03.05.2006 - Ülkemizdeki Son Siyasi ve Sosyal Olayları Değerlendirdiği Yazılı Basın Açıklaması.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Ülkemizdeki Son Siyasi ve Sosyal Gelişmeleri Değerlendirdiği
Yazılı Basın Açıklaması
3 Mayıs 2006

 

Son dönemde yaşanan gelişmeler ve siyasi gündeme getirilen tartışmalar, Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz ortamının giderek derinleştiğini göstermiştir.

Bölücü terör ve tahriklerin çok tehlikeli boyutlar kazanarak sürüyor olması ve AKP’nin her vesileyle siyasi kışkırtıcılık yapması bunalımı her geçen gün daha da ağırlaştırmaktadır.

Bugün Türkiye’nin karşısında iki temel sorun bulunmaktadır. Birincisi, terörden beslenen etnik bölücülük sorunu, değeri de bunlara cesaret veren ve siyasi bozgunculuk yapan Adalet ve Kalkınma Partisi sorunudur.

Nevruz’la başlayan ve 1 Mayıs vesilesiyle sürdürülen tahrikler ve eylemler, Türkiye’nin karşısındaki bölücülük tehdidinin ciddiyetini ve tırmanma potansiyelini ortaya koymuştur.

1 Mayıs’ta yine sahneye çıkan bölücü hainler, kin ve nefret fitilini yeniden ateşlemişler ve sokaklarda devlete meydan okumuşlardır.

Türkiye’nin maruz bırakıldığı bu ihanet kuşatması karşısında, AKP hükümeti eşi görülmemiş bir acz, basiretsizlik ve şaşkınlık içindedir.

AKP yöneticilerinin siyasi ihtiraslarının ve karanlık hesaplarının gündemi, Türkiye’nin acil müdahale gerektiren gerçek gündeminin önüne geçmiştir.

Türkiye’nin bölünmesi ve parçalanması senaryolarının hazırlandığı ve etnik bölücülüğün hız ve cüret kazandığı bir dönemde, AKP önde gelenleri Türkiye’nin gündemini karıştırmakta birbirleriyle yarışa girmişlerdir.

Geçtiğimiz hafta 23 Nisan vesilesiyle başlatılan tartışmalar ve İmralı canisine af skandalı AKP’nin başlı başına bir kriz sebebi ve kriz kaynağı haline geldiğini teyit etmiştir.

Namusum dediği konuların hiçbirinde, 357 milletvekiline rağmen gerekli iradeyi ortaya koyamayan ve hükümet etme makamını ağlama duvarına çeviren Başbakan, bunu unutarak, çareyi milli egemenlik konusunda çok ucuz bir duvar edebiyatına sığınmakta bulmuştur.

Bu konuları istismar vasıtası olarak el altında tutan AKP yöneticileri, 23 Nisan vesilesiyle Meclis’te sahneye konan müsamere senaryolarıyla, bu samimiyetsizliklerini hamasi nutukların arkasında saklamaya çalışmışlardır.

Sayısal açıdan iktidarda görünse bile, siyasi açıdan muktedir olamayan AKP ileri gelenleri, kendi gölgeleriyle kavga etmişler ve kendi geçmişleriyle hesaplaşmışlardır. Korkaklık manifestosu niteliğindeki bu beyanları, aslında bir aczin ve utancın itirafı olmuştur.

Hergün yeni bir kriz üreten AKP’nin son olarak siyasi gündeme getirdiği İmralı canisine af rezaletinin, iyi niyetle açıklanması ve bir ihmal, kusur ve dikkatsizlik eseri olarak görülmesi maalesef çok zordur.

Burada önemli olan sonuç değil, zihniyet ve niyetlerdir. Zira herkes çok iyi bilmek durumundadır ki, hain terörist başını İmralı’dan çıkarmaya, siyasi konumu ne olursa olsun hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Türk Milleti, bunu yapmaya yeltenenlerin başlarına gök kubbeyi geçirmeye muktedirdir.

Bu bakımdan, konunun üzerinde durulması gereken yönü, hangi çarpık kafa yapısının böyle bir ihtimali ve tartışmayı Türkiye’nin gündemine soktuğudur.

Bu hüküm eğer bilinçli bir şekilde terörle mücadele yasa tasarısına son anda sokulduysa, bunun adı suçüstü yakalanan bir ihanet teşebbüsüdür.

Diğer taraftan, bu rezalet bir bilgisizlik ve düşüncesizlik eseri ise, bunun adı da affedilmez bir gaflettir.

Türkiye’nin her iki zaafla da malul siyasi kadroları daha fazla taşıyamayacağı bir gerçektir.

Türkiye yanarken siyasi ihtiraslarının ve gizli gündemlerinin peşinde koşan AKP kadroları, Türkiye’nin yaşadığı bu ağır bunalımın en büyük sorumlusudur.

Türkiye için kaybedilmiş yıllar olan AKP dönemi, ilerde, skandallar, yolsuzluklar, gemlenemeyen siyasi ihtiraslar ve fiyaskolar dönemi olarak hatırlanacaktır.

Bugün Türkiye’nin karşısına çıkartılan güvenlik sorunu, özü itibariyle, bir demokratik hak talebi ve bireysel özgürlük sorunu değil, apaçık bir etnik ve bölücü terör sorunudur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kimliğinin ve iradesinin sorgulandığı, bölünme ve parçalanma senaryolarının hayasızca tartışıldığı ve terörün yayılma istidadı gösterdiği bugünkü ağır bunalımın temelinde bu gerçek yatmaktadır.

Bugün Türkiye’de terör örgütünün siyasi zemin ve statü kazanmayı ve Türkiye Cumhuriyeti devletine siyasi çözüm dayatmayı hedefleyen eylem planı adım adım uygulanmaktadır.

Bu hain planın amacı, devlet ile ayrılıkçı terör odakları ve maşaları arasında, adeta savaş sonrası müzakere şartlarının görüşüleceği bir bölünme süreci başlatılmasıdır.

Bunun için sorunun uluslararası bir sorun haline getirilmesine ve dış siyasi müdahale için gerekli şartların hazırlanmasına çalışılmaktadır.

Şemdinli’de, Nevruz’da ve 1 Mayıs’ta bunun provası yapılmıştır.

Terör ve bölücülükle mücadele, bu bakımdan Türkiye için bir beka meselesi haline gelmiştir.

Bu konuda herkese ve her kesime çok önemli görev ve sorumluluklar düştüğü unutulmamalıdır.

Bu çerçevede Türkiye’nin etnik temelde bölünmesi ve parçalanması için reçeteler hazırlayan ve bunları Batılı demokratik normlar olarak pazarlamaya çalışan kesimler, bu gafletleriyle terör örgütünün aleti haline geldiklerini bir an önce anlamak durumundadır.

Toplumsal huzurun sağlanması gibi bir slogan gerekçenin arkasında saklanarak İmralı projesinin sözcülüğünü yapmak, kimseye şeref ve itibar kazandırmayacak, aksine çok ağır sonuçlar doğuracaktır.

Öte yandan, terörle mücadelede ve bölücülüğü besleyen kaynakların kurutulmasında, birinci derecede görev ve sorumluluğun siyasi iktidara ait olduğu bir gerçektir.

Bu nedenle, her şeyden önce hükümetin bunun bilincinde olması ve açık ve kararlı bir tavır sergilemesi mutlak bir zorunluluktur.

Türkiye’de kanlı terörün yeniden sahneye çıkması ve bölücü tahriklerin hız ve cesaret kazanması, kendiliğinden meydana gelen bir olgu değildir.

Dört yıl önce bitme noktasına gelen terörün AKP döneminde hortlaması bir tesadüf sayılamayacaktır.

Terörün yeniden yaşam alanı bulmasının şartları ve ortamı, bu dönemde hazırlanmıştır.

Bu bakımdan, AKP yöneticileri bu konudaki sorumlulukları üzerinde namuslu bir muhasebe yapmak mecburiyetiyle karşı karşıyadır.

Bu, kendileri için hem siyasi bir görev, hem de ahlaki bir vicdanı bir yükümlülüktür.

AKP hükümetinin bu alandaki siciline bakıldığında, karşımıza şu gerçekler çıkmaktadır.

- AKP hükümeti, terörle mücadele konusundaki anayasal görev ve sorumluluklarında çok ağır bir acz ve zaaf içine düşmüştür.

- Devletin meşru güçleri, terörle etkin bir mücadele sürdürebilmek için gerekli imkanlardan mahrum bırakılmıştır.

- AKP’nin teslimiyetçilik anlayışı sonucu, etnik bölünmeye zemin hazırlayacak iç ve dış tahrikler ve dayatmalar bu dönemde büyük hız kazanmıştır.

- Türkiye’yi Avrupa’ya taşımak iddiasıyla bir hayal yolculuğuna çıkan hükümet, Türkiye’yi AB’nin bu yöndeki dayatmaları ile içten kaynaklanan etnik tahrikler arasında sıkıştırmış, nefes alamayacak hale getirmiştir.

Bu gelişmeler, Türkiye’de etnik köken farklılıklarına dayalı bir ayrışma süreci başlatmayı amaçlayan hainlere cesaret vermiş, terör destekli siyasi bölücülük siyaset sahnesine taşınmıştır.

Son dönemde yaşanan tehlikeli gelişmeler karşısında sergilediği tavır, hükümetin, ne yazıktır ki, bütün bunlardan hiçbir ders almadığını göstermiştir.

Suçluların telaşı içinde bocalayan Başbakan Erdoğan ve AKP yetkilileri, terörün azmasındaki bozuk sicillerini unutturabilmek için sadece ağız ve makyaj değiştirmişlerdir.

Ancak, bu makyaj değişikliğine rağmen, AKP yöneticilerinin önünü ve arkasını düşünmeden tutarsız ve sorumsuz beyanlarda bulunma alışkanlıkları değişmemiştir.

Başbakan’ın, terörün uzantısı olduğu bilinen etnik bir siyasi oluşumun yöneticilerine yaptığı şarta bağlı görüşme çağrısı, bunun en çarpıcı örneği olarak hatırlanacaktır.

Sicili ve hüviyeti çok iyi bilinen bu oluşuma, PKK’nın terörist olduğunu kabul etmesi halinde kendileriyle masaya oturarak her konuyu görüşebileceğini söyleyebilecek kadar pusulayı şaşırmıştır.

PKK’nın siyasi eylem planının uygulama aracı ve platformu olan bu odaklarla masaya oturulduğunda, gündeme gelecek olan konu herkesin malumudur. PKK’nın maşası ve sözcüsü olan bu grubun varlık sebebi, PKK’nın bölücü emellerini hayata geçirmektir.

Ölçüyü iyice kaçıran Başbakan, belki de şuur altının etkisiyle, aslında bu kuruluşa kendisi gibi takiye yapma yolunu göstermiş ve bu suretle terör örgütüyle aracılı görüşmelere kapıyı açık bırakmıştır.

Bu davetine beklediği karşılığı alamadığı için sinirlenen Başbakan Erdoğan’ın, aslında bu odaklara söyleyebileceği fazla bir şey bulunmamaktadır. Zira, yakın bir geçmişte Avrupa Birliği baskısıyla bu şahısların salıverilmesini sağlayan kendisi ve hükümetidir. Bundan sonra, barış elçisi olarak devletin resmi konutlarında kucakladığı şahıslar da, bugün bu siyasi oluşumun yöneticileridir.

Bu nedenle, bölücü terörü açıkça destekleyen faaliyetleri ortada olan bu siyasi oluşumun genel merkez yöneticileri ve belediye başkanları hakkında bugüne kadar ciddi bir idari ve adli işlem yapılmamış olmasının nedenleri üzerinde çok iyi düşünülmelidir.

İçişleri Bakanlığı’nın bu konuda başlattığı idari soruşturma, her nedense bugüne kadar sonuçlanmamıştır. Bu şahıslar hakkında, birkaç münferit gözaltı dışında, adli bir takibat yapılmadığı da ortadadır.

Bu durumda şu sonuç çıkmaktadır: Ya bu şahıslar AB dokunulmazlığı altında suç işleme imtiyazına sahiptir, ya da yargı üzerinde örtülü baskı kurularak bunlar hakkında işlem yapılması AKP hükümetinin iznine tabi kılınmıştır.

Bu garip durumun başka bir izahı bulunmamaktadır.

Bütün bunlar, AKP hükümetinin Türkiye’nin varlığına kastetmek isteyen terör sorunun ciddiyetini ve boyutlarını hala kavrayamadığına, teşhisteki hatasında ısrar ettiğine ve tedavi yolları konusundaki gafletini sürdürme niyetinde olduğuna işaret etmektedir.

Bu durum karşısında, AKP’nin terör ve bölücülükle etkili bir mücadele yürütmesi için gerekli tedbirleri alması beklenmeyecektir.

Bunu yapmaya gücü yoktur, cesareti yoktur ve hepsinden daha önemlisi buna niyeti yoktur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sevkedilen Terörle Mücadele Yasa Tasarısı bunun bir göstergesi olmuştur.

Güvenlik güçlerimizi terörle mücadelede gerekli yetki ve imkânlardan yoksun bırakan AKP hükümeti, bu konuda uzun süre direnmiştir. Güvenlik-özgürlük dengesi ve AB kriterleri bahanelerini kalkan yaparak gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktan ısrarla kaçınmıştır.

AB uyum yasalarıyla terör ve bölücülüğün serbestçe at koşturmasına imkân sağlayan hükümet, devletin terörle mücadelesini çok ağır bir zaafa uğratmıştır.

Son dönemde tırmanan terör dalgasının harekete geçirdiği milli tepki, AKP hükümetini bu konuda, kerhen de olsa bir adım atmaya zorlamıştır.

Bunun sonucu gönülsüz ve isteksiz bir şekilde Meclis’e bir tasarı sevketmek mecburiyetinde kalmıştır.

Ancak, hükümetin hazırladığı yasa tasarısı sakat, yetersiz ve topal bir düzenleme niteliğinden öteye gidememiştir.

Yasa tasarısının hazırlanış şekli ve içeriği, AKP yöneticilerine hakim olan kafa yapısına ve niyetlerine ışık tutan bir ibret vesilesi olmuştur.

Bu yasa tasarısının siyasi sorumluluğu, herkesten önce, hükümet başkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.

İmralı canisi ve ellerinde şehit kanı olan bebek katili terör örgütü yöneticilerinin, örtülü biçimde pişmanlıktan yararlanmaları ihtimalini gündeme getiren bu tasarının siyasi bedelini Başbakan ödemek durumundadır.

Adalet Bakanı, bu tasarının AKP Genel Merkez yöneticileri ile müzakere edildiğini bizzat açıklamıştır.

Bu itiraf, terörle mücadele gibi hayati bir konunun parti içi dengelere teslim edildiğini ve farklı amaçlar güden parti yöneticileri arasında bir pazarlık konusu haline getirildiğini göstermektedir.

AKP’nin eve dönüş yasası adı altında, hüküm giyen PKK teröristlerini dağlara göndermiş olduğu hatırlandığında, bu durum hiç kimse için şaşırtıcı olmayacaktır.

Bununla birlikte, yaşanan bu son rezalet karşısında Başbakan Erdoğan’ın yakın çevresini ve parti yöneticisi arkadaşlarını gözden geçirmesi ve niyetlerini sorgulamasının gerekli olduğunu bu vesileyle belirtmek isteriz.

İmralı’ya af ihtimali skandalı bir kenara bırakılırsa, tasarının kapsamı konusunda şu hususlar göze çarpmaktadır.

İlk önce, yasa tasarısının terörle mücadele için gereken tüm ihtiyaçları kapsayan bir düzenleme niteliğinden çok uzak olduğu görülmektedir.

Terör tanımı yeni tasarıyla değişmemiş, mevcut sınırlı tanım aynen korunmuştur.

Bunun yanı sıra, tasarı terör fiili işlendikten sonraki durum ve safhalar hakkında bazı düzenlemeler getirilmesiyle sınırlı tutulmuş, büyük önem taşıyan terörü önleyici yetki ve tedbirler kapsam dışı bırakılmıştır.

Terörün tırmandığı bir dönemde acilen düzenlenmesi gerek bu önemli konuların Polis Vazife ve Selahiyetleri yasası gibi başka yasalar kapsamında ve ilerde ele alınacağı açıklanmıştır.

Burada, AKP hükümetinin konuyu belirsiz bir döneme erteleyerek sürüncemede bırakmak gibi bir niyeti olup olmadığı zamanla anlaşılacaktır.

Aynı şekilde, terör bağlantılı suçlarda gözaltı süresine ilişkin bir düzenleme de yasada yer almamıştır. Hükümet, bu konudaki direnişini sürdürmektedir.

Bunun yanı sıra, etkin pişmanlık hakkındaki İmralı maddesinin tasarı metninden çıkarılmasından sonra da, diğer hükümlerin uygulamada teröristler için örtülü bir af sonucu doğurup doğurmayacağı büyük önem taşımaktadır. Meclis görüşmelerinde, yasanın bu açıdan da fiili bir af uygulamasına dönüşme ihtimali ve tehlikesi üzerinde çok dikkatli bir şekilde durulması gerekecektir.

Bu konuyu kapatmadan önce son olarak AKP hükümetine şunları sormak istiyorum:

? Kapsamı dar ve sınırlı da olsa, madem bu düzenlemeler terörle mücadele için acil olarak gerekliydi, o zaman hükümet bunun için bile neden üç yıldır direnmiştir?

? Hükümetin, Türkiye’nin karşısında çıkarılan büyük tehlikenin vahametini anlayabilmesi için, bunca süredir kan dökülmesini beklemesi ve görmesi mi gerekmiştir?

? Son yasayı Avrupa Birliğine karşı mahcup bir tavırla ve adeta özür diler gibi açıklayan hükümet, etnik bölünmeyi amaçlayan tahriklerin serbest bırakılmasını çoğulcu bir toplumda demokratik özellik olarak mı görmektedir? Bu, bir Avrupa Birliği standardı ve batılı olma ölçüsü müdür?

? Bölücü terör tehdidine maruz bir ülkenin milli birliğini korumak için gereken tedbirler alması, demokrasi dışı bir suç mudur?

AKP hükümetinin bunlara vereceği bir cevap yoktur. Bunların cevabını Türk Milleti kendi vicdanında arayacak ve mutlaka bulacaktır.

Başbakan’ın ve hükümetinin kafası karışık, zihni bulanıktır. Bu zihniyetin tutarlı, samimi, inandırıcı ve kararlı bir tavır sergilemesi ve mücadele eden güvenlik kuvvetlerimizin arkasına güçlü bir siyasi irade koyması beklenmemelidir.

Bugün karşımıza çıkan kriz ortamı, bizatihi kendisi kriz üretim merkezi olan AKP döneminde bilinçli olarak izlenen sakat politikaların eseridir.

Ancak, adeta ateşle imtihandan geçen Büyük Türk Milleti bu bunalımı da aşacaktır.

Çok uzun bir tarih yolculuğunu birlikte ve omuz omuza yapan ve kardeşliğini ve milli dayanışmasını çok zor dönemlerde koruyarak bugünlere gelen Türk Milleti, AKP hükümetine rağmen bu büyük oyunu da mutlaka bozacak, hain emellere bu kez de  geçit vermeyecektir.

Bizim bundan en küçük bir şüphemiz ve endişemiz bulunmamaktadır.

Bunun için yegane ihtiyacımız, topyekün bir millet olarak ortak akıl ve ortak sağduyu seferberliği başlatılmasıdır.

Son dönemde yaşanan vahim gelişmeler ve önümüze kurulan tuzaklar, bu ağır bunalımdan çıkmak için AKP kamburundan  biran önce kurtulunmasının zorunlu olduğunu bir kere daha göstermiştir.

Türkiye’nin kurtuluşunun yolu, bu çarpık zihniyetin bütün unsurları ve uzantılarıyla tasfiyesinden geçmektedir.

Bugün Türkiye’de siyaset ve ekonomi tıkanmış, ülke güvenliği tehlikeye atılmış, yolsuzluk ve yozlaşma her alana yayılmış ve sosyal huzursuzluk had safhaya ulaşmıştır.

Kısacası Türkiye kilitlenmiştir. Bu kilidi söküp atacak yegâne güç Türk milletidir.

Bunun anahtarı da erken seçimdir.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı