09.11.2010 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
09 Kasım 2010

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere, yarın Cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat yıldönümünüdür.

Hayatını içinden yetiştiği Türk milletine adayan aziz Atatürk’ün ebediyete intikal edişinin üzerinden tam 72 yıl geçmiş bulunuyor.

Varlığı sona ermiş kabul edilen büyük milletimizi, temellerinden çökmüş ve ömrü tamamlanmış bir imparatorluğun enkazı altından çekip çıkararak, hürriyetine kavuşturan bu büyük devlet adamını minnet ve şükran duygularımızla bir kez daha yâd ediyoruz.

Yaktığı bağımsızlık meşalesinin altına milletimizi toplayarak; işgale, esarete ve teslimiyete başkaldıran ve haddini bildiren Gazi Mustafa Kemal’e çok şey borçlu olduğumuz hepinizin malumudur.

Yıllarca süren savaşlardan ve her tarafı saran yoksulluktan dolayı yorulmuş, yıpranmış ve hırpalanmış Türk milletine, sahip olduğu kudreti ve haşmeti hatırlatıp ayağa kaldıran şüphesiz o’nun yüksek liderliği ve eşsiz azmi olmuştur.

Samsundan attığı ilk adımla başlayan milli bekaya sahip çıkma kararlılığı, yaklaşık 150 yıldır geri çekilen milletimizi Sakarya kıyısında tutundurmuş ve Büyük Taarruzla sonuçlanacak kutlu zaferimize zemin hazırlamıştır.

Nitekim zulüm ve eziyeti kendilerine vasıta yapan emperyalist mihrakların, Türk’ün iman örsünde dövülmüş inancıyla vatanımızdan sürüp çıkarılması tabiidir ki üzerimizde hesapları olanları şaşkına çevirmiş ve beklemedikleri bir mağlubiyetle tanıştırmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk; cesareti, fedakârlığı, hamiyeti ve ileri görüşlülüğü şahsında temerküz ettirmiş; milletiyle tek vücut olarak kurtuluş mücadelesini ne mutlu ki Cumhuriyetle taçlandırmıştır.

Öyle ki dönemin şartlarını düşündüğümüzde, yapılanların ne kadar eşsiz olduğunu ve hangi bedelleri ödeyerek bugünlere geldiğimizi çok daha iyi anlayabiliriz.

Bunun için Atatürk önemlidir, muhteremdir ve bizim gönlümüzde müstesna bir yeri vardır.

Kendisi, millet adına attığı her adımın, aldığı her kararın, gerçekleştirdiği her icraatın mutlaka meşruiyetine dikkat ve özen göstermiştir.

Buna, milli uyanışı sağlamak üzere Anadolu’nun bağrında, milletimizin maddi ve manevi gücünü harekete geçirirken bile riayet etmiş ve pusulası yapmıştır.

Ömrü hayatındaki uygulamalarında ihtiyatlı davranışın, derinlemesine düşüncenin, yerinde bir mantığın ve basiretli bir aklın, detaylara takılmayan, ama ihmal de etmeyen geniş bir vizyonun tüm parıltıları o’nda bütünleşmiştir.

Türk milletinin şeref ve haysiyetini her şeyin üstünde tutmuş ve korumak için yokluklara ve nice imkânsızlıklara asla boyun eğmemiştir.

Bir tarafta dış düşmanlara karşı olağanüstü bir direniş gösterirken, diğer tarafta içerideki ihanet çeteleriyle, iflas etmiş ve işgalcilerle işbirliği yapmış olan çevrelerle uğraşmış; ama asla inandığı yoldan dönmemiştir.

Türk milletine, geçmişindeki zaferlerini tekrarlayabileceğini bıkmadan, usanmadan anlatmış ve ‘Ya İstiklal Ya Ölüm’ diyerek tarihe geçen bir irade göstermiştir.

Derin kavrayışı, geniş kültür ve köklü tarih şuuru kapsamında, milletimizin ihtiyaç ve beklentilerini milli mücadele kahramanlarıyla birlikte tespit etmiş ve bunların gereklerini yerine getirmek için hayatının sonuna kadar çaba sarf etmiştir.

Türk milletinin hak ettiği muasır medeniyet seviyesi onun için ulaşılabilecek bir amaçtı.

Gelişmemiz, kalkınmamız ve Türk kimliğiyle ilerlememiz onun beklentisiydi ve vasiyetiydi.

Türk olmanın gururunu ve gereklerini her daim taşınmasını öğütlemişti ve bunu da “Ne Mutlu Türk’üm” diyerek özetlemişti.

Tarihten ders alan ve bunu da bir an olsun aklında çıkarmayan yine kendisiydi.

Milli mücadelenin başarıya ulaşmasında; asırlardan beri çekilen milli felaketlerin neden olduğu uyanıklığın ve aziz vatanımızın her yöresini sulayan şehit kanlarının belirleyici olduğunu iyi biliyordu.

Kazanma iradesine sahip ve bağımsızlığına düşkün olan bir milletin ayağa kalkınca hangi mucizeleri gerçekleştirebileceğini en iyi o gösterdi.

Milletimize inandı ve güvendi. Ve Türk milletinin kendi geleceği hakkındaki tek söz ve yetkinin yine kendisinde olmasını Cumhuriyetle birlikte sağladı.

İftihar ettiğimiz ve her şart altında sahip çıkacağımız bu kutsal emanetle ne kadar övünsek azdır.

Bugün Cumhuriyetimiz tehlikelere maruz kalsa da, dişini gösteren mihraklar şehit kanıyla sınırları çizilen vatan topraklarımızı pay etmeye hazırlansalar da, bilsinler ki karşılarında gücünü dün olduğu gibi Türk milletinden alan ve milli mücadelenin hatıralarını içinde taşıyan Milliyetçi Hareket vardır ve hain emellere asla geçit vermeyecektir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının yıldönümünde aziz hatırasını hürmetle anıyor; kendisine, kurucu kahramanlara ve muhterem şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye, sekiz yıldır AKP hükümeti tarafından yönetilmektedir ve bu zaman zarfı bir siyasi partinin programını uygulaması için son derece yeterli bir süredir.

Bu uzun iktidar yıllarında, ülkemizin temel sorun alanlarına dönük değerli ve olumlu bulabileceğimiz çok az şeyin yapıldığını üzülerek ifade etmek istiyorum.

AKP’yle birlikte gelişmiş, kalkınmış ve güçlenmiş Türkiye özlemleri yalnızca sözde kalmış; umutlar, beklentiler maalesef hep boş çıkmıştır.

Bunları söylerken her şeyi eleştiren ve her yapılana karşı çıkan bir muhalefet anlayışıyla hareket etmediğimizi belirtmekte yarar görüyorum.

AKP iktidarı milletimizin hak ettiği refahı getirememiş; çatışma, kamplaşma ve kutuplaşmadan beslenen siyaset uygulamasıyla sekiz koca yılı israf ve heba etmiştir.

Vatandaşla devlet arasındaki gerilimin yükseldiği, milletimizin bin yıllık kardeşliğinin sorgulandığı, kriz ve kargaşayla geçen yılların altında ezilen bir millet gerçeği bulunduğunu görmek lazımdır.

AKP iktidarları süresince;

  • Ekonomi girdiği ağır bir krizle tahrip olmuş ve istikrarını kaybetmiş,
  • Sürdürülebilir kalkınma ortamı tesis edilememiş,
  • Yoksulluk ve yolsuzluk her tarafı sarmış,
  • Siyasetin alanı daralmış, devlet ile toplum arasındaki güven sorunu derinleşmiş,
  • Milletimiz farklılıklar temelinde tanımlanmış ve etnik tahrikler hız kazanmış,
  • Bölücülük şımarmış, yayılmış ve kuvvetlenmiş,
  • Milli varlıklar haraç mezat elden çıkarılmış,
  • Küresel projelerin kanlı niyetlerine ortak olunarak teşrifatçılık yapılmış,
  • Ve yalan ve karalamayla iç içe geçmiş bir yönetim anlayışı maalesef vasat bulmuştur.

Ne yazık ki bu iktidar döneminde; vatandaşlarımız dünden daha mutlu, daha müreffeh ve daha huzurlu bir düzeyde değildir.

Başbakan Erdoğan’ın sekiz yıldır sergilediği hükümet etme anlayışıyla altı oyulmamış, dejenere edilmemiş hiçbir değer kalmamış; kanunsuzluk, vurgun ve yıkım bir kural haline gelmiştir.

Demokratikleşme diyerek etnik bölücülüğün, özgürlük diyerek canilerin cüret kazanmasına ortam hazırlanmış; bunları da ileri demokrasi maskesiyle örtme kurnazlığına şahit olunmuştur.

Milletimizin birlikte yaşama ülküsü AKP hükümetinin elinde bir oyuncak haline dönüşmüş ve etnik kimliklerin özgürleşmesi için büyük bir gayret gösterilmiştir.

Hakikaten Türkiye AKP iktidarıyla yorulmuş ve dermanı tükenmiştir.

Her mesele ve üzerinde durulması gereken her sorun Başbakan Erdoğan’ın sinirli ve asabi siyaset tarzı yüzünden cepheleşmeleri teşvik etmiş ve toplumsal yapıyı birbirinden ayırmıştır.

Bugün bize üslup ve hoşgörü dersi vermeye çalışan Başbakan’ın bunlardan ne kadar nasipsiz olduğu herkesin bildiği gerçeklerdir ve tüm çıplaklığıyla milletimizin malumudur.

Bizim üslubumuzdan şikâyet eden Başbakan’a hatırlatmak isterim ki,

Eğer edep ve izandan mahrum birisi varsa, o da sözleriyle her şeyi gözler önüne seren kendisinden başkası değildir.

Hırçın ve vicdandan azade bir siyaset anlayışının yegane sahibi yine aynı Başbakan’dır.

Çiftçimize, ‘ananı da al git’ diyen; ‘şehide kelle, katile sayın’ diyen bir şahsın bize seviye dersi vermesi mümkün değildir, haddi de olmayacaktır.

Özellikle bugünlerde iyice su üstüne çıkan terör örgütüyle görüşmeleri daha önce ifşa ettiğimizde; buna tahammülsüzlük gösterip bu iddiamızı şerefsizlikle, alçaklıkla suçlayacak kadar ağzı bozuk olan birisinin, birden bire masum bir rol takınması içine düştüğü ikiyüzlülüğü göstermesi bakımından anlamlı olmuştur.

Aynı minvaldeki sözlerini Kosova seyahati öncesinde de yineleyen bu tükenmiş ruh halinin; siyasi haysiyet ve kalite açısından nasıl bir geri seviyede bulunduğuna artık şüphemiz kalmamıştır.

Başbakanlığı asma ve kesme yeri olarak gören ve küçücük çocuklara bu şekilde öğüt veren, en galiz hakaretleri peşi sıra siyasi muhataplarına sıralayan, iftira ve çamur atma konusunda kimsenin boy ölçüşemeyeceği kişi de yine Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanlığını yapan bu zatın sahip olduğu siyasi nezaket ve saygı konusundaki sicili, bize tavsiye vermeye asla yetmeyecektir.

Adap ve seviye konusunda bizimle boy ölçüşmesi söz konusu dahi olmayacaktır.

Bizim Başbakan Erdoğan’dan öğreneceğimiz bir şey de yoktur.

Önerim, bir bildiği ve inandığı varsa kendisine saklamasıdır ve fitne saçan diline hâkim olmasıdır.

Milletimizi zifiri karanlık bir ortama sürükleyen Başbakan’ın marazi ve çelişkilerle yüklü siyasi zihniyeti; Milliyetçi hareket’in şerefli ismini ve aziz mensuplarını ağzına almasıyla düzelmeyecek ve aklanmayacaktır.

Biz ne söylüyorsak, neyi eleştiriyorsak; bunu milletimiz için yapıyoruz ve engin hissiyatına tercüman oluyoruz.

Bu itibarla siyasetimizin öznesi olan insanımızın mutluluğu, güvenliği ve esenliği uğruna; muhatabımız kim olursa olsun, doğruları yüzüne söylemekten, gerçekleri haykırmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Başbakan’ın iftiralarının ve yaymaya çalıştığı fesadın bu haliyle milletimizde sonuç bulması ve karşılık görmesi mümkün değildir.

İnanıyorum ki, siyaseti kirleten ve erozyona uğratan bu şahsın; bizi karalamaya çalışmasına, hoşgörü ve erdemden bahsederek asıl suratını gizlemeye çabalamasına aziz milletimiz kanmayacak ve bu işgüzarlığı misliyle kendisine ödetecektir.

Partimize yönelik olarak kullanılan kötü sözlerin mutlaka hesabı sorulacak, gönül veren milyonlarca kardeşimiz bu sinsi siyaset bezirgânlığının haddini mutlaka bildirecektir.

Değerli arkadaşlarım, bizim hedef ve gayemiz bellidir.

Parti olarak misyonumuz, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini, birlik ve bütünlüğünü, hak ve menfaatlerini korumak; büyük Türk milletinin milli ve manevi değerleri ile tarihi ve kültürel zenginliklerine sahip çıkmaktır.

Bunun dışında, bizi kendi pis gündemlerine çekmek isteyenler, kavga ortamına sokmaya çabalayanlar amaçlarına ulaşamayacaklar ve körükledikleri hizip ve nifak dumanında boğulup gideceklerdir.

Muhterem Milletvekilleri,

Milletimizi derinden sarsan Taksim meydanındaki canlı bombanın kimliği belirlenmiş ve bu caninin terör örgütü PKK’ya mensup olduğu yapılan açıklamalarla ortaya çıkmıştır.

Elbette bu bizim için şaşırtıcı olmamış ve tespitlerimiz teyit edilmiştir.

Kanlı terör örgütünün, sivil ve masum vatandaşlarımızı hedef alan eylemleri, geçen hafta da ifade ettiğim gibi yeni değildir.

Ülkemizin dört bir yanında, katillerin canlı bomba olarak nasıl ölüm saçtıkları ve huzurumuza kast etmek için geçmişte hangi eylemleri gerçekleştirdikleri bildiğimiz acı gerçekler arasındadır.

Ne var ki, Taksim’deki hunhar eylemden hemen sonra yapılan kafa karıştırıcı ve hedef saptırıcı açıklamalar, PKK terör örgütünü aklamak için kolektif bir faaliyetin olduğunu da bizlere göstermiştir.

PKK’nın, şehir örgütlenmesi olan TAK’la önce paklaştırılması; sonra aklaştırılması, arkasından da siyasallaştırılması amaçlanmaktadır.

Gelişmeler bir iyi, bir de kötü PKK imajı verilmek için yoğun bir propagandanın yapıldığına işaret etmektedir.

Bölücü çevreler ve AKP hükümeti; Taksim vahşetini provokasyon olarak niteleyerek bir anlamda terör örgütü PKK’yı temize çıkarmak için el birliği yapmışlardır.

Ortada PKK’nın şehir örgütlenmesinin düzenlediği hain bir suikast vardır ve bunun tevil edilmeye çalışılması abesle iştigaldir.

Ortada, cesedi parçalanmış olsa da, Kandil’de eğitilmiş ve sınırlarımız içine girip saldırılar düzenleme konusunda görevlendirilmiş bir terörist bulunmaktadır.

Bu cani rahatlıkla İstanbul’a gelmiş, ev tutmuş ve hatta hastalığı nedeniyle sahip olduğu yeşil kartla tedavi dahi olmuştur.

Bu süre zarfında, yapacağı cinayetler için planlar yapmıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da, PKK’lı teröristin; hiçbir takibata uğramadan, elini kolunu sallayarak Taksim’deki menfur eylemi için hazırlık yapmasıdır.

Toplumda herkesin telefonunu dinleyen, takip eden AKP hükümeti; nedense, böylesi bir ortamda caninin eylem planını fark edememiş ve saldırıyı önleyememiştir.

Burada bizim, ileri sürülecek gerekçelere kulak asmamız ve ciddiye almamız mümkün değildir.

Zira terör saldırısının ne zaman ve hangi vasıtaları kullanarak gerçekleşeceği genel hatlarıyla önceden tespit edilemiyorsa, aklımıza güvenlik teşkilatının ne yaptığı ve hangi işlerle uğraştığı konusu gelecektir.

Meydana gelen olayda, önemli düzeyde istihbarat eksikliği ve zafiyetiyle birlikte, habis emellerin rahata ermesine ortam hazırlayan; ileri demokrasi sözlerinin neden olduğu puslu atmosfer belirleyici olmuştur.

Şüphesiz PKK terör örgütünün masum vatandaşlarımıza yönelik geçmişteki menfur saldırıları biliniyorken; bu eylemin sanki PKK’dan bağımsız ve habersiz yapıldığının dillendirilmesi ve terör örgütünün de bu şekilde kamuoyuna açıklama yapması tehlikeli bir rol paylaşımının varlığını ortaya çıkarmıştır.

Canlı bombacı kimliğinin gecikmeyle açıklanması ve dikkatlerin PKK’dan uzaklaştırılmaya çalışılması bu düşüncemizi doğrular niteliktedir.

AKP yetkililerinin, PKK’yı koruma ve aklama refleksi gösterdikleri ibretle görülmektedir.

PKK’nın Tokat Reşadiye saldırısında, hedef saptırmaya çalışarak terör örgütüne kol-kanat gerenin AKP hükümetinin başbakan yardımcısı olduğu unutulmamıştır.

İskenderun Deniz üssüne yapılan PKK saldırısında, üçüncü ülkeleri işaret ederek canileri himaye edenin AKP’nin bir genel başkan yardımcısı olduğu hatırlardadır.

Ve 31 Ekim 2010 günü, İstanbul Taksim meydanındaki PKK canlı bomba saldırısı sonrasında, bunun arkasında PKK’nın olduğu konusunda soru işaretleri ve kafa bulanıklığı yaratmak için sahneye çıkan da ne yazık ki bizzat Başbakan Erdoğan olmuştur.

Açıktır ki, Taksim vahşetine neden olan hain saldırı, bölücü terör örgütünün şehirlerdeki bir uzantısı tarafından üstlenilmiştir.

Kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde PKK terör örgütü, canlı bombayı masum insanlarımızın üzerine göndermiş; arkasından da bunu reddetmiştir.

Bu terör eylemini, PKK içindeki otonom kişilerin ya da grupların yaptığını iddia etmek, terör örgütünün psikolojik harekâtının sonuç verdiğini göstermektedir.

Bir tarafta, hükümetle diyalogdan müzakere aşamasına geçen, yıkım projesine dolaylı olarak omuz veren bir PKK vardır; öbür tarafta da kendi içinde kafasına göre hareket eden ve ölüm kusan başka bir PKK yer almaktadır.

Bizim, oluşturulmaya çalışılan ‘iyi PKK ve kötü PKK’ tasnifinden kastımız budur.

Terör şebekesinin kanlı sicili ve katlettiği onbinlerden sonra böyle bir konuma ulaşması utanç ve endişe vericidir.

Bütün kabahatin ve suçun PKK terör örgütü içindeki sözde kontrol edilemeyen gruplara yüklenmesi vahim gelişmelerin peşi sıra ortaya çıkacağını göstermektedir.

Sayın Cumhurbaşkanının ise, barış yolunda ilerlerken provokasyonların tuzağına düşülmemesini ve bu konuda kararlı olunmasını tavsiye eden sözleri kaygılarımızı ister istemez daha da artmıştır.

Üstelik dağdaki canilere, yanlışlarını düzeltme hususunda fırsat verilmesinden bahsetmesi, PKK terör örgütüne bakıştaki değişikliğin nerelere kadar uzandığını açıklıkla kanıtlamıştır.

İşte Türkiye’nin geldiği manzaranın ibretlik görüntüsü bu şekildedir.

PKK vahşetinin, milli birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışmasına karşı gösterilen en bariz tepki ise, İmralı canavarıyla müzakere aşamasına gelen görüşmeler olmuştur.

Başbakan Erdoğan’a buradan sormak isterim ki;

  • Dünyanın neresinde müebbet cezaya çarptırılan bir ayrılıkçı terör elebaşısı, hücresinden gündem belirleyebilmektedir ve örgütüne talimatlar yağdırmaktadır? Bu düşüklüğü hangi şeref ve haysiyetle izah etmek imkân dâhilinde olacaktır?
  • Türk milletinin geleceğini ve Türk devletinin kaderini, kod adı balıkçı diye servis edilen meçhul ve karanlık bir kendini bilmez mi tayin edecektir?
  • Devlet işleri ne zamandan beri bu kimliği ve sicili meçhul zevatlar tarafından yürütülmektedir? Başbakan’ın devlet yönetiminden anladığı bu mudur?
  • Şehitlerimizin vebali, gazilerimizin hakkı bundan sonra nasıl taşınacak ve ne şekilde karşılanacaktır? İki cihanda bu muhterem kahramanların yüzüne nasıl bakılacaktır?

Gazetelerde yüzünü dahi göstermeyen ve AKP’den aldığı talimatla aracılık yaptığı anlaşılan bir çürümüş zavallı tarafından; Türkiye Cumhuriyeti’nin müzakere masalarına oturtulması en hafif tabirle densizliktir ve alçaklıktır.

İmralı canavarıyla ilgili görüşmelerin sorumluluğunu devlete atan Başbakan Erdoğan; sanki başkanı olduğu hükümeti hiçbir şeye karışmıyormuş gibi izlenim vermeye çalışmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın da benzer eğilimde olması bizce çok manidardır.

Zannedersiniz ki devletin bürokratları gündemlerini kendileri belirlemekte ve akıllarına estiği gibi hareket etmektedirler.

Bütün devlet kuruluşları Başbakan’a bağlı olduğuna göre; kendisinin bilgisi ve onayı olmadan, bebek katiliyle görüşme yapılabilmesi ihtimal dâhilinde bile olmayacaktır.

O halde İmralı’yla, Başbakanlık arasındaki aracıların, devlet adına hangi kuruluşların ve kimlerin görüştüğünü Başbakan’ın açıklaması siyasi namus meselesi haline gelmiştir.

Geldiğimiz bugünkü aşamada, AKP’yle PKK masaya oturmuş, kanlı bir pazarlık içine girmişlerdir.

Başbakan Erdoğan’ın, “Güvenlik güçlerinin görevi durup dururken operasyon yapmak değildir” sözleri PKK ile yapılmakta olan pazarlığı berraklaştırmıştır.

İmralı canavarı yattığı yerden tehditlerini sürdürmekte ve hükümette bunu sineye çekmektedir.

Katillerin topluma nasıl kazandırılacağı ve hangi projelerin hayata geçirileceği de gündemde en üst düzeyde yer bulmuştur.

Bu kapsamda Suriye’yle yapılan suçluların iadesi anlaşması tam bir kepazeliktir ve vatanımıza saldırılar düzenleyen Suriye asıllı PKK’lı teröristler böylelikle zımnen affa tabi tutulacaklardır.

İster istemez burada hatırımıza, aynı sürecin ülkemizde de uygulanıp uygulanmayacağı hususu gelmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı’na göre, canileri ihanet yolundan çevirmek için yol göstericiliği dahi yapılmalıdır ve bunu da gerçekleştireceklerini açıklıkla beyan etmiştir.

Merakımız, teröristlere mihmandarlık yapmaya talip bir devlet yönetimi anlayışının, milli niteliğinden, milleti temsil ettiğinden bundan sonra nasıl bahsedileceği noktasında odaklanmıştır.

TBMM’nde edilen yeminlere böyle mi sadakat gösterilecektir? Milletimizin bunu görmezden geleceği mi düşünülmektedir?

İyi şeyler olacak sözlerinin bizi getirdiği ve içine soktuğu karanlık tablo budur.

Açılım denen yıkım projesinin neden olduğu tahribatın ve çöküşün izleri burada aranmalıdır.

Milli birlik ve kardeşlik projesi diyerek ısrarla sürdürülen PKK açılımı, maalesef Türk devletinin her kademesinde akıl tutulmasına ve gerçek niyetlerin belirmesine yol açmaktadır.

Bugünkü ortamda terörün cesaret kazanmasının yegâne sorumlusu AKP Hükümeti ve açılım denilen yıkım projesidir.

Biz bunun için, Taksim’deki canlı bomba ne ise, açılım da aynısıdır demiştik.

Nitekim Başbakan Erdoğan bu sözlerimizin hezeyan olduğunu ifade ederek, çirkin bir üslupla bize saldırmaktan geri durmadı.

Eğer ortada bir hezeyan varsa bunun tarafı ve kaynağı İmralı’yla el sıkışan ve Kandil’e barış çubukları uzatan siyasi güruhtan başkası değildir.

İşin hazin tarafına bakın ki, tam karşımızda, eşkıyaya ses çıkarmayan; ama sıra Milliyetçi Hareket Partisi ve mensuplarına geldiği zaman gözlerine kan yürüyen, öfkeden yüzü değişecek kadar kontrolünü yitiren bir Başbakan portresi bulunmaktadır.

Sorarım sizlere; milli birliğin ve kardeşliğin projesi nasıl olacaktır? Ismarlama raporlarla bütünlüğümüz ne şekilde sağlanacaktır?

Biz konferans salonlarında hazırlanan, bakanlıklarda yapılan çalışmalarla mı millet varlığını koruyacağız?

Kardeşliğimiz ya da milli birliğimiz metinler düzenlenerek nasıl yaşatılacaktır?

Açılımın muhteviyatını bilen ve bu haliyle varacağı noktayı bugünden öngörebilen var mıdır? Karar ve vicdanına güvendiğim birçok değerli AKP’li milletvekillerinden hangileri gerçekten de açılımın içeriğine vakıftır?

Milli birliğimiz; sahip çıkılarak, desteklenerek ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışan hainlere hak ettikleri dersler verilerek muhafaza edilecekken, hükümetin aymazlığı ve art niyeti yalnızca Türk milletini bölmeye yarayacaktır.

Bize göre yıkım projesi, küresel güçlerin hazırlayıp AKP’ye teslim ettiği ve terör örgütüyle mütareke yapmak için uydurulmuş ve sürece sokulmuş, altın kâseyle servisi yapılan bir zehirdir.

Elbette bunu AKP’ye oy vermiş muhterem vatandaşlarımız önümüzdeki seçimlerde iyi değerlendirecek ve dağılmaya, parçalanmaya ve ufalanmaya kapı aralayan bu hükümete dersini vereceklerdir.

Hiçbir AKP’li kardeşimin, Başbakan Erdoğan’ın yalanlarına kanacağını artık düşünmüyorum. Onların ferasetine güveniyorum.

Her şey ortadadır. Ve yıkım koalisyonu Türk milletinin tarihi kudretine çarpıp yok olmaya mahkûmdur.

Başbakan ve hükümetinin İmralı’nın ipine sarıldığı, Barzani’nin peşine takıldığı ve Kandil’in ağzına baktığı milli vicdanda tescil edilecektir.

Milletimizin birliğine açılım adıyla pimi çekilmiş bomba atanlar, geciken karşılığı en başta AKP’ye oy vermiş değerli vatandaşlarımızdan mutlaka alacaklardır.

Bu takdirde Kandil sönecek, İmralı tükenecek, Erbil korkacak, Erivan ürkecek ve ihanete kol kanat gerenler geldikleri gibi gideceklerdir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Millet ve devlet olarak sıkıntılı bir dönem ve süreçten geçiyoruz.

Her gün milletimizi hayrete düşüren ve kaygılandıran olaylara muhatap oluyoruz.

Demokrasinin yalnızca biçimsel düzeyde savunulması, içerik ve özünün devamlı ihmal edilmesi, birçok soruna davetiye çıkarmaktadır.

Siyasi ahlaktaki zayıflama, işbirliği ve uzlaşma zeminindeki kayma ve her konunun milletimizi ayıran bir çıbanbaşı haline gelmesi AKP iktidarı döneminde fazlasıyla tesadüf ettiğimiz olumsuzluklar olmuştur.

Parti olarak, bu dönemde milletimizin bize verdiği muhalefet görevini en iyi şekilde yerine getirme çabasında olduk ve ilkelerimize bağlı kalarak doğru bildiklerimizi her ortamda dile getirdik.

Ancak Türk siyasetinde bir türlü dengeye oturmayan iktidar-muhalefet ilişkilerinden kaynaklanan sorunları doğal olarak biz de yaşadık.

Takdir edersiniz ki, bunun en başta gelen nedenlerinden birisi belki de en önemlisi; siyasi rekabet içinde olan partiler arasındaki güven bunalımıdır.

İktidar ve muhalefet arasında karşılıklı işbirliği ve değer üreten bir siyasi rekabet ortamının tesis edilemeyişi birçok sorunun yaşanmasına neden olmaktadır.

Şüphesiz ihtiyacımız olan iyi niyet ve uzlaşma ortamını öncelikle siyasi sorumluluk taşıyan ve parlamentoda sayıca üstün bulunan iktidar partisi yerine getirmelidir.

Ne var ki, AKP hükümeti bu adımı hiç atmamış ve derin meselelerle ilgili görüş ve önerilerimize sürekli kapalı kalmıştır.

Gerek Meclis çalışmalarında, gerekse de milletimizi yakından ilgilendiren ve çözüm bekleyen acil konularda iktidar partisi çağrılarımıza duyarsız kalmış ve kendi bildiği gibi hareket etmiştir.

Böyle olduğu içindir ki, demokratik kültür gelişememiş, aksine var olan da tarumar olmuştur.

Muhalefet anlayışımızda, sürekli hükümet partisiyle çatışmak ve karalayıcı bir yaklaşım sergilemek hiç olmamıştır. Böylesi bir sorumsuzluğa da asla itibar edilmemiştir.

Yarışmacı bir siyaset geleneğinin kurumsallaşmaması, ister istemez kaba ve hoşgörüsüz bir siyaset dilinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Şayet iktidar-muhalefet ilişkileri, milli konularda asgari mutabakatı yakalayamazsa, emin olun ki, siyaset itidali terk eden ve karşılıklı kör dövüşüne dönen bir yapıya bürünecektir.

Bu bir çıkmazdır ve kendi kendi tüketen ilkellikten başka bir şey değildir.

Bize göre, iktidar-muhalefet arasındaki irtibatın sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi, taraflar arasındaki tıkanmış olan diyalog kanallarını da açacaktır.

Madem demokrasiyi yaşatmak istiyoruz, o halde, iktidar ve muhalefet arasındaki sorunların da mutlaka makul ve meşru bir çerçevede aşılması gerekmektedir.

Bu haliyle önümüzdeki genel seçimler ve oluşacak 24.dönem TBMM yapısı önemlidir ve şimdiden tüm partiler uzlaşma zemini etrafında tavır göstermelidir.

Bu itibarla gelecek yıl 12 Haziran’da yapılacağı anlaşılan genel seçimlerin önemi ve kıymeti daha da artmıştır.

Artık yeni Meclis yapısında geleneksel çatışma dinamiklerinin ortadan kaldırılmasına ve geniş bir perspektifle uygulanacak uzlaşma çabalarına çok ihtiyaç olduğu kuşkusuzdur.

Kabul etmeliyiz ki milletimiz kavga değil, huzur; kriz değil, refah; çatışma değil, işbirliği ve cepheleşme değil birlik talep etmektedir.

Bu sayede milletimizin ve devletimizin karşısına çıkarılan beka sorunları da kolaylıkla aşılabilecek, çoğalan sorun alanları teker teker giderilecektir.

Türkiye’nin güçlü olması pasaportuna bakarak değil, bütünlüğüne ve milli birliğine sarsılmaz bir inançla sahip çıkılarak gösterilecektir.

Vatandaşı yoksul ve çaresiz olup ama devleti güçlü olan bir millete henüz insanlık tarihi şahit olmamıştır.

Bu çerçevede, parti olarak buna ilk adımı kararlı bir şekilde atmış bulunmaktayız.

31 Ekim 2010 tarihinde, Ankara’da gerçekleştirdiğimiz ‘Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği’ toplantımız aziz milletimizde ve partimize gönül verenlerde büyük bir ilgi ve umut uyandırmıştır.

Geçmişte beraber olup da, bir sebeple ayrı düştüğümüz tüm dava arkadaşlarımızı içine alan bir güç birliği yapmak maksadıyla yola çıkmış bulunuyoruz.

Üç hilali gönlünde taşıyan, yanımızda olmasa da başarımız için dua eden ve uzaktan destek olan, şerefli mazimizde davamıza birlikte omuz verdiğimiz, ancak arzu etmediğimiz nedenlerden dolayı belirli dönemlerde bir arada olamadığımız dava arkadaşlarımızla tam bir kucaklaşma sağlayarak millet ve devlet bekasına sahip çıkacağız.

İmansız bir kuvvetin yürümeyeceğini, kuvvetsiz bir imanın galip gelemeyeceğini idrak eden vatansever yüreklerle bütünleşip emin adımlarla ilerleyeceğiz. 

Biz uçurumun kenarında güreş tutulmayacağını bilecek kadar farkındalığa ve basirete sahibiz.

Türk milletine bağlılıkta birleşenlerin, aynı çatı altında da bir araya gelebileceğine yürekten inanıyoruz. Kaldı ki bunu da zorunlu görüyoruz.

  • Türkiye’yi yaşatmak,
  • Türk milletini var etmek,
  • Devletimizi muktedir kılmak,
  • Ve bekamız için güç birliği yapmak için tavizsiz ve ön şartsız yola koyulduk.

Karşımızdakilerin nasıl bir düzen kurmak istedikleri belli iken kazanmaya ve başarmaya mecbur olduğumuz aşikârdır.

Ülkemiz, birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır mevzilere bölünmüşken, üzerimizde hesapları olanlar rahatça hareket edebilecekleri vasatı bulmuşken, bizim böylesi bir tehdide duyarsız kalmamız elbette mümkün değildir.

Hiç şüpheniz olmasın ki, milli devlet ülküsüne bağlı, milletimizi bir bütün kabul eden; mazlumun, ezilmişin ve mağdurun tarafında olan, refahı sağlamak için sürekli çalışan, zalime göz açtırmayan ve haksızlık yapanı cezalandırma kararlılığında olan kim varsa yeri ve adresi Milliyetçi Hareket Partisi’dir.

Yaklaşık 1300 yıldır aynı kıbleye dönmüş, aynı ağıtları yakmış, aynı türkülerle coşmuş; Yemen’den Cezayir’e; Bağdat’tan Viyana kapılarına, Kırım’dan Arabistan çöllerine ve Türkistan diyarına kadar anıları olan büyük milletimizin güç birliği yapmasının vakti gelmiştir.

İpliği kopmuş tespih taneleri gibi darmadağın olmaya karşı durmak için bekamıza sahip çıkmalıyız.

Bin yıllık kardeşliğimizi telef etmek için sıraya girmişlere fırsat vermemek için bir araya gelmeliyiz.

Gafilleri uyandırmak, hainlere mukadder silleyi indirmek için güç birliği yapmalıyız.

İnanıyorum ki, vatanı için kalbi atan, muzaffer bir milleti tekrar ayağa kaldırmak için çare arayan, bayrağım diyen herkesin buluşacağı yer Milliyetçi Harekettir.

Üç hilal ecdadımızın ihtişamıydı, gururuydu, namusuydu. İnşallah gelecek nesillerimizin de azameti olacaktır. Türkiye’nin son kalesi, aşılmaz burcu ve albayrağımızı sonsuza kadar dalgalandırmaya kararlı cesaretin hareket merkezi olmaya da Allah’ın izniyle kararlılıkla devam edecektir.

Değerli Arkadaşlarım,

Konuşmamın bu bölümünde ekonomideki gelişmeleri kısaca değerlendirmek istiyorum.

18 Kasım 2010 tarihi itibariyle AKP iktidarının sekizinci yılı dolmuş olacaktır.

Geride kalan yıllar, maalesef Türkiye ekonomisinde kalıcı ve etkili bir dönüşüm sağlayamamış, problemler artarak bugünlere kadar gelinmiştir.

AKP hükümetinin yola çıkarken verdiği sözlerin çoğu bir yıl geçtikten sonra bile unutulmuş ve vatandaşlarımız ekonomik olarak kötü duruma gerilemişlerdir.

Evet, doğrudur; Türkiye ekonomisi rakamsal ve oransal bakımından 2002 yılının ilerisindedir ve bu da son derece doğaldır.

Ancak, insanımızın hayat standartlarında sevineceğimiz bir iyileşme ve takdir edeceğimiz ilerleme ne yazık ki görülmemiştir.

Bakınız, Başbakan Erdoğan tarafından 16 Kasım 2002 tarihinde AKP hükümetinin Acil Eylem Planı açıklanmıştır.

Burada, hedeflenen kalkınmadan kaynaklanan gelirin adil bir şekilde dağıtılacağı, yoksulluk ve yolsuzluğun giderileceği vaat edilmiştir.

İlave olarak, vergi yükünün tabana yayılması için gerekli tedbirlerin alınacağı ve vergi mevzuatının basitleştirileceği hedeflenmiştir.

Üstelik uygulanacak para ve maliye politikalarıyla, reel sektör için acil önlemler alınacağı ve gerçek anlamda bir yatırım seferberliği için lazım gelen ortamın sağlanacağı belirtilmiştir.

Takdir edersiniz ki, bunların hiçbirisi gerçekleşmediği gibi, milletimize verilen diğer sözlerin de yerine getirilmediğini yaşayarak gördük.

Sosyal politikalardan kopuk olan ve insanımızı merkezine almayan ekonomi politikalarıyla ülkemiz bugünkü girdaba sürüklenmiştir.

Yatırım, üretim ve istihdam arasındaki irtibatı kuramamış olan AKP hükümetinin, sekiz yılın sonunda ekonomide tam bir başarısızlık örneği sergilediği ortadadır.

Hükümetin yapmakta geciktiği yapısal reformlar, makro ekonomik istikrarın tesis edilmesini engellemiştir.

Ekonominin iç ve dış şoklar karşısındaki dayanıklılığının iyice zayıflaması, vatandaşlarımızın refahına çok olumsuz etkiler yapmıştır.

Hafife alınan ekonomik kriz sonucunda da milletimiz yoksulluğun ve işsizliğin acımasız pençesine düşmüştür.

İçinden geçtiğimiz süreçte her hanede en az bir işsiz kardeşimiz varsa bunun müsebbibi hükümettir.

Yoksul vatandaşlarımız daha fazlasını hak etmelerine rağmen, yardım paketleriyle, erzak torbalarıyla avutuluyorsa bunun sorumlusu yine AKP iktidarıdır.

Pazarlarda fileler dolmuyorsa, çocukların yüzleri gülmüyorsa, ekmekler dilim dilim azalmışsa başka yerlerde suçlu aramaya gerek yoktur ve AKP tüm beceriksizliğiyle ortadadır.

Yandaşını abat eden, milletimizi fakirleştiren bu zihniyetin haktan, adaletten ve insanlıktan dem vurması kabahatlerini örtmeye yetmeyecek; işsizliğin ve yoksulluğun alevi AKP’yi sandıkta yakıp kül edecektir.

Muhterem Milletvekilleri,

AKP’nin sıcak paraya dayalı büyüme stratejisi, üretim sektörüne zarar vermiş, çalışan, alın teri döken, vergi veren, kira ödeyen girişimcilerimiz çok sıkıntılı günler yaşamıştır.

Ve hatta birçoğu ya işini tasfiye etmek zorunda kalmış ya da iflas etmekten kurtulamamıştır.

Toplumun her kesimi ekonominin hastalıklı yapısından payına düşen hisseyi almış; garip gurebanın, yetimin, mazlumun, mağdurun hayatı harap olmuştur.

Tarlasının başında, şapkasını yere vurarak ‘bu senede karnım doymayacak’ diyerek feryat eden çiftçimiz muhatap bulamamıştır.

Ürünü para etmemiş, ektiğinin karşılığını alamamıştır.

Esnafımız, raflarında satamadığı mallarının derdine düşmüş, her sabah umutla dükkânını açmış, her akşam hüzünle kapısına kilit vurmuştur.

Cepler boş, haneler mutsuz, yarınlar karanlıktır.

Geçtiğimiz yıl sayıları 238 olan ve bu yılda 313’e ulaşması beklenen alıveriş merkezleri esnaf ve sanatkârımızın hayat alanlarını tehdit eder hale gelmiştir.

Mahalle aralarına açılan marketler esnafımızın rızkını engellemiş; kırtasiyecilik yapan, bakkal işleten, terzilikle geçinen, kasap ve manavlıkla hayatlarını geçindiren kardeşlerimiz evlerine ekmek götüremez olmuşlardır.

Yaptığı işlerde para kazanamayan esnafımızın sigorta primleri ve vergi borçları canından bezdirmiştir.

Şimdi de kredi kartıyla borçlarının taksitlendirilmesi gündeme gelmiş, sanki çok önemli bir imkân sunulmuş gibi milyonlarca esnafımız istismar edilmiştir.

Peki, kredi kartına yüklenen borçlar ödenemediği zaman ne olacaktır? Birde banka faizleri esnafımızın sırtına binince bunun hesabını kim, nasıl verecektir?

Elbette borçlar taksitlendirilmelidir; ama borç yükünün hafifletilmesinin de çarelerine bir an önce bakılmalıdır.

AKP alacakların tahsiline değil, esnafımızın mutluluğuna dikkat kesilmelidir.

Borcu dağ gibi birikmiş olan esnaflarımız istihdam teşvikinden yararlanamamaktadır.

Kendisini ve ailesini sağlık imkânlarından faydalandıramayan esnaflarımızın üzücü durumları yüreklerimizi burkmaktadır.

İşini döndürme kaygısından olanlar ise devlete olan borçlarından ve bankalardaki sicil kayıtlarından dolayı istedikleri krediye ulaşamamaktadır.

Vergi ve prim borçlarının yeniden ve adaletli şekilde yapılandırılması esnafımızın en temel beklentisidir. Bu kapsamda gündemde olan prim affının doğru, ama yeterli olmadığı da açıktır.

AKP hükümeti döneminde; protestolu senet ve karşılıksız çek miktarlarında görülen artışlar ile esnaf sicilinden silinenlerin sayısındaki artışlar; başta esnaf ve sanatkârımız olmak üzere, ticaretle uğraşan vatandaşlarımızın perişan halini gözler önüne sermesi bakımından önemlidir.

Değerli arkadaşlarım, hükümetin gerilemesinden memnun olduğu enflasyon oranı, vatandaşlarımıza bir türlü yansımamış; en çok tüketilen gıda ürünlerindeki fiyat artışları alıverişleri azaltmıştır.

Nitekim son bir yıl içinde tüketici fiyatları yüzde 8,62 artarken; gıda fiyatları yüzde 17 oranında yükselmiştir.

Mutfakların ve sofraların vazgeçilmezleri devamlı zamlanmaktadır.

Ayrıca üretim hala yerlerde sürünmektedir.

Nitekim AKP’nin gelişme hikâyesine konu edilen Türkiye ekonomisinde; mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış sanayi üretimi eylül ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,4 azalmıştır.

Her tarafı dökülen ekonomik sistemin, son sekiz yılda geldiği sorunlarla dolu süreç gizlenemeyecek kadar belirginlik kazanmıştır.

AKP hükümetinin ekonomi politikalarının sonucunda;

  • Milletimiz işsiz ve yoksul kalmıştır.
  • Üretim durmuş ve yere çakılmıştır.
  • Memurumuz huzursuz ve mutsuz olmuştur.
  • İşçimiz bitkin ve heyecansız hale gelmiştir.
  • Emeklimiz dertli ve gözü yaşlı bir duruma gerilemiştir.

Eğer bunlar başarı ise ve eğer hala rakamlara bakarak büyümeden bahsediliyorsa ve krizin fırsata çevrilmesi böyle oluyorsa, diyebileceğimiz bir şey yoktur.

Milletimizi bu hale getiren bir hükümete bizim saygı duymamız, alkış tutmamız elbette mümkün değildir.

Unutulmasın ki, yoksulluğu ve çaresizliği her tarafa yayan bu iktidarla mücadelemiz her zemin ve şart altında kararlılıkla devam edecektir.

Son olarak bir konuya daha değinerek konuşmamı tamamlamak istiyorum:

Başbakan Erdoğan bugünlerde ikide bir; ‘yabancı ülkeler nezdinde gördüğü saygıyı, hürmeti ülkemizde göremediğini’ ifade ederek, kendince sızlanmaktadır.

Biz esasen, Başbakan Erdoğan ve partisine yabancıların neden saygı duyduğunu iyi biliyoruz.

Küresel güçlerin çıkarlarına ve menfaatlerine bu kadar hizmet eden siyasi zihniyetin, bu çevrelerden takdir görmesi şaşırtıcı görülmemelidir.

Başbakan Erdoğan’dan beklentimiz; dışarıda saygı görmeyi ve bundan dolayı kabaran gururunu bir kenara bırakarak, kendisine milletimizin önemli bir bölümü tarafından neden saygı duyulmadığı üzerine biraz düşünmesidir.

Tavsiyemiz bakışını Brüksel’e, Vashington’a değil; küçümsediği başkent Ankara’ya çevirmesidir.

İşte o zaman, bizce gerçek saygıyı hak edecektir.

Milletimizin ve siz değerli milletvekili arkadaşlarımın önümüzdeki hafta idrak edeceğimiz mübarek Kurban Bayramı’nı şimdiden kutluyor; bu mana yüklü özel günlerin hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.