23.02.2010 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma.
23 Şubat 2010

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Basın Mensupları

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum,

Türkiye, yedi yılı aşan süredir, tek başına iktidar gücünü israf etmiş, huzur, refah ve kalkınma bekleyen milletimizin bekasına musallat olmuş bir yönetim çaresizliği ile yüz yüzedir.

Yıllardır, ülkemizin menfaatlerini, devletin geleneklerini ve milletimizin hasletlerini, siyasi ömrünü uzatmak için harcamaktan çekinmeyen bir kadronun sancıları yaşanmaktadır.

AKP zihniyetinin serseri bir mayın gibi devlet ve toplum hayatımızda yapmakta olduğu tahribat her geçen gün ağırlaşmaktadır.

Fakir-fukara edebiyatı yaparak, yetimin hakkından söz ederek işbaşına gelenlerin oluşturdukları menfaat çeteleri, soygun şebekeleri, yıkım ittifakları hayatımızı kanser gibi sarmıştır.

Hükümet, bölücü emeller besleyen ihanet odaklarının, ülkemizde gözü olan, kaynaklarımızı ucuza kapatmaya çalışan, ecdadımızdan öç almak isteyenlerin en büyük güç ve cesaret kaynağı haline gelmiştir.

Türk Milleti her alanda çözümsüzlüğün içine itilmiş, AKP iktidarının maddi ve manevi tahribatından etkilenmeyen, hasar görmeyen hiçbir kurum, hiçbir değer ve hiçbir kimse kalmamıştır.

Aş, iş, huzur peşinde yıllarını tüketen toplum, her gün yenileri karşısına çıkan gerilim, çatışma ve kavgadan bunalmış, bıkmış ve yorulmuştur.

Ülkeyi puslu ve karanlık bir yola sokarak uçurumun kenarına kadar sürükleyen zihniyet sahipleri Türk Milletinin üzerine bir kâbus gibi çökmüştür.

Ve bu aşamada, kirli siyaset şebekesinin işbirlikçi medya ile oluşturduğu yalanlar, iftiralar ve çarpıtmalar da milletimizi iknaya yetmemektedir.

Artık, nasıl zenginleştiğine, yoksulluğun nasıl yok edildiğine, ülkemizin nasıl itibar kazandığına yönelik masallara inanacak kimse kalmamıştır.

Bu karanlık tablo karşısında bizleri bir nebze olsun teselli eden, vatandaşlarımızın doğruları görmeye ve kendisine bu acıları yaşatanların gerçek yüzlerini tanımaya başlamış olmasıdır.

Aziz milletimiz, yalanlara, istismara, boş vaatlere kanarak hükümet etme yetkisi verdiklerini iktidara getirmiş olmanın acı sonuçlarıyla nihayet yüzleşmeye başlamıştır.

Büyük umutlarla, büyük beklentilerle verilen oylar ;

  • Babaları işsiz kalan milyonların gözyaşları,
  • Çocukları bir lokma ekmeğe muhtaç anaların feryatları,
  • İşinden atılmış, borca batmış, umudunu kaybetmişlerin tepkisi,
  • Şehit ailesinin haklı öfkesi, gazimizin tekrarlanan acısı,
  • Aradığı işbirlikçileri sonunda bulmuş olan teröristlerin sevinç çığlıkları,

Ve ardı ardına mevzi kazanan yabancı başkentlerin talimat listeleri olarak geri dönmektedir.

Türkiye, kafa karıştıran kampanyalar eşliğinde; siyaset simsarlarına, milli irade karaborsacılarına, yolsuzluk tacirlerine, inanç istismarcılarına, hamaset tüccarlarına verdiği siyasi desteğin karşılığını bugün açlık, yolsuzluk, yoksulluk ve aşağılanma olarak geri almaktadır.

Ne üzücüdür ki, bu sonuç, patimizin “ya milliyetçilik, ya teslimiyetçilik” olarak özetlediği uyarı ve öngörülerin doğal akıbeti, maalesef teslimiyetçiliği tercih edenlerin ilk seçime kadar ders alarak katlanmaları gereken kaçınılmaz sürecin de bir gereğidir.

Bugün, hükümetin, hiçbir sorun karşısında direnecek, çözecek ne gücü, ne ahlakı, ne anlayışı ve ne de niyeti kalmıştır.

Her alanda tam bir teslimiyet ve çözülüş hali yaşanmaktadır.

Türkiye’nin bu yükü taşımaya artık tahammülü kalmamıştır. Bıçak kemiğe çoktan dayanmıştır.

Türk Milletinin kaderi, kardeşliği ve geleceği bu kangrenin sökülüp atılmasına bağlıdır.

Üzerinde oynanmak istenen bu melun oyunun boşa çıkarılması milletimizin uyanışıyla mümkün olacaktır.

Ve bütün bu hastalıklı yapıdan kurtulmak için tek çare seçime giderek, milletin hakemliğine başvurmaktır.

Türk Milleti için hesaplaşma günü yaklaşmış, Başbakan Erdoğan ne kadar direnirse dirensin Türkiye seçim iklimine girmiştir.

Fitnenin, fesadın, nifakın, yalan ve riyanın saltanatını sürdürmesi artık mümkün değildir.

Milletimiz bütün bu olanlardan elbette gerekli sonuçları çıkartacaktır.

Milli iradenin şamarı, ar ve haya duygusunu, vicdan ve insafını kaybetmiş olanların yüzünde mutlaka patlayacaktır.

AKP’nin kaçamayacağı seçim sandığı milletimizin önüne sonunda konacaktır.

Ve bu tarihi tercih günü geldiğinde aziz milletimiz,

  • Başına çuval geçirilen askerlerimizin,
  • PKK ile, Peşmerge ile girilen pazarlıkların,
  • Tahriklerle bozulmak istenen kardeşliğimizin,
  • Peşkeş çekilen devlet imkânlarının
  • Habur’da yapılan terörist kucaklama törenlerinin,
  • Yoksulluğun, yolsuzluğun ve işsizliğin,
  • Ve birliğimize yönelik fitnelerin, fesatların hesabını bir bir soracaktır.

Kimsenin kuşkusu olmasın ki, bütün bunların takibini ve gereğini ise Milliyetçi Hareket Partisi büyük bir inançla yapacaktır.

Bu hesabı sormak bizim milletimizin yalnızca bugününe değil muhteşem mazisine karşı gönül ve namus borcumuz da olacaktır.

  • Bugün hükümeti tir tir titreten korkunun nedeni budur.
  • Milliyetçi Harekete karşı oluşan şer cephesinin kâbusları bundandır.
  • Köşe bucak dağılarak yıkımı anlatma çabaları bu yüzdendir.
  • Devletin valisini, kaymakamını alet etme gayretleri; toplumun sanatçısını bölünmeye razı etme çırpınışlarındaki telaş, öfke ve korkunun gerekçesi de buradadır.

Ancak gidilen yoldan dönüş yoktur. Çırpınışlar nafiledir.

Milliyetçi Hareketin elleri, siyaset şebekesinin yakasında olacaktır. Ne pişmanlık beyanları, ne özür talepleri, bu yola girmiş onları kurtarmaya yetmeyecektir.

Milliyetçi Hareket, aziz vatanın ve büyük Türk Milletinin birliğine, kardeşliğine ve haysiyetine sahip çıkacaktır.

Bilinsin ki, Türkiye’nin kaderi bir avuç ilkesiz ve inançsız kadronun siyasi hesaplarına kurban edilmeyecektir.

Seçimden kaçarak gidilen her gün, Milliyetçi Hareketin biraz daha büyümesinden, güçlenmesinden ve tek başına iktidarını pekiştirmesinden başka bir sonuç da getirmeyecektir.

Korkunun ecele faydası yoktur. Korktukları gün de bir gün mutlaka gelecektir.

Muhterem Milletvekilleri,

Gerek seçim gününün giderek yaklaşması ve gerekse AKP zihniyetinin her geçen gün yönetemez hale gelmesi, karşımızdaki oyunun bütün cephelerini netleştirmeye başlamıştır.

Yaşanan gerilimler ve şahit olunan hukuki gelişmelerle, devletin ve toplumun ahengi tamamen bozulmuş, milleti ve devleti bir arada tutan dengeler temelinden sarsılmıştır.

Ağır sorunlarla boğuşan Türkiye’de yaşanan vahim gelişmelerin neden olduğu güvensizlik ve gerginlik devlette, toplumda ve fertlerde derin endişe ve kuşkuların doğmasına da yol açmıştır.

Bugün adalet, emniyet, ordu, üniversite gibi temel kurumlar birbirine düşürülmüş, kendi iç bünyelerinde keskin ayrılıklar ve tartışmalar yaşanmaya başlanmıştır.

Toplum başta etnik farklılıkların kaşınması olmak üzere, tehlikeli bir ayrışmanın içine sürüklenmiştir.

Devam eden hukuki süreçler bile kutuplaşmanın malzemesi haline getirilmiş, müesseseler arasındaki uyumsuzluk meydan okumaya kadar dönüşmüştür.

Türkiye tıpkı bir savaştan çıkmış, yorgun, bezgin ve çıkış arayan bir yenilmiş devletin sancılarını, arayışlarını ve bunalımını yaşamaktadır.

Devletle millet, hükümetlerle kurumlar, insanla yönetim, değerlerle temsil arasında yılların birikmiş yapısal sorunları elbette yalnızca bugünün meseleleri değildir.

Ne var ki, bugün karşımıza tam yıkım olarak çıkmış olmasının nedeni bu sorunları tedavi etmek yerine kangrene dönüştüren, dünde kalmış kinlerini bugüne taşıyan intikamcı bir hükümetin varlığından kaynaklanmaktadır.

Artık her seçim yaklaştıkça AKP siyaset klasiği haline gelen bu oyunun perdeleri,

  • Sahte bir mağduriyet üzerine inşa edilen gerilim stratejisini sahnelemek,
  • İçi boş bir demokrasi savunması ile sözde darbe karşıtlığına oynamak,
  • Baskı ve dayatma ile kitleler üzerinde korku uyandırmaya çalışmak,
  • Ve inanç istismarı ile mütedeyyin vicdanlara ipotek koymaktır.

Yine karşımıza çıkarılan eski oyunların yeniden ısıtılmasından başka bir şey değildir.

Bugün Cumhurbaşkanı ve Başbakan dışında birbiriyle uyumlu ve işbirliği yapan hiçbir makam ve organın kalmamış olması dikkat çekici ve kuşku uyandırıcıdır.

Ve bu gidişatın devamı mümkün değildir. Kim ne derse desin yaşanan devlet krizidir. Rejim krizini de davet etmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi, devlet ve millet kaynaşmasının temsilcisi olarak, ülkemizin sorunlarına demokratik nizam içinde müdahil olmayı, yaklaşan tehlikeler karşısında herkesi uyarmayı, büyük Türk milletinin kendisinden beklediği milli bir sorumluluk ve görev olarak görmektedir.

Bu konuda, toplumun her kesimine, milletin her ferdine, devletin her kurumuna açık çağrımız şunlar olacaktır:

1. Yaşanan gerilim ve çatışmanın yanı sıra çözümün de taraflarından biri kuşkusuz ki adalet kurumudur.

Herkes hukuka inanmalı tecelli edecek sonuçlara rıza göstermelidir.

Eğer birlikte yaşamak ve mülkü temeliyle birlikte korumak istiyorsak önümüzde başka bir seçenek yoktur.

2. Hukuk, tamamen kendi mecrasında ve tartışmaya meydan verilmeyecek şekilde kurallarıyla işlemeli ve işletilmelidir.

İçten veya dıştan kaynaklanan ideolojik önyargılar, siyasi kaygı ve hevesler, kişisel hırs ve hedefler, demokrasi dışı arayış ve niyetler sürece kesinlikle müdahil olmamalıdır.

Bu konuda, adaletin bir gün herkese lazım olacağı akıllardan çıkartılmamalıdır.

3. Gündemde olan yargı sürecinin hassasiyeti dikkate alınarak, iktidar, muhalefet, adalet, ordu, üniversite, medya ve bütün sivil toplum kuruluşları aralarındaki sonuçsuz tartışmaları, atışmaları ve kışkırtıcı beyanları gerilimin ateşi düşünceye kadar ertelemelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi, önümüzdeki ilk genel seçime kadar önerdiği bu sükunet, istikrar ve toparlanma sürecine katkı yapmaya, iyi niyetli işbirliğine hazır ve kararlıdır.

4. Yaşanan kargaşanın bir nedeni de yoğun bir karalama ve karartma kampanyasının medya üzerinden yapılıyor olmasıdır.

Önerdiğimiz bu sükunet dönemi kapsamında, yaşanan sorun alanlarıyla ilgili olarak elinde bilgi, belge, doküman ve delil bulunan herkes konuyu medyaya taşımadan doğrudan ilgili adli makamlara iletmek durumundadır.

Milliyetçi Hareket Partisi’ne göre, medyada yer alan hukuki delillerin menşei ve servis edilme nedenleri de hukuk tarafından sorgulanmalıdır.

5. Sorun devletin bekasını etkileyecek, rejimin güvenliğin zedeleyecek boyuttadır. Bu itibarla devleti teşekkül ettiren Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, Yüksek Yargı organlarının Başkanları, Genelkurmay Başkanı ile gerek görülecek diğer yöneticilerin katımıyla “Devlet Zirvesi” düzenlenmelidir.

Bu toplantıda sonucunda toplumun ihtiyacı olan huzur ve güvenin tesis edileceğine dair sağlam güvenceleri içerecek bir mutabakatla “irade beyanı” kamu oyuna açıklanmalıdır.

Bu konuda muhatap olan herkes tarih ve millet önünde vebal altındadır ve sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdür.

6. Önerdiğimiz bütün çözüm yolları ve yöntemleri,  yalnızca aktüel gündem üzerinde kalmamalı, yolsuzluklar, suistimaller, kayırmalar, ahlaki çözülmeler gibi alanlarında tahkikatını kapsayacak şekilde topyekün bir uzlaşma zemini tesis edilmelidir.

7. Adaletin tecellisinde sonuç kadar önemli olan husus hukuki sürecin vicdanlarda da onay görmesidir.

Beklentimiz, suç ve suçlu ararken, masum insanların şeref ve haysiyetlerini incitecek davranışlardan uzak durulması, uygulamaların hukuki ancak insani çerçevede ve süratle ele alınmasıdır.

8. Karmaşık ve kalabalık bir hukuki sürecin yaşandığı bugünkü ortamda, yargılama sonucu masum çıkacak şahısların yıpranan itibarlarının telafisinde güçlükler olacaktır.

Bu itibarla hukuk sürecinin hızlı ve etkili olarak ve tam bir adaletle sonuçlaması beklentimizdir.

Bu süre sonunda adaletin eleğinden geçemeyerek suçları sabit görülenler mahkemenin vereceği hükme boyun eğmek durumundadır.

Ancak suçu bulunmadığı anlaşılanlar hakkında, haftalarca aleyhte kampanya düzenleyenler ve olmadık iddialarda bulunanlar kamuoyu önünde özür dilemekle sorumlu olacaklardır.

9. Bütün olumsuzluklara rağmen ülkemizin hiçbir sorunu çözülemez değildir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi açıktır ve yasama organı çalışmaktadır. Adalet sistemi faaldir ve görevinin başındadır. Türk Silahlı kuvvetleri yine terörle mücadele ve savunma görevinin şuurundadır. Hükümet yanlışlarına rağmen işbaşındadır.

Bu yapının yaşadığı ağır sorunları aşmak, yıkmadan onarmak, kırmadan tamir etmek iyi niyetli, sağduyulu çabaları gerektirmektedir. Bu konuda en büyük görev siyasete düşmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu iyi niyetli son çare olarak gördüğü tekliflerin dikkate alınmaması halinde, milletimizin huzur bulması ve müsterih olması açısından bu zorlu ama şerefli misyonu milletinin vereceği yetkiyle yerine getirmeye hazırdır.

Değerli Arkadaşlarım,

Az önce çizmeye çalıştığım Türkiye tablosunun vehameti ortadadır. Hepinizin her gün yaşadığı gerçeklerin özetidir.

Saklamak, örtmek, gizlemek artık mümkün değildir.

Yaşadıklarımız, katlandıklarımız,

  • Bizi bir millet olarak bir arada tutan değerlere yönelik bir tehdit değil midir?
  • Bizi bir devlet olarak yaşatan temel yapıya yönelik bir tehlike değil midir?
  • Bizi, bir toplumun ferdi olarak varlığımıza anlam veren aile ve birey için tahribat değil midir?
  • Ve devlet, millet ve fertten oluşan bu terkibin bu derece ağır hasarlar alması, varlığının devam ettiremeyecek boyutta yıkıma maruz kalması milli güvenlik meselesi değil midir?

Sağduyusunu kaybetmemiş, biraz aklı ve vicdanı olan herkesin vereceği samimi ve namuslu cevap, yaşananların çok ciddi bir beka sorunu olduğu yönündedir.

Bizim, çatışmaları bir devlet krizi, süreç içinde yaşananları da fetret devri emareleri olarak tanımlamamızı abartılı bulanlar, yaşananlara ne isim vereceklerdir, ne diyecekler, nasıl maskeleyeceklerdir?

19 Şubat 2010 tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından yapılan resmi açıklama bu açıdan sorgulanmaya ve izaha muhtaçtır.

Açıklamada, terörle mücadelenin azim ve kararlılıkla devam edeceği vurgulanırken, teröristlerle kucaklaşmanın çelişkisi yer almamıştır.

Vatandaşlarımızın kardeşlik olgusunu pekiştirmesi istenirken, bin yıllık kardeşliği çiğneyen politikalar eleştirilmemiştir.

Tamamen yabancıların inisiyatifine terk edilen Irak’taki seçimlerle ilgili temenniler yer alırken, Peşmerge’nin insafına bırakılan Türkmenlere sahip çıkılmasının gereğinden söz edilmemiştir.

Kıbrıs’la ilgili olarak etkisiz bir duruş sergilenirken, Avrupa’nın Mehmetçiğin çekilmesine yönelik dayatmalarına sessiz kalınmıştır.

Biz içeride ne konuşulduğuna bilmeyiz ve bakamayız. Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunlar ve çözüm yolları karşısında dünyaya nasıl bir mesaj verdiğine, hangi konuları önceliğine aldığına bakarız.

Bu toplantının açıklamasında görüldüğü gibi, ülkemizde açlık yoktur, yoksulluk yoktur, yolsuzluk yoktur. Bunlar milli güvenlik meselesi sayılmamıştır.

  • Devlet kurumları arasındaki çatışmalar yoktur.
  • İşbirlikçi medyanın basın hürriyetini perdeleme çabaları yoktur.
  • Dış politikada yaşanan rezaletler yoktur.
  • Ermenistan’la yaşanmakta olan protokol skandalı yoktur.
  • Artan suçlar, çözülen toplumsal ahlak yapısı yoktur.
  • Dinleme rezaletleri, haberleşme hürriyetine ihlaller, kirlenmiş siyasetin eleştirisi yoktur.
  • Açılım denen yıkım projesine yönelik kaygılar yoktur.

Bu konuların Milli Güvenlik Kurulunca bir tehdit ve tehlike önceliği olmadığı, toplumun bütün hücrelerine işlemiş bu hastalıkların, güvenlik tehdidi ve meselesi sayılmadığı anlaşılmaktadır.

Bizim yaşanan “devlet krizi” karşısında olağanüstü MGK toplantısı çağrımıza kulak asmayanların, adet yerini bulsun kabilinden yapacakları toplantıların sonuç alması da, sonuç vermesi de mümkün olmayacaktır.

Yapısı ve temsil şekli değişen bu kurulun hükümetin siyasi düşüncelerini meşrulaştırmaktan, hükümet tasavvurlarını devlet projesi haline getirmekten öte bir anlam taşımadığı ortaya çıkmıştır.

İşin tehlikeli olan yanı ise, kurul marifetiyle yapılan tavsiyelerde kurul üyelerinin tamamının töhmet altına giriyor olmalarıdır.

Değerli Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi’nin anayasa ve anayasa değişiklikleriyle ilgili görüşleri ve yorumları geçmişte defalarca tekrarlanmıştır. Kamuoyu tarafından bilinmektedir.

Özetle ifade etmek gerekirse partimiz,

  • Değişen topluma cevap verecek anayasalara ihtiyacın doğal olduğunu, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokratikleşmenin tesisinde yeni bir toplum sözleşmesinin yapılmasında yararlar bulunduğunu;
  • Ancak bu sözleşmeyi yaparken milletin ve devletin birliğinden, bütünlüğünden ve yurdumuzun her yanında yaşayan insanımızın bin yıllık kardeşliğinden fedakârlık yapamayacağımızı açıkça ilan etmiştir.

Zira bize göre cumhuriyet, demokrasi ve millet varlığının devamı birbiriyle çelişen ya da birbirinin alternatifi olan tercihler ve kıymetler değildir, olmamalıdır.

Birini yükseltirken diğerini zayıflatmak, birini göz ardı ederken diğerini önemsemek gibi sakat bir anlayışın çağrılarına cevap vermemiz söz konusu olmayacaktır.

Yeni bir anayasaya yada anayasamızda değişikliklere ihtiyaç olduğu açıktır.

Ancak burada önemli olan anayasayı değiştirecek siyasi zeminin niteliği, değişimin zamanlaması ve değiştirecek olanların liyakatidir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak,

  • Yedi yıl boyunca toplumsal taleplere karşı kıpırdanmadan beklemiş,
  • Bugüne kadar millet yararına hiçbir adım atmamış,
  • Dokunulmazlıkların kaldırılmasına bir türü yanaşmamış,
  • Alevi kardeşlerimizin sorunlarıyla ilgili çözüm önerilerimize aldırmamış,
  • Temiz toplum, temiz siyaset ve temiz yönetim tekliflerimizi reddetmiş,
  • Yaptığımız bütün tekliflere herkes işine baksın diyerek kulağını kapatmış bir siyaset anlayışının, anayasa değişiklik çağrılarına yetki tazelemeden, seçime gitmeden destek olmamız mümkün değildir.

Yeni bir anayasayı hazırlamak, ancak yenilenmiş bir vicdan, aklanmış ahlak ve tertemiz siyasi erdemin yapacağı ve sonuç alacağı bir girişim olmalıdır.

Anayasa, sicili bozuk, sabıkası kabarık, lekelenmiş zihniyetlerin değiştireceği bir metin değildir.

Bu tür bir kafa yapısının, bu tarz bir ahlak zafiyetinin imzalayacağı bir belge de mutlaka karşılıksız çıkacaktır.

Köhnemiş, çürümüş, tükenmiş ve teslim olmuş zihniyetlerden tertemiz ve yeni bir toplum sözleşmesi beklemek abesle iştigaldir, beyhude bir hevestir ve eşyanın tabiatına da aykırıdır.

Anayasa değişikliği, bir ülkenin yedi uzun yılını,

  • İstismarla, yalanla acımasızca israf etmiş,
  • Yabancı başkentlerin masalarında harcamış,
  • Ne kadar millet düşmanı varsa onlarla el ele vermiş,
  • Acıdan, gözyaşından, açlık ve yoksulluktan başka bir sonuç almamışların, kusurlarını, hatalarını ve hatta ihanetlerini gizleyeceği, bahane bulacağı, iflaslarını maskeleyeceği bir sığınma vasıtası olamayacaktır.

Bugün anayasanın değişmesi için gerekli olan uzlaşma zemini ile bu değişimi gerçekleştirecek olanların arasında uyum ve işbirliği arzusu bulunmamaktadır.

Zira anayasa değişikliklerinin ancak, siyasi istikrarın olduğu, toplumun huzur içinde bulunarak sağlıklı yorumlar yapabildiği, devletin ve organlarının ahenk içinde çalıştığı bir ortamda yapılabileceği açıktır.

Bu konuda daha önce yaptığım yorumu tekrarlıyorum:

“Siyasi normalleşme süreci başlatılmadan ve Türkiye’yi yönetme kabiliyetini kaybetmiş bugünkü hükümete dayalı siyasi tablo değişmeden, yeni anayasa hazırlanması hem doğru ve hem de mümkün değildir.”

Yegâne çözüm yolu, TBMM’de oluşturulacak ‘Anayasa Değişikliği Uzlaşma Komisyonu’ vasıtasıyla mutabık kalınacak maddeler üzerinde ‘Demokratik Sözleşme’ yapılması, kararın 24. Dönem TBMM’ne bırakılmasıdır.

Anayasayı değiştirme adına aksi yönde yürütülecek çabalar, hem sonuç almayacaktır, hem azami toplumsal desteği olmayacaktır,  Hem de adına anayasa yapılan, üzerine sözleşme yazılan milletimizin yeni kutuplaşmaların içine girmesine neden olacaktır.

Bu itibarla,

  • Türk Ceza Kanununda Türklüğün tanımını değiştirmeye çalışırken,
  • Vakıflar yasasını milletimizin aleyhine bozma arayışına girerken, partimizin uyarılarını ciddiye bile almayan,
  • Üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldıran Anayasa değişiklikleri görüşmeleri esnasında imzaladıkları metinleri inkar eden, sözlerinde durmayan,

Ve daha da önemlisi, mesela;

  • Milliyetçi Hareketin fedakâr ve vefakâr kadrolarını her konuşmada aşağılayan,
  • Her biri aziz ceddimizin hatıralarının sembolü üç hilale tabela diyerek tahkir eden,
  • Faşist, kafatasçı, ırkçı gibi alçakça iftiralarla gıybette bulunan,
  • Şehide kelle, caniye sayın diyen, teröriste tören düzenleyenlerle,
  • Gönlü millet sevgisi ile dolu, yüreği al bayrağımız için çarpan milyonlarca Türkiye Sevdalısına her gün hakaret eden bir zihniyetle işbirliği yapmamız asla söz konusu olmayacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Bildiğiniz gibi uzunca bir süredir devam eden kurumlar arası ve kurumlar içi çatışma ve çekişmelerin yeni bir örneği geçtiğimiz hafta yaşanmıştır.

Devam eden hukuki süreçlere siyasilerce müdahalenin yanı sıra yargı kendi içinde gelişen bir olaya müdahil olmuş ve kamuoyu bu gündemi yakından takip etmiştir.

Bu konuda partimiz, bundan önce olduğu gibi gelişmelerin netleşmesini beklemiş, çabuk ve yanlış bir yorum yapmaktan kaçınmıştır.

Bugüne kadar yaptığımız yorum ve değerlendirmeler gibi tartışmalara bir taraf olmaktan uzak durarak, haklı ve haksız ayrımından imtina ederek gerçeklerin bir an önce ortaya çıkmasını talep eden açıklamamız her seferinde olduğu gibi geçtiğimiz hafta kamuoyuna duyurulmuştur.

Bunların tamamı bizim görüş ve yorumlarımızdır. Doğrulukları bizim düşüncemiz ve değerlendirmelerimizdir.

Hiç kimsenin aynen kabul etmesini isteyemeyeceğimiz gibi, mutlaka bize katılmalarını da beklemek gibi bir dayatmacı düşüncemiz yoktur.

Nitekim, açıklamamızın kamuoyuna taşınmasından sonra olumlu veya olumsuz görüşler ortaya çıkmış, çoğunlukla hak verenlerin yanı sıra doğru bulmayanlar da yer almıştır. Bu konu,  her görüş gibi olması gereken demokratik ortamın doğal ve haklı sonucudur. Partimiz bu meseleyi böyle değerlendirmektedir.

Ne var ki, yaptığımız açıklamanın ardından Adalet ve Kalkınma Partisi’nin partimizin görüşlerini doğrudan hedef alarak yayınladığı karşı açıklama tam bir çarpıtma belgesidir.

Bu belgede yer alan hususları ayrı ayrı cevap verecek ciddiyette görmediğimizi buradan izah etmek istiyorum.

Ancak açıklamada yer alan ve partimize yönelik “statükocu” iddialarına huzurlarınızda açıklık getirmek, bu konuda partimizin ne anladığını ifade etmeliyim.

Bizim ne bozulmuş bir sistemin devamından yana durmak gibi bir niyetimiz vardır, ne de sözde milleten yana görünmek için devletin temelini dinamitlemek gibi bir alçalmanın tarafı olmak gibi bir hevesimiz bulunmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi, yalnızca aziz milletinin varlığının refahı, huzuru ve devamını savunan, bu konuda devleti bu mukaddesatı korumakla ve geliştirmekle mükellef kılan tam bir kaynaşmayı temsil etmektedir.

Biz geride kalan siyaset mücadelemizde, yaşanacak sapmalar, gösterilecek zafiyetler, karşımıza çıkacak tehditler için devleti uyarmış ve gereğinde eleştirmişizdir.

Yine bu kapsamda, milletimizde gördüğümüz yozlaşma belirtilerini, çözülme ve ayrışma emarelerini, ahlaki ve toplumsal gerileyişlerini eleştirerek çözüm yolları önermişizdir.

Milliyetçi Hareket hiçbir taassubun peşinde, hiçbir kavramın körü körüne arkasında değildir.

Ancak teslimiyetçi, aciz, istismarcı ve işbirlikçi AKP zihniyeti,  “Milliyetçi Hareketi, Milliyetçi Hareketin tertemiz mensuplarını illaki statükocu olarak suçlayacak ise bu konuda söyleyeceklerimiz şunlardır:

Statükocu olmak, şehide sahip çıkmaksa; gaziye hürmet etmekse; bayrağım, vatanım, yurdum, milletim, ecdadım demekse biz statükocu olmayı sürdüreceğiz.

Statükoyu değiştirmek, PKK ile kucaklaşmak, Peşmergeyle kaynaşmak, teröriste af çıkarmak ise biz statükocu olmayı sürdüreceğiz.

Statükocu olmak, yurdumun her yöresini sahiplenmekse; köke, kökene, mezhebe bakmaksızın hepsini milletim diyerek bağrımıza basmaksa statükocu olmayı inadına sürdüreceğiz.

Statükoyu değiştirmek, milleti parçalara ayırmak ise, Gavurdağı-Sivas hattı dedikleri sınırın ötesini gözden çıkarmak ise, Hakkari’yi İzmir’den, Ağrı’yı Edirne’den, Van’ı Antalya’dan ayırmaksa biz buna sonuna kadar karşı çıkacağız ve statükoyu sürdüreceğiz.

Statükoyu korumak, ülkemizi küresel zalimlerden esirgemekse, alçakça dayatmalara direnmekse, Müslüman katilleriyle yapılan eşbaşkanlıkları lanetlemekse biz statükoyu sonuna kadar sürdüreceğiz.

Statükoyu değiştirmekten, statükoyu korumaktan AKP’nin anladığı buysa;

Siz küresel senaryolara figüran olun, zulme taşeronluk yapın statükoyu değiştirin; biz Başkent Ankara’yı savunalım statükoyu koruyalım.

Siz isyanları överek, bebek katili ile pazarlık yaparak statükoyu değiştirin, biz ecdada sahip çıkarak, milletimize sevdalanarak statükoyu koruyalım.

Eğer statükocu olmamızdan kasıt buysa, evet biz vatanın, milletin, devletin birliği konusunda ısrarla ve inadına statükocuyuz.

Statükocu kalmaya da devam edeceğiz.

Değerli Milletvekilleri,

Küresel ekonominin içine girdiği kriz ve bunalım hali yeni bir aşamaya geçmiştir. Geride kalan sürede, ardı ardına açıklanan tedbir paketleri, farklı ve kaygı verici sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Bu süreçte, başta ABD olmak üzere, birçok gelişmiş ülke ekonomilerinde mali disiplin fazlasıyla zedelenmiş, kamu borç miktarı tempolu bir şekilde artmıştır.

Birçok ülkenin, kamu kaynaklarını harekete geçirerek, kriz saldırısına karşı durması, resesyon çarkından erken kurtulmalarına ve hatta derin bir depresyona girmelerine engel teşkil etmiştir.

Bu olumlu gelişmelere rağmen, iflas eden ya da iflas sınırına yaklaşan şirketlerin üstesinden gelemedikleri borçlarının devletler tarafından üstlenilmesi, bu defada kamu finansman sorununu gündeme taşımıştır.

Başta Yunanistan olmak üzere, İspanya, İrlanda ve Portekiz gibi bazı Avrupa ülkeleri bu sancılı ve problemli alana sıkışıp kalmışlardır. Yaşanılanlar, uluslar arası finans sisteminin çatırdamaya başladığını, krizden çıkışın beklendiği ve hedeflendiği gibi olmayacağını göstermiştir.

Krizin kamu harcamalarıyla karşılanması ve durdurulması geçici bir iyileşme havası getirmişse de, bunun istikrarlı bir şekilde devam ettirilmesinin çok mümkün olmadığı da ortaya çıkmıştır.

Nitekim çoğalan kamu açıklarının ve borçlarının gerçek boyutunu gizleyerek iflasın eşiğine kadar sürüklenen Yunanistan’ın içine düştüğü kritik manzara bu resmin çekilmiş en son halidir.

Akdeniz havzasında gündeme gelen sarsıntılar, krizde yeni bir aşamaya gelindiğini göstermiş, izleyen süreçlerde bu defada devletler için kurtarma hamleleri yapılacağı anlaşılmıştır.

İşin düşündürücü tarafı ise, dünyada hakim olan ekonomik türbülansın sonucunda, yeni siyasal sistem arayışları ve farklı sistem talepleri yeşermeye başlamış, var olan siyasi yapılarla ilgili kuşkular zorunlu olarak yoğunlaşmıştır.

Bu süreçte, Türkiye’yle ilgili yakın bir zamanda somut bir sorun görünmüyorsa da, önümüzdeki dönemde, bu problemlerden muaf olunacağını da hiç yabana atmamak gerekmektedir.

Ne var ki, AKP iktidarının, bu gelişmelerle ilgili görüş ve yaklaşımının bu ana kadar net olarak ortaya çıkmadığı, Avrupa’daki dengesizliklerin Türkiye ekonomisine nasıl ve ne yönde sirayet edebileceğiyle ilgili bir değerlendirmesinin bulunmadığı görülmektedir.

Şayet, daha önceki yaklaşımlarla paralel bir şekilde; ‘bize bir şey olmaz,’ mantığından hareket ediliyorsa, ülkemizde yeni ve daha etkili sorun alanlarının ortaya çıkması hiç şaşırtıcı olmamalıdır.

Sanayi üretiminin belini doğrultamadığı, işsizliğin kartopu gibi büyüdüğü, bütçe açığının fazlalaştığı, ekonomik küçülmenin yaşandığı bir ortamda, dış finansman konusunda ortaya çıkabilecek bir problemin milletimizin zaten içinde kıvrandığı ekonomik sorunları daha da çoğaltacağı unutulmamalıdır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Geride kalan aylarda, küresel ekonominin bir toparlanma içine girdiği yönündeki görüş ve kanaatlere değişik ortam ve zamanlarda hepiniz şahit oldunuz. Ancak gelişmelerin hiç de bu yönde olmadığı bariz olarak ortaya çıkmıştır.

Bununla eş zamanlı olarak, Türkiye ekonomisinin de krizden hızla çıktığına dönük açıklamalar yapılmıştır.

AKP hükümeti, özellikle yabancı derecelendirme kuruluşlarının raporlarına, uluslar arası finans çevrelerinin çalışmalarına tutunarak ülke gerçeklerinden kopuk bir tavır içine girmiştir.

Nasıl ve hangi amaçlar gözetilerek yapıldığı yönünde kuşkularımız olan not artırımları sayesinde, iktidar partisi ekonomiye bahar havasının geldiğini ispat etmeye çalışmıştır.

Siyasi kaosun adım adım ilerlediği, şartları tamam olmuş bir devlet krizinin doruğa çıktığı ve Türkiye’nin bir yıkıma doğru gittiği bu süreçte, yabancı kredi derecelendirme kuruluşlarının olumlu mesajları bizim açımızdan temkinle yaklaşılması gereken bir durumdur.

Elbette, uluslar arası finans kuruluşlarının, ihtiyacımız olan yabancı sermayenin gelmesi ve dış yatırımların yapılabilmesi için önemli bir referans kaynağı olduğu şüphesizdir. Bu gerçeği inkâr etmemiz ya da görmezden gelmemiz söz konusu olmayacaktır.

Temenni ve umut ederiz ki, ülkemizin her alanında yaşanacak bir gelişmeyle ve artan dinamizmle uluslar arası derecelendirme kuruluşlarının hepsinden en yüksek notu alalım.

Ne var ki, ülkemizin gerek ekonomisinde gerekse de sosyal ve siyasal yapısında; iyiye giden hiçbir şey yokken, arkası arkasına gelen not artırımlarının, Türkiye’nin aleyhine işleyecek bir ilişkiler ağını ördüğü yönünde haklı olarak endişe etmekteyiz.

Konya’lı çiftçi kardeşimizin sıkıntısı ger geçen gün artmaktadır. Sivas’lı işçimizin sorunları gün geçtikçe büyümektedir. Van’lı esnafımız kirasını ödeyememektedir. Eskişehirli sanayicimiz fabrikasının kapısına kilit vurmak üzeredir. Elazığ’lı emeklimizin evine götürdüğü ekmek azalmaktadır.

Peki, durum böyleyken, neye bakarak ve hangi kriterlere dayanarak ekonomideki performans artışından bahsedilebilmektedir?

Vatandaşlarımızın içler acısı sıkıntıları ortada dururken, Başbakan Erdoğan’ın not artırımlarıyla övünmesi; tükenmiş ve dışarından gelen her açıklamaya boyun eğmiş bir ruh halinin göstergesidir.

Ülkemizle ilgili en son olarak yapılan not artırımının gerekçesinde; son on yıl içinde, ekonomi politikalarındaki esnekliğin daha fazla olduğundan hareketle borç yükünün azaldığına vurgu yapılmıştır. Ve devamında, dış konjonktürdeki problemlere rağmen, mali sektörün sağlam olduğu dile getirilmiştir.

Ancak yine de, ülkemizin ciddi düzeyde brüt dış finansman ihtiyacı olduğu da itiraf edilmiştir.

Borç miktarında bir iyileşme olduğunu söyleyebilmek için ya bilgi eksikliği, ya da bir art niyet aramak gerekmektedir. Nitekim kamu kesiminin toplam net borç stoku 2002 yılından bugüne kadar yaklaşık iki kat artmıştır. Buna ilave olarak merkezi yönetim iç borç stoku ise yüzde 143 çoğalmıştır.

Mesele yalnızca, kamu kesimiyle sınırlı değildir. 2002 yılından itibaren özel sektörün borçluluk düzeyi hızla ve anormal derecede artmış bulunmaktadır. Nitekim son yedi yılda özel kesimin borç miktarı yüzde 300’ü aşan bir oranda yükselmiştir.

Türkiye’nin toplam dış borç stokundaki artış da dikkat çekicidir ve bu alanda da ciddi sıkıntılar bulunmaktadır.

Hali hazırda dış borç miktarı yaklaşık 274 milyar dolara ulaşmıştır.

Bu manzara karşısında, ülkemizin borç yükünde bir azalma ve hafifleme olduğunu söylemek mümkün değildir. Ve bu gerekçeye dayanarak kredi notunun yükseltilmesi gerçekçi ve inandırıcı olmayacaktır.

Özellikle AKP iktidarları döneminde, özel sektör üzerinden sürdürülen borçlanma stratejisiyle büyüme finanse edilmiş, düşük kur ve yüksek faiz daha düne kadar ekonomide sanal bir büyüme atmosferinin oluşmasına yol açmıştır.

İçinde bulunduğumuz yıl içinde, ciddi bir finansman sorunuyla karşı karşıya kalmamız güçlü bir ihtimal olarak önümüzde durmaktadır.

Nitekim 2010 yılında, ülkemizin yapacağı dış borç geri ödemesi 12,8 milyar doları kamu kesimi, 40,7 milyar doları ise özel sektör olmak üzere toplam 53,5 milyar dolar düzeyindedir.

Bu kapsamda, Türkiye’nin ağırlaşan ve katlanan borçların kıskacında olduğunu söylememiz mümkündür. O halde, not artırımına gerekçe olarak gösterilen borç yükünün azalmasıyla ilgili bir iddia son derece komik ve bir o kadar da manidardır.

Bunun yanı sıra, mali sektördeki istikrar konusunda diyebileceğimiz herhangi bir şey yoktur ve şimdilik bu alanda bir sorun çıkmamıştır.

Bu konuda partimizin koalisyon ortağı olduğu dönemde alınan ve uygulanan kararların çok büyük bir etkisi olduğunu tekraren hatırlatmayı faydalı görüyorum.

Biliyor ve inanıyoruz ki, 2001 krizinin hemen sonrasında yürürlüğe koyduğumuz ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’ olmasaydı, bugün özellikle bankacılık alanında çok ciddi sorunlar oluşabilecekti.

Küreden yayılan finansal kriz dalgasında, Türk finansal sisteminin ayakta kalmasının yegâne nedeni, hükümet ortağı olduğumuz dönemde aldığımız doğru ve yerinde kararlardır.

Dönem itibariyle, sistemde biriken ve finansal yapının işleyişini bozan çürükler ayıklanmış, yaptığımız reformlarla finansal kesimde denetim, gözetim ve düzenleme eksiklikleri giderilmiştir. Ve bu avantajlı durum, Türk mali sisteminin bugünkü şartlarda ayakta kalmasına yol açmıştır.

Bu gerçeklerin hakkı teslim edilmeden, kendinden menkul bir siyaset algısıyla, iktidar partisinin ‘yaptık, başardık, finansal sisteme krizi bulaştırmadık’ sözlerinin hiçbir anlamı ve karşılığı olmayacaktır.

Ortada bir başarı varsa, bu asla Başbakan Erdoğan ve hükümetine ait değildir.

Sorunlu ve gayri meşru icraatlarına takdir ve onay bekleyen AKP hükümetinin önce kendisi, ahlaken ve tutarlılık gereğince geçmişte yapılan doğru işleri ve atılan yerinde adımları kabul etmelidir.

Bu olmadan; partimizin bugünkü finansal yapının olgunlaşması ve sağlam bir yapıya kavuşması için gösterdiği mücadeleyi görmezden gelmek hakkaniyetli bir tavır değildir. Ve bu tam bir AKP alışkanlığı ve pişkinliği, aynı zamanda da yüzsüzlüğü olacaktır.

Uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşlarının not artırımlarına sevinen Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşlarının başını soktukları kumdan çıkartarak gerçeklerle yüzleşmesi, bundan sonraki süreçte ülkemizin hayrına ve yararına olacaktır.

Yabancıların kendileriyle ilgili ne söylediğine ve hangi notu verdiklerine kilitlenmiş olan AKP kadroları, aziz milletimizin haklarında vereceği tarihi hükme de şimdiden hazır olmalıdırlar.

Türkiye’yi uçurumun eşiğine getiren hükümet, ülkemizin ekonomik durumunu dışarıdan servis edilen raporlarla, yayınlarla değil; bizatihi perişan hale gelmiş olan insanımızın şikâyetlerinden, zorlaşan geçim şartlarından, çiftçinin, esnafın, memurun, işçinin, emeklinin haline bakarak rahatlıkla görebilecektir.

Başka yerlerde, sanal mutluluk arayarak ısmarlama raporlara sığınmak ve ‘geliştik, iyiye gidiyoruz’ yalanlarıyla milletimizi aldatmak hiçbir zaman sonuç vermeyecek ve AKP’yi siyasi yok oluştan asla kurtaramayacaktır.

Muhterem Milletvekilleri,

Başbakan Erdoğan ve hükümetinin, her şeyi tersten okuma ve yanlışta ısrar alışkanlığı ülkemize çok zarar vermiştir.

Bu zamana kadar, ekonomideki derin krizin ağırlaşan sonuçlarına sürekli mazeretler arayan bu kafa yapısının, meselelere son derece yabancı ve dışarından baktığı gelişmelerle daha iyi anlaşılmıştır.

Zannedersiniz ki, Türkiye AKP’yle birlikte güllük gülistanlıktır ve her şey yolundadır.

İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk sorunu sanki yoktur ve olan varsa da, bu kendilerinden önceki iktidarların suçudur.

Üstelik kriz var diyenler, hükümeti gerekli tedbirleri alması konusunda ikaz ve ihtar edenler ise, demokrasi karşıtı olarak yaftalanmakta, milli iradeye karşı olmakla suçlanmaktadır.

Başbakan Erdoğan’a göre, ekonomik kriz teğet geçmiş ya da en az etkilemiştir. Bize bir şey olmaz diyerek yoluna devam etmeye çalışan bu zihniyetin durumu, güneş altında elinde fenerle gezen şaşkın birisinin haline çok benzemektedir.

Ne var ki, gelişmeler hiçte hükümetin sunduğu ve iddia ettiği gibi değildir.

En son olarak TÜİK tarafından yayımlanan Yaşam Memnuniyeti Araştırmasında; vatandaşlarımızın yüzde 34’ü kriz sürecinde ihtiyaçlarını karşılayabilmek için borçlanmak zorunda kalmışlardır.

Değerli arkadaşlarım, bu şunu göstermektedir: Her üç kişiden birisi kriz ortamında borçlanmıştır ve bununla birlikte insanımızın yüzde 28’inin geliri azalmıştır.

Yok farz edilen kriz sonucunda, işçiden memura, esnaftan emekliye vatandaşlarımızın yüzde 62’sinin gelirleri giderlerine yetmemiştir. Milletimizin büyük bir çoğunluğu asgari ihtiyaçlarını karşılamaktan son derece uzaktır.

Başbakan Erdoğan’a göre bunlar normaldir ve olağan şeyledir. Nasıl olsa artan et fiyatlarından rahatsız olmasına gerek yoktur. Ucuz ekmek kuyruğu gibi bir derdi, çocuklarına harçlık verme gibi bir kaygısı bulunmamaktadır. Onun yerine bunları düşünecek ve gerekenleri yapacak olan işadamları vardır ve devlet ihaleleriyle gün be gün palazlanmaktadırlar.

Huzursuzluk her tarafı sarmıştır ve adı konulmamış bir toplumsal kaos Başbakan’ın uygulamalarıyla yayılmaktadır.

Milletimizin huzur ve refahı Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar bozulmuştur.

  • AKP, kriz olmuş vatandaşımızın gelirine göz dikmiştir.
  • AKP, çatışma olmuş, kavgayla büyümüş ve yolsuzluk markası haline gelerek her türlü rezilliği sergilemiştir.
  • Başbakan demokrasiyi otoriter eğiliminin kılıfı yapmış, kırmadık, yıkmadık, tahrip etmedik, aşağılamadık hiçbir değer bırakmamıştır.
  • İktidardaki gafiller, ihanete çanak tutmuş, bin yıllık kardeşliğimizi tartışmaya açmıştır.

Değerli Arkadaşlarım,

Konuşmamın başından beri özetlediğim Türkiye tablosu, bütün olumsuzluklarıyla karşınızdadır.

Türkiye’nin, milli ve manevi değerleri, Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, kimliği ve devletin temel yapısı, siyasi ve sosyal gerilim hattına dönüştürülmüştür.

Ülkemizin bütün ortak değerleri, acımasızca tahrik edilen bu sürecin malzemesi olmuştur.

İç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhumuz yara almıştır.

Toplumsal huzursuzluk, gerginlik ve çatışma alanları her geçen gün genişlemektedir.

Türkiye’nin bugün içine düştüğü “Kriz, Kargaşa, Kaos, Korku, Kutuplaşma, Kavga, ve Karanlık”dan oluşan “7-K”lı tahribat zinciri karşısında Milliyetçi Hareket kurtuluş ve yükseliş arayanların yegane ümidi haline gelmiştir.

Türkiye sevdalıları, bilgi, birikim, tecrübe ve kadrolarıyla ülkemizi ayağa kaldıracak kararlılığa, güce ve inanca sahiptir.

Yaşananlar, yüreğinde vatan ve bayrak sevgisi olanların birleşmesini zorunlu ve kaçınılmaz hale getirmektedir.

Kucaklaşmak için fırsat arayan bütün vatandaşlarımı, köken, mezhep, yöre gözetmeksizin üç hilalin etrafında buluşmaya davet ediyorum.

Kaybedilecek zamanımız yoktur.

Tereddütle geçirilecek vaktimiz yoktur.

Birliğimizi tehlikede görenler,

Dirliğimize tehdit görenler,

Saflarını sıklaştırmak, güçleri birleştirmek zorundadır.

Ve bu aziz vatanı ve büyük Türk milletini temiz ve samimi duygularla seven herkesin yeri Milliyetçi Hareketin yanı olmalıdır.

Bizlere yol arkadaşlığı yapacak bütün vatanseverleri, nerede doğmuş bulunursa bulunsun ve anasının dili ne olursa olsun, Milliyetçi Hareketin bayrağı ve ilkeleri altında toplanmaya çağırıyorum.

Bu çağrı kapsamında, Milliyetçi Hareket Partisi’nin Genel Başkanı olarak, ben de atacağım ilk adımı huzurunuzda açıklıyorum.

Önümüzdeki günlerde Aydınlık Türkiye Partisi’ne bir ziyaret gerçekleştireceğim.

Baba ocağından ayrı düşmüş dava arkadaşlarımı partimde görmekten mutlu olacağımı belirteceğim.

İnanıyorum ki bu davet bir başlangıç olacak ve Milliyetçi Hareket Partisi buluşma ve kucaklaşmanın merkezi haline gelecektir.

Cenab-ı Allah milletimizin kurtuluşu ve yükselişi yolunda yapacağımız mücadelede Milliyetçi Hareketi mahçup etmesin.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.