22.06.2010 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
22 Haziran 2010

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Çok sancılı ve acılarla dolu bir süreçte sizlerle bir araya gelmiş bulunuyoruz. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bu toplantımızda artan terör saldırılarının ülkemizde neden olduğu infial, milletimizin diğer bütün sorun ve sıkıntılarını şimdilik gölgede bırakmış, terör ve bölücülükle mücadele konusu gündemi oluşturmuştur.

Bu itibarla bugün kamuoyu hassasiyetlerin haklı olarak yoğunlaştığı terörle ve bölücülükle mücadele ve yaşanan vahim gelişmeleri değerlendirmek istiyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Bölücü terörün yaktığı ihanet ateşi ve hain saldırılar gün geçtikçe daha çok evladımızı hedef alır hale gelmiş ve yurdumun her ocağından feryatlar yükselmeye başlamıştır.

Geçtiğimiz hafta Hakkâri ili Şemdinli ilçesi Gediktepe üs bölgesine, PKK’lı caniler tarafından yapılan insanlık dışı saldırıda 10 Mehmetçiğimiz şehit olmuş, 14 Mehmetçiğimiz ise yaralanmıştır.

Bu elim olaydan bir gün sonra, Elazığ ili Palu ilçesinde teröristlerin açtığı ateş sonucunda bir Mehmetçiğimiz şehit olmuş, bir Mehmetçiğimiz de yaralanmıştır.

Ve daha dün akşam saatleri itibariyle Diyarbakır Silvan ilçesine bağlı Bağdere Köyü Jandarma Karakolu'na yapılan saldırıda ise bir askerimiz daha şehit olmuş ve dört askerimiz ise yaralanmıştır.

Bu sabahta İstanbul Halkalı’da 3 asker ve bir subay kızı şehit olmuş, 15 kişi de yaralanmıştır.

Kahraman evlatlarımız Aydınlı Mehmet Ali Tosun, Edirneli Oğuz Yelken, Edirneli Mustafa Kayın, Muğlalı Sabahattin Derin, Zonguldaklı Ramazan Erdam, Kahramanmaraşlı Elas Esendere, Ankaralı Hüseyin Köksal, Mersinli Ömer Kara, Konyalı Süleyman Ballan, Ankaralı Yusuf Pazar, Sakaryalı Mutlu Saydan ve Mardinli Salih Albayrak milletimizin aziz hatıralarına ve vatan toprağımıza emanet edilmişlerdir.

Elbette ki vatan ve bayrak sevgisi taşıyan milletimin her ferdi gibi bizim de acımız büyük, üzüntümüz sonsuz, tesellimiz imkânsızdır.

Şehit erimiz Edirneli Mustafa Kayın’ın çektirdiği fotoğraf, aslında bütün şehitlerimizin uğruna canlarını verdiği mukaddesatların kutlu birer anısıdır.

Bu fotoğrafın arka planındaki şu sözlere bakınız ve bu canların nelerin uğruna kaybedildiğini anlayınız. Diyor ki bu mısralar;

“Satılmasın diye toprağım,

Yıkılmasın diye devletim,

Bölünmesin diye milletim,

Dalgalansın diye bayrağım,

Vatanım için ölür, vatanım için yaşarım

Çünkü ben ülkemin neferiyim.”

İşte sözün bittiği yer burasıdır ve yiğitliğin, kahramanlığın, şahadetin başladığı an bu sözlerde saklıdır.

Ne kadar iftihar etsek, ne kadar bağrımıza bassak, ne kadar sahiplensek ve kayıplarıyla ne kadar üzülsek azdır.

Onların haklarını helal edemeyiz, onlara olan borcumuzu ödeyemeyiz.

Bütün şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet ve yaralılarımıza acil şifalar, başta kederli aileleri olmak üzere, milletimize ve silah arkadaşlarına sabır ve başsağlığı diliyorum.

Türk milleti, bu hunhar saldırılar sonucunda ayaktadır ve infial halindedir. Şehitlerini bağrına basmış, terörü işbirlikçilerini ve tahrikçilerini lanetlemiştir.

Kandil’den çıkıp vatanımıza kadar bulaşan habis ihanetin defedilmesi ve kökünün kurutulması için artık sabırsızdır.

Dayanacak takatimiz, bekleyecek zamanımız ve katlanacak tahammülümüz kalmamıştır. Ve boş sözlerle ve sonuçsuz beyanatlarla, hamasi tesellilerle avunacak kimse de bulunmamaktadır.

Muhterem Milletvekilleri,

Bu vahim gelişmelerin arkasında,

  • Terörün sona erdirilmesi için yıllardır yabancı ülkelerden icazet bekleyen,
  • TBMM’den verilmiş sınır ötesi askeri harekât yetkisini kullanmaktan kaçınan,
  • Günübirlik ve yanlış tedbirlerle saldırıları tırmandıran,
  • Kimlikleri tahrik ederek bölücülüğü azdıran AKP hükümetinin olduğu artık bilinmektedir.

Bu siyaset körlüğü, yanlış teşhisler, yıkıcı tedbirler, sözde açılım denen ihanet projeleri devam ettiği sürece hain saldırıların ve aziz evlatlarımızın kayıplarının sona ermesi ve milletimizin terör ve bölücülük belasından kurtulması mümkün görülmemektedir.

Umudumuz ve beklentimiz, hükümetin diğer alanlarda olduğu gibi terörle ve bölücülükle mücadele politikasının iflasını ilan etmesidir.

Bu elbette ki kayıplarımızı ve zararlarımızı geri getirmeyecektir. Ancak bundan sonraki süreçte yaşanacak kayıplarımızın önüne geçilebilmesi açısından bu dönüş isabetli olacaktır.

Aksi halde ne acılar sona erecek, ne de milletimiz bu tehlikelere ve tehditlere karşı daha fazla suskun kalacaktır.

Bugünkü şartlar altında ülkemiz, ancak savaş ortamında verilebilecek kadar ağır kayıplarla sarsılmaktadır.

Özellikle son haftalarda tırmanan kanlı terör eylemlerinin aldığı ürkütücü boyut ve bölücülüğün aldığı cüret bize başka bir yorum yapma imkânı bırakmamaktadır.

Hükümetin bölücü terörle müzakeresi kanlı terörün eylemlerini artırmış ve teröriste yönelik tavizkâr yaklaşımlar canileri inlerinden çıkartmakta teşvik edici olmuştur.

AKP zihniyetinin, teröriste şirin gözükerek ve bölücülüğü siyasete taşıyarak eylemlerin duracağına dair sakat yaklaşımı, acılardan başka bir sonuç doğurmamış ve hükümet kendi eliyle ülkemizi ayrışmanın karanlık koridorlarına sokmuştur.

Cumhurbaşkanı Gül’ün, önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacağı müjdelemesinin ve Kürt sorununu Türkiye’nin öncelikli sorunu olduğunu açıklamasının üzerinden yaklaşık 16 ay geçmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın açılım denen yıkım projesini başlatarak, bölücülüğe davetiye çıkarmasının üzerinden geçen süre ise yaklaşık 11 aydır.

Küresel gücün misyonerliğini üslendiğine dair kanaatlerimizin her gün haklı çıktığı Dışişleri Bakanın; elinde şehit kanı olan Peşmerge reisiyle ortak bir vizyonu paylaştığını ilan etmesinin üzerinden de sekiz ay geçmiştir.

Irak’ın kuzeyinde yuvalanan kanlı teröre hamilik yapan ve destek veren Peşmerge kalıntısının "Kürt sorununun çözümünde rol oynayacak taraflardan birisinin de PKK terör örgütü” ifadelerinin mazisi de çok eski değildir.

Her kanlı eylemle hükümetin açılım adını verdiği yıkım sürecinin sarsıntıları ve tahribatı bütün toplumu kapsamış, başta AKP zihniyeti olmak üzere sorumluların gösterdikleri zaafların faturası şehadet ve saldırı olarak karşımıza çıkmıştır.

Yıllar öncesinde asgari seviyeye indirilmiş olan bölücü terör, Başbakan Erdoğan’ın milletimizi otuz altıya ayırarak etnik kimlikleri okşayan tahriklerinden ve bölücülüğün siyaseten önünü açan pazarlıklarından cesaret almış ve kanlı eylemlerini tırmandırmıştır.

İyi şeyler olacak denilerek başlatılan yıkım projelerinin bir yılı aşan seyri ile umut verici gelişmeler olarak tanımlanan Habur terörist törenlerinin ardından yaşananlar maalesef kan, gözyaşı, eylem, ihanet olarak geri dönmüştür.

Dün askerlerimizi şehit edenler, Başbakan Erdoğan’ın törenle kucakladığı teröristlerin açılım arkadaşlarıdır.

Geldiğimiz noktada hiçbir tereddüt yoktur ki, Başbakan’ın bütün yıkım projeleri iflas etmiş ve bu sapmanın bedeli ağır olmuş, can kayıpları olarak Anadolu’muzun kutsal yuvalarına, aile ocaklarına geri dönmüştür.

Ve bütün bu olanlardan sonra bugün milletimiz yaşadıklarından ders çıkartmaya, karşısına kanlı tablo olarak çıkan tehdidin gerçek sorumlularını, açılımın aktörlerini görmeye başlamıştır. Bu bizim için bunca kayıptan sonra bir nebze olsun tesellimizdir.

Bir başka tesellimiz ise ifadelerinde bir samimiyet varsa Başbakan Erdoğan’ın sonunda pişmanlık emareleri göstermeye başlamış olması ve onca işbirliği arayışından sonra PKK’nın birilerinin taşeronu olduğunu itiraf etmiş bulunmasıdır.

Bu beyanat bizim için çok önemli, ileriye bakabilmemiz açısından ise ümit vericidir.

Zira PKK’nın arkasındaki güçlerin bu ülkenin Başbakanı tarafından biliniyor olması, terörün çözümünde çok önemli bir aşama, Başbakan Erdoğan’ın zulüm arkadaşlarına kadar varacak kirli zincirin ortaya çıkması demektir.

Türkiye’deki kanlı güçlerin kimlerden destek aldıklarının öğrenilmesi, hatta hükümetin hangi suç ortaklarıyla kol kola girdiğinin, nasıl bir tuzağa düştüğünün bilinmesi anlamına da gelecektir.

Başbakanın bu açıklamasından sonra, yıllardır terörden büyük acılar çeken milletimiz kendisine kan kusturan devletlerin kimler olduğunu öğrenmek istemektedir.

Çok büyük maddi ve manevi kayıplarla yirmialtı yılını alıp götürenlerin kimliklerini ve isimlerini bilmek istemektedir ve en tabii hakkıdır.

Şimdi Türkiye, dikkatini Başbakan Erdoğan’ın terörün arkasında olduğunu açıklayacağı isimlere çevirmiştir.

Ya bunları Türk millet ile paylaşacaktır ya da kendi sorumluluğunu başkalarına atan ve bahane bulan ikiyüzlü siyasetçi olarak tarihe geçecektir.

Biz bu konuda, terörün arkasındakileri bildiğini söyleyen Başbakan Erdoğan’ın yalan söylemeyeceğine inanmak durumundayız.

Bu durumda ise kafamıza takılan ve cevabını aradığımız sorular şunlar olacaktır ve olmalıdır.

  • PKK terör örgütünün arkasındaki güçler kimlerdir?
  • PKK kimin taşeronudur?
  • Bu taşeronlara karşı AKP hükümetinin aldığı tedbirler nelerdir?
  • PKK’yı kullandığı bilinen ülkelere karşı nasıl bir yaptırım uygulanmıştır?
  • Şayet terörün arkasında oldukları bilinmesine rağmen bu güçlere ve devletlere suskun kalınmışsa şehitlerin vebalinin sorumluluğu kimde olacaktır?
  • Eğer, PKK terör örgütü birileri tarafından kontrol ediliyor ve bunu da Başbakan Erdoğan biliyorsa dökülen şehit kanlarının sorumluluğundan nasıl kurtulacaktır?
  • Ve Başbakan Erdoğan, bu açıklamasının arkasında durur ve sahip çıkarsa; ülkemizi parçalamaya çalışan mihraklara karşı bilerek tepkisiz ve korkak davranmışsa, bu tutumu vatana ihanet anlamına gelmeyecek midir?

Bu sorularımıza cevap verecek makam Başbakan ve bu görevi yürütmeye çalışan Recep Tayip Erdoğan’dır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı gibi sorumluluğu hükümette aramayıp topu memuru durumunda olan orduya veya polise mi atacaktır?

İşin özü ve özeti şudur:

AKP küresel siyasi taşerondur. PKK küresel silahlı taşerondur.

Her iki taşeron, aynı merkezden ama ayrı ayrı kanallardan ülkemizi yıkmak için küresel pazarlık usulü ile yıkım ihalesini almışlar ve işe çoktan koyulmuşlardır.

Aralarında yıkıma erişmek için kıyasıya bir rekabetin olduğu ancak son gelişmelerle terör örgütünün ön aldığı anlaşılmaktadır.

Bu aşamada tam bir acziyet ve şaşkınlık yaşayan Başbakan’a tavsiyemiz, ikircikli ve yanardöner tavrından vazgeçerek, terörle ve bölücülükle mücadelede nerede duracağına ve kimin yanında yer alacağına açıklık getirmesidir.

  • Bir yanda ardından şiirler eşliğinde gözyaşı döktüğü ve törenle karşıladığı teröristlerle kucaklaşmaya devam mı edecektir?

Yoksa kelle diye hitap ettiği şehitlerimizin huzurunda gösterdiği sahte nedameti sürdürüp milletin merhametine mi sığınacaktır?

  • Bir yanda terörü lanetlemeyeni terörist olarak ilan etmeye devam mı edecektir?

Öte yanda, hemen yanı başında hükümetin Amerikalı üyesinin, elinden kan damlayan hainleri kandırılmış çocuklar diyerek şehitlerle bir tutmasını sineye mi çekecektir?

  • Bir yanda bölücülüğü meşrulaştırmak için İmralı canisiyle pazarlıklara devam mı edecektir?

Yoksa bunları unutup terör örgütü yıllarca kan döktü, huzuru bozdu, gelişmenin ve demokrasinin önünde en büyük engel oldu demeyi mi sürdürecektir?

  • Bir yanda kanı yerde kalmayacak diyerek şehitler huzurunda hamasi nutuklar atmaya mı devam edecektir?

Yoksa terörün destekçisi, şehidimizin katili, aşiret reisine kırmızı halılarını sermeyi mi sürdürecektir?

Gelişmeler Başbakan’ın tam bir anlam ve değer bunalımı yaşadığını, tutarsızlığın bütün fikriyatına hâkim olduğunun işaretleriyle doludur.

Nitekim dün geri kalmışlığı terörün nedeni olarak görürken, bugün terörün zenginleşme ve kalkınma nedeniyle çıktığını söyleyecek kadar buhrana sürüklenmiştir.

Dün, kimlik arayışlarının, özgürlük taleplerinin teröre yol açtığını söylerken, şimdi akan kanın sözde âçılımı” durdurmak için döküldüğünü iddia edebilmektedir.

Bu zihniyete göre terörü, açılımın tahrikleri değil, sözde demokrasi ve özgürlüklerin artışı davet etmiştir.

Bu anlayışa göre, eylemleri teröristle yapılan pazarlıklar değil, sözde anayasa değişikliklerinin korkusu artırmıştır.

Bu çürümüşlüğe göre hain saldırılara, boyun eğilen küresel güçlerle işbirlikleri değil, komşularla aramızdaki dostlukları bozmak isteyenler neden olmuştur.

Bu hastalıklı ruh haline göre, terörün azmasının nedeni elele tutuştuğu bölücüler değil, sözde aynı cephede olduğumuzu söyleme alçaklığını ve cüretini gösterdiği Milliyetçi Hareket Partililerdir.

Özelikle son sözler tam bir iflas etmiş politikacının, tükenmiş bir zavallının içine düştüğü çaresizliği göstermektedir.

Aziz milletim ve tarih şahittir ki;

  • Kim nerede, albayrağa gözünü dikmişse karşısında bizi bulmuştur.
  • Kim nerede, milletimin huzuruna musallat olmuşsa karşısında bizi bulmuştur.
  • Kim nerede zalimlerle işbirliği yapmışsa, zulme ortak olmuşsa karşısında bizi bulmuştur.
  • Kim nerede, yabancılara boyun eğmişse karşısında bizi bulmuştur.

Ne tehditlerden korkarız, ne iftiralardan yılarız.

Ne hainlerle kucaklaşır, ne bozguncularla işbirliği yaparız.

Bunun için AKP’ye karşıyız.

Bunun için hainlerin düşmanıyız.

  • Biz ilhamını, gücünü ve inancını milletinden alan Milliyetçi Hareketiz.
  • Biz ne başkalarının önünde diz çöker, deliğe süpürmeyin diye yalvarırız,
  • Ne de aziz şehidine hakaret eder, canilere sayın diye hitap ederiz.

Yurdumuzu canımızdan aziz biliriz, gözümüzü kırpmadan feda ederiz.

Dik dururuz, eğilmeyiz, sözümüzün eriyiz, başka türlü olmak bize yakışmaz.

Hiçbirimiz, Türk milletinin bir evladını bile başkaları gibi yedi düvele değişmez.

  • Başbakanın bölünme modeli demokrasi olacak, ancak bizim direnişimiz bölücülük sayılacak. Bunu asla kabul etmeyiz.
  • AKP’nin tahrikleri çağdaşlık sayılacak, bizim vakarımız ilkellik görülecek. Bunu şiddetle reddederiz.
  • Hükümetin yıkımı açılım olacak, bizim duruşumuz ayıp sayılacak. Bunu elimizin tersiyle iteriz.
  • Parçalanmanın adı  açılım olacak, bizim tavrımız ise suçlanacak. Bunu sahibine derhal iade ederiz.
  • Teröristin döktüğü kan unutulacak, biz ise kandan beslenmiş olacağız. Bu çürümüşlüğü lanetleriz.
  • Terörist törenle karşılanacak, oysa bizim şehide sahip çıkmamız eleştirilecek. Küstah zihniyete hak ettiği cevabı veririz.

Düzenlerin, tertiplerin, komploların içinde olmayız,

Olduğumuz gibi görünür, göründüğümüz gibi de oluruz.

Biz Milliyetçi Hareketiz.

Dün ne isek bugün de oyuz.

Dün milliyetçiydik, bugün de oyuz.

Dün de ayaktaydık bugün de varız.

Hainlere inat, alçaklara inat, düşmanlara inat, var olmaya da devam edeceğiz.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye terör örgütü üzerinden yirmi altı yıldır süren düşmanca saldırı altındadır.

Verilen onca can ve mal kaybının, heba olan ekonomik potansiyelin, israf olan beşeri gücün büyüklüğü karşısında bu mücadeleyi başka türlü tanımlamanın imkanı kalmamıştır.

Mücadelenin asimetrik olduğunu söyleyenler aslında terör örgütünün arkasındaki küresel desteği saklamaya çalışanlardır.

Bu belanın artık Türk milletinin geleceğinden mutlaka ve kesin olarak defedilmesinin zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.

Ancak burada bu defetme ve temizleme işleminin nasıl yapılacağı konusunda ayrılıklar vardır.

Biz son terörist teslim oluncaya veya terör yuvaları temizleninceye kadar mücadeleden tarafız ve bu konuda kararlıyız.

Buna karşılık AKP’nin tezi teröristin taleplerini siyasete ve anayasal düzene indirerek karşılamak ve gönülleri hoş tutarak terörü sözde önlemek ama özde dönüştürmektir.

Bu konuda en büyük yanılgıları eğer bir kasıt içinde değillerse terörü bir kimlik sorunu olarak görerek, konuyu milleti parçalayarak çözeceklerini zannetmiş olmalarıdır.

Oysa bu yaklaşım, kanlı terör örgütünün yıllardan beri ulaşmayı hedeflediği ama bir yolla gösterilen direnç sayesinde ulaşamadığı nihai hedeftir.

Zira terör örgütü bütün gayret ve eylemlerine rağmen yıllarca siyasal taban tutturamamış, emellerini gerçekleştirme yolunda fırsat bulamamıştır.

AKP zihniyetinin tamamen dış dayatmalardan beslenen ve bölgesel oyunlardan kaynaklanan teslimiyetçi siyaseti, tam ümitleri tükenme noktasındayken PKK terör örgütüne yeni bir kapı aralamıştır.

Bu ise bölücülüğün siyasallaşması yolunda yeni ve daha önemli bir vasıta olan AKP kadrolarını kullanma imkânı vermiştir.

AKP’nin Anayasal değişim sürecini başlatmasıyla ihanetlerine ulaşma işaretleri alan örgüt, bu defa kanlı eylemlerle İmralı’da yeniden terör liderliği imkânına kavuşan bebek katilinin salıverilmesi için pazarlık başlatmıştır.

Eylemlerin tırmanışından maksat, şehit haberleriyle sıkışan hükümetin elini zayıflatmak ve AKP’nin kanlı eylemleri durdurması için yeniden kendisinden ricacı olunmasını sağlamaktır.

Bu nedenle, bugün karşımıza kirli bir pazarlığın bütün unsurları bir araya gelmiş, malımıza, canımıza ve birliğimize yönelik kahpece saldırılar yoğunlaşmıştır.

Bütün bu sürecin sorumlusu ve müsebbibi AKP hükümetidir. Yanlışı, hatayı ve ihaneti başka adreste aramaya mahal yoktur.

Bugün Mehmetçiği katledenlerin arkadaşları, dün Habur’da davul-zurnalarla karşılanırken, bu namertliği ‘umut verici gelişmeler’ diyerek izaha çabalayan bu hükümettir.

Terör örgütü ile pazarlık yapan, açılım mezalimini demokratikleşme olarak gören;  şehide ”kelle”, katile “sayın” “diyen bu hükümettir.

Irak’ın kuzeyinden gelerek vatanımıza kasteden şeref ve haysiyet yoksunlarını destekleyen Peşmerge reisine abi diyen bu hükümettir.

Dağlıca’da, Aktütün’de bayrağımızın yere düşmemesi, milletimizin rahat uyuması, bağımsızlığımızın gölgelenmemesi için şehitlerimizin  kanlarını yerde bırakan bu hükümettir.

Gazze’ye yardım konusunda aceleci olan, herkese kafa tutan; ama sıra PKK’ya gelince efendilerine karşı tepkisiz kalan bu hükümettir.

Zillete göz yuman, İmralı canisini rahat ettiren, ABD’ye teslim olan, Irak’ta Müslüman kanının akmasına seyirci kalan bu hükümettir.

Ve çekilen her sıkıntının ve ıstırabın sorumlusu, kanlı eylemleri gerçekleştiren hainler kadar bunlara fırsat ve cüret veren bu hükümettir, bu hükümetin Başbakanı Erdoğan’dır.

Başbakan Erdoğan ve kadroları artık tamamen tükenmiştir.

Hükümet yönetim kabiliyetini tümüyle yitirmiştir.

Ülkemizin sorunlarının çözüm insiyatifi AKP’nin elinden bütünüyle çıkmıştır.

Milletin vicdanında meşruiyetini de haysiyetini de kaybetmiştir.

Sahte kahramanlıklar, kuru hamasetten başka sığınacağı istismar alanı kalmamıştır.

Bugünkü Meclis aritmetiği AKP dışında bir hükümet etme modeline kapalıdır.

AKP içinde bir hükümet değişiminin Başbakan Erdoğan’ın peşine takılarak sonuç getirmeyeceği de ortadadır.

Milliyetçi Hareket Partisi bu gerçekleri aylar öncesinden görerek 7 Ocak 2010 tarihini “AKP’den kurtuluş günü” olarak ilan etmiştir.

Aradan geçen sürede yaşananlar bizi haklı çıkarmıştır.

Şimdi bu haklılığımızın millet vicdanında ve milli iradede tescili için demokratik kuralların işletilmesi ve “erken genel seçime” gidilmesi şart olmuştur.

Türkiye’mizin daha fazla oyalanacak vakti ve bekleyecek mecali kalmamıştır.

Seçim sandığı ülkemiz için kurtuluş olacaktır. Ve o gün geldiğinde:

  • Büyük Ortadoğu Eşbaşkanı gidecek, Türk milletinin temsilcileri gelecektir.
  • Yabancı başkentlerde boyun eğenler gidecek, Dünyaya Başkent Ankara’dan bakanlar gelecektir.
  • Sahte kahramanlar ve aktörler gidecek, Türkün kudreti ve haysiyeti yeniden gelecektir.
  • İşbirlikçiler, yandaş ve yoldaşlar, soyguncular gidecek, Milliyetçi Hareket gelecektir.

Ampulün ışığı sönecek, milletimin ufkunu üç hilal aydınlatacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Tırmanan terör dalgasının bütün yurtta hassasiyetini artırdığı, haklı öfke ve infiale neden olduğu kalabalık cenaze törenleri ve terörü lanetleyen gösterilerle ortadadır.

Milletimizin, aziz şehitlerini kucaklama yolunda gösterdiği kadirşinaslık ve sahiplenme duygusu her türlü takdirin üstündedir.

Çok şükür ki milletimizde bizi millet yapan hasletler hala yaşamakta, bizi bir arada tutan manevi değerler canlılığını bütün tahribatlara karşı korumaktadır.

Ancak son gelişmelerle beraber gözlemlediğimiz iki önemli husus dikkat çekicidir ve üzerinde durulması gerekmektedir.

Birincisi giderek gerginleşen toplumun öfkesini yanlış mecralara boşaltacağı bir küçük kıvılcımın büyük olaylara neden olması ihtimalinin artmış bulunmasıdır. Bu konuda hepimizin dikkatli ve sağduyulu olması şarttır.

İkincisi ise, terörle mücadeleden başarı ile çıkılacağına dair beklentilerin zayıflamış olması ve bu mücadelenin sorumlu kurumları ve stratejileri ile birlikte sorgulanmaya başlanmasıdır.

Bu iki husus da son derece önemlidir ve terörle mücadelenin sonucunu doğrudan etkileyecek kadar kritik hususlardır.

Terörün özellikle bir yöremizde yoğunlaşıyor olması ve artış göstermesi, burada olağan yönetimlerin yetersizliğinin işaretidir.

Zira gelişen olaylar münferiden, seyrek ve anlık değil, bir yada birkaç ili içine alacak kadar yaygın, örgütlü ve sistematiktir.

Terör örgütü, hiç olmadığı kadar sokak desteği almaya başlamış, hain emellerini alenen kitleler üzerinden yaymaya ve meydan okumaya başlamıştır.

Dilediği yerde eylem yapacak hareket ve olay üstünlüğüne sahip olmuş, ülkemizin gündemini belirlemede insiyatif kazanmıştır.

Birbiriyle yoğun irtibat ve koordinasyon gerektiren terörle mücadele faaliyetlerinde kopukluk, dağınıklık, disiplin, uygulamada beraberliğin yeterince olmadığı da açıktır.

Bölgeye yayılmış terör eylemleri ve siyasallaşmış bölücülüğün bastırılması, yöre halkının terör tehdidinden kurtarılması ile güvenlik güçlerine ilave imkanlar sunarak kamu düzeninin istikrara kavuşturulması için Olağanüstü Hal ilanını geçtiğimiz  gün diğer tekliflerimizin arasında önermiştik.

Bizim için, medyada bu teklifimize yönelik yorum ve değerlendirmelerden ziyade bilindik çevrelerin ve mihrakların görüş beyan etmelerindeki acelecilik çok manidar olmuştur.

Dikkatli olunuz ve takip ediniz:

  • Kim yıkım projesini sahipleniyorsa sütunlarında OHAL’e de karşı olanlar aynıdır.
  • Kim, dün hepimizin Ermeniyiz demişse, bugün OHAL’e karşı olanlar da aynıdır.
  • Kim, Erbil’de Peşmerge toplantılarına alkış tutmuşsa, bugün OHAL’e köşelerinde karşı çıkan onlardır.

Demek ki, teklifimiz doğrudur, hedefimiz doğrudur, isabetimiz tamdır.

Elbette ki olağanüstü hal ilanı, yaşanan şartların bütünüyle değerlendirilmesi sonucu verilecektir.

Ancak 1987 yılında ilk ilan edildiği tarihten uzatılmadığı için kalktığı 2002 yılına kadar OHAL’in varlığını gerektiren bütün şartlar bugün fazlasıyla mevcuttur.

Şayet,

  • Açılımdan vazgeçilmesi,
  • Kuzey Irak’a karşı caydırıcılık stratejisinin uygulanması,
  • Irak’ın kuzeyindeki terör yuvalarına geniş çaplı bir kara harekâtı yapılması,
  • Kuzey Irak’ta geçici güvenlik kuşağı oluşturulması,
  • Kandil bölgesinin terör karargâhı olmaktan çıkartılması,
  • Ve terörist başının dış dünyayla temasının kesilmesi gibi somut önerilerimizin yanı sıra, olağanüstü hal ilanına yönelik teklifimizin de dikkate alınmaması halinde, dökülecek kanların sorumluluğu ve vebali nafile toplantı ve boş sözlerle oyalananların üstünde kalacaktır.

Ve unutmayalım ki aziz milletimiz süreci bir kez sorgulamaya başladığı takdirde, hiç kimse duyarsızlıklarının, körlüklerinin ve ihmallerinin bedelini ödemekten kurtulamayacaktır.

Türk milletinin sabrı, sadakati, saygısı ve desteği sonsuza kadar hata yapmaya devam edeceklerin arkasında olmayacaktır. Buradan muhataplarını uyarıyorum.

Bilinmelidir ki, bu ülkeye zarar verenler yalnızca bölücü emellerin peşinde koşanlar değil, milletten aldığı siyasi sorumluluğun farkına varamamış olanlarla kalemlerini kiralamış işbirlikçi zavallı zihniyetlerdir.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.