05.10.2010 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı  Sayın Devlet Bahçeli' nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları  Konuşma Metni
5 Ekim 2010

 

 

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23. Dönem 5. Yasama yılının ilk grup toplantısında sizlerle bir araya gelmiş bulunmaktayız.

Konuşmama başlarken hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Bu Yasama yılı, önümüzdeki süreçte yapılacak olan Milletvekilliği Genel Seçimleriyle son bulacaktır.

Ve Genel Seçimlerini takiben, oluşacak olan 24. dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi yapısıyla milletimizin iradesi yeniden tecelli edecektir.

Geride kalan yıllar içinde, ülkemizin karşılaştığı devasa sorun alanları ve AKP hükümetinin neden olduğu tahribatlar, bu Yasama yılına da ümitli yaklaşmamıza mani olmaktadır.

AKP’yle geçen her yıl maalesef kaybedilmiş ve heba olmuş bir dönem olarak akıllarda kalmıştır. Bunun fazlası vardır, ama eksiği inanın bana yoktur.

Milletimiz karşıt cephelerde kümelenmiş ve kutuplaşma dinamikleri siyasi strateji olarak AKP eliyle toplumsal yapıya şırınga edilmiştir.

Burada kastımız farklı düşüncelerin siyasi olgunluk, demokratik tavır ve asgari tahammül sınırları dışında seslendirilmesidir.

Eğer farklı bakış ve değerlendirmeler, milletimizi ayırmaya başlamışsa ve milli meselelerde tam bir mutabakat halinde olmamızı engelliyorsa elbette kutuplaşmadan bahsetmekten başka seçeneğimiz olmayacaktır.

Bu düşüncemiz ve tespitimiz, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisindeki açılış konuşmasında dile getirdiği "olgunlaşmamış bir demokratik anlayışın tezahürü" değildir.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın böyle bir değerlendirmesi ister istemez bize, Türkiye’nin sorunlarına nasıl bir zihin örgüsü ve hangi mantık çerçevesinde yaklaşıldığını göstermiştir.

Toplumsal kutuplaşmanın ulaştığı hazin boyutu fark edemeyecek kadar gerçeklerden uzaklaşılması, mevcut kırılgan ve kopma noktasına gelen sosyolojik yapıdan herhangi bir rahatsızlık duyulmadığı anlamına da gelecektir.

Gelişmeler bize başkaca bir yorum yapma imkânı bırakmamıştır.

Kabul etmemiz lazımdır ki, cepheleşmenin tahrik edildiği bugünkü ortamda, hiçbir sorun kalıcı ve temelli bir şekilde çözülememiş; insanımızın ihtiyacı olan huzur, refah, emniyet ve esenlik bir türlü sağlanamamıştır.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarı altında Türkiye;

  • Ekonomik krizden dolayı yoksullaşmış, işsizliğin baskısıyla toplumsal huzuru kalmamış,
  • Bölücü tahrik ve saldırılar altında bunalmış, yorulmuş ve hırpalanmış,
  • Açılım denen yıkım projesiyle parçalanmanın eşiğine kadar getirilmiş,
  • Ve yolsuzluk, usulsüzlük, ahlaksızlık ve kargaşa girdabına düşürülmüştür.

Başbakan Erdoğan’ın yönetimi her alanda çözülmeyi tetiklemiş, çürümeyi hızlandırmıştır.

Ne yazık ki ülkemiz hızla belirsizliğin ve kaosun çekim alanına doğru kaymaktadır.

Özellikle 12 Eylül Referandumunun öncesinde ve sonrasında yaşananlar bu düşüncelerimizi doğrulayacak emarelerle doludur.

Hepinizin bildiği gibi, Referandum gününe gelesiye kadar AKP hükümetinin partimize yönelik alçakça tertiplerine şahit olunmuştur.

  • Yandaş basının iftiraları,
  • Kartvizitlerindeki sıfatları bizce malum olan kalemi kiralık köşe yazarlarının satırlarından saçılan zehirler,
  • Sırtlarını nereye ve kimlere dayadıkları bilinen ve ‘özgürlükçüyüm’ diyerek gerçek niyetlerini saklamaya çabalayan bazı sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri, Referandum sürecinde tüm berraklığıyla ortaya çıkmıştır.

Bu güruh hedef olarak Milliyetçi Hareket Partisi’ni ve değerli mensuplarını belirlemiş ve tüm güçleriyle saldırmışlardır.

Bunun yanı sıra, AKP hükümeti devletin her imkânını utanmadan ve hayâsızca kullanmıştır.

Referandumda ‘evet’ oyunun çıkması amacıyla; kaymakamlar, valiler ve diğer kamu görevlileri adeta seferber edilmiş ve partimizin pankartlarını indirmek için el birliği yaparak AKP’ye hizmet etmişlerdir.

Böylesine bulanık bir ortamda milletimiz Referanduma sunulan anayasa değişikliklerini oylamış ve kabul etmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin tüm teşkilatları ve mensupları ise karşılarına çıkarılan her zorluğu aşmak için olağanüstü bir gayret göstermişlerdir.

Siz değerli milletvekili arkadaşlarım da, seçim bölgelerinize ve görevlendirildiğiniz illere giderek milletimizle buluştunuz ve partimizin Referandumdaki kararını anlattınız.

İmkânsızlıklara takılmadan son ana kadar görevinizi hakkıyla ve tam bir inanmışlıkla yürüttünüz.

Bu itibarla hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, bu Yasama yılında yapacağınız değerli çalışmalarınızda şimdiden başarılar diliyorum.

Gelecek yıl yapılacak olan Milletvekilliği Genel Seçimlerine kadar, bu gayretlerinizin artarak devam edeceğine yürekten inanıyorum.

Elbette partimiz, seçime kadarki süreyi en iyi şekilde değerlendirecek ve sahip olduğu ve asla taviz vermediği ilkeler ışığında kararlılıkla iktidar hedefine odaklanacaktır.

Bu süreçte sizlerin katkısı belirleyici olacaktır ve partimizi daha da güçlendirecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da milletimizin tarafında ve yanında olmayı ısrarla sürdürecek ve ‘Tam Yol İleri’ parolasıyla yoluna sonuna kadar devam edecektir.

Hedefimiz bellidir ve bu da Cenab-ı Allah’ın izniyle iktidara ulaşmaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Bildiğiniz gibi, Türkiye yoğun tartışmaların eşliğinde karşılıklı husumetlerin keskinleştiği bir Referandum süreci yaşamış ve bu süreç geride kalmıştır.

AKP iktidarının uzlaşmadan ve toplumsal mutabakattan uzak bir şekilde hazırladığı 26 maddelik anayasa değişiklikleri 12 Eylül 2010 tarihinde kabul edilmiştir.

Böylelikle 1982 Anayasası’nın yaklaşık üçte ikisi değişmiştir.

İktidar partisinin ileri demokrasi vaatleriyle birlikte; üstünlerin değil, hukukun üstünlüğünün sağlanacağına dair iddiaları ve özgürlüklerin artırılacağına yönelik sözleri Referandum sürecinde en çok müracaat edilen ve aşındırılan kavramlar olmuştur.

AKP’nin gizli gündemini saklamak için girmeyeceği kılık ve atmayacağı iftiranın olmayacağı geride kalan Referandum sürecinde net olarak anlaşılmıştır.

Bu kapsamda ülkemiz yakın tarihinin en tehlikeli ve sarsıntılı ortamına AKP hükümetinin değişim, demokrasi ve özgürlük yalanlarıyla birlikte girmiştir.

Deyim yerindeyse bütün iyimser yaklaşımlar ve değerlendirmeler AKP’nin çirkin suratını ve art niyetini gizlemek için kullanılmıştır.

PKK terör örgütü, AKP’nin Referandum sürecindeki sırnaşık ve tavizkar tutumundan istifade etmiş ve bölücü taleplerini birer birer hükümetin önüne koymuştur.

Demokratik özerklik, ana dilde eğitim, federasyon istekleri demokrasi ve hukuk devletinin sağladığı imkânların arkasına saklanmış ve buradan ilerleme kaydetmenin yollarını aramıştır.

İmralı canisiyle başlatılan pazarlıklar ve yıkım projesinin tüm aktörlerinin güç birliği yaparak faaliyete geçmesi Referandum sürecine damgasını vuran iğrençlikler olarak zemin bulmuştur.

Türkiye’yi parçalamaya ve milletimizin birliğini bozmaya kararlı tüm odaklar maalesef AKP’nin omurgasız, kararsız ve köksüz politikalarından cesaret kazanmışlardır.

Bunların hepsini gördünüz ve yaşadınız.

Bu süreçte AKP zihniyeti tarafından gerçeklerin çarpıtılmasından çekinilmemiş, milli, dini ve manevi değerlerin istismar edilmesinden utanılmamıştır.

Ve ne hazindir ki, geçmişteki acı hatıraların siyasete malzeme yapılmasından bile zerre kadar rahatsızlık duyulmamıştır.

12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Referandum öncesinde, Başbakan ve partisi tarafından uygulanan ve asla unutulmayacak olan kara ve aşağılık propagandanın hedefinde elbette öncelikle partimiz yer almıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi’ni, Türkiye’nin etnik kimlikler etrafında ayrışması için engel görenler, yıkımın karşısındaki kararlı tutumundan ürkenler AKP’nin yanında saf tutmuş ve fitnenin merkezi olmuşlardır.

Özellikle partimizin nasıl alçakça hedef alındığını, eski sıfatıyla ortalıkta dolaşanların nasıl alet edildiğini maalesef gördük ve iftiralara uğradık.

Milliyetçi Hareket’in siyasi mahremine girmek için en olmadık hilelerin hangi vasıtalar kullanılarak sahnelendiğine şahit olduk.

Bunlar bizim için unutulmayacak, asla da affetmeyeceğimiz çarpıklıklar olarak hafızalarımıza kazınmıştır.

AKP hükümeti, Üç Hilal’e gönül veren milyonlarca mensubunun kafasını karıştırmak ve nifak tohumlarını saçmak için en aşağılık düzenleri kurdu, oyunları tertipledi.

Ve partimiz şirretin hücumuna uğradı.

Bunlar elbette, 41 yıllık onurlu ve kutlu mazisiyle bir bütün olmuş Milliyetçi Hareket Partisi’ni etkilememiştir ve yolundan caydıramamıştır. Ve asla da inandıklarından vazgeçiremeyecektir.

Yelin kaya parçasından bir şey koparamayacağını, bizim akıbetimizle ilgili beklenti içinde olanlar mutlaka göreceklerdir.

Milliyetçi-Ülkücü camiaya istikamet tayin etmek ve Milliyetçi Hareket’i yargılamak ne Başbakan Erdoğan’ın ne de onun yandaşlarının haddidir.

Bu kokuşmuş ve tükenmiş zihniyetin üzerimizden siyasi hedef gözetmesinin bedeli ağır olacaktır ve bunun acı faturası da önlerine ilk fırsatta konulacaktır.

Muhterem Arkadaşlarım,

12 Eylül Referandumunda milletimizin onayına sunulan anayasa değişiklikleri kullanılan oyların yüzde 57,88’lik desteğiyle kabul edilmiştir.

Elbette biz bu sonuca saygı duymak durumundayız. Sandığa giderek tercihte bulunan her vatandaşımızın görüşünün ve hür iradesinin kıymetli olduğuna inanıyoruz.

Partimizin tercihte bulunduğu ve arkasında durduğu ‘hayır’ oyları ise yüzde 42,12 düzeyinde kalmıştır.

Bizim çağrımıza kulak veren ve arkamıza düşerek desteğini esirgemeyen tüm vatan evlatlarına bir kez daha teşekkür ediyorum.

Ancak, anayasa değişikliklerinin kabul edilmesinin yarattığı bilinç kayması ve şaşkınlık birden bire hayır oylarının tarafı olan partimize saldırı olarak yönelmiş ve tam bir akıl tutulmasına şahit olunmuştur.

Referandum akşamından itibaren başlayarak, Milliyetçi Hareket Partisi haksız ve vicdansız suçlamalara maruz kalmış ve hayır oylarının düşüklüğünün müsebbibi olarak gösterilmeye çalışılmıştır.

Referandum öncesinde bir araya gelen malum ittifak, bu defada partimize akıl ve hayâ dışı yakıştırmalar ve yorumlarla hücum etmiştir.

Bu kapsamda olmak üzere, bunları dört ana başlık altında toplamak mümkün olacaktır:

Birinci olarak; MHP’nin, bu referandumda en çok darbe alan parti olarak gösterilme yüzsüzlüğüdür.

‘Evet’in gönüllü savucusu ve iktidarın çanak yalayıcısı olan kesimler, söz ve el birliği etmişçesine partimizin büyük bir mağlubiyet aldığını iddia etmişlerdir.

Diyeceğim şudur ki, Milliyetçi Hareket Partisi tüm mensuplarıyla bütünleşerek hayır oyu kullanmıştır. Bunun aksini iddia eden kimse varsa, kronik MHP düşmanlığıyla maluldür.

Referandumda hayır oyu kullananların hangi siyasi düşünceye göre hareket ettiğinin açıkça bilinmesi zordur. Bununla ilgili resmi bir çalışma ya da analiz de yoktur. Sayıları 16 milyona yaklaşan vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu, partimizin görüşleri doğrultusunda hareket etmiş ve hayır kararımızın gerekçelerine kulak vermiştir.

MHP’nin yenilgi yaşadığını iddia edenlerin her fırsatta kinlerini kusan taraflar olduklarını bu zamana kadar ki tecrübelerimizle açıkça biliyoruz. Ve bunların kimlerden müteşekkil olduğunun da ziyadesiyle farkındayız.

Bu itibarla Milliyetçi Hareket Partisi’ni yenilmiş, darbe almış olarak göstermek; art niyetlilerin ve partimizin güçlenmesinden rahatsız olanların uydurmasıdır ve bir kara leke olarak muhataplarının alınlarından hiçbir zaman silinmeyecektir.

İkinci olarak; partimizde büyük bir taban kayması yaşandığı yönündeki yalan ve karalama kampanyasıdır.

Milliyetçi-Ülkücü camianın hiçbir ferdi talana, yolsuzluğa, hırsızlığa ve teröristle müzakere yapan ve ülkemizin lime lime edilmesine ortam hazırlayan bir siyasi zihniyete, sırf 12 Eylül’le hesaplaşmak adına bile olsa destek vermesi ve ilgi göstermesi mümkün değildir.

Nitekim bizi yanıltacak bir gelişme ve sonuç da görülmemiştir.

Bir zamanlar içimizde olup da, şimdi başka yerlerin yenisi ve fedaisi olanların, kendi geçmişlerini yok farz edercesine hakkımızda hüküm vermeleri ve MHP tabanının kaydığını söyleyenlerle ağız birliği etmeleri de tam bir hezeyandır.

Eğer amaç 12 Eylül’den hesap sormak idiyse, şimdi bütün yollar açılmıştır. Partimizi 12 Eylül kıskacına alarak hakaret edenlerin harekete geçmesi için hiçbir engel bulunmamaktadır. Darbecilerin yakalarından yapışmak için AKP’nin elini tutan da yoktur.

Ancak, AKP’nin 12 Eylül darbesiyle ilgili hesabı ve propagandası yalnızca referandum tuzağıdır.

12 Eylül mezalimini bizlere hatırlatarak, partimizi yıpratmaya çalışanlar çok yakın bir zamanda AKP iktidarının ikiyüzlülüğünü göreceklerdir.

Bir zamanlar aramızda olup da bugün yollarını ayıranlar; bir dönem içinde oldukları partileri dimdik ayaktayken ve bütün mensuplarıyla birlikte Türkiye’nin bölünmesine dur demek için azimle mücadele halindeyken, iktidarın davetkâr tutumuna kanıp, dünyevi nimetlere tamah ederek siyasi bilirkişi rolüne soyunmalarının pişmanlığını eminim ki hayatları boyunca yaşayacaklardır.

Partimizde kim taban kayması var diyorsa, bilsin ki kayan sadece bu iddiayı sarf edenlerin bilinçleridir, karakterleridir ve tavırlarıdır.

Üçüncü olarak; Milliyetçi Hareket Partisi’nin geçmişte güçlü olduğu yerlerdeki desteğinin azaldığı ve deyim yerindeyse kalelerinin düştüğü  şeklinde belirmiştir.

Bizim amacımız kale inşa etmek ve onu korumak değildir.

Aziz vatanımızın her yöresi bizim için muazzezdir ve ayrılık kabul etmeyen bir bütündür.

Bizim için tek kale vardır ve o da Türkiye Cumhuriyetidir. Bu milli kaleyi savunmak, korumak ve güçlendirmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız ve kararlıyız.

Partimizi belirli bölgelere sığdırmaya çalışanlar, dar alanlara sıkıştırmak için çaba sarf edenler ve aslında milletimizin desteğini manipüle etmek için akıllarınca tezgâh içinde olanlar amaçlarına asla ulaşamayacaklardır.

  • Erzurum bizim için ne anlam ifade ediyorsa, Aydın da o’dur.
  • Yozgat ne kadar vazgeçilmezse Edirne de o denli değerlidir.
  • Trabzon ne kadar sevdamız ise Diyarbakır da aynı derecededir.
  • Mersin gözümüzde ve gönlümüzde neyi ifade ediyorsa Ardahan da aynısıdır.

Biz dün güçlü olduğumuz vatan beldelerinde şimdi de güçlüyüz.

Geçmişte hiç kimsenin vermediği desteği bizden esirgemeyerek arkamızda duran, yanımızda bulunan, ağıt yakan, dua eden kim varsa bugün de iç içeyiz. Eğer eksik varsa gidereceğiz, mesafe varsa kaldıracağız ve mutlaka tam bir kucaklaşmayı sağlayacağız.

Üç Hilali hatıralarında yaşatıp zerre kadar da olsa darılanları ve başka siyasi partileri kerhen destekleseler bile kalpleri bizimle atanları tekrar yanımıza alıp güçlü Türkiye’yi birlikte kuracağız. Bundan herkes emin olmalıdır.

Milliyetçi Hareket, gönül ve destek veren milyonlarca Türkiye sevdalısıyla heybetli bir şekilde varlığını devam ettirmektedir. Ve gücünden asla bir şey kaybetmemiştir.

Partimize dördüncü ve son olarak yapılan hücum ise; önümüzdeki genel seçimlerde partimizin baraj altında kalacağına yönelik bir temenninin siyasi falcılıkla birleşerek pompalanmaya çalışılmasıyla ortaya çıkmıştır.

3 Kasım 2002 seçimlerinden önce MHP’siz hükümet arayışları, şimdi yerini MHP’siz Meclis çabalarına bırakmıştır.

Ismarlama anketlerle kamuoyu yönlendirilmeye çalışılmakta, aldatma ve kandırmada sınır tanınmamaktadır.

İnancım odur ki, Milliyetçi Hareket Partisi’ni yalnızca oranlara bakarak değerlendirenler ve hakkında mesnetsiz sonuçlara ulaşanlar yanıldıklarını er geç anlayacaklardır.

Özellikle açılım denilen yıkım projesine dönük görüşlerimizden ve duruşumuzdan rahatsızlık duyanlar ve partimizi hain emellerine ulaşmada engel olarak görenler var güçleriyle harekete geçmişlerdir.

Nitekim referandumdan sonraki günlerde, bundan sonra yıkım projesiyle ilgili kanaatimizin ne olacağı sorgulanmış ve nasıl bir pozisyon alacağımız sürekli olarak tartışılmıştır.

Şüphesiz Türkiye’nin bölünmesini hızlandıracak ve milletimizin dağılmasını çabuklaştıracak yıkım projesine karşı dün nasıl bir mücadele vermişsek, artan bir inanç ve şevkle buna devam edeceğiz.

  • Türk milletinin, etnik kimliklerin hışmına uğramasına müsaade etmeyeceğiz.
  • PKK’yla AKP hükümetinin müzakere sürecine rıza göstermeyeceğiz.
  • Bebek katilinin düşüncelerinin Meclis odalarında hükümetçe muhatap alınmasına onay vermeyeceğiz.
  • Başbakan Erdoğan’ın ‘silahı bırakır masaya gelirsiniz!’ sözleriyle mütareke çağrılarına sessiz kalmayacağız.
  • Yıkıma karşı duracağız, Türkiye’ye sahip çıkacağız.

Başta AKP hükümeti olmak üzere, buradan muhataplarına sormak isterim:

  • Biz bu milli tavrımızdan dolayı mı Meclis dışında kalacağız? Bunu mu söylemek istiyorsunuz?
  • Yıkım projesine ortak etmek için mi yandaş medyadan saldırıyorsunuz?
  • PKK’nın dağdan inmesi için verilecek tavizlere payanda olmamızı mı bekliyorsunuz?
  • Türkiye’nin üniter yapısından ödün mü verelim istiyorsunuz?
  • İmralı canisi affedilsin, çok kültürlü ve çok kimlikli bir federasyonun alt yapısı kurulsun diye mi bizi zorluyorsunuz?
  • Biz de mi Barzani’ye abi diyelim, peşmergeden ilgi bekleyelim?
  • Türk milletinin çökertilmesine ve ana dilde eğitim taleplerine alkış mı tutalım?
  • Nedir maksadınız? Neyi hedeflemektesiniz? Bizden hangi cevabı bekliyorsunuz?

Bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelik kampanyanın sonuç vermesi ve inandıklarından geri döndürmesi dünya durdukça mümkün değildir.

Esasında bu çevrelerin korkularından dolayı, Milliyetçi Hareket’i amansız düşman olarak belirledikleri uzun bir süreden beri bellidir.

  • Çünkü Milliyetçi Hareket hıyanetin karşısındadır.
  • Yolsuzluğun ve uğursuzluğun düşmanıdır.
  • Milletimizin parçalanmasına ve dağılmasına karşı durmaktadır.

 Doğal olarak Milliyetçi Hareket sırf bunlardan dolayı Başbakan’ın hedefindedir ve iftiralarının menzilindedir.

Asla başaramayacaklar. Bizi asla ikna edemeyecekler.

Bu kutsal çatıyı çökertmeye kimsenin gücü de, nefesi de yetmeyecektir.

Biz tek başımıza da olsak, sonuna kadar AKP ve onun hedeflerine hizmet edenlerle mücadele edeceğiz.

Cumhuriyeti koruyacağız, milletimizin yanında olacağız.

‘Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan ve tek dil’ ülkümüzden geri adım atmayacağız.

Ve ‘Ne Mutlu Türküm diyene’ sözünü dilimizden asla düşürmeyeceğiz.

Değerli Milletvekilleri,

Çok yakından görüyorsunuz, 12 Eylül Referandumunu takip eden süreç içinde ülkemiz vahim ve ibretlik olaylara sahne olmuştur.

Ve bu sürecin dozu ve etkisi artarak daha tehlikeli bir mecraya doğru hızla ilerlemektedir.

Nitekim Anayasa’nın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek ilk üç maddesiyle ilgili kaygı verici değerlendirmeler dahi yapılmaya başlanmıştır.

Evrensel hukuktan ne anlaşıldığı belli olmadan ve bu prensibi temel alarak Türk milletinin ve devletinin güvencesi olan anayasa maddelerinin yeniden yorumlanmasına dönük değerlendirmeler, kafaların içindeki gizli tarafları ortaya çıkarması bakımından anlamlı olmuştur.

Özellikle bu fikir sahibinin Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatı taşıyor olması da dramatik ve sancılı bir aşamaya geldiğimizi göstermiştir.

Bölücü niyetlerle örtüşen bu yaklaşımın, anayasayı koruyan bir kurumun başından gelmesi, çözülmenin her tarafa yayıldığına işaret etmektedir.

Bu çerçevede cevabını aradığımız sorular şunlar olacaktır:

Anayasasının birinci maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” ibaresi pozitif yönde nasıl ilerletilecektir? Cumhuriyet’in ilerletilmesi, başka bir niyete ve yönetim şekline gizli kapaklı bir davetiye midir?

İkinci maddede yer alan; “Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti” hükmünün donmuş olarak takdim edilmesi kime ne fayda sağlayacaktır?

Üçüncü maddede tecessüm eden; “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.” kabulünün neresine ve hangi ilkesine dokunulması içten içe tavsiye edilmektedir?

Açıktır ki, Anayasası’nın ilk üç maddesiyle başlatılacak tartışmaların duracağı, kesileceği bir yer ve nokta yoktur.

Bu maddelerin yorumlanması bir anlamda, başlayan süreci, milletimizin tasnifine, devletin yönetim biçiminin sahip olduğu milli niteliklerin yeniden tanımlanmasına kadar götürecektir.

Madem ki ilk üç maddeyle ilgili bir görüş hasıl olmuştur ve bu maddelerin zenginleştirilmesi için bir fikir vardır; o zaman bunların şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklanması da tutarlılık gereği olacaktır.

Karanlıktan aydınlığın taşlanmasına yer ve ihtiyaç yoktur. Kimin aklında ne varsa ortaya koymalıdır.

Bu zamana kadar ilk üç maddenin varlığından bölücü emeller dışında rahatsızlık duyan olmamıştır.

Pozitif ilerleme ambalajı altında ne olduğu belli olmayan değerlendirmelerde bulunma ihtiyacını da kimse duymamıştır.

Burada aklımıza, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın bir rol paylaşımında taraf olduğu hususu gelmektedir. Çünkü verilen izlenim bu yöndedir.

Eğer böyle değilse, durduk yere ve üstelik ilk üç maddeye yönelik mütecaviz eğilimlerin ve girişimlerin varlığını biliniyorken, sözü edilen değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek maddelerin pozitif ilerletilmesi, Cumhuriyetimizin negatif geriletilmesinden başka bir manaya gelmeyecektir.

Değerli arkadaşlarım, lütfen dikkat buyurunuz; bütün bu ve benzeri tartışmalar 12 Eylül Referandumundan sonra ortalığa dökülmüş ve kök salmıştır.

Referandum sonucu, milletimizin tekliği, birliği ve devletimizin şekli konularında rahatsızlığı bulunanları deşifre etmeye başlaması bakımından dikkat çekicidir.

Bu sapmanın fitilini takdir edeceğiniz üzere iktidar partisi yakmış ve her tarafa sıçratmıştır.

Kaldı ki milletimizin takdirine sunulan Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesini AKP hükümeti yanlış ve kasıtlı bir şekilde yorumlamış, siyasi meşrebine göre de anlamlandırmıştır.

Mesela bu zihniyet, verilen her ‘evet’ oyunu adeta bölücülerle görüşmek için onay olarak değerlendirme gafletine düşmüştür.

Tabiidir ki, bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Hoş karşılamamız beklenmemelidir.

İnanıyorum ki, Referandumda evet tercihinde bulunan aziz vatandaşlarım, bu tercihini terör örgütüne el uzatılsın diye göstermemiştir.

Ya da İmralı’daki katille alenen masaya oturulmasının izni olarak ‘evet’ dememiştir.

Maalesef AKP, ülkemizi mayınlarla dolu dar bir alana sokmuş ve bunun gerekçesi de Referandum sonuçları olmuştur.

Yapılan anayasa değişiklikleri, gerçekte PKK terör örgütünün siyasallaşması ve Türk milletinin etnik topluluklar ekseninde bölünmesi için zaman ve fırsat kollayan tarafları tüm çıplaklığıyla açığa vurmuştur.

Türkiye’yi, 13 Eylül’den itibaren daha tehlikeli ve bölücülüğün siyasi ve sosyal alanlarda hızlanacağı zifiri karanlık bir dönem beklemektedir.

Vatanımızın üniter yapısını dinamitlemek ve milli birliğini felç etmek için sürdürülen açılım denen yıkım projesinin hukuksal alt yapısı, anayasa değişiklikleriyle yeni bir evreye girmiştir.

İçinden geçtiğimiz zaman diliminde bir başka gündem konusu da terör şebekesinin eylemsizlik kararının süresine ilişkindir.

Tezgâh altı yürütülen pazarlıklar sonuçlanmadığından, eylemsizliğin nereye kadar uzayacağı belli değildir.

PKK terör örgütü, AKP hükümetine taktik mahiyetli manevralarla varlığını kabul ettirmiştir. Ve bu gelişmeler karşısında hükümet, PKK’yı kendisine denk bir taraf olarak görmüş ve tehdit karşısında adeta sinmiştir.

Ancak PKK’yla yürütülen dolaylı görüşmelerde;

  • Verilen her tavizin,
  • Dile getirilen her vaadin,
  • İçine girilen teslimiyetçi türbülansın sonuçları ağır olacaktır.

Bebek katilinin meşru siyasi aktör gibi kuryeler marifetiyle hükümete ve kamuoyuna mesaj iletmesi artık normal gelişmeler arasındadır.

Veya ‘süreç işliyor ve barış çok yakın’ türünden bölücü patentli sözlerle ihanetin maskelenmeye çalışılmasına da hoşgörü gösterilmiştir.

Bunlar artık sıradan hadiseler haline gelmiştir.

AKP kendi eliyle, İmralı’da siyasi bir karargâhın kurulmasına harç vermiş ve çalışması için de zihinlerdeki bariyerleri yıkmıştır.

Hatta terör örgütü ve kadrolarındaki şımarma öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, Kandil’le İmralı arasına telefon hattı çekilmesi bile talep edilmiştir. Muhtemeldir ki, Söğütözü’ne de bir hat bağlanması için gizli bir el devreye girecektir.

Bu küstahlığa sebep tartışmasız iktidardır ve onun sakat politikalarıdır.

AKP zihniyetinin Referandum sürecinde sıklıkla kullandığı; ‘vesayeti kaldırmak, ezberleri bozmak, statükoyu değiştirmek, değişimi sağlamak’ sözleri, bölücülüğün kazandığı mevzilerin boyutunu ve ebadını gizlemeye yetmemiştir.

Recep Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu AKP’nin niyet ve hedefi, esasında yıkım projesinin ilerletilmesinden, Türkiye’nin kimliksiz ve kişiliksiz bir hale getirilmesinden, tarihsiz ve geleceksiz bir duruma sokulmasından ibarettir.

İşin ilginç tarafına bakın ki, ileri demokrasi vaatleriyle maskelenen geride kalan Referandum sürecinden sonra, Sayın Cumhurbaşkanı demokrasi alanında alınacak daha çok mesafenin olduğunu söyleyerek, Başbakan Erdoğan’la çelişmiş ve ters düşmüştür.

Artık AKP’nin şapkası düşmüş ve gerçekler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Çok yakın bir zamanda anayasa değişikliklerine evet diyen vatandaşlarımız da bunu açıkça görecektir, idrak edecektir.

Ancak doğacak vebalden ve meydana gelecek sarsıntılardan kurtulmaları ve muaf olmaları elbette mümkün olmayacaktır.

Aziz milletimizin anayasa değişikliklerine verdiği onayı, PKK’yla görüşmek için hazırlanmış ve takdim edilmiş bir ruhsat olarak görme basiretsizliğine düşenler er geç hak ettikleri dersi alacaklardır.

Veya anayasa değişikliklerine yönelik evet kararını, yıkım projesinin ilerletilmesinde ve ülkemizin etnik temelde ayrışmasında bir gerekçe ya da mazeret olarak değerlendiren AKP hükümeti, düştüğü çukurun derinliklerinde yaptıklarının hesabını mutlaka verecektir.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

12 Eylül Referandumunun sonucunda anayasa değişikliklerinin kabulüyle başlayan yeni süreç, milletimizin önüne daha vahim gelişmeleri çıkaracak dinamikleri birer birer harekete geçirmiştir. Her şey ortadadır.

Referandumun neticesinden güç alan AKP hükümeti, fırsattan istifade ederek yeni bir anayasa değişikliği sürecinin kurdelesini, siyasi bölücülerle kapalı kapılar arkasında görüşerek kesmiştir.

İmralı canisinin mesajları ve Kandil’in dayatmaları Meclis odalarında hükümet üyelerinin ellerine tutuşturulmuştur.

Herkesin hatırlayacağı gibi, Referandum öncesinde, anayasa değişiklikleriyle planlanan gizli gündemi deşifre etmiştik. Ve milletimize bu çerçevedeki düşünce ve kaygılarımızı korkusuzca haykırmıştık.

Gelişmeler bizim ne kadar haklı olduğumuzu tüm berraklığıyla ortaya çıkarmıştır.

İçişleri Bakanı’nın alelacele Irak’ın kuzeyine giderek peşmerge reisine yüz sürmesi ve destek ve yardım almak için arayış içine girmesi, okyanus ötesine yapılan ziyaretler, AKP’nin gizli gündeminin karanlık bölümlerini birer birer gün ışığına çıkarmaya başlamıştır.

Ve yeni anayasanın hangi zihniyetle planlandığı, kimlerle görüşülerek uzlaşma ve diyalog mesajları verildiği son temaslardan sonra bariz olarak ortaya çıkmıştır.

Partimizin anayasa hazırlığı konusundaki görüşleri ise bellidir ve bundan önce defalarca dile getirilmiştir. Şüphesiz yeni bir anayasa gereklidir ve bunun için lazım gelen girişimler yapılmalıdır.

Şayet, belirlediğimiz ilkeler etrafında olmak kaydıyla, milletimizin menfaatine ve yararına olacaksa, anayasa yapımı konusunda uzlaşma ve diyalog arayışlarına her zaman açık olduğumuzu bu vesileyle ifade etmek istiyorum.

Bu kapsamda olmak üzere;

  • Bölücülüğün demokrasi ve özgürlükle ilişkilendirilmediği,
  • Teröristlerin masum kimlik talebi yapanlar olarak görülmediği,
  • Farklılıkların özendirilmediği ve tahrik edilmediği,
  • Terör elebaşlarının siyasi aktör olarak muhatap kabul edilmediği,
  • Etnik kimliklerin cesaretlendirilmediği,
  • Boykotların, sokak eylemlerinin, ana dilde eğitim isteklerinin sıradan talepler olarak görülmediği bir ortamda, Milliyetçi Hareket Partisi’nin diyalog çağrılarına bigâne kalması düşünülemeyecektir.

19 Ocak 2010 tarihinde yaptığımız Meclis Grup toplantımızda anayasa değişiklikleriyle ilgili üç maddelik bir öneri getirmiştik. Bu görüşümüze da sadık kalarak, yapılması gündemde olan anayasa değişikliklerine yönelik teklifimiz tekraren şunlardan ibaret olacaktır:

1- Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan ve temsil edilen siyasi partilerden alınacak üyelerle oluşturulmuş ‘Anayasa Değişikliği ve Uzlaşma Komisyonu’ TBMM Başkanı’nın girişimleri ve öncülüğüyle kurulmalıdır.

Partimiz bu komisyona üye verecek olup, gerekli katkıları sağlamaya hazırdır.

2-  Önümüzde bütçe görüşmeleri ile ilgili yoğun bir dönem yer aldığından dolayı, bu komisyonun çalışmaları Meclis’in diğer çalışmalarıyla paralel bir şekilde ve eksiksiz yürütülmelidir.

3- Toplanan bu komisyon, değişikliği konusunda mutabakata vardığı anayasa maddeleri üzerinde ‘demokratik sözleşme’ yaparak bunu kamuoyuna açıklamalıdır.

Ve Milletvekilliği Genel Seçimlerinin de yakınlığı düşünülerek, değişikliği kararlaştırılan anayasa maddelerinin yasalaşması 2011 yılında teşekkül edecek olan 24.dönem TBMM’ne bırakılmalıdır.

Partimizin görüşleri bunlardan ibarettir.

Böylelikle anayasa değişiklikleri gündemden tamamen çıkacak ve bir çatışma alanı olmaktan uzaklaşacaktır.

Ancak Referandum öncesinde ve hemen sonrasında yeni bir anayasa konusunda iştahlı ve heyecanlı olan AKP, şimdi ipe un sermeye başlamıştır.

Anlaşılmaktadır ki, anayasa konusu önümüzdeki genel seçim çalışmalarında iktidarın başvuracağı bir istismar alanı olacaktır.

Ana muhalefet partisinin de günlük değişen politikaları sonucunda, anayasa değişikliği konusunda nerede durduğu tam belli değildir.

Türkiye’nin yeni bir tartışma alanına girmeden, demokratik yollardan ve geniş bir uzlaşma iklimi çerçevesinde gerekli anayasa değişikliğini yapabilecek iradeyi gösterebilmesi artık kaçınılmaz hale gelmiştir.

İşte biz buradayız ve anayasa değişikliği için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye hazırız. Kimse kaçmasın, Anayasa üzerinden siyasi çıkar gözetmeye kalkmasın.

Değerli Milletvekilleri,

Bu haftaki konuşmama son vermeden önce önemli gördüğüm bir konuyu daha kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi ülkemiz deprem kuşağındadır ve geçmişte meydana gelen bu doğal afetin sonuçları ağır olmuştur.

Özellikle 17 Ağustos 1999 Marmara ve arkasından Düzce’deki depremlerde binlerce insanımızı kaybettik. Yıkılan evler, yetim kalan çocuklar, sönen hayaller deprem felaketi hakkında hepimize bir fikir vermektedir.

Allah korusun, ama İstanbul merkezli bir depremle ilgili birçok uyarılar yapılmakta ve uzman kişiler alarm zilleri çalmaktadır.

Geçtiğimiz günlerdeki yaşanılan sarsıntı, başta Marmara Bölgesinde olmak üzere tekrar aklımıza deprem riskinin ne kadar fazla olduğunu getirmiştir.

Bu itibarla, AKP hükümetinin depreme dayanıklı konutların yapılması, binaların kontrolünün sağlanması ve depreme karşı azami tedbirlerin alınması hususlarında bir an önce hareket geçmeye davet ediyorum.

Aksi takdirde gecikilen her günün bedeli çok ağır olacaktır.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.