25.05.2010 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
25 Mayıs 2010

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Basın Mensupları,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Geçtiğimiz hafta Türkiye Taş Kömürü Kurumu Karadon Müessese Müdürlüğü’ne bağlı bir maden ocağında meydana gelen grizu patlaması neticesinde; otuz evladımızın hayatını kaybetmesi hepimizi derinden üzmüştür.

Daha az üşüyelim, daha çok ısınalım, daha aydınlıkta kalalım diyerek milletimiz için en zor şartlar altında çalışırken hayatlarından olan işçi kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan bir kez daha rahmet; başta aileleri olmak üzere, milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum. Zonguldak’lı kardeşlerimin acılarını paylaşıyorum.

Bu son facia, bir kez daha madenlerde çalışan işçi kardeşlerimizin ne denli büyük tehlikeler ve ihmallerle karşı karşıya olduklarını göstermesi bakımından da ibret verici olmuştur.

Şimdi sıra, bu elim hadisenin nedenlerinin idari, teknik ve hukuki tüm boyutlarıyla araştırılarak sorumlularının ve sorun alanlarının ortaya çıkartılmasındadır.

Bu elim olayın tekrarlamaması en samimi temennimizdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Hakk’ın rahmetine kavuşan işçi kardeşlerimizin yakınlarının mağdur olmaması için gerekli her türlü tedbiri devreye sokmalıdır.

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi en son grup toplantımızı 13 Nisan 2010 tarihinde gerçekleştirmiştik.

AKP Anayasa’sının değişiklik tekliflerinin yoğun ve yorucu görüşmeleri nedeniyle ara verdiğimiz toplantılarımıza bugün kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Türkiye’nin Anayasa değişikliklerine dair görüşmelerle meşgul edildiği bu 44 günlük zamanda, elbette ki milletimizin gündeminde bir değişiklik olmamıştır.

Bir maddesi haricinde diğerleri TBMM’den geçen Anayasa Değişiklik Paketinin kabulü sırasında; Genel Kurul Salonunda AKP milletvekilleri birbirleriyle sarmaş dolaş olurken, dışarıda ülkemizin ağır sorunları milletimizi çaresizlik sarmalına mahkûmiyete devam etmiştir.

Aslında, yedi buçuk yılın hezimetine bahane arayan zihniyetin bütün saptırma gayretlerine rağmen,  toplumun her kesiminin yaşadığı travmalar AKP’nin yanlışlarını birer birer ortaya koymaktaydı.

Milletimiz, kendisini derinden sarsan yıkımın baş sorumlusunun anayasa değil, AKP zihniyetinin olduğunu yaşadığı talihsiz olaylarla zaten anlıyordu.

AKP’li vekiller sevinçle birbirlerine sarılıp kutlamalar yaparken ne üzücü bir çelişkidir ki, ilkesiz siyasetlerinin sonucunda Türkiye’miz;

  • Milletimizin şefkat ve namusu emanet edilen çocuklarımıza yönelik utanç verici tacizlerle,
  • Kahraman vatan evlatlarını birer birer toprağa verdiğimiz artan kanlı terör saldırılarıyla,
  • Dünün postal yalayıcısı dedikleri aşiret reisine bugün devlet başkanı sıfatıyla yapılan davetlerle,
  • Alın teriyle ve helal kazançla yer altında ekmeğini arayan işçilerimizin kaybına yol açan elim maden kazalarıyla,
  • Özel hayatları, çıkmaz yoldaki basit siyasetin malzemesi haline getiren seviyesiz üsluplarla,
  • Başbakanın Ermenistan’dan sonra teslim bayrağını çekeceği anlaşılan tek taraflı tavizlerle dolu Yunanistan ziyaretiyle acımazca yüzleşmekteydi.
  • Milletimiz giderek derinleşen ve kökleşen işsizlikle, yoklukla, yoksullukla boğuşmakta, sabrın sınavını öteden beri vermekteydi.

Bu itibarla, gündemi kafa karıştırarak saptırma, başarısızlığın gerekçelerini anayasada arama ve müflis siyasetin bahanelerini kendi dışında bulma çabalarının sonuç vermesini beklemek, ömrü tükenmiş iktidar için tek seçenek kalmıştı.

Ve hükümet bir atımlık istismar barutunu da bu hamle ile tüketmiştir.

Zira hayatın acımasız tahribatının yoksul kitleler üzerindeki etkisi katlanarak devam etmektedir.

Ne yapılırsa yapılsın, her evde iş ve aş bekleyenlerin geçim kaygıları hükümetin sanal başarı iddialarını birer birer çürütmektedir.

AKP’nin heba edilmiş bunca yılın sonunda sığınacağı yalan, bulacağı bahane, arayacağı sorumlu, saklanacağı paravan, yapacağı tahrik ve kaşıyacağı başka istismar kalmamıştır.

Ucuz siyasetinin çırpınışları boşuna; geliştik, zenginleştik yaygaraları beyhudedir. Kanacak ve inanacak kimse yoktur.

Değerli Milletvekilleri,

Bildiğiniz üzere, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından tek taraflı hazırlanan Anayasa değişiklik teklifleri TBMM’den yeterli oyu almış ve Cumhurbaşkanının onayını müteakip Anayasamız gereği referandum süreci başlamıştır.

Referandumun 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacağına dair Yüksek Seçim Kurulu’nun vermiş olduğu karar gereği, TBMM’den geçen maddeler bir paket halinde milletimizin hakemliğine sunulacaktır.

Bu aşamadan sonra bundan önceki görüşleri ne olursa olsun herkes yapılacak referandumun sonucuna saygı duymak mecburiyetindedir.

Bu arada, oylamalara katılmayan ana muhalefet partisi TBMM’den aldığı ilave destekle, Anayasa değişikliğinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle 111 milletvekilinin imzasını taşıyan dilekçeyle Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.

Yapılan elbette ki, tıpkı AKP anayasa değişikliklerinin tek taraflı olarak onaylanması kadar meşru ve yasaldır.

Ancak, bundan önceki girişimlerin sonuçlarına bakarsak, Anayasa Mahkemesine müracaatlardan karar aşamasına kadar geçen süreçlerin iktidar zihniyetine siyasi yığınak oluşturduğu görülecektir.

Seçilmişler ve atanmışlar ekseninde yapay bir çatışma alanı oluşturarak kendisine istismar fırsatı yaratan AKP anlayışı, bu defa da bunu fırsat bilecek ve ortaya çıkacak yeni kutuplaşmayı kullanmak isteyecektir.

İktidar partisinin, TBMM’deki görüşmeler esnasında geliştirdiği söylemler ve uyguladığı taktik; ülkemizdeki bütün sorunların kaynağının AKP hükümeti değil anayasa olduğu yönündedir.

Sanki, bugüne kadar olumlu ve güzel gelişmelere niyet etmişler de buna anayasa engel olmuş gibi ucuz siyasetçi kurnazlığına başvurmaya çalışmışlardır.

Anayasa Mahkemesi’nden çıkacak muhtemel bir iptal kararının neden olacağı yeni istismar sahaları ve kutuplaştırma vasıtaları, yaklaşan Genel seçimlerin sonuçlarını etkileyecek gelişmeleri de başlatacaktır.

Yedi yıldır iktidarda bulunan ve iki Milletvekilliği Genel Seçimi ve iki Mahalli İdareler Genel Seçiminden geçerek gelmiş AKP zihniyetinin siyaset malzemeleri ve senaryoları artık herkes tarafından bilinmektedir. Gizlisi saklısı yoktur.

Başbakan Erdoğan ve partisi; Anayasa Mahkemesi “Anayasa'nın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasını  öngören yasayı” şayet iptal ederse bu sonucu kullanmak isteyecek ve söylemlerine haklılık arayacaktır.

Veya Referandumun sonuçlarına göre “evet” oylarını, AKP’ye evet anlamına gelecek bir kampanyayla ilk genel seçime kadar muhafaza etmeye çalışacaktır. Başka da seçenekleri yoktur.

Aslında, Türkiye uzun zamandır erken genel seçimin bütün şartlarını taşımaktadır.

  • Hükümet yıpranmış, yorgun ve başarısızdır.
  • Vatandaş, yoksul, umutsuz ve çaresizdir.
  • Ekonomi krizde, çözümsüz ve kötüdür.
  • Uluslararası ilişkiler başarısız, teslimiyetçi ve dengesizdir.
  • Devlet aciz, kararsız ve atıldır.
  • Güven azalmış, terör artmış, huzur yoktur.
  • Toplum tedirgin, öfkeli ve kaygılıdır.

Milletimiz, bir yanda “açlığın, adaletsizliğin, ahlaksızlığın ve asayişsizliğin” acımasız yüzüyle karşı karşıyadır.

Diğer yanda ise “yokluğun, yolsuzluğun, yoksulluğun ve yozlaşmanın” derin sancıları ile boğuşmaktadır.

Bugün değilse yarın diyerek, sabırla ve belki düzelir ümidiyle bekleyen Türkiye’nin bu ağır tabloyu daha fazla taşımasının imkânı da kalmamıştır.

Bizim 2010 yılının ilk Merkez Yönetim Kurulu Toplantısı’nı yaptığımız 7 Ocak tarihini, AKP’nin “7-K”sından “kurtuluş” günü olarak ilan etmemizin sebebi budur ve gelişmeler bizi haklı çıkartmıştır.

Her gittikleri yerde güvenlik ordusu ile kendisine emniyetli bir alan oluşturmaya çalışan Başbakan ve hükümet üyeleri, milletle yüzleşmekten, milletin olduğu yerlerde görünmekten utanır hale gelmişlerdir.

Milletimiz de gerçekleri görmeye başlamış, yükselen tepkiler ve öfke AKP temsilcilerini insan içine çıkamaz, topluma giremez duruma düşürmüştür.

Yıllardır meydanlarda istismarla iktidar arayanlar, yedi yılın sonunda meydanlardan kaçan ve milletinden korkan siyasetçi ürkekliğinin içine hapsolmuşlardır.

Yalnızca bu görüntü bile AKP zihniyetinin iflasının ilanı, milleten saklanmanın ve utanmanın çok açık bir göstergesidir.

Bu yüzden, bir yanda referandumda “evet”leri millet iradesine başvurma olarak ilan edenlerin; öte yanda “hayır”ları ise millet iradesine karşı çıkma gibi basit polemiklerle önlemeye çalışanların;

  • Milletin olduğu yerlerde onlarla bir arada bulunmaktan kaçmaları,
  • Tarlada, çarşıda, fabrikada, okulda vatandaştan uzak durmaları,
  • En demokratik insan tepkilerini bile provokasyonla suçlamaları ibret verici bir çelişkidir.

Bu, büyük umutlar vaad ederek, zenginleşme, adalet ve kalkınma sözü vererek işbaşına gelenlerin yedi yılın sonunda yaşadıkları tükeniştir.

Bundan sonra siyasi gelişmelerin seyri nasıl olursa olsun AKP’den kurtuluş için geriye sayım başlamıştır. Kaçış yolu yoktur.

AKP zihniyetinin çözülüşünü;

  • Demokrasi ve özgürlük gibi kavramları çarpıtarak yürütecekleri kampanyalar da;
  • Hayatın gerçekleri karşısında başardık, geliştik zenginleştik yalanları da;
  • Rahmetli Menderesle ve Özal’la kurmaya çalıştıkları sözde demokratlık rabıtaları da,
  • İşbirliği, ittifak, açılım gibi yıkım projelerinin akan makyajları da kurtarmaya yetmeyecektir.

Muhterem Milletvekilleri,

Çok yoğun ve yorucu bir çalışma temposunun ardından iktidar partisinin TBMM’deki sandalye sayısının çoğunluğu ile kabul edilen ve referandum yolu açılan Anayasa Değişikliklerinin müzakere sürecini yakından yaşadınız.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin birbirinden değerli 69 milletvekili olarak milletimizin size yüklediği sorumluluğun şuuruyla hareket edip, görüşmelerin ve oylamaların tamamına eksiksiz katıldınız.

Her türlü hile, baskı ve dayatmalara karşı şerefinizle karşı durup partimizin bu sürece ilişkin karar ve politikalarını hiçbir kırılma olmadan savundunuz.

Görüşmelerde medeni ama kararlı; ısrarlı ama vakur; mücadeleci ama demokrat tavırlarınızı sonuna kadar yılmadan sürdürdünüz.

Türk milletinin geleceği için duyduğumuz kaygılarımızı, öngördüğümüz uyarılarımızı, hiçbir telkin ve tesire kapılmadan şuurla ve samimiyetle bu en yüksek millet kürsüsünden ifade ettiniz.

Tamamen inandıklarınızı ve doğru bulduklarınızı, hiçbir baskı ve vesayete maruz kalmadan serbestçe söylediniz.

Şerefle verdiğiniz bu demokratik mücadelenizi,

  • Ne, fert olarak siyasi gelecek kaygılarınız engelledi, ne kişisel beklentilerinizin menfaatleri gölgeledi.
  • Ne, fikirlerimize karşı yapılan ucuz polemikler yavaşlattı, ne de hareketimizin geçmişine yönelik basit istismarlar kafalarınızı karıştırdı.

Doğru bildiğinizi, doğru üslupla ve doğru yöntemlerle sonuna kadar inançla savundunuz.

Size verilmiş oyların, millet desteğinin hakkını muhteşem bir dayanışma ile herkese ve özellikle diğer siyaset aktörlerine ibretle gösterdiniz.

Ve her görüşmenin sonunda yapılan oylamada hür iradenizi ortaya koydunuz ve hiçbir fire vermeden “hayır” kararınızı tarihin tanıklığına emanet ettiniz.

22 Temmuz 2007 tarihinden sonra TBMM çatısı altında yürüttüğünüz çok başarılı çalışmalara milletimiz zaten yakından şahit olmuştu.

Ancak, bu sefer Anayasa Değişikliklerinin görüşülmesi ve oylanması sırasındaki duruşunuz, tavrınız ve dayanışmanız her türlü takdirin üzerindedir.

Milletimiz için verdiğiniz mücadele, siyasetimizin geleceği için gösterdiğiniz kararlılık unutulmayacaktır.

Hepinizle iftihar ediyorum. Hepinize partim ve şahsım adına teşekkür ediyorum.

Cenab-ı Allah’ın milletimizin geleceğinde çok önemli sonuçlar doğuracağına inandığımız bu yolda, bizleri muzaffer kılacağına yürekten inanıyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Şimdi, bir taraftan Anayasa değişiklikleri ile ilgili olarak 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandum süreci işlerken, diğer tarafta Anayasa Mahkemesi’nin karar süreci de çalışmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karardan sonra milletimize ulaşmak için yeterli zamanın kalmaması ihtimali mevcuttur.

Bu açıdan yapacağımız faaliyet, mahkeme kararının sonucunu beklemeksizin referandum sürecine hazırlanmak ve milletimizi muhtemel sonuçları konusunda uyarmaya şimdiden başlamak olmalıdır.

Bizim anayasa değişikliklerine ilişkin görüşlerimizin tamamı bellidir ve bilinmektedir.

Geride kalan konuşmalarımız, bu konudaki açıklamaların ve soruların bütün cevaplarını kapsamaktadır.

Bunlar arasında;

  • AKP’nin talan, vurgun ve soygunun hesabından kurtulmak,
  • PKK açılımının önündeki engelleri ortadan kaldırmak, ve
  • Ülkemizi etnik federasyonlara çevirmek için tek engel gördüğü Milliyetçi Hareket Partisi üzerinde oynamak istediği oyunların cevabı da vardır.

Bir gün bile hatırımızı sormamış, bir kez olsun bizimle yakınlaşmamış ve üstüne üstlük yedi yılda bize gönül veren bürokratları acımasızca tırpanlamış bir zihniyete vereceğimiz karşılık da, indireceğimiz şamar da her zaman vardır.

En zor anlarımızda bile duvar diplerinden sürünerek geçenlerin, yer altına sinerek bizi görmezden gelenlerin, şimdi darbe karşıtlığımızı ve acılarımızı kullanarak şerefli geçmişimize atıflarda bulunmaya çalışmaları tam bir iki yüzlülük ve alçaklıktır.

Elbette ki siyasete dışarıdan müdahalenin eleştirisinde, reddiyesinde ve hesaba çekilmesinde zaman aşımı veya tarihin akışı gibi bahaneleri benimsemeyiz.

Ancak, otuz yıl önce nasıl büyük mağduriyetlere neden olduğunu yaşayarak bildiğimiz bir dönemi mahkûm edeceğiz derken, Türkiye’mizin ve büyük Türk milletinin geleceğini de AKP eliyle bölünmeye, çürümeye, parçalanmaya, ayrışmaya ve kargaşaya mahkûm edemeyiz.

Açılım denen yıkımdan vaz geçildiğine dair bir işaret görmeden, kimliklerin tahrikine yönelik ihanet arayışları son bulmadan; sözde tarihi sorgulama adına konulan tuzaklara düşemeyiz.

Geçmişle hesaplaşacağız derken milletimizin geleceğini kaybedemeyiz.

  • Kimse, Milliyetçi Hareket’ten bedeli ne olursa olsun böylesi bir oyunda figüran olmasını bekleyemez.
  • Kimse, milletimiz adına ümit ettiği ve yol almak isteği gizli gündemi için partimizi ve partililerimizi alet edemez.
  • Kimse, ülkemizi adım adım sürüklediği felakete doğru sessiz kalarak hazmedilme sürecinin parçası olmamızı sağlayamaz.
  • Kimse, Milliyetçi Hareketin fedakâr ve inançlı kadrolarından ve mensuplarından yıkımın ortağı olmasını isteyemez.

Milliyetçi Hareket Partisi; devletin birileri tarafından ele geçirilmesine, yargıdan kaçanların yargıyı kuşatmalarına, soyguncuların hesap vermekten kaçmalarına izin vermeyecektir.

Tekraren ifade ediyorum ki;

Bölünmeye, parçalanmaya; teröristle kucaklaşmaya, terörle yaşamaya; açılım denilerek ayrışmaya hayır diyecektir.

Devletimizin kurucu esaslarının yıkılmasına, milli birliğin daha fazla tahribine hayır diyecektir.

Yıllardır kurtulamadığı yokluğa, yoksulluğa, yolsuzluğa; bunları örtmek için oynanan oyunlara hayır diyecektir.

Haram lokma yiyenlerin, yetim hakkına el uzatanların, vurguncuların, hesap vermekten kaçmasına hayır diyecektir.

Devletin ve milletin soyulmasına, kaynakların yabancılara peşkeş çekilmesine, milli servetin talan edilmesine hayır diyecektir.

Sözde özgürlük, darbelerden hesap sorma, vesayet kaldırma, demokrasi getirme gibi değerler üzerinden yapılan istismarlara hayır diyecektir.

Türkiye’nin küresel oyunların merkezi olmasına, etnik tuzaklara düşmesine ve ayrışmasına hayır diyecektir.

Milletimizin kaderine biçilmek istenen kefene mutlaka ve mutlaka hayır diyecektir.

Değerli Milletvekilleri,

Hepinizin yakından bildiği gibi uzun yıllardır ülkemizin uluslararası ilişkilerinde öne çıkarttığımız ve politikamızın merkezine oturttuğumuz kavram “Başkent Ankara” vizyonudur.

Bu kavram, zaten herkese malum olan Ankara’da uygulanan gelişigüzel diplomasiyi değil, Ankara’nın başkent olduğu ve Türkiye’nin merkezinde bulunduğu bir küresel tasavvuru içine almaktadır.

Değişik çap ve boyuttaki küresel güçlerin acımasızca çarpıştığı dünyamızda, başka başkentlerde yazılmış projelerin Ankara’da tartışılması veya uygulanması bu vizyonumuzun tamamen zıttıdır ve reddidir.

Başkent Ankara vizyonu, AKP zihniyetinin küresel taşeronluğunun aksine;

  • Uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin ve Türk milletinin menfaat ve geleceğini önceliğine alır.
  • Yabancı ülkelerin gelecek projeksiyonlarına kapılmadan kendi stratejisinin gereklerini yürütür ve uygular.
  • Bölgesinde ve dünyada Ankara duruşuyla yol alırken küresel güçlerle çatışma yaşamaktan korkmaz, boyun eğmez.
  • İçeride bir türlü bulamadığı meşruiyeti, yabancıların emellerine hizmet ederek, dışarılarda, başka ülkelerde aramaz.
  • Bilhassa başta Türk dünyası ve İslam Ülkeleri olmak üzere bu coğrafyaları tanzime yönelen küresel projelere çanak tutmaz ve eş başkanlık yapmaz.
  • Yabancı ülkelerin küresel misyonlarının taşeronluğuna talip olmaz ve yabancı liderlerin dayatmalarını ev ödevi gibi algılayıp ayakta alkışlamaz.

Başkent Ankara vizyonu, elbette ki güç birliğine, ittifaka, yakınlaşmaya ve dostluğa önem verir ancak çıkarlarının çatıştığı yerde dur demesini de bilir.

Bütün bunların gerçekleşmesinin şartı, dünyaya yalnızca Ankara’dan bakabilmek, uluslararası gerçekleri Türkiye’mizi merkez alan bir vizyonla inceleyebilmekten geçecektir.

  • Eğer her sözünüzün arasında bir yabancı ülkeye hayranlık varsa, yabancı değerlere övgüler düzüyorsanız;
  • Her ortamda dünyanın size nasıl hayran olduğunu; nasıl vazgeçilmez bir aktör haline geldiğinizi söylüyorsanız,
  • Kafanızda devamlı olarak yabancı ülkelerin toplumsal modelleri bulunuyorsa, ayrıştırmayı ve parçalamayı umutla tekrarlayıp duruyorsanız,
  • Kendi milli meselelerinizi ve milletinizin dertlerini bırakıp Türk ve İslam dünyasına yönelik küresel zulüm projelerine taşeronluk yapıyorsanız,
  • Bütün milli meselelere, sözde tarihle yüzleşme, özür dileme, alttan alma ve pişmanlık ekseninde alçalarak bakıyorsanız,
  • Her uluslararası ilişkilerde yabancılardan aferin ve takdir bekliyorsanız, her diplomatik girişimde hesap verme kâbusları görüyorsanız,
  • Kurduğunuz her ilişkide yabancı emellerin kılavuzluğunu yapıyor, itibar kazandık zannederek havanda su dövüyorsanız,
  • Ve daha da vahimi sürekli olarak ecdadınızı karalıyor ve her fırsatta bir yabancı gibi onları suçlayıp duruyorsanız; durumunuz çok vahimdir.

Maalesef anlayışınız çürümüş ve bağımsız düşünme kabiliyetinizi tamamen kaybetmişsiniz, büyük bir milletin yöneticisi, kudretli bir devletin adamı değil müstemleke idarecisi olmuşsunuz demektir. Bu sonucun ve ruh halinin başka bir anlamı da yoktur.

Zihni ve gönlü bu derece teslimiyete tutsak düşmüş bir şahsın, başkent Ankara vizyonuna sahip olmasını bir kenara bırakalım. Ankara’nın başkent olduğu Türkiye’ye ve onun temsil edildiği büyük Türk milletine, gönülden, hukuken ve hissen bağlılığı ve mensubiyeti de sorgulanmalıdır.

Bugün ülkemizin içinde bulunduğu uluslararası kıskaç da, başarı ve zafer diyerek, sırtı sıvazlanarak, ensesi tıpışlanarak adım adım sürüklenmiş çaresizliğin geldiği noktadır.

AKP zihniyeti’nin Kıbrıs, Irak, Ermenistan, Yunanistan gibi alanlarda taviz üstüne taviz vererek veya vermeye hazır olduğunu ilan ederek yürüttüğü tek taraflı ilişki modelinin geldiği ve ulaştığı yer ortadadır.

Ekümenik Patrikhane tanımından rahatsızlık duymamak, Heybeliada Ruhban Okulu’nu açma teşebbüsleri, cemaati bile olmayan tarihi Ermeni kiliselerini onarıp ibadete ve ayine açma hevesleri, tarihi hadiselerde ecdadı faşizan olmakla suçlamak bu düşkünlüğün yapı taşlarıdır.

Buna şimdi de İran ile ilişkilerimiz dâhil olmuş, Türkiye küresel gücün kendisine verdiği ev ödevini yapmaya soyunmuştur.

Kısa vadede olumlu gibi görünmesine rağmen, orta ve uzun vadede İran’la ilişkilerimizi çıkmaza sokacak bu gelişmenin arkasındaki oyunu görmek lazımdır.

Elbette kalıcı ve güven verici bağımsız kararlarla, gereken hallerde arabulucu olmak, barış ve dostluğun devamında rol oynamak gerekebilir ve olmalıdır.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, yine baştan beri ifade ettiğimiz başkent Ankara merkezli bir vizyonun kararlarımıza yön vermiş olmasıdır.

Komşu bir ülkede üretim aşamasına yaklaşılmış nükleer silaha karşı çıkmak başka bir gerekçedir, bunu küresel gücün talebi ve baskısı ile yapmak başka bir sonuçtur.

İran’da henüz olgunlaşma sürecine giren nükleer silah aşamasını önlemeye diplomasiyle çabalamak ayrı bir gelişmedir, buna karşılık aynı mesafede olan İsrail’in sahip olduğu nükleer silahlara göz yummak farklı bir bakıştır.

Özellikle Irak’ın işgalinden sonraki gelişmelerin ABD üzerindeki tahribatı, Afganistan’da küresel gücün yaşadığı büyük zorluklar bu ülkenin İran üzerindeki yaptırımlarını zayıflatmış ve geciktirmiştir. Görünen budur.

İran ise ABD ve güdümündeki uluslararası kamuoyunun baskılarına rağmen uranyum zenginleştirme programını durdurmamış ve silah yapımı konusunda önemli mesafeleri alabilmiştir.

ABD için kendi ülkesine yönelik tehlikeden ziyade en büyük müttefiki olan İsrail’in güvenliği tehlikededir.

Uluslararası mevcut şartlar ve bölgede düştüğü zor durum, İran’a sıcak müdahale arayışındaki ABD’ye kısa vadede imkân vermeyecek gibi görünmektedir.

Şu anda yaptığı ise en büyük müttefiki olan İsrail’i güvenlik şemsiyesi altına alabilmek için Türkiye’den ve dolayısıyla küresel kanlı projelerin eş başkanı olan Başbakan Erdoğan’dan yararlanmaktır.

Komşumuzdaki bir nükleer silahın varlığı tabidir ki bizim için de bir tehdit unsuru olacaktır.

Ancak ABD’nin kaygısı ne Türk milleti ne de bölge güvenliğidir. Maksat mütecaviz bir İran’a karşı, İsrail’e güvenlik kuşağı oluşturmaktır. Ve AKP zihniyeti bu misyona soyunmuştur.

Dikkat edilirse İran üzerinde baskılar artarken, Türkiye üzerinde de bölgemizdeki gelişmelere taşeronluk yapması için baskılar atmakta ve buna uygun bir zihniyet yedi yıldır işbaşında bulunmaktadır.

Başta Suriye olmak üzere Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerimizin geliştirilmesi başka bir gelişmedir; buna mukabil İsrail’in etrafındaki ülkelerin bu ülkeye tehdit oluşturmayacak şekilde terbiye edilmesi ve İran’la yakın ilişkileri olanların tesirsiz hale getirilmesinde figüran olunması başka bir oyunun adıdır.

Bu düşünce ve uyarılarımızı, muhalefetten alkış ve takdir bekleyen Başbakan Erdoğan’a hatırlatıyor; kanlı senaryoların adamı olmaktan çıkıp, daha fazla batağa girmeden Başkent Ankara vizyonu’na dönmesini tavsiye ediyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Siyasetteki çalkantı, toplumdaki erozyon, ahlaktaki yozlaşma, değerlerdeki zedelenme halleri ekonomik ilişkilere de doğrudan doğruya sirayet etmektedir.

Zira AKP hükümetinin önem ve önceliğinde olmayan ekonomik sorunlar, sosyal ve siyasal olumsuzluklarla birleşince endişe verici bir istikrarsızlık kaynağı haline gelmektedir. Yakın tarihimiz bunların örnekleriyle doludur.

Buna rağmen, her şeyin iyi olduğuna dair sakat görüşü sürekli gündemde tutarak, ikiyüzlü ve yalan bataklığına saplanan mevcut siyasi zihniyet kadar, demokrasi tarihimizdeki hiçbir hükümet bu denli gerçeklerle bağını koparmamıştır.

AKP hükümeti, beceriksizliklerinin gerekçesini kendi dışındaki faktörlere yüklemiş, olağan gelişmelerden kaynaklanan pozitif ilerlemeleri ise başarı diye kendisine mal etmiştir.

Bu siyasi çaresizliği ve kurnazlığı, ekonomide biriken ve yığılan sorunlara yönelik tutum ve değerlendirmelerinde fazlasıyla görmek mümkün olmuştur.

Geçtiğimiz yıldaki tesirinden dolayı, milletimizi çok zor şartlar altında bırakan ekonomik krizin; geri püskürtülmesi için doğru, düzgün ve kararlı adımlar atılamadığı hepimizce malumdur.

Sokaklardaki insanımızın çaresiz bakışlarında ve çektiği ıstırapların merkezinde, AKP hükümetinin vurdumduymazlığı ve krizi ciddiye almaması vardır.

Ve görmek isteyenleri çok hazin örnekler vatanımızın her köşesinde beklemektedir.

Tarlalarında hayallerini bırakan, kapanan işyerlerinde umutlarını yitiren, cebinde parası olmadığından marketlere girecek gücünü kaybeden vatandaşlarımızın içler acısı hallerinin müsebbibi, elbette AKP zihniyetinden başkası değildir.

İşsizlik bu süreçte en büyük sorun olarak ortadadır. Ve ağırlığından hiçbir şey kaybetmemiştir.

Maalesef resmi olarak yüzde 14,4 oranında bulunan işsizliğin izah edilecek ve anlatılacak hiçbir tarafı kalmamıştır.

Başarısızlık ortadadır ve yüksek işsizlik Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşlarının eseri olarak hatırlanacaktır.

Dünyanın hiçbir yerinde işsizlik karşısında pes etmiş bir iktidar yoktur. Çaresizliğini itiraf eden, bu sorunun üstesinden gelemeyeceğini ikrar eden bir hükümet de bulunmamaktadır.

Madencilerimizin toprak altında kalmasını doğal gören Başbakan Erdoğan, değişik vesilelerle, ‘herkese iş bulunacak diye bir kaide yoktur’ diyerek de milyonlarca vatandaşımızı tek kelimeyle sefalete itmeyi doğal görmüştür.

Resmi olarak 3 milyon 564 bine ulaşan işsizin olduğu ülkemizde; işsizliğin açtığı derin yaraya mazeret arayışları; ‘ne yapalım, işsizlik başka ülkelerde de var’ bahaneleri, olsa olsa siyasi ahlaktan nasibini alamamışların bir yerlere sığınma telaşıdır.

Ve daha da vahimi, iş aramayıp, çalışmaya hazır olanlarla birlikte 6 milyona yaklaşan işsiz sayımızın azaltılması yönünde fantezi teklifler dışında, hükümet tarafından hiçbir değerli çözüm, katkı ve ekonomik hamle yapılmamıştır.

Başbakan Erdoğan’ın yakınları arasında işsizlik sorununu yaşayan bulunmadığından, kendisinin bu konuyla ilgili bir gündemi de yoktur. 

Nasıl olsa ülkemiz bütün kaynaklarıyla, AKP hanedanını beslemekte ve palazlandırmaktadır.

Çiftçimiz köyünde Başbakan Erdoğan daha çok gezsin, yesin, içsin diye çalışmaktadır.

Esnafımız, AKP’nin bıyığı yeni terleyenlerinin iş kurmaları, ticaret yapmaları için olmayan kazançlarının vergilerini vermektedir.

Emeklimiz, işçimiz yandaşların daha çok ihale alması için çile çekmektedir.

Bu ahlaksız ve en ufak olumlu tarafı olmayan yozlaşmış zihniyetin işsizimizin derdini anlaması ve yanında olması mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, bu dünyada her sorun çözümüyle birlikte verilmiştir. Buna yürekten inanıyoruz.

Bizim işsizliği sürekli eleştirdiğimiz, ancak çözüm getirmediğimiz yönünde iktidar zihniyetin iftiralarına değişik dönemlerde şahit olduk. Biz bunlara elbette aldırmadık.

Ülkemizdeki siyasi sorumluluğu kim taşıyorsa, işsizliğe çözüm bulması gereken de öncelikle o’dur. Ancak sorumlu muhalefet bilincine sahip olduğumuzdan dolayı, eleştiri hakkımızı kullanırken, her zaman çözüm odaklı bir yaklaşıma da sahip olduk.

Milliyetçi Hareket Partisi’ne göre iş sahibi olmamış her kardeşimiz, değer üretmekten mahrum bırakılmış bir kabiliyet olmasının yanı sıra, israf olmuş beşeri bir zenginlik de demektir.

İşsizliğin çözümünü parti olarak çok önemsiyoruz. Ve milli birliğimiz ve sosyal barışımız açısında vazgeçilmez bir değerde kabul ediyoruz.

Bu itibarla, işsizliğin giderilmesine yönelik tekliflerimizden bazılarını sıralamak ve kamuoyunun bilgisine sunmak istiyorum.

1-      İşsizlikle mücadelenin esası; istihdam odaklı sürdürülebilir büyümenin gerçekleştirilmesine, istihdam edilebilirlik düzeyinin yükseltilmesine ve girişimci odaklı piyasasının tesis edilmesine bağlı olmalıdır.

2-      Ülkemizin sahip olduğu bütün üretim faktörlerinin etkin ve verimli bir şekilde, en üst düzeyde üretim sürecine dahil edileceği ve tam istihdamı esas alan Milli Ekonomi Programı uygulamaya konulmalıdır.

3-      Rant ekonomisinden; yatırım-üretim-istihdamı sürekli artırmayı öngören üretim ekonomisine geçilmelidir.

4-      Özel teşebbüssün, uzun vadeli yatırım kararları alabileceği yatırım iklimi oluşturulmalı, küçük ve orta ölçekli işletmeler desteklenerek, doğrudan yabancı sermayenin katma değer ve istihdam yaratmak üzere yapacağı yatırımlar özendirilmelidir.

5-      Ekonomik önlemlerin yanı sıra, işgücü piyasası tedbirleriyle birlikte sosyal politikalar da gözden geçirilmelidir.

6-      İşsizlik ödeneklerinin ve sosyal yardımların kapsamının genişletilmesi yoluyla; sosyal güvenlik ağları güçlendirilmeli, iş arayanların iş bulmasına yardım edecek aktif işgücü piyasası programlarına yönelik kaynaklar artırılmalıdır.

7-      Yatırımı ve verimliliği teşvik etmeyi amaçlayan uygun kredi imkânlarının sunulması sağlanmalı ve işgücü sektörler arası gözden geçirmeyle yeniden yapılandırılmalıdır.

Değerli Milletvekilleri,

AKP zihniyetinin içine düştüğü kafa karışıklığı ve akıbetiyle ilgili kaygıları, milletimizin sorunlarını ihmal etmesine neden olmuş ve başta işsizlerimiz olmak üzere herkesi kendi kaderine terk etmiştir.

Doğal olarak, Türkiye ekonomisi dalgalı bir denizde; kaptansız ve pusulasız şekilde akıntıların ve esen rüzgârın yönüne göre yol almakta ve felaketine biraz daha yaklaşmaktadır.

Bir de bunun üzerine küresel ekonomideki kriz tufanı eklendiğinde, ne kadar büyük sorunlarla yüz yüze kalındığı daha iyi anlaşılabilecektir.

Bu yılın ilk çeyreğinden itibaren; devasa boyuta ulaşan bütçe açıkları, kredi piyasalarındaki sorunların devam etmesi, finansal piyasalardaki risklerin yükselmesi ve kamu borç miktarlarındaki artışlar birçok ülkenin temel sorunları arasında yer almıştır.

Başta Yunanistan olmak üzere, AB’nin kriz sarmalına girmesi önümüzdeki dönemlerin çok sıkıntılı geçeceğini göstermektedir.

İhracatımızdaki payı yüzde 45,7 olan AB’nin; ekonomik sorunlarının katlanması ve içinden çıkılmaz düzeye ulaşması halinde, Türkiye’nin dış dengesi bundan olumsuz etkilenecektir.

Nitekim bunun belirtileri görülmüş ve etkili olmaya başlamıştır.

Bu kapsamda, ithalatın ihracattan daha çok ve hızlı artması dış açığı yükseltmiş ve eski bir yaranın kanamasına neden olmuştur.

Özellikle gelişmiş ülkelerin yeni sorunlarla karşılaşmaları ve bunların gittikçe büyümesi, dış talep vasıtasıyla gelişmekte olan ülkeleri de etkisi altına alabileceğini göstermektedir.

Bu itibarla çoğalan dış açık ve bunun sonucunda katlanan cari açık Türkiye ekonomisi için hayra alamet göstergeler değildir.

Özellikle yabancı sermayenin ani karar değişiklikleri ve dış finansmanda karşılaşılabilecek problemler ülkemizi zora sokacak yeni bir sürecin kapısını aralayabilecektir.

Bunların yanı sıra, geçtiğimiz yılın sonlarına doğru yapılan kamu fiyat ayarlamaları ve vergi zamları, izleyen süreçte gıda ve emtia fiyatlarındaki artışlar, enflasyon canavarının gözlerini yeniden açmasına neden olmuştur.

Stok birikiminin sınırlı düzeyde olması da, Türkiye ekonomisinde toplam talepteki belirsizliğin devam ettiğini teyit etmektedir.

Dış ve iç talepteki derin zaaflar, sanayi sektöründen hizmetler sektörüne kadar her sektöre yayılmış, bu da doğrudan doğruya yeni iş sahalarının açılmasına mani olmuştur.

Vatandaşlarımız, yeterli geliri olmadığından harcama yapamamakta ve ekonomik faaliyetlerin canlanması mümkün olmamaktadır.

Sanayi üretiminde geçen yıla kıyasla bir artış varsa da, bu yeterli olmaktan şimdilik çok uzaktır. Aynı zamanda kapasite kullanımları ve kişi başına çalışılan saat göstergeleri sanayi sektöründeki kaynak kullanımının düşük düzeyde seyrettiğini göstermektedir.

Ve mevcut atıl kapasitenin, yatırım ve istihdam düzeylerini düşürebileceğinden hareketle, işsizlik sorunuyla daha uzun süre muhatap kalınması içten bile olmayacaktır.

Bütün bu gerçekler ortada iken, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısının; Türkiye ekonomisinin parmakla gösterildiğini iddia edebilmesi şayet akıl tutulması değilse siyasi basiretin iflasıdır.

Ve kim ne derse desin, nasıl bir mazeret ileri sürerse sürsün; vatandaşımızı perişan eden, işsizliği azdıran, hayat pahalılığını tetikleyen, yoksulluğu teşvik eden ve yoksul kardeşimizin vicdanlarını sömüren AKP hükümeti ekonomide tam bir başarısızlık örneği sergilemiştir.

Muhterem Milletvekilleri,

   Türkiye ekonomisinin, 2008 yılında içine girdiği çözülme ve çöküş süreci geçtiğimiz yıl doruk noktaya ulaşmıştır.

Bu ülkemizin yaşadığı en büyük krizlerden birisidir ve hala ekonomi belini doğrulatabilmiş değildir.

İçinde bulunduğumuz yılın başından itibaren görülmeye başlanan görece iyileşme emarelerinin ise, AKP hükümeti tarafından çok abartıldığını düşünüyorum.

Nitekim AKP iktidarı, ekonomideki sorunları gizleyebilmek amacıyla ve oluşan tahribatın üstünü örtebilmek maksadıyla; bulduğu her ipe sarılmış, her yalana başvurmuş ve her karartmayı yapmaktan geri durmamıştır.

Hali hazırda en büyük dayanakları ise, küresel ekonomik sistemde kendileriyle ilgili bazı şaibelerin dolaştığı derecelendirme kuruluşlarının verdikleri notlar olmuştur.

Geçmişte, derecelendirme kuruluşlarından bazılarının, Yunanistan ekonomisi alarm verirken, bu ülkeye olumlu not vermeleri aslında bu şirketlerin öngörülerinde nasıl bir isabetsizlik içinde olduğunu açıklıkla kanıtlamıştır.

Ayrıca geride kalan günlerde, ekonominin yönetiminden sorumlu Başbakan Yardımcısının bir tespiti bizim için son derece dikkat çekici olmuştur.

Bu zat, uluslararası göstergelere bakıldığında; Türkiye’de günlük bir doların altında geliri olan vatandaşımızın kalmadığını ve iki doların altında bulunanların ise hemen hemen olmadığını vurgulamıştır.

Elbette bu sözler, her anlamda sorunlu ve endişe vericidir.

Türkiye’de bulunan, Türkiye’de görev yapan ve Türk milletinin oyuyla seçilen siyasi bir iktidarın, ülkemizin ağırlaşan yoksulluk sorunun üstünü, uluslar arası raporlarla örtmeye çalışması ve bunu da marifetmiş gibi sunması tam bir sorumsuzluk ve kendini bilmezliğin ifşası olmuştur.

Eğer AKP hükümeti, vatandaşlarımızın durumunun ne olduğunu sokaklardan, çarşılardan, pazarlardan ve hanelerden değil de yalnızca uluslararası raporlardan öğreniyorsa, milli kurum ve kurallara ihtiyaç kalmamış demektir.

Böylesi siyasi zihniyete göre bağımsızlığımızın bir anlamı da olmayacaktır. Her şeyi yabancı güçlerin tercih ve kararlarına teslim edersiniz olur biter. Anlayış budur, mantık bu yöndedir.

Tokatlının gündemi, Ağrılının beklentisi, Nevşehirlinin sorunları, Muğlalının talepleri Amerikan ve Avrupalı şirketlerin vereceği karne notları ile mi karşılanacaktır?

Bunun böyle olmayacağı, ilk seçimde AKP’nin başını sandığa vurmasıyla; neden olduğu yıkımların, yol açtığı zararların, akıttığı gözyaşların hesabını vermeye başlamasıyla ortaya çıkacaktır.

Konuşmama son vermeden önce, büyük kaynaklara ve taraftar kitlesine sahip İstanbul kulüplerinin arasından, dar bir bütçe ile kıyasıya rekabet ederek Türkiye Futbol Liginde şampiyon olan Bursaspor’un oyuncalarını, yöneticilerini ve taraftarlarını içtenlikle kutluyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.