19.02.2010 - "Yaşanan sorunlara ilişkin" yaptıkları yazılı basın açıklaması.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
"yaşanan sorunlara ilişkin" yaptıkları yazılı basın açıklaması.
19 Şubat 2010

 

Türkiye, birlik, beraberlik ve bütünlüğünün farklılıklar ve kışkırtmalar ekseninde ağır tahribatlara maruz kaldığı bir dönemin bütün sancılarını yaşamaya başlamıştır.

Beka düzeyindeki bu tehdidin yanı sıra ve eşzamanlı olarak devletin işleyişi, anayasal düzenin devamlılığı ve demokratik rejimin geleceği üzerinde de son derece tehlikeli bir sürece girilmiş bulunmaktadır.

Ağır sorunlarla boğuşan Türkiye’de özellikle son yıllar içinde yaşanan vahim gelişmelerin neden olduğu güvensizlik ve gerginlik ortamı, toplumda endişe ve kuşkuların artmasına yol açmıştır.

Gelişmeler ve gidişat, bu süreçte rol alan aktörlerin, ucuz siyasi hesaplarını gerçekleştirme adına yalnızca siyasetin değil devletin ve demokrasinin temellerini de sarsacak çalkantılara kapı aralamak istediklerini ortaya koymaktadır.

Özellikle devletin temel kurumları arasındaki gerilimin su yüzüne çıktığı son dönemde, yasama, yürütme ve yargı arasındaki çatışmalar ile üniversiteler, ordu, medya, emniyet gibi vazgeçilmez kurumların içinde ve aralarında yaşadığı gerginlikler artık tam bir kutuplaşmaya doğru yönelmiştir.

Ülkemiz, hayatın her alanında yaşanan cepheleşmenin sancıları altında, bin yıllık kardeşliğinin sorgulandığı, mülkün temeli olan adalete olan güvenin sarsıldığı, kurumların kargaşaya sürüklendiği, siyasetin kirlendiği, halkının ise yoksullaştığı gelişmelerle tam bir fetret devrinin emarelerini göstermeye başlamıştır.

Sorunsuz ve skandalsız bir güne hasret kalan aziz milletimiz, hırs, menfaat, ikbal ve rövanş hesaplarının çekim alanından çıkamayanların yol açtığı sonu olmayan çekişmelerden dolayı huzursuz, bezgin ve yorgun düşmüştür.

Bu yorgunluğun takatsiz bıraktığı toplumun, din, inanç ve etnik temel ile cumhuriyetin değerleri etrafında kamplara bölünmesinden sonra cepheleşme kamu kurumlarına da sirayet etmiştir.

AKP iktidarının, tartışmalardan uzak tutulmaları gereken devlet organlarını birer birer karşısına alması ve buna da zemin oluşturup ortam hazırlaması çok tehlikeli bir sürece davetiye çıkarmıştır.

Erzurum’da süren bir soruşturma kapsamında Erzincan’da görevli bir savcının gözaltına alınıp tutuklanmasıyla devam eden hukuki gelişmelere, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla idari müdahalede bulunulması önümüzdeki dönemde önemli siyasi ve hukuki sonuçlar doğuracak gelişmeleri başlatmıştır.

Hukuken tartışmaya neden olan taraflar arasında haklılık ve yerindelik aramaksızın konuya baktığımızda bile hepimize lazım olan adalet duygusunun, herkesin güvenmek ve inanmak durumunda olduğu hukuk devleti anlayışının ağır zarar göreceği ve güven kaybedeceği açıktır.

Bu gelişmeler, AKP zihniyetinin, devlet idaresi ile hükümet etme arasındaki farkı ayırt edemeyen özürlü siyaset algısının ve iktidarı kendinden olmayanlar üzerinde bir tehdit ve baskı aracı olarak kullanmak zanneden ilkel bir yönetim arayışının sonucudur.

Hükümet tarafından hukukun yıpratıldığı ve siyasileştiğine dair kopartılan fırtınanın yalnızca bir gurup hukuk adamının yetkilerinin alınmasına bağlanması ve konunun bu olaya indirgenmesi, geride kalan sürede yaşanan hukuki süreçlere müdahale niyetleriyle tutarsızdır.

Yakın zamanda PKK teröristlerini aklamak için düzmece mahkemelerle hukukun katledilmesine göz yumanların, “avukatıyım-savcısıyım” iddialarıyla devam eden davalara açık görüş beyan edenlerin adaletin siyasileştiğinden şikâyetçi olmaları abesle iştigaldir.

Son dönemlerde yürütme ile yargı arasında yetki aşımı ve çatışması ekseninde gelişen gerginlikler yaşanmıştır. Devletin üç temel fonksiyonu olan yasama, yürütme ve yargının görev ve yetkilerinin dengelenmesi ve bunların uyumlu bir şekilde icra edilmesi ülkemizin bekasında hayati önem taşımaktadır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan demokratik parlamenter rejimlerde devlet kurumlarının birbiriyle kavga etmesi, birbirinden farklı görev icra eden hükümet ile bu kuruluşların arasındaki ihtilafların çatışmaya dönüşmesi tehlikeli bir durumdur.

Bu konuda, yasama ve yürütmenin yargıyı etki ve vesayet altına almaya çalışması ve görevine müdahalesi yanlıştır. Ancak yargının da yasama ve yürütmenin yetkilerini sorgulaması ve bu alana taşacak yorumlar getirmesi aynı derecede hatalı bir durumdur.

Bu gerginliklerin ve cepheleşmelerin ülkemizi nereye sürükleyeceği ve sonuçlarının ne olacağı üzerinde, başta AKP hükümeti olmak üzere bütün anayasal kurumların çok dikkatli muhasebe yapmaları son derece hayati ve kaçınılmaz hale gelmiştir.

Kuşkusuz ki Türkiye’de tıkanan toplumsal konuların açılması için Anayasa değişikliklerine ihtiyaç vardır ve yargı reformu da bu kapsamdadır. Ancak burada üzerinde durulması lazım gelen konu, bu değişikliklerin kimler tarafından yapılacağı ile zamanı ve ortamıyla ilgilidir.

Bugün geldiğimiz noktada, çatışmaya kadar varan gerilimlerden kurtulmanın yolu olarak anayasanın değiştirilmesi teklifi, meşruiyetini kaybetmiş iktidar partisi, yönetemez hale gelmiş hükümet ve yıpranmış siyasetin, milletin hakemliğine yeniden başvurmadan, millet desteğini tazelemeden çözümleyeceği bir husus değildir.

Bu teklifi gündeme taşıyan Sayın Cumhurbaşkanı’nın maksadının Anayasanın 104. maddesinin makamına verdiği görev olan “devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme” sorumluluğundan kaçarak, hükümetin bu konudaki niyetlerine ön alma çabası ve refakat etme arayışı olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin tıkanmış sorunları ve çözüm inisiyatifi ‘hukuka uyduramadık o halde hukuku uyduralım’ diyen bir zihniyetin liyakatsiz kadrolarının tercihine teslim edilemeyecek kadar önemli, ciddi ve hayatidir.

Partimiz toplumun ve devletin her yanını saran ve giderek derinleşen bu siyasi, sosyal, ahlaki ve ekonomik “bunalım ve buhran” halini “Kriz, Kargaşa, Kaos, Korku, Kutuplaşma, Kavga, ve Karanlık” dan oluşan “7-K”lı tahribat zinciri olarak tanımlamıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi bugün bütün gerçeğiyle karşımıza çıkan bu tabloyu 26 Ocak 2010 tarihinde “Devlet Krizi” olarak adlandırmış ve Cumhurbaşkanı’nı o tarihte acilen göreve çağırmıştır.

Bu çağrımız, Anayasa uyarınca Milli Güvenlik Kurulunun olağanüstü toplamasını, kurulun yasal üyelerinin yanı sıra, görüşlerini almak üzere TBMM Başkanının, Yüksek Yargı Organlarının Başkanlarının, Emniyet ve İstihbarat teşkilatının yöneticilerinin de toplantıya katılması yönündedir.

Geçmişte koyduğumuz “Devlet Krizi”  teşhisi ile yapılan tanımlar ve tekliflerin ne derece isabetli olduğu yaşanan son gelişmelerin ışığında daha iyi anlaşılmış ve kamuoyu tarafından kabul edilmiştir.

Bu aşamada erken genel seçimden başka önerilecek hiçbir yol kalıcı ve köklü çözüm getirmeyecektir.

Artık bu ağır sorunları ve gerilimi daha fazla taşıyamayacağı anlaşılan ülkemizde bunalımdan çıkış için tek çare bir an önce seçime gidilmesidir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.