23.03.2010 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
23 Mart 2010

 

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Basın Mensupları,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Balkanlardan Çin Seddine kadar uzanan uçsuz bucaksız topraklarda binlerce yıldır yaşayan bir Nevruz Bayramı’nı daha geride bırakmış bulunuyoruz.

Bolluğun bereketin, uyanışın ve yenilenmenin sembolü olan bu bayram günü asırlardan bu yana Türk milletinin tarihinde de dostluğun, barışın, kucaklaşmanın ve yardımlaşmanın işareti olmuştur.

Türk milleti bu günün anlamına uygun olarak tıpkı tabiatın yenilenmesi gibi vicdanını, gönlünü ve yüreğini ve ülkülerini de yenilemeyi amaçlamış, dini bayramlarda anlamını bulan ruh güzelliğine bu güzel fırsatta da ulaşmayı başarmıştır.

Ne var ki, yıllardan beri sürmekle beraber özellikle AKP yönetimlerinin sergilediği acz ile birlikte azan bölücülük, Nevruz gününü, isyan ve eylem gününe dönüştürmüş bulunmaktadır.

Artık Nevruz kutlaması adı altında bölücü paçavraların taşınması bir yana İmralı Canisi’nin sinevizyon gösterileri bile meydanlarda alenen gerçekleşmekte, tek tip kıyafetli yüzleri kapalı Kandil temsilcileri resmigeçit yapabilmektedir. Ve bu durum medyaya göre “Nevruz’un sakin geçtiğinin işareti olmaktadır.

Bu yılki ayaklanma provalarındaki en büyük değişiklik, bundan öncekilerde görülmeyen sloganların Başbakan Erdoğan’ın açılımla ilgili söylemleriyle gösterdiği şaşırtıcı benzerlikler olmuştur.

  • Başbakan’ın,  “son derece olumlu” bulduğu Habur’dan giriş yapan teröristler bu yıl gösterilerin şeref ve protokol konuğu olarak baş köşede ağırlanmışlardır.
  • Milletimizi otuzaltıya bölme çabaları bölücülerce de hararetle desteklenmiş ve açılan pankartlarda Başbakanın kimlik ayrıştırma mesajları açıkça yer almıştır.
  • Anaların gözyaşları üzerine kurduğu istismar da bu yıl alkışlanmış ve ellerinde paçavralar bulunanlar “Anaların kucaklaşma vakti gelmiştir” diyerek Başbakan’a desteklerini esirgememişlerdir.
  • Yine bu gösterilerde Başbakan Erdoğan’ın fikir birliği içinde olduğu İmralı Canisi hükümete doğrudan muhatap olarak işaret edilmiştir.

Nevruz bahanesiyle yapılan bu alçakça tahrikler,

  • Türkiye’nin nereye sürüklenmek istenildiğini;
  • Milletimizin nasıl bir siyasi suikastla karşı karşıya olduğunu;
  • Büyük bir oyunun hedefi haline adım adım nasıl getirildiğini;
  • Türk kimliğini tartışmaya açan ve hedefi Türkiye’nin varlığına kastetmek olan siyasi bölücülüğü haklı göstermeye çalışan AKP zihniyetinin tahriklerin zeminini içten içe nasıl hazırladığını herkese bir kez daha göstermiştir.

Terörün sözde bitirilmesi için Türkiye’de anayasal çözüm süreci başlatılmasının gündeme getirildiği ve bölücülüğün meşruiyetini amaçlayan çabaların siyasi çözümle eş zamanlı ilerletilmeye çalışıldığı bir gerçek olarak karşımızdadır.

Bu itibarla, hükümetin Anayasa değişiklikleri çabasını bir toplumsal ihtiyaçtan da öte bu sinsi niyetin hayata geçirilme arayışı olarak görmek gerekmektedir.

Ve bu maksada ulaşmak için atılacak adımlar, bilinmelidir ki, PKK’nın siyasi gündem ve stratejisinin adım adım iletilmesine imkân sağlanması, devletin terör ve bölücülük karşısında teslim olması anlamına gelecektir.

Türkiye’nin böylesine büyük tehdit ve tehlikelere maruz bırakıldığı bu gergin ortamda, AKP hükümeti maksatlı bir sessizliğe bürünmüştür.

Türkiye’yi enkaza çeviren Başbakan Erdoğan ve hükümeti, hiç sıkılmadan hayali başarı masallarıyla Türk milletinin aklı ve idrakiyle alay etmekle meşguldür.

 

P Bir yandan birinci yıkım seferinde yaşadığı bozgunun muhasebesini yaparken; öte yandan ikinci yıkım seferini başlatarak sözde açılım denen PKK projelerine yığınak artırma çalışmalarına hız vermektedir.

P Bir yandan Türkiye’nin yedi buçuk yıldır konuşulmayan konularını özgürce tartışıldığı iddiasıyla Türk milletini bölme ve parçalama gayretlerini toplantı salonlarında ve kahvaltı masalarında sürdürmekte, öte yandan “Bizi tek bir millet yapan, bizi ortak bir kader ve ortak bir ideal çerçevesinde birleştiren, bütünleştiren Çanakkale ruhunu” pişkince diline dolamaktadır.

  • Bir yandan, kendi milletini faşistlikle suçlayıp ecdada hakaret ederken, Ermenistan’la protokolleri utanmadan imzalarken; öte yandan, Çanakkale Şehitliğinde tam bir hamaset istismarıyla tarihimize yapılan haksızlıklardan bahsedebilmektedir.
  • Bir yandan, ülkemizde kaçak işçilere göz yumduğunu söyleyip açıkça suç işlerken, öte yandan bunlardan Ermeni olanlarını geri göndereceğini önce açıklayıp tepkiler üzerine sözünden anında dönmektedir.
  • Bir yandan ayrımcılığa tahammül edemeyiz derken, diğer yandan buluşmak için sıraya dizdiği alt kimlikleri tahrike, alt kültürleri lime lime ayırarak Türk milletini parçalama gayretlerine devam etmektedir.
  • Bir yanda “topraklarımızın ırkçılığa hiçbir dönemde sahne olmadığını“ söylerken, diğer yanda tek tek saydığı etnik kimliklerin ayrımcılığa maruz kaldığını iddia etmektedir.
  • Bir yandan Mehmet Akif’ten mısralar okuyarak, Peygamberimizin şehitlerimizi nasıl kucakladığından söz etmekte, diğer yandan ise şehitlere ve Mehmetçiğe kapalı olan kendi kucağını teröristlere ardına kadar açmış olduğunu milletimizden saklamaya çalışmaktadır.

Bu ne çelişkidir, bu ne tutarsızlıktır, bu ne ilkesizliktir?

Buradan Başbakan Erdoğan’a hatırlatmak isterim ki; Türk milletinin haklarını savunacağı, ecdadımızın şerefini koruyacağı yer Çanakkale Şehitliği değildir.

Onlar zaten görevlerini yapmış olmanın huzuru içinde bu dünyanın en büyük şehitliğinde milletimizin koynunda yatmaktadırlar.

Üstelik bu, “şehide kelle, katile sayın” diyenlerin, teröristle kucaklaşanların anlayacağı ve anlamlandıracağı bir manevi mevkii de değildir.

Bu milletin tarihindeki muhteşem gerçekler, onun sahibi olanlar tarafından maddi ve manevi olarak zaten yaşatılmaya devam etmektedir.

  • Ve milletimizin haysiyetinin korunacağı yerler Çanakkale şehitlikleri değil, AKP’nin boyun eğdiği uluslararası müzakere salonlarıdır.
  • Ecdadımızın itibarının savunulacağı yer, il başkanlarının toplantı salonları değil, Zürih’te Ermenilerle imzalanan protokol masalarıdır.

Başbakan Erdoğan’ın kaybettiği değerleri ve bir türlü bulamadığı kimliğini Çanakkale Şehitliklerinde araması abesle iştigaldir.

Bizim tavsiyemiz, Vaşington’da, Bürüksel’de, Erbil’de ve Erivan’da teslimiyet mekânlarında düşürdüğü yerde aramasıdır.

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Yıllardan beri tek başına hükümet olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarının sonuna yaklaşıldığı bir dönemde hazırladığı Anayasa değişiklik teklifleri dün itibariyle partimize ulaşmıştır.

Arkadaşlarımız usulen değerlendirme yapmaya başlamışlardır.

Ne var ki, önümüze hangi öneriler gelirse gelsin bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi’nin sözleri de, duruşu da tartışmaya mahal vermeyecek kadar nettir, berraktır ve aziz milletimizle önceden paylaşılmıştır.

Anayasa değişikliği konusunda partimiz daha önceki açıklamalarında;

  • Mevcut anayasanın değişmesinin gerektiğini, ancak bunun için toplumsal bir mutabakata ihtiyaç olduğunu;
  • Anayasada değişiklikler yapılmasının, ancak siyasi istikrarın olduğu ve uzlaşmanın zemin bulduğu bir ortamda düşünülebileceğini;
  • Hükümetin neden olduğu gerilim ve uzlaşmaz tavırların bu zeminin oluşmasına imkân vermediğini;
  • Türkiye’yi yönetme kabiliyetini kaybetmiş bugünkü siyasi tablo değişmeden, yeni anayasa hazırlanmasının doğru olmadığını;
  • Israrlı olunacaksa, TBMM’nde temsil edilen siyasi partilerden teşekkül etmiş bir ‘Anayasa Değişikliği Uzlaşma Komisyonu’ oluşturulmasını;
  • Değişiklik talepleri üzerinde bu komisyonun mutabakata varacağı maddelerle ilgili ‘Demokratik Sözleşme’ yapılmasını;
  • Ve değişiklik onayının 24.Dönem TBMM’nin iradesine bırakılmasının gerektiğini kamuoyu ile paylaşmıştır.

Değişikliklere yönelik olarak, öncelikle izlenecek yöntem açısından bu tutumumuzda bir farklılık yoktur, partimiz önerilerinin sonuna kadar arkasındadır.

Buna ilave olarak, anayasa değişiklik taslaklarının istişare adı ile dosya içine koyup partileri turlamak “toplumsal uzlaşma” olmayacağı gibi, yıllarca bekleyip şimdi acele cevap için vade vermek de “müzakere” anlamını taşımayacaktır.

Bizim bir toplum sözleşmesi olan Anayasa’nın üzerinde tartışılmadan, bütün tarafların görüşleri alınmadan, eleştirilere kulak verilmeden yapılacak oldu bittileri kabul etmemiz mümkün değildir.

Bu konuda AKP ve BDP’nin ortaklık yaparak Anayasa değişikliklerini referanduma götürecek sayısal çoğunlukları vardır. Ne var ki referandum seçeneği yasal olmakla beraber üzerinde kumar oynanacak düello alanı da değildir?

Şayet gelişmeler referandum sürecine kadar giderse Milliyetçi Hareket Partisi anayasa değişiklikleri dayatmasına dair gördüğü bütün sakıncaları milletine meydan meydan gezerek anlatmaya da hazırdır ve karalıdır.

Gelin, inadınızdan vazgeçiniz. Değişiklikleri bir uzlaşma komisyonu kurup ayrıntılarıyla görüşelim, mutabık kaldıklarımızı milletimize duyuralım ve ilk genel seçimde milletin iradesine teslim edelim. Bizim nihai çözüm şeklimiz budur.

Unutmayalım ki Anayasa, partilerin işine gelmediği yerleri değiştireceği, işine gelenlere ise göz yumacağı alelade metinler değildir.

Siyasi ve ahlaki çürüme devlet ve toplum hayatımızı bir kanser gibi sarmıştır. Yozlaşma kültürü her alanda kök salmış, Türkiye yolsuzluk, vurgun, talan ve kanunsuzluklar ülkesi olmuştur.

  • Bunun sonucunda devlete, demokrasiye ve adalete olan güven duygusu zedelenmiştir.
  • Siyaset kurumu kirlenmiş ve toplum nazarında çok ağır bir itibar kaybına uğramıştır.

Anayasalar, kirli ellerin, kirli zihniyetlerin ve lekeli alınların kendilerini aklayacakları, arkasına saklanacakları istismar malzemeleri ve paravanlar değildir ve olmamalıdır.

Ve eğer bir yerden değişikliğe başlanacaksa, “temiz toplum, temiz siyaset, temiz yönetim”in sağlanması ve “dokunulmazlıkların kaldırılması” ile işe başlanmalıdır.

Değerli Arkadaşlarım,

Yakından şahit olduğunuz gibi Milliyetçi Hareket Partisi, vatana ve millete olan bağlılığını ortaya koyarken, bu kutlu değerlerin savunuculuğunu yaparken, asla göz ardı edemeyeceğimiz temel değerler ahlak, fazilet ve namus ilkelerimizdir.

 

Geride kalan yıllarda, partimize ve partililerimize yönelik ahlaki ithamlar karşısında bugüne kadar ülkemizde hiç kimsenin göze alamadığı çıkışları yaptığımız da bilinmektedir.

Bizler, temiz toplum, temiz siyaset önerirken, yetim hakkı yiyenlerden hesap soracağımızı söylerken bunun gereklerini ihtiyaç gördüğümüz anda yerine getirmekten çekinmeyiz, korkmayız.

Ve hiçbir ikbal uğruna da toplumun kabul edemeyeceği, ahlakımıza sığmayan, inançlarımıza ters gelen gelişmeleri sineye çekemeyiz.

Geçtiğimiz hafta, hakkında ciddi ithamlarda bulunulan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı ile bu iddiaların sahibi olan Belediye Meclis Üyesi mesai arkadaşından partimiz adına talep ettiğimiz istifaları gerçekleşmiştir.

Tarafların haklarındaki suçlamalardan aklanmak için çağrımıza uyarak gösterdikleri hassasiyet takdir uyandırmıştır. Konunun ve adaletin tecellisinin takipçisi olacağımızı buradan açıklamak istiyorum.

Doğru ile yanlışın ortaya çıkacağına inandığımız adli ve idari süreç başlatılmıştır. Bu yolla haklarında iddialar bulunan şahıslar için adalet yolu açılmış, zan ve töhmet altında kalmalarının da önüne geçilmiştir.

Geçtiğimiz yıl Mahalli İdareler Genel seçimlerinden hemen sonra partimizden seçilen belediye başkanlarımız ile 11 Nisan 2009 tarihinde yaptığımız toplantıda hepsini ısrarla uyarmış ve

  • Şartlar ne kadar ağır, imkânlar ne kadar kısıtlı olursa olsun ellerindeki bütün kaynakları milletimiz için kullanmaları gerektiğini,
  • İsraftan uzak duracak, çevreye, tarihe ve insana saygılı, gerçekçi ve verimli projelerle hizmet üretmelerini,
  • Hizmetlerinde helal kazançtan, tevazudan, müşfik tavırlardan, tarafsızlıktan, hukuktan, adaletten ve faziletten asla ayrılmamalarını,
  • Kısıtlı imkânları aşarak, namuslu, faziletli, ahlaklı, şeffaf ve dürüst hizmeti ilke edinerek milletimizin gönlünü mutlaka kazanmalarını, söylemiştim.

Biz bugün yaptıklarımızla, bu sözümüzün arkasında sonuna kadar durduğumuzu, iktidar ve muhalefet, taraftar veya tarafsız herkese göstermiş olduk.

Bize yakışan buydu, bizden beklenen buydu ve onu gerçekleştirdik.

Elbette ki bizim için Büyükşehir Belediye Başkanlığına sahip olmak hem vatandaşlarımıza hizmet, hem de siyasetimizi Türkiye’ye taşımak için son derece önemlidir.

Ancak, bundan daha da önemli olanlar;

  • Adanalı’nın partimize olan güveni ve emanetidir.
  • Şerefimiz, namusumuz, ahlakımız ve haysiyetimizdir.

-Biz AKP gibi yoksulluk iddiaları karşısında kulaklarımızı tıkayamayız.

-Ali Dibo markası alnına kazınmışlara, bırakın bakanlık yapmayı, siyaset bile yaptırmayız,

-Mütedeyyin vatandaşlarımızın, gurbetçilerimizin zekâtlarını çalanların dosyalarını örtbas etmeyiz, edemeyiz.

Çünkü inancımıza terstir, çünkü ahlakımıza aykırıdır, çünkü vicdanımıza uymaz ve anlayışımıza sığmaz. Millet hakkını helal etmez ve Allah da bizi affetmez.

Sürekli olarak başkalarıyla arasındaki farkını anlatarak gezinenlere, ama icraata gelince köşe bucak kaçanlara diyeceğim şudur: İşte bu da bizim farkımızdır.

Başbakan Erdoğan İl Başkanlarıyla yaptığı toplantıda bu olayla ilgili olarak, kamuoyunda hakkında doğmuş olan kuşkuları düzelteyim derken, kendi ağzıyla yakalanmıştır.

“Güya bir dürüstlük örneği vermeye çalışıyor.” diyerek bizim çıkışımızı küçümseyenlere, namus ve ahlak sahipleri; madem geçmiş dönemlerde bu şahısların yolsuzluklarını işitmişse ve görmüşse neden dört yıl boyunca;

  • AKP içinde siyaset yaparken müdahale etmediğini,
  • Savcıları göreve çağırmadığını, idari soruşturma başlatmadığını,
  • Yetimlerin haklarının yenmesine neden göz yumduğunu,
  • Ve ne uğruna sustuğunu, insan olana sorarlar.

Biraz izan ve vicdan sahibi olanlar; her gün bir söylentinin geldiği, haklarındaki iddialar ayyuka çıkmış AKP’li Büyükşehir Belediyeleri hakkında neden kılını kıpırdatmadığını öğrenmek, bilmek ve ikna olmak isterler.

Ama yolsuzluklar konusunda duyarlı olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan’a ve ekibine bizim müjdemiz olacaktır:

Hiç merak etmesinler. Mademki yolsuzluklar konusunda bu kadar hassassınız; yıllardır yolsuzluklarınızın markası olmuş belediyelerinizden hesabı mutlaka biz soracağız, soygun çetelerinin yakasına mutlaka biz yapışacağız.

Özellikle Ankaralı’nın ve İstanbullu’nun nasıl soyulduğunu bir bir ortaya çıkartacağız.

Allahtan başka hiç kimseden korkumuz yoktur. Çok şükür alnımız açık, yüzümüz pak, vicdanımız rahattır.

Değerli Milletvekilleri,

Yolsuzlukların ortaya çıkartılması konusunda iz sürerken asıl yapılması gereken yolsuzluğa neden olan kirli çarkın kökten kaldırılmasıdır.

Bu itibarla bu büyük sosyal ve siyasal soruna temelinden çözüm bulmak, tamamen ortadan kaldırılması hedefi ile yola çıkarak en azından yolsuzlukları asgariye indirmek, temiz bir siyaset ikliminde milletimize hizmet götürmek isteyen her siyasetçinin öncelikli hedefi olmalıdır.

Ve bu konu Anayasa değişikliğinden çok daha önemli bir konudur. Değişecek anayasa maddelerinde öncelik de bunlar üzerine olmalıdır.

Demokratik rejimi diğer yönetim şekillerinden ayıran en önemli fark yönetenler ile yönetilenler arasındaki açık, şeffaf, saydam ilişkiler ağı ile bu sistemin oluşturması arzulanan temiz, ahlâklı, dürüst ve erdemli siyaset anlayışıdır.

Demokratik yönetimler, gizli kapaklı ilişkilerin, karanlık hesapların, tezgâh altı münasebetlerin görülmediği; kayırmaların, arka çıkmaların, yandaşlara peşkeş çekmelerin olmadığı faziletli idareler olmalıdır.

Bugün hayatın her alanında ahlâki yozlaşmayı değişik türevleri ile görmek ve karşılaşmak doğal bir akış gibi algılanmaya başlanmıştır ve en tehlikelisi de budur.

  • Sanayi yatırımı yapmak, ticaretle uğraşmak amacıyla özel ilişkiler sonucunda hükümetten yatırım ve arazi önceliği almış imtiyazlı yandaş şirketler,
  • Yaptıklarını abartmak, yanlışlarını kapatmak maksadıyla kamuoyunun bilgi edinme hakkını gasbeden, eş, dost ve akrabaların da oluşturduğu işbirlikçi medya kuruluşları,
  • Muhalif belediyeleri ve vatandaşları cezalandıran, kendi seçim bölgelerini ve partilileri ödüllendiren fırsatçı ve ayrımcı bir iktidar anlayışının yol açtığı adaletsizlik,
  • İnançlarımız, mukaddesatımız, alt kültürler ve etnisite üzerinden hiçbir ahlâki kaygı duyulmadan yapılan ucuz ve basit tahrik ve istismarlar,
  • Kamu yöneticilerini ve görevlilerini hükümetin siyasal hizmetine ve propagandasına sokan çiğ bir hükümet etme anlayışı,
  • Liyakatine bakılmaksızın terfi ettirilen partizan kadrolaşmaya karşılık iktidara bağlılığından kuşku duyulan memurların itilip kakıldığı, mağdur edildiği bir zorbalık sistemi,
  • Yayın imkânlarını ve yayıncı kadrolarını iktidar zihniyetinin emrine tahsis etmiş kamu kurum ve kuruluşları,
  • Kendileri için vergi affı, yandaşları için arazi kapatma, kadroları için rant sağlayan ve kamu imkanlarını sömüren ve talan eden partililer,
  • Yaptıklarının hesabını bu dünyada kapatmak için medyaya, adalet sistemine, aykırı düşünenlere ve muhaliflere yönelik asılsız suçlamalar, baskılar ve şantajlar, senaryolar ve hakaretler,
  • Zaman zaman ön plâna çıkan ölçüsü kaçmış bir demagoji, iktidarı ikbal zanneden hazımsızlık nedeniyle sağduyu ve samimiyetin kaybolması, her kesimden duyulan ağır ve dozu tutturulamayan hakaretamiz tutum ve tavırlar,
  • Gurbette alın teri ile kazandığı paralarını inanç istismarı ile kul hakkı yiyen soygunculara kaptırmış mağdurların şikayetlerini takip edecek yerde “bana mı sordunuz” diyerek azarlayan bir Başbakanın mevcudiyeti, ülkemizde yaşanan siyasi ahlâk erozyonunun sayabileceğimiz birkaç örneği olarak aklımıza gelenlerdir.

Karşımızda oynanan oyun ve yolsuzlukla örtülmüş karanlık Türkiye tablosu maalesef budur.

Kara bir dönemin temsilcisi olarak ülkemize yokluk, yoksulluk ve yozlaşmanın bütün örneklerini sergileyen bu iktidar elbette bir gün siyaseten gidecektir.

Ancak endişemiz o güne kadar toplumun bütün değer ve ahlâki normlarının zedelenmesi ve yapılacak temizleme operasyonunun bile çare ve çözüm olamayacağı kadar ağır bir lekelenmenin bağışıklık sistemimize yerleşerek müzmin hale gelmesidir.

Muhterem Milletvekilleri,

Milliyetçi Hareket Partisi, kuruluşundan beri, toplum hayatını, demokratik rejimi ve manevi değerleri tahrip eden ahlâki yozlaşmanın önlenmesini ve yolsuzluklarla mücadeleyi, milli siyaset anlayışının temel unsuru olarak görmektedir.

Bugün, toplumsal barışı ve demokratik sistemin varlığını tehdit eden,  devlet kurumlarına olan güveni sarsan ve toplumsal tahribata neden olan ahlâki kirlilik ve yolsuzluklarla kararlı ve etkin bir mücadele için “temiz siyaset-temiz yönetim-temiz toplum”un tesisi artık kaçınılmaz hale gelmiştir.

Ülkemiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinden başlayan temizlik iradesi ile temel ahlâk yasalarının alt yapısını oluşturmalı ve girişimlere vakit kaybetmeden başlamalıdır.

Siyasetin temizlenmesini, temiz bir toplum ve devlet yapılanmasının da başlangıcı gören; yolsuzluk ve yozlaşmanın önlenmesini öncelikle bir devlet siyaseti olarak değerlendiren Milliyetçi Hareket Partisi, muhterem kamuoyuna ve siyasal partilere bir çağrıda bulunmaktadır.

Bu samimi çağrımızın ekseninde, siyaset kurumunun faaliyetlerini ahlâki süzgeçten geçireceğine, siyasete etik bir temel ve form kazandıracağına inandığımız “Siyasi Ahlâk Yasası”nın Meclisten acilen çıkartılmasını tekraren teklif ediyoruz.

Bu kapsamda olmak üzere, parti programımızda ve seçim beyannamemizde de yer alan ve kamuoyuna ilk aşamada tartışmaya açacağımız bazı önerilerimiz şunlar olacaktır:

  • Yolsuzluklarla topyekün mücadele için bir “Milli Program” hazırlanarak, önlenmesi, takibi ve koordinasyonunu sağlamak amacıyla özerk yapıda bir “Yolsuzlukla Mücadele Kurulu”nun oluşturulması,
  • “Kamu Denetçiliği Sistemi”ne geçiş için gerekli anayasal ve yasal alt yapının sağlanması,
  • Milli denetim standartlarının belirlenerek, denetimde etkinliğin ve birliğin sağlanması amacıyla “Türkiye Denetim Kurumu”nun teşkili,
  • Siyasi özgürlük alanını kısıtlamadan kamu vicdanının kabul edeceği şekilde “milletvekili dokunulmazlıklarının” makul esaslara bağlanması,
  • Belediye şirketleri de dâhil olmak üzere kamu kaynağını kullanan bütün kuruluşlara yönelik denetim etkinliğinin artırılması,
  • Siyasi parti gelir kaynaklarının ve harcamalarının şeffaf hale getirilmesi ve etkin denetimi,
  • Kamu kaynaklarının istismarı ile her türlü yolsuzluk ve usulsüzlüklerin ortaya çıkartılmasında yardımcı olanların ödüllendirilmesi ve özel koruma kapsamı altına alınması konusunda yasal değişiklikler,
  • Milletvekilleri, belediye başkanları ve üst siyasi yönetim kadrolarının, görev öncesi ve görev sonrası mal bildirimlerinin kamuoyu ile paylaşılması,
  • Başbakan ve bakanlar kurulu üyeleri hakkında olabilecek yolsuzluk iddialarının adli soruşturmasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılmasına imkân sağlayacak yasal düzenlemenin yapılması,
  • Siyaset kurumunun yanı sıra mesleki ahlâk krizi ile karşı karşıya olduğu anlaşılan medya sektörünün ve kamu kuruluşu olan medya kurumlarının doğru, tarafsız, hakkaniyete uygun haber aktarmalarının yanı sıra, açıklama, düzeltme ve tekzip gibi ahlâki ve hukuki alanlara kapsamlı çözüm getirilmesi,
  • İş dünyası, eğitim, bilimsel araştırma, ticaret ve sanat gibi artık her alanda görülen ahlâk aşınmasının önüne geçecek şekilde taklit, telif, iktibas, alıntı, kopyalama, çoğaltma, benzetme, gibi “mahfuz ve mülkiyet haklarının korunması”na ilişkin ciddi çözümlerin bulunması,
  • Özellikle yerel yönetimlere getirilecek şeffaflaşma ile haksız rant elde etmenin önüne geçilmesi, imar değişikliklerinin, istimlaklerin siyasi keyfilikten uzaklaştırılarak merkezi bir sistemle kontrol altına alınması,
  • Yolsuzluk yoluyla elde edildiği hukuki olarak tespit edilen her türlü kazanca el konulması ve suçluların bu kazançtan mahrum bırakılması amacıyla, yolsuzluktan suçlu görülen kişilerin servetlerinin nerede olursa olsun ve kimin adına kayıtlı bulunursa bulunsun, zaman aşımı gözetilmeksizin el konulmasına imkân sağlayacak hukuki düzenlemelerin yapılması,
  • Kamu kaynaklarının korunması, bu varlıklar üzerindeki israf, savurganlık, tahribat ve talanın önlenmesi ile ihalelerin, teşviklerin, kredilerin, muafiyetlerin, vergi iadelerinin doğru yerlere ve doğru gerekçelerle gittiklerinin takibi, etkin ve otomatik denetiminin gerçekleşmesi,
  • Devlet yönetimimizde hakim olan güvenlik konuları haricindeki gizliliğin yolsuzlukları örtbas etmek için kullanılmasını önlemek amacıyla kamu yönetimine şeffaflık sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması,
  • Makamların nüfuz ve güç yeri olmaktan çıkarılarak hizmet yeri olmalarının sağlanması, yolsuzluk ve adam kayırmanın önlenmesi, kamu görevlilerinin yaptıklarının yanında ihmallerinden de sorumlu tutulması,
  • Devleti soyanlar, yağmalayanlar, örgütlü suç işleyenler ve bunlarla işbirliği yapanlar için söz konusu suç tanımlarının yeniden yapılması ve cezaların ağırlaştırılması suretiyle caydırıcılığın artırılması,
  • Kamu yönetiminde ve yargıda açıklık politikası ile vatandaşların birey olmanın sorumluluğunu taşıyacağı sivil oluşumların kamu hizmetlerinin denetimine iştirakinin sağlanması,
  • Suistimal ve yolsuzluklara vesile olan kamu yönetimimizdeki merkeziyetçi ve bürokratik yapının azaltılması, kırtasiyeciliğin kaldırılmasına yönelik tedbirin alınması bu noktada çözüm alanlarından ve önerilerimizden bazılarıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi için yolsuzluk ithamlarından kurtulmanın, yolsuzlukları önleyebilmenin yolu TBMM’den kuvvet alan ve başlayan "temiz siyaset, temiz toplum, temiz yönetim" anlayışının hâkim kılınmasından geçmektedir.

Yeni bir Türkiye’ye gerçekten açılmak isteyen herkes için başlangıç noktası “temizlik” olmalıdır.

Bunlar yapılmadığı takdirde,

  • Kişi dokunulmazlığından,
  • Düşünce ve kanaat özgürlüğünden,
  • Kanun önünde eşitlikten,
  • Özel hayatın gizliliğinden,
  • Din ve vicdan özgürlüğünden,
  • Eğitim ve öğretim ile kadın ve çocuk haklarından,
  • Basın özgürlüğü ve ahlakından,
  • Serbest teşebbüsten ve adaletli rekabetten,
  • Adil gelir dağılımından,
  • Hukukun üstünlüğünden,bağımsızlığından veya tarafsızlığından
  • Kuvvetlerin ayrılığından,
  • Gerçek milli irade ve demokrasinin işleyişinden
  • Ve özetle adaletten de, kalkınmadan da eşitlikten de ve hakkaniyetten de söz etmek mümkün değildir.

Takdir edersiniz ki, temiz siyaset ve temiz toplumun sağlanamadığı yerde, bunların tamamının anlamı siliktir, zayıftır ve etkisizdir.

Ne kadar mükemmel anayasa yaparsanız yapınız, arkasında ahlâk sorunu olan kalkınma ve refah modelinde; birileri kamu gücünü istismar ederek haksız servet ve nüfuz elde ederken, bu varlıkta payları olmasına rağmen yüz binlerce kişi mutlaka yoksullaşacaktır.

Terazinin kefesi bir avuç kişinin lehine dolarken, yoksul ve çaresiz kitleler ya umutlarını ahlâklı yönetimlerin gelmesine bağlayacaklar ya da en tehlikeli yolu seçip ahlâkın tahripkâr rüzgârına onlar da kapılacaklardır.

Bizim, Milliyetçi Hareket Partisi olarak yıllardır ısrarla ve dikkatle üzerinde durduğumuz bu konunun önceliği de burada, yani siyasetteki kirliliğin topluma sirayet etme tehlikesinde aranmalıdır.

Bugün bu vahim işaretleri gören ilkeli, erdemli ve namuslu bir siyaset temsilcisi olarak çok geç kalınmadan çare ve çözüm önerilerimizi gündeme getiriyoruz.

Bu çözümün yegâne kaynağı Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu konuda büyük bir erdem göstererek sorumluluk alacak olanlar ise aziz milletimizin temsilcileri olan muhterem milletvekilleridir.

Başta sayısal çoğunluk açısından iktidar partisinin milletvekilleri olmak üzere hepimize temiz siyasetin, temiz yönetimin ve nihayet temiz toplumun tesisi için büyük bir vebal ve sorumluluk yüklenmiştir.

Bunu gerçekleştiremediğimiz takdirde “temizlikle hesap sorma ve kirlenmeyle ile hesaba çekilme” arasında çok yakın ve kaçınılmaz bir ilişkinin bulunduğunu herkese hatırlatmak istiyorum.

Demokrasilerde bu hesabın bir gün hukuk içinde ve adalet önünde tecelli edeceğinin bilindiğini ümit ediyorum. Milliyetçi Hareket de bu konunun sonuna kadar takipçisi olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, hiçbir siyasi ikbal beklentisi ve kaygı gözetmeksizin bugün TBMM’de bulunan bütün siyasi partileri, Anayasamızın tali değişikliklerini bir kenara bırakıp öncelikle ve acilen tam bir ahlâk ve fazilet sınavı vermeye çağırmaktadır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Türkiye, 7,5 yıllık AKP iktidarı döneminde hiç hak etmediği çok tehlikeli gelişmelerin sıklet merkezi olmuş ve bundan dolayı hırpalanmış, güç ve dermanı tükenmiştir.

Bugün vatandaşlarımızın yaşadığı problem alanlarının en başında; hayat pahalılığının, işsizliğin, yoksulluğun ve çaresizliğin geldiği hepinizin malumudur.

Ancak, Türkiye ekonomisinin yaşadığı kriz halinin ve vatandaşlarımızın katlanan dertlerinin Başbakan Erdoğan ve hükümetin öncelikleri arasında olmadığı görülmektedir.

Ne var ki, ekonomik meseleler ertelenemeyecek kadar acil bir hale gelmiş, krizin ateşlediği yangın gittikçe yayılmıştır.

Başbakan Erdoğan; sorunların görmezden gelinmesinin, işitilmemesinin, üzerinin örtülmesinin hiçbir fayda sağlamayacağını açıklıkla ve bizatihi kabul etmiştir.

Ve hatta sorunlarla yüzleşilmediği takdirde daha da büyüdüğünü ve kangren halini aldığını bile itiraf etmiştir.

Türkiye ekonomisindeki yoğunlaşan sorunlara önem vermeyen ve dikkate almayan Başbakan Erdoğan, bir yönüyle de kendisiyle çelişkiye düşmekte ve sözlerinin ne kadar temelsiz ve samimiyetten uzak olduğunu göstermektedir.

Bugünkü şartlar altında, tehlike çanlarını tekrar çalmaya başlayan dış açık, ayağa kalkamayan ve iş üretemeyen hastalıklı bir büyüme, facia aşamasına gelen işsizlik ekonomiyi muhasara altına almıştır. Üretim kanalları kurumuş, çatlamış ve paslanmıştır.

Özel sektör borç batağına saplanmış ve finansal olan ve olmayan kesimlerle birlikte toplam borcu 125 milyar doları aşmıştır.

Hükümet, sorumsuz bir mirasyedi gibi milli varlıkları satarak açıklarını kapatmaya çalışmakta ve milletimizin alın teri kelimenin tam anlamıyla peşkeş çekilmektedir.

Bu kapsamda, 52 adet ’Akarsu Santralinin’ özelleştirme yoluyla satışı için düğmeye basılmış ve milli servet niteliğindeki bu kıymetler haramzadeler tarafından gözden çıkarılmıştır.

Elektrik dağıtım şirketlerinin ise elden çıkarılma sürecinin çok önceden başladığını ve halen belirli aralıklarla bu alandaki kamu kuruluşlarının yok pahasına satıldığını hepiniz biliyorsunuz.

AKP ile birlikte yaygınlaşan rant ekonomisi faiz simsarlarına davetiye çıkarmış, devlet imkanlarına bağlanan yolsuzluk hortumlarıyla birlikte iktidara yakın bir zümre; çalışmadan, yorulmadan, helal kazanç kaygısı taşımadan safahata kavuşmuşlardır.

Başbakan Erdoğan, bu kadar kirli ve şaibeli hükümet etme dönemine rağmen, hala çalışmadan ve millet yararına hizmetten hiç sıkılmadan bahsedebilmektedir.

Ve siyasi rakiplerine; “kaç tane fakir-fukara evi dolaştın, kaç tane garip gureba evi dolaştın?” diyerek sataşmaktadır.

Öncelikle şunu söylemek isterim. Biz elbette çaresizlik içinde kıvranan yoksul kardeşlerimizin, garibanlarımızın, mağdurlarımızın, hayatı çileyle geçmiş kardeşlerimizin hükümet tarafından hatırlanmasını doğru buluyoruz ve devleti yönetenlerin de başlıca görevi olduğunu düşünüyoruz.

Ancak yoksul kardeşlerimize yardım yapılmasını ne kadar önemli görüyorsak, yoksulluğun kökünün kurutulmasını da o kadar önemsiyoruz.

Bizim kimi ziyaret edip etmediğimiz, kimin yanına gidip gitmeyeceğimiz Başbakan’ın ve partisinin bileceği bir iş değildir ve buna dair fikir beyan etmek hadlerine de olmayacaktır.

Milliyetçi Hareket’in hiçbir ferdi, yapacağı yardımı, vereceği sadakayı gösteriş uğruna yapmaz ve hele hele bunu siyasetine asla alet etmez, edemez.

Bizim anlayışımızda bir elin verdiğini, diğer elin bile görmemesi asıldır ve buna inancımız tamdır.

Vatandaşlarımızın derdine deva olmak bir yana, muhtaç olmalarını politik hedeflerine alet eden ve kameralar eşliğinde haneleri siyasi propaganda arenasına çeviren bu zihniyetin, garip gureba hakkından bahsedebilmesi için, önce milletimizin verdiği vergilere nasıl göz koyduğunu, vatandaşımıza azar azar verirken, kendi yandaşlarını nasıl abat ettiğini de itiraf etmesi gerekmektedir.

Esasında yoksul kardeşimiz Başbakan’ın umurunda değildir. AKP’nin oy hesabı ve kandırma üzerine kurulu siyasi stratejisi; devlet kaynaklarıyla yoksul hanelere ulaşılmasını gerektirmiştir. Olan yalnızca budur.

Yeri gelmişken Başbakan Erdoğan ve yandaşlarına açıkça şunu söylemek isterim ki:

  • Bizim gönlümüzde Malatyalı yoksul kardeşimiz vardır.
  • Bizim aklımızda Artvinli işsizimiz bulunmaktadır.
  • Gündemimizde Çorum’lu çiftçimiz, Sinop’lu esnafımız yer almaktadır.
  • Yiyecek ekmeği olmayan, ocağında bir tas sıcak çorbası pişmeyen, doğusundan batısına milyonlarca vatan evladı bizim derdimizdir ve onların yüzünü güldürmek birinci hedefimizdir.

Hiç kimse bu gerçekleri aklından çıkarmamalı, bize akıl vermeye ve itham etmeye kalkışmamalıdır.

Muhterem Milletvekilleri,

AKP iktidarı süresince ekonominin yapısal sorunları ciddiyetle ve kararlılıkla bir türlü ele alınamamıştır.

Sosyal gelişmenin, sağlıklı ve istikrarlı bir büyümenin önündeki engeller kaldırılamamış ve sürekli olarak ertelenmiştir.

Sayısal ve siyasal anlamda bunları yapabilme imkân ve gücü bulunan AKP’nin, ekonomideki aciliyeti olan sorun alanlarını çözmek yerine sürüncemede bırakması, ülkemizi içinden çıkılmaz bir alana sokmuştur.

Bugün itibariyle, ekonomideki kurumsal eksiklikler ve zafiyetler giderilmedikçe, düzgün, sıhhatli ve hızlı bir kalkınma sürecine ulaşmamız mümkün olmayacaktır.

Nitekim gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlikler devam edecek, işsizlik kronik bir sorun olarak yaşamayı sürdürecektir.

 Bu kapsamda istikrarlı ve istihdam yaratan bir ekonomik yapı için hem yasal çerçeveye gerek vardır, hem de uygulamada mülkiyet hakları güvence altında olmalıdır.

Bu çerçevede ekonomik ilişkilerin kurumsal ve hukuksal destekle korunup geliştirilmesi çok önem arz etmektedir.

Özellikle, ekonomik aktörlerle birlikte piyasanın bir düzen ve kurallar bütünü içinde faaliyetini sürdürebilmesi; rekabet şartlarının korunmasına ve gözetilmesine, haksızlık ve ahlaksızlıkların önüne geçilmesine, haksız kazanç ve adaletsiz uygulamalara son verilmesine bire bir bağlıdır.

Bu itibarla, en başta günümüzün sosyal ilişkilerini yansıtan ve ekonomik ihtiyaçların karşılanmasını belirli kurallar altına alan, taraflar arasındaki ihtilafları vicdana ve hakkaniyete uygun olarak gideren hukuksal sistemin tesisine ihtiyaç olduğu şüphesizdir.

Bu maksatla, Anayasa değişikliğini önceliğine alan AKP hükümetine, sosyal ve ekonomik hayatı doğrudan ilgilendiren daha acil bir konuda yasa değişikliği çağrısında bulunmak istiyorum:

Partimiz, halen Meclis gündeminde bulunan Türk Borçlar Kanun Tasarısı ile Türk Ticaret Kanun Tasarısı’nın, karşılıklı mutabakat sağlandıktan ve itirazlar giderildikten sonra bir an önce yasalaşması gerektiğine inanmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin, bu kanun değişiklikleriyle ilgili ileri sürdüğü görüşleri saklı kalmak kaydıyla; iktidar partisinin atacağı adımla, buluşacağımız bir mutabakat zemininde, Türk Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu değişikliklerine vardır ve bu konuda hükümeti harekete geçmeye davet etmektedir. 

Ülkemizde olup biteni gördüklerini iddia eden Başbakan Erdoğan’ın bu meseleye öncelikle eğilmesi, ekonominin hukuksal çerçevesinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması için çok önemlidir.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.