da önceki altı yılda olduğu gibi maalesef hayatın her alanında ağır sorunların yaşandığı, ülkemizin krizlerle boğuştuğu kayıp dönem olarak anılacaktır.

2009’da da ülkemizin ve milletimizin huzuru ve refahı için ihtiyacı olan atılımlar yapılamamış, yıllardır yaşadığı işsizlik, yokluk ve yoksulluk çemberi kırılamamıştır.

Geride kalan yıl içinde de ülkemizin milli çıkarları, devlet gelenekleri, ve binlerce yılda oluşmuş kardeşlik hukuku ucuz siyasetin malzemesi olmaya devam etmiştir.

Manevi değerleri siyaset sermayesi yaparak harcamaktan çekinmeyen ilkesiz kadroların elinde, milletimiz sancılı gelişmelerle dolu bir dönemi daha yaşamak zorunda kalmıştır.

Tıpkı önceki altı yılda olduğu gibi, AKP zihniyetinin yedinci yönetim yılında da Türk Milleti hak etmediği bir çaresizlik içine itilmiş, iktidarın maddi ve manevi tahribatından toplumun her kesimi ve devletin her kurumu etkilenmiştir.

Türkiye, hükümetin iddialarının aksine uluslararası alanda ciddi itibar kayıpları yaşamış, teslimiyetçi politikalarla ülkemiz saygınlığını yitirmiş, her isteyenin tuttuğunu koparabileceği aciz bir ülke durumuna düşürülmüştür.

Ülkemiz geride kalan yıl daha fazla yorulmuş ve daha çok hırpalanmış, ezik ve çaresiz hale gelmiştir.

Siyaset kirlenmiş ve itibar kaybına uğramış, ahlaki temellerden, nezaket ve saygıdan uzaklaşan bir politika üslubu yönetime hakim olmuştur.

Ve içi boş sloganlarla, sanal umut ve vaatlerle, hayali başarı hikâyeleriyle Türk Milletini yeniden kandırma imkânları artık kalmamıştır.

Yine geçen 2009 yılında, Türkiye’nin milli birliğinin korunması, milli mensubiyet şuurunun güçlendirilmesi ve milli devlet yapısının savunulması hükümet tarafından çağ dışı hassasiyetler olarak tanımlanmış ve aşağılanmıştır.

Bölücü terör eylemlerinin ve etnik tahriklerin hız kazandığı böyle bir dönemde, terörle mücadelenin önünü kesmeyi amaçlayan siyasi çözüm tartışmaları Türkiye’nin gündemine açılım, çözüm ve proje adı ile getirilmiştir.

Bizim yıkım projesi adını verdiğimiz bu süreçte;

  • Bölücü emeller besleyen odaklar muhatap alınarak diyalog ve demokratik tartışma zemini adı altında Türkiye’nin bir pazarlık ortamına çekilmeye çalışıldığı,
  • ABD destekli, AB patentli, Peşmerge onaylı ve İmralı imzalı bu yıkımın sözde demokratikleşme, özgürlük ve insan hakları ambalajıyla hükümet tarafından pazarlanmak istendiği,
  • Bu anlayışla, devletin terörle mücadelesini şiddet politikası, kanlı terörün ise hak arama mücadelesi olarak tanımlanmaya çalışıldığı,
  • Türkiye’nin sosyal dokusunun küresel projelerin güdümündeki iktidar tarafından acımasızca tahrip edilmeye çabalandığı,
  • Ve yıkım ortağı arayışlarının kapı kapı gezilerek ısrarla sürdürülmek istendiği gelişmeler, geçen yıl bildiğiniz ve yaşadığınız gerçekler olmuştur.

Yıllardır AKP zihniyetinin bölücülüğe ve bölücü teröre gösterdiği hoşgörü, verdiği cesaret ve yaptığı işbirliği 2009 yılında bütün berraklığıyla ortaya çıkmıştır.

Türk milletini birbirine düşürmek için kurgulanan sinsi bir oyun hükümet eliyle ve bütün yıkım aktörleri kullanılarak sahnelenmeye çalışılmıştır.

Yıl boyunca devam eden vahim gelişmeler kapsamında;

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin temel harcı olan bütün ilke ve değerler tartışmaya açılmış,
  • Milli devlet niteliğini ve üniter yapısını sulandırmaya ve tasfiye etmeye yönelik bir kampanya harekete geçirilmiş,
  • Türkiye’de etnik ayrımcılığa zemin oluşturacak ve Türk milletini bölerek ayrı bir millet şuuru yaratılması amacına hizmet edecek dayatmalar hız kazanmış,
  • Bölücülük hükümet vasıtasıyla siyasete taşınmış, bölücü meşru talepler olarak tanımlanmak istenmiş,
  • Teröristle yapılan pazarlıklarla oluşturulan siyasi ortam İmralı Canisini yeniden terörün lideri haline getirmiş ve buradan yönetilen ihanet odakları tekrar sahneye çıkmıştır.

Yıllardır süren terörün kanlı yüzünün saklanarak yeni bir maske ile Türkiye’nin karşısına çıkarılması için adeta bir seferberlik başlatılmıştır.

Bundan yararlanarak Türkiye’yi etnik tuzakların içine çekmeye çalışan terör maşaları nifak tohumları ekmek için seferber olmuştur.

Bunun sonucu etnik bölücülüğü ve kamplaşmayı tahrik eden faaliyetler hız kazanmış, Türkiye’nin milli birliğini hedef alan ihanet provaları alenen yapılmaya başlanmıştır.

AKP’nin devleti ve toplumu kuşatmaya yönelik tehlikeli siyaset modelinin bir yılık özeti bundan ibarettir.

2009 yılında akıllarda iz bırakanlar;

Hükümetin “PKK açılımı”nın milletimizde neden olduğu gerilim, öfke ve uyanma,

“İyi şeyler olacak, fırsat yılı, görülmemiş uyum var” mesajlarının refakatinde toplumda yaşanan ayrışma ve çatışma tehlikesi,

Başbakan Erdoğan ile İmralı Mahkûmunun açılım sürecinin yönetimi konusunda aralarında yaşadıkları yetki ve ön alma çabaları,

Habur’da Başbakan ve kadrolarınca karşılanan terörist kafilelerinin kabul törenleri,

Artan terör eylemleri, çoğalan şehit haberleri, yakılan araçlar, evler ve dükkânlar,

Bu rezaletlere karşı şehit aileleri ve gazilerimiz ile milletimizin gösterdiği haklı ve meşru tepkiler,

İsrail’i sözde Müslüman zulmü için uyaran Başbakan Erdoğan’ın, Türk ve İslam düşmanı Danimarka Başbakanı’nı NATO Genel Sekreterliğine seçmesi,

Mahalli İdareler Genel Seçimlerinde milletimizin iradesine ipotek koymaya yönelik hayasız oyunlar,

Irak’ın Kuzeyindeki Peşmerge Reisleri ile artık bakan düzeyinde yapılmaya başlanan diplomatik üst düzey kucaklaşmalar,

ABD dayatmasıyla Ermenistan’la tek taraflı ilişkilerin futbol maçı bahanesiyle başlatılması ve akabinde tavizlerin protokollere bağlanması,

Sınır ötesi askeri harekat yapmasına izin ve yetki veren “Tekzere”nin ikinci kez Meclisten çıkmasına rağmen, hükümetin Kandil’e gitmekten ısrarla kaçınmaya devam etmesi,

Adalet, güvenlik, emniyet ve istihbarat gibi temel kurumlar arasında oluşan güvensizlik, görülen tahribat ve hükümetle yaşanan çatışmalar,

Toplumun tamamına yayılan dinlenme, izlenme özel hayatın takibi gibi özgürlük alanlarına yönelik ihlallerin artması ve korkunun yaygınlaşması,

Giderek artan yoksullaşma, büyüyen işsizlik, çaresizliğin neden olduğu toplumsal gerilim, hak arama mücadeleleri, emeğin ve alın terinin karşılığını talep edenlere karşı yönetimin sergilediği zorbalık,

Irak’ta Türkmenlerin, Urumçi’de Uygurların, Karabağ’da Azerbaycanlı kardeşlerimizin sahipsiz ve yalnız bırakıldığı boyun eğmişlik hali,

Hükümetin içeride bulamadığı meşruiyeti, küresel hizmette bulmak için sürdürdüğü taviz ve teslimiyet siyaseti ile dış ilişkilerde meşruiyeti arama çabalarıdır.

Yeni yıl içinde de karşımıza çıkması muhtemel gelişmelerin, 2009 yılında hükümet tarafından başlatılan süreçlerin sonucu ve devamından başka bir şey olmayacağı anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin ağır sorunlarla yüklü siyasi gündemi her geçen gün yeni bir badireyi karşımıza çıkarmaktadır.

Türkiye geleceği ve beraberliği açısından tarihi bir kavşak noktasına, bir yol ayrımına doğru hızla gitmektedir.

Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini, milli çıkarlarını ve milli bünyesini tehdit eden gelişmeler giderek ağırlaşmaktadır.

2010’a girilirken Türkiye’nin hazin manzarası budur ve acı gerçekleri bunlardır.

Değerli Milletvekilleri

Hepinizin bildiği gibi, Türk siyasi hayatında;

Milletlerin ve devletlerin uzun ömürleri içinde, zaman zaman, tehlikelerle dolu kriz dönemlerinden geçtikleri tarihin bir gerçeğidir.

Geçmişte, “rejim sorunlarının” yaşandığı ve demokrasinin askıya alındığı karanlık ve bunalımlı dönemler yaşandığı da bilinmektedir.

Türkiye’nin, milli iradeye sırt çeviren uzlaşmaz siyasetçilerin elinde kötü idare edildiği devirlere de şahit olunmuştur.

Bir türlü sonu gelmeyen vaadlerin ipoteğinde ardına takıldığı yöneticilerle yoksulluğun ve işsizliğin bir türlü aşılamadığı bilinmektedir.

Yıllardır büyük can ve mal kayıplarına neden olmuş bölücü terör ve siyasal bölücülüğün siyasi ihmal ve iradesizlikle mesafe aldığı da ortadadır.

Türk milleti, hayatı, demokrasisi, güvenliği ve kardeşliğinin hilafına yaşanan bu talihsiz dönemleri hüzünle ve ibretle hatırlamaktadır.

Ancak, bugün hükümetin ilerlemekte ısrarlı olduğu tehlikeli yol ve stratejik netice geride bıraktığımız bütün olumsuzluklardan çok daha vahim ve hayati bir sonucu karşımıza çıkarmaktadır.

Bugün, bir ateş çemberinden geçmekte olan Türkiye Cumhuriyeti, devlet ve millet olarak bir beka sorunuyla yüz yüzedir.

Maruz kaldığımız suikastin hedefi, Türkiye’nin milli birliği ve kardeşliğidir.

Türkiye’yi etnik tuzakların içine çekmek isteyen küresel oyunun ve işbirlikçi aktörlerinin niyeti ortaya çıkmıştır.

Bu sinsi oyunun amacı, Türkiye’yi kimlik tahrikleriyle kavga ve iç çatışma ortamına çekerek geleceğini karartmak ve dönüşü olmayan bir husumeti milletimiz içinde uyandırmaktır.

Kayıp ve karanlık süreçten ibret almış olması ve ders çıkarması gereken AKP hükümetinin ise bu yıkım yolunda yürümekte ısrarlı olacağı anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin milli haysiyetini ve dayanışma ruhunu kaybetmesinin, topyekün millet olarak geleceğini yitirmesi olacağını Başbakan ya görememektedir ya da görmek istememektedir.

 

Bölücü heveslere cesaret vermenin, etnik tahrikleri sürdürmenin ve bunlardan medet ummanın, Türkiye’nin milli birliğini, dirliğini ve kardeşliğini katledecek tarihi bir ihanet olacağını bilmesi ve girdiği yanlıştan dönmesi en büyük temennimizdir.

Önümüzdeki sürece yön verecek temel parametrelere baktığımızda;

  • Hükümetin açılım denen yıkımda sürdüreceği ısrarın şekli, yöntemi ve dozu,
  • Toplumsal kardeşliğimizin ve milli geleceğimizin devamına halel getirecek siyasi oyunların ve anayasa arayışlarının ne şekilde devam edeceği,
  • Irak’tan çekilecek olan ABD’nin Irak’ın Kuzeyine ilişkin senaryolarının hükümete yönelik dayatmaları,
  • Yıllardır tam bir müsamaha ile teröristlerin sığındığı Kandil dağına kapsamlı bir harekâtın yapılıp yapılamayacağı,
  • Uluslar arası ilişkilerde ve milli meselelerde hükümetin bugüne kadar gösteremediği direncin veya teslimiyetin alacağı yeni boyutlar,
  • Hükümetin kurumlar arasında yarattığı derin uçurum ve çatışmanın alacağı seyir ile güven duygusunun tesis edilip edilmeyeceği,
  • Ve elbette ki bütün olumsuz gelişmelere karşı Milliyetçi Hareket Partisi kadrolarının her satıhta ve zeminde göstereceği direnci, duruşu, tavrı ve inancı geleceğin şekillenmesinde etkili olacaktır.

Ne var ki, hükümetin geçmişten ders çıkardığına, olumlu yönde bir değişimin olacağına dair en küçük bir emare ve işaret henüz alınmış değildir.

AKP zihniyetinin teslimiyet siciline, terörle işbirliği üzerine kurulu sabıkalarına baktığımızda ümitli olmamızı gerektiren bir durumun olmadığı ortaya çıkacaktır.

Bu yıl da geride kalan yılların daha olumsuz bir tekrarı olacağı şimdiden belli olmuştur.

  • AKP, ABD ve AB projelerini uygulayabilmek, yıkımı topluma kabul ettirebilmek için çok tehlikeli bir siyaset modelini uygulamayı sürdürecektir.
  • Açılım adını verdiği ve kendisi için dönüşü olmadığını açıkladığı yolda, kendi gündemini hayata geçirmek için imkân ve zemin arayışına devam edecektir. Bu konuda yıkımın yol haritası netleşmeye başlamıştır.

Kısa vadeli birinci aşamada, PKK dayatmalarının hayata geçirilmesinin psikolojik alt yapısı hazırlanacak, bu konuda köprü görevi görecek idari düzenlemeler yapılacaktır.

Türk kavramının engellenmesine yönelik girişimler için idari adımlar ve İmralı canisinin hapishane koşullarının iyileştirilmesi bu ilk aşamada gündeme gelecektir.

Orta vadede hayata geçirilecek ikinci aşamada, kanun değişikliği gerektiren konularda düzenlemeler yapılacaktır.

Üçüncü ve son aşamada Anayasa değişikliklerinin gündeme taşınacağı, AKP yetkililerinin beyanlarıyla ortaya çıkmıştır.

Türk milli kimliğinin değiştirilmesi, ikinci bir dilin seçmeli dersten başlayarak aşamalı olarak eğitim dili haline gelmesi ve yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılarak otonomiye zemin hazırlanması gibi PKK talepleri bu aşamada TBMM önüne getirilecektir.

Bu kapsamda;

  • İlk adım olarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin terörle silahlı mücadeleyi bırakması ve teröristler için kapsamlı bir af çıkartılmasının yollarının aranması,
  • İmralı Canisi’nin barış elçisi adıyla yeniden yargılanması veya affının sağlanması,
  • Ülkemizde etnik temelde zorla milli azınlık yaratmayı Türkiye politikasının değişmez amacı haline getiren Avrupa Birliği dayatmalarının hız kazanması,
  • Milli kimliğin ve kardeşliğin kırılmasıyla ülkemizde oluşması istenen etnik ve mezhep temelli yeni ve yapay milli azınlıkların anayasal statüye kavuşturulması,
  • Bu doğrultuda yeniden yazılacak Anayasa ile milli ve üniter devlet yapısının düzenlenmek istenmesi,
  • Sözde siyasi çözüm adı altında bölücülüğün siyaseten önünün açılması ve taleplerinin hükümet tarafından karşılanması beklenmelidir.

Türkiye’nin ağır sorunlarla yüklü siyasi gündemi her geçen gün yeni bir badireyi karşımıza çıkarmaktadır.

Türkiye’nin içine hapsedilmeye çalışıldığı bu kıskaç, korkarız ki önümüzdeki dönemde daha da daralacaktır.

AB’nin dayatmaları ve ABD’nin tavsiyeleri önümüzdeki günlerde daha da artacak, bölücü tahriklerin daha da cüret kazanmasıyla iç gerginlik çok tehlikeli boyutlara taşınabilecektir.

Ve yıllardır süregelen tahrikler, tam bir kaos ortamını karşımıza çıkaracaktır. Gelişmeler ve öngörülerimiz bu yöndedir.

Kronik bir siyasi kimlik ve kişilik krizi yaşayan;

Çok derin bir meşruiyet sorunu içinde kıvranan;

Devletle ve kurumlarıyla sürekli çatışan,

Milletin çıkarlarıyla ve kimliği ile çelişen kadroların bu ülkede siyasi istikrar unsuru olamayacağı açıktır ve bütün yönleriyle ortaya çıkmıştır.

Bundan zarar görecek olan Türkiye’nin sosyal dokusu ve milli birliği olacaktır. Türkiye içerde hırpalanacak, giderek daha fazla kan kaybedecektir.

Türkiye’nin bu yükü taşımaya artık tahammülü kalmamıştır. Bıçak kemiğe çoktan dayanmıştır.

Bu noktaya adım adım nasıl gelindiği hakkında herkes dürüst bir vicdan ve akıl muhasebesi yapmak durumundadır.

Türkiye’nin geleceğinin kurtarılmasının her şeyden önce buna bağlı olduğu unutulmamalıdır.

İçine sürüklendiği bu ağır şartlar karşısında, milli bir seferberlik ruhuyla harekete geçmek her Türk vatandaşının kaçamayacağı tarihi bir görev ve sorumluluktur.

Devlet ve toplum hayatımızın her alanının içten içe kemirilmesine ve Türkiye’nin içerden ve dışarıdan çökertilmesi için yürütülen sistemli saldırılara karşı ilgisiz ve tepkisiz kalmak, tarihin asla affetmeyeceği bir gaflet olacaktır.

Türk Milleti, bir bütün olarak bu sinsi oyunu mutlaka bozmak zorundadır.

Gün, milli birlik ve dayanışma ruhuyla uyanmak ve ayağa kalmak  günüdür. Türk Milleti ortak akıl ve sağduyu ile bu badireyi de mutlaka atlatacaktır.

Bu itibarla, siyasi hayatımızda çok önemli bir kavşağa, kalıcı etkileri ve sonuçları olacak bir dönüm noktasına hızla yaklaşıldığını buradan ifade etmek istiyorum.

Siyasi ihtiraslarını, milli ve manevi her değerin önüne koymaktan çekinmeyen siyaset tüccarları, kendilerini bekleyen mukadder sona doğru hızla yol almaktadır.

Bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye’nin hiçbir sorunu çözülemez değildir. Her problem sahasının çözümü vardır ve çözüm yolları bellidir.

Demokratik rejim yapamayanın gideceği, yapacakların geleceği ve tahrip edenlerden de hesapların sorulacağı imkân ve fırsatları sunmaktadır.

Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu ağır sorunların temelinde, dürüst ve samimi olmayan, meşruiyet sorunu ve kimlik bunalımı içinde bocalayan liyakatsiz kadroların işbaşında olması yatmaktadır.

Türkiye’nin bu yükü daha fazla taşıması artık mümkün değildir.

Bu garabetin bir an önce son bulması ve yeni bir onarım ve normalleşme sürecinin başlaması Türkiye’nin artık en öncelikli meselesidir.

Bunun yegane ve meşru yolu bellidir, o da millet iradesine müracaat etmektir.

İki buçuk yıl önce, AKP’nin arkası gelmeyen vaadlerine verilen millet desteğinin de devam edip etmediğinin sınanmasının zamanı gelmiştir.

Er ya da geç milletin hakemliğine gidilecektir. Ancak, şunun da iyi anlaşılmasını istiyorum:  

Demokratik zeminlerdeki bu milli hesaplaşmada, Türk Milleti’nin haysiyetiyle oynayan, Türkiye’yi küçük düşüren siyaset tüccarlarının ve menfaat çetelerinin yakasına yapışmak bizim için bir namus borcudur.

AKP yöneticileri geçmişin hesabını vermekten hiçbir şart altında kaçamayacaktır. Yetim hakkına el uzatanlardan, milletin kardeşliğini incitenlerden mutlaka hesap sorulacaktır.  

Milliyetçi Hareket bunun sonuna kadar takipçisi olacaktır.

2010 yılının aziz milletimiz için bir kurtuluş dönemini başlatması en halisane temennimizdir.

Değerli Milletvekilleri,

2010 yılında AKP’nin Meclisteki sayısal çoğunluğu kullanarak PKK açılımını yasal çerçeveye oturmak isteyeceğine dair kuşkularımızı ve öngörülerimizi az önce dile getirdik.

Bu yıkım projesinin Anayasamızın dayandığı temeller ışığında siyasi ve hukuki meşruiyeti olmadığı çok açık bir gerçektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş esasları Anayasamızda açıkça belirlenmiş, değiştirilemez nitelikteki 3.maddesinde ifadesini ve teminatını bulmuştur.

Anayasa’nın temelini oluşturan Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü ve üniter siyasi yapısı ile dilinin Türkçe olduğu ilkesi, farklı yorumlara açık olmayan ve herkesi bağlayan kuruluş esaslarıdır.

Türkiye Cumhuriyeti tek millet, tek devlet ve tek dil esasına dayalı üniter yapıda kurulmuş milli bir devlettir.

Bu esasların değiştirilmesi, esnetilmesi, arkasından dolaşarak sulandırması ve fiilen anlamsız hale getirilmesi, bunlara aykırı düzenlemeler yapılması, Anayasal düzeni yıkmadan mümkün değildir.

Anayasa’nın temelleri ortadan kaldırılmadığı sürece;

  • Etnik köken ve dil farklılığı temelinde milli azınlık yaratılması,
  • Farklı etnik kökenlere dayalı parçalı millet yapısı oluşturulması,
  • Etnik temelli kollektif azınlık hakları tanınması,
  • Türkçe dışındaki dillere statü kazandırılarak iki dilli eğitim sistemine ve iki dilli kamu hizmeti uygulamasına geçilmesi,
  • Bölgesel otonomi modellerinin alt yapısının hazırlanması imkanı bulunmamaktadır.

Anayasa’nın temelini oluşturan ilkeler, hangi ad, amaç, hile ve düşünceyle olursa olsun bu yönde düzenlemeler yapılmasına kapıyı kesin ve nihai olarak kapatmıştır.

Bölünmez bütünlük konusundaki bu esaslara aykırı hareket edilmesi, bunların yıkılmasına ve değiştirilmesine çalışılması ve bu yönde düzenlemeler yapılması çok açık bir Anayasal suç olacaktır.

Bu yola girenler ve kapı aralayanlar Anayasa suçu işlemeye tam teşebbüs halinde olduklarını bilmek durumundadır.

Bu yöndeki düşünce ve hazırlıkların kanun ve Anayasa değişikliği süreci başlatarak eyleme dönüştürülmesi halinde, Anayasa suçunun işlenmiş sayılması için gerekli bütün maddi ve manevi unsurlar tamamlanmış olacaktır.

Bu durumda ise niyet sahipleri girişimlerinin sonucuna katlanmak durumunda kalacaklardır.

Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin karşısındaki silahlı bölücü terör sorununu etnik bir kimlik talebi olarak görmüş ve buna siyasi ve hukuki statü kazandırılması anlamına gelecek sorumsuz beyanlarıyla bölücü heveslerin iştahını kabartmıştır.

Sorunun teşhisinde ve tedavisinde tam bir gaflet içinde olan Başbakan Erdoğan, siyasi çözüm talepleri için zemin hazırlamış, bölücü terörün siyasi kimlik ve meşruiyet kazanma çabalarının önünü açmıştır.

Bu bakımdan, şayet bizim ayrıntılarını açıkladığımız 2010 yılı için tahminlerimiz haklı çıkmayacak ise, hükümet açılımdan vaz geçecekse ve açılımın eş başkanı Başbakan Erdoğan milletimizin gönlüne su serpmek isteyecekse çağrım şudur:

Anayasanın temel ilkelerine gerçekten bağlıysa yapması gereken Türk milletinin karşısına çıkıp;

  • Anayasanın etnik ayrıma dayanmayan kaynaştırıcı ve bütünleştirici millet anlayışından ve Türk milli kimliğinden rahatsız olmadığını,
  • Yaptığı yanlışın yarattığı tahribatı görerek milleti 36’ya bölme arayışından vaz geçtiğini, bin yıllık kimliği değiştirme niyetini taşımadığını,
  • Türk eğitim sisteminin dil birliğini bozacak şekilde anadilden başlayarak ikinci dille eğitimin önünü açmayı düşünmediğini,
  • Devletin resmi dilini aşındıracak şekilde iki dilli kamu hizmeti uygulamasını asla öngörmediğini ve,
  • Yerinden yönetim adı altında mahalli idarelerin çok geniş yetkilerle donatılarak fiilen eyaletler sistemine kademeli geçişi amaçlamadığını kesin ifade ile kamuoyuna açıklamasıdır.

Bunu yapmaktan kaçınması halinde, geride kalan yılda hakkında duyduğumuz kuşkular ve vardığımız kanaatler bu yıl da artarak sürecektir.

Ve Milliyetçi Hareket bu yıkım yolunda yine Başbakanın ve işbirlikçilerinin önündeki en büyük engel olmaya devam edecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde millet adına mücadele eden siz değerli milletvekilleri ile, yurt sathında inançla, sabırla ve soğukkanlılıkla sürece direnen ve milleti aydınlatan yüz binlerce Türkiye Sevdalısı bu milli mücadelenin sonuna kadar arkasında olacaklardır.

Değerli Milletvekilleri,

Dünyada geride bıraktığımızın yılın en çok konuşulan konusu şüphesiz küresel ekonomideki büyük buhran olmuştur.

Birçok ülke krizle baş edebilmek için önlem üzerine önlem alırken, Başbakan Erdoğan sanki çok anlarmış gibi geometrik terimlerle ekonomik kriz tahliline niyetlenmiş, bu yolla da ortaya çıkan sosyal ve ekonomik afeti perdelemeye çalışmıştır.

Ne var ki, bunda da başarılı olamamış; milletimizi yıkımı büyük olan kriz sarmalına sokmuştur.

Teğet varsayımıyla sorunların ötelendiği, bir başka deyişle görmezden gelindiği ekonomik sistem, tam bir çözülme ve dağılma sürecinin içine düşmüştür.

Başını kuma gömen AKP hükümeti sorunları inkâr etmiş, sihirli bir elin her şeyi düzelteceği zehabından hareketle, ülke gündemini anlamsız, sonu olmayan ve aynı zamanda çok tehlikeli meselelerle oyalamıştır.

Her zaman söylediğimiz gibi, geçtiğimiz yıl boyunca Adalet ve Kalkınma Partisi hiçbir sorunu temelli ve bütünlükçü bir şekilde çözememiş, başarısızlığını içten içe anladıkça da hırçınlaşmış, kontrolünü yitirmiş hükümet hüviyetine bürünmüştür.

Çalışana değil yatana, ihracata değil ithalata, yerli malına değil yabancı mallara dayalı bir ekonomi politikası benimseyen AKP iktidarı; üretim tesislerini tahrip etmiş, milyonlarca insanımızın işsiz ve çaresiz kalmasına neden olmuştur.

İthal malların cirit attığı bir ülke haline gelen Türkiye’de; ekonomi kökünden dışarıya bağlanmış, soluk alabilmek için uluslar arası gelişmelerin ve kurumların yardım ve ilgisine bağımlı bir duruma gelinmiştir.

Nitekim 2009 yılında büyük bir çöküş yaşayan Türkiye ekonomisinin, 2010 yılında da iktidarın politikaları sonucunda umut vaat etmekten son derece uzak olduğunu söylememiz hatalı olmayacaktır.

Yeni yılı karşıladığımız bugünlerde, yapılan anormal zamlar, fahiş vergi artışları önümüzdeki süreçte insanımızın hayat şartlarının daha da ağırlaşacağını kanıtlamıştır.

Adaletsiz, kusurlu, yanlış kurgulanmış ve ahlaken sorunlu ekonomi politikaları sonucunda, zamlar sel gibi hanelere akmış; aziz millet fertleri yeni yılın ilk gününe, bir gün öncesine kıyasla daha yoksul olarak girmiştir.

Aralık ayı ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında; umuttan ve hayalden bahseden Başbakan Erdoğan, gerçekte milletimizin umutlarını söndürmüş, hayallerini kâbusa çevirmiştir.

Bize göre; 2009 yılının son gününde sağanak halinde yağan vergi artışları ve zamlar, IMF’nin taleplerini dolaylı olarak karşılamaktan, gündemde olan muhtemel bir anlaşmanın şartlarını tek taraflı gerçekleştirmekten başka bir anlam taşımamaktadır.

2009 yılında, sürekli olarak ümük sıktırmayacağız diyerek, IMF’ye rest çeken Başbakan Erdoğan’ın; asıl kendisinin ümük sıkmak için fırsat kolladığı bugün çok daha bariz olarak görülmüştür.

Artık ümük sıkmak için IMF’ye gerek kalmamış, Başbakan bunu tek başına yapabileceğini açıklıkla ispat etmiştir.

Vatandaşlarımızın sofrasındaki ekmeğine göz diken, mutfağına haciz memuru gibi giren, elindekini, avucundakini gasp eden AKP hükümetinin, kimlere nasıl hizmet ettiği gün gibi ortaya çıkmıştır.

Aziz milletimizin geliri artmazken, hatta ekonomik krizin etkisinden dolayı daha da azalması söz konusuyken, en çok para harcanan mal ve hizmetlere zam yapılmasının ilk sonucu elbette yoksulluğun daha da artması olarak karşımıza çıkacaktır.

Ekonomik krizin ağırlaşan faturasını azaltabilmek amacıyla ve becerisizliğinin gizlenemez yüzünü bir nebze de olsun kapatabilmek adına, alt ve orta gelirli vatandaşlarımızın çocuklarının rızıklarına el koyan Başbakan Erdoğan sabırları son aşamaya getirmiştir.

Dolaylı vergilerdeki artışlarla, bütçe açığının finansman sorununa çare bulmaya çalışan AKP hükümeti, bu konuda ortaya çıkan bedeli hiçbir suçu ve payı olmayan dar gelirli kardeşlerimize ihale etmiştir.

Toplam vergi gelirleri içinde yüzde 64,1’lik bir paya sahip olan dolaylı vergilerin adaletsiz ve haksız sonuçlara yol açtığı şüphe götürmeyen bir gerçektir. Bugün birçok ülkede dolaylı vergilerin toplam vergi gelirlerindeki oranı, ülkemize kıyasla son derece düşüktür.

Son gelişmelerle birlikte, akaryakıtta zam oranları yüzde 10,81 ile yüzde 13,83 arasında gerçekleşmiş, otoyol ve köprü geçiş ücretlerine ortalama yüzde 14’e yaklaşan zam yapılmış, özel tüketim vergileri katlanarak vatandaşlarımıza yeni yıl hediyesi verilmiştir.

Bundan sonra taksi, otobüs ve dolmuş ulaşımında daha çok para harcanacak, çiftçi kardeşlerimizin şimdi bile karşılamakta zorlandıkları mazot faturası daha çok kabaracak, bunlara bağlı olarak diğer mal ve hizmetler grubunda fiyat artışı beklentileri yoğunlaşacaktır.

Ayrıca, Motorlu Taşıtlar Vergisi’nin 2009 yılı zammı yeniden değerleme artış oranının üzerinde gerçekleşmiş ve bu vergi yüzde 3,3 oranında artırılmıştır.

Damga vergisine tabi kağıtların, 2009 yılında uygulanan yeniden değerleme oranı dahil olmak üzere maktu vergi tutarları ile maktu harçlar yüzde 10 oranında zamlanmıştır.

Değerli kâğıtlar grubuna giren başta pasaporttan nüfus cüzdanına, aile cüzdanından sürücü belgelerine, noter kâğıdından motorlu araç tescil belgesine kadar birçok kâğıt bedelinde ciddi oranda artışlar yapılmıştır.

Bunların yanı sıra alkollü içki ve sigara vergilerindeki artışlarla birlikte AKP hükümeti zam yapmadık alan bırakmamış, çoğalan ve şiddetlenen feryatlara bir kez daha kulak tıkamıştır.

İşte Başbakan Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’nin kısa özeti bu şekildedir.

Nereden nereye geldik diyerek, sahibi olduğu aldatma ve kandırma projesini alabildiğine sürdüren Başbakan’ın, ülkemizi nereye götürdüğünü ve nasıl bir hale soktuğunu anlaması artık elzem bir hal almıştır.

Başbakan ülkemizi fakirleştirmiş, bunun sonucunda masum ve muhtaç düşen insanımızı çirkin bir biçimde istismar etmiş, oy uğruna insanımızı yardımlarla geçinen bir konuma düşürmekten asla rahatsızlık duymamıştır.

Ulaşılacak yüksek hedeflerden bahseden Başbakan Erdoğan, anlaşılmaktadır ki bu hedeflerle daha çok yoksulluğu, daha çok işsizliği ve daha çok sefaleti kast etmiştir.

Başbakan Erdoğan tükenen iktidarının son günlerinde, akıbetini fark etmiş, benden sonra tufan anlayışıyla milletimizi daha bunaltacak ve sıkıştıracak adımları atmaktan geri durmamıştır.

Konuşmamın bu aşamasında; günü ve zamanı geldiğinde, bu kirli ve karanlık siyasi zihniyetten milletimiz soracağımız hesap konusunda hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

20 Ekim 2009 tarihli Grup toplantımızda artan bütçe açıklarının daha fazla emeğe, daha fazla alın terine, daha çok vergiye ve artan yoksulluğa neden olacağına işaret etmiştim.

17 Kasım 2009 tarihli Grup Konuşmamda ise, 2010 Merkezi Yönetim Bütçesinde; Özel Tüketim Vergisi gelirleri için yüzde 31,6 oranında artışın hedeflendiğini, akaryakıt ve sigara başta olmak üzere, önümüzdeki süreçte birçok alanda zam yapılacağının kaçınılmaz olduğunu daha o günlerde gündeme taşımıştım.

Geldiğimiz süreç, ne yazık ki zamların yapılacağı hususundaki haklılığımızı teyit etmiş, AKP hükümetinin acımasızca ve zalimce yaptığı vergi ve fiyat artışlarının gerçekleştiğini göstermiştir.

Bilindiği üzere, 2010 yılı için tahmin edilen vergi geliri miktarı 193 milyar 324 milyon TL olarak Merkezi Yönetim Bütçesi içinde yer almıştır.

Bu çerçevede, 2009 yıl sonu gerçekleşme tahminleriyle kıyaslandığında vergi gelirlerinin bu yıl yüzde 18,2 oranında artacağı anlaşılmıştır.

14 Aralık 2009 tarihinde TBMM Genel Kurulunda 2010 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi üzerine yaptığım konuşmamda; 2010 yılı için tahmin edilen yüzde 3,5’lik büyüme oranıyla, bütçe gelirlerinde yüzde 16,1; vergi gelirlerinde de yüzde 18,2 oranındaki artış beklentisinin gerçekçi ve tutarlı olmadığına dikkat çekmiştim.

Bugünkü şartlarda, çok fazla iyimser olan, tıpkı geçen yılki büyüme oranı öngörüsünde olduğu gibi fazlasıyla temelsiz olan 2010 yılı büyüme hedefiyle; vergi gelirlerinde yüzde 18,2’lik artışın çok zor olacağı açıktır.

Ne var ki, AKP hükümeti, bu tahminleri yaparken gizli ajandasında IMF ile bir anlaşma planlandığı son günlerdeki açıklama ve gelişmelerle daha iyi anlaşılmıştır.

IMF’nin önüne zamdan ve fiyat artışlarından örülmüş kırmızı bir halı seren Başbakan Erdoğan, karşılama ve teşrifatı da çok yakın bir zamanda yapacaktır. Gelişmeler bu yöndedir.

Bugünkü manzarada; şu hususu rahatlıkla söylememiz mümkündür:

Milletimizi perişan eden ve satın alma gücünü kıran vergi artışları ve zamlardan sonra, yüzde 3,5’lik büyüme hedefine ulaşmak çok zor olacaktır.

Nitekim ekonominin büyüyebilmesi için en başta insanımızın cebinde harcayacak parasının olması, marketlerde, pazarlarda alış verişlerin canlanması, sanayide üretimin artması gerekecektir.

Ne var ki, yüksek Erdoğan vergileri ve zamlarından sonra, ifadeye çalıştığım gelişmelerin olması mümkün görülmemektedir.

O halde, hedeflenen büyüme oranına ulaşılabilmesi; AKP hükümetinin aslında sürekli gönlünde ve aklında olan, ekonomiyi IMF limanına demirleme amacının gerçekleşmesine bağlıdır.

Anlaşıldığı kadarıyla, IMF gelmeden önce kozmik haberleşmeyle klasik talimatlarını Başbakan Erdoğan’a iletmiş, bu kapsamda hükümette buna uygun hareket etmeye karar vermiştir.

Alınacak muhtemel IMF kredisiyle, ekonominin rakamsal ve oransal olarak düzeleceğini hesaplayan AKP zihniyeti, şartlar elverdiği ölçüde ve uygun bir zeminde seçime gitmeyi kararlaştıracaktır.

Gelişmeler bize başkaca bir yorum yapma imkânı bırakmamıştır.

Bütün yollar tıkandığı için yalnızca bulabildiği ve teslim olmaya amade olduğu uluslar arası desteklerle mesafe almaya çalışan AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ın gündeminde bunlardan başka bir hesap olmadığı görülmektedir.

Ayrıca IMF’yi memnun etmek için önümüzdeki aylarda doğal gaz ve elektriğin de zamlandırması kuvvetli bir ihtimal olarak karşımızdadır.

Değerli arkadaşlarım, iktidarın ne denli samimiyetten ve ahlaktan yoksun olduğunu bariz olarak bir örnekle daha görmemiz imkân dâhilindedir.

Lütfen dikkat buyurunuz; memurlarımız için Ocak maaş zammı yüzde 2,5 düzeyindedir. Temmuzda da yine aynı oranda ilave zam yapılması söz konusudur. Buna karşılık, kamuya ait lojmanların aylık kira bedelleri 15 Ocak’tan geçerli olmak üzere yüzde 19,5 ile yüzde 20 arasında zamlanmıştır.

Bunun neresinde çalışanı gözeten bir bakış ve anlayış vardır? Başbakan Erdoğan böylesi bir aldatmacayı ne hakla ve ne cüretle memurlarımıza reva görmektedir?

Kuldan utanmayan bu siyaset algısının Allah’tan da mı korkusu kalmamıştır?

Başbakan ve hükümetinin iç karartıcı ve çelişkilerle yüklü politikaları bunlarla da sınırlı olmamış, asgari ücretle hayatlarını kazanmaya çalışan yüz binlerce kardeşimiz de iktidarın gazabına uğramışlardır.

Bu yılın ilk yarısı için 16 yaşından büyük vatandaşlarımızın alacağı asgari ücret geçen yıla kıyasla yüzde 5,1 artırılmış ve net olarak 577 TL’sına ulaşmıştır. Buna ilave olarak 16 yaşından küçük olarak çalışanların alacağı ücret ise net 499 TL düzeyinde tespit edilmiştir.

Söz konusu komik artışla hükümet asgari ücretli olarak hayatlarını kazanmaya çalışan insanlarımızı kelimenin tam anlamıyla açlığa terk etmiştir.

Simit hesabıyla ekonomi tahlili yapan Başbakan Erdoğan artık simidi bile asgari ücret alan insanımızdan çok görür bir hale gelmiştir.

Ekonomiyi düştüğü bataklıktan çıkarmak yerine, kendisini kurtarmaya çalışan Başbakan Erdoğan’ın bugün açıklayacağı emeklilerimizle ilgili ücret artışının hiçbir anlamı ve önemi de olmayacaktır.

İçinden geçtiğimiz zaman dilimi içinde Türkiye’de;

  • İşçilerimiz sokakta,
  • Eczacılarımız ayakta,
  • İtfaiyecilerimiz bunalımda,
  • Memurlarımız darda,
  • Emeklilerimiz aldatılmakta,
  • Esnafımız çıkmazda,
  • Çiftçilerimiz boş tarlalarında seslerini duyurabilmenin yollarını aramaktadır.

Başbakan Erdoğan ise hiçbir sorun yokmuş gibi sanal başarı ve mutluluk hikâyelerine devam etmekte, hayaller kurmayı var gücüyle sürdürmektedir.

Konuşmama son verirken, gerçeklerden bu denli kopan Başbakan’ın kendi akıbetiyle de ilgili hayal kurmaya şimdiden başlamasını tavsiye ediyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.