Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı – İstanbul Milletvekili Sayın Prof. Dr. E. Semih YALÇIN’ın “CHP Sözcülerinin Partisine Yönelik Haksız Eleştirilerine Cevaben” yapmış olduğu basın açıklaması. 15 Ekim 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı – İstanbul Milletvekili
Sayın Prof. Dr. E. Semih YALÇIN’ın “CHP Sözcülerinin Partisine Yönelik
Haksız Eleştirilerine Cevaben” yapmış olduğu basın açıklaması.
15 Ekim 2016

 

Bir devleti ayakta tutan en önemli unsur, kuruluşunu sağlayan ana ilkelerin ve temeline dikilen kolonların sağlamlığıdır. Her alanda istikrarın sağlanması, öncelikle rejimin sağlam temeller üzerine oturmuş olmasına bağlıdır.    

Cumhuriyet bir binadır, devletin binasıdır. Devlet binası birkaç ana kolon üzerine oturur. Bina inşa edildikten sonra onu ayakta tutan ana kolonlardan birinin yok edilmeye çalışılması, binanın yıkılmak istenmesi anlamına gelir.

  Türkiye, kuruluşundan itibaren her ne kadar tek parti iktidarlarıyla yönetilmişse de yönünü daima çok partili demokrasiye, demokratik parlamenter sisteme çevirmiştir. 1950 Mayıs’ında yapılan ciddi anlamdaki ilk çok partili demokratik seçimden sonra Türkiye, geri dönülmemesi gereken bir yola girmiştir. Bu yol; fiilî durum yaratılarak veya Anayasa ihlal edilerek değil, bilakis halk iradesi ve hukukun üstünlüğüne saygı doğrultusunda açılmıştır. Ancak o tarihten sonra ne zaman Anayasa bir grup, zümre veya şahıs tarafından ihlal edilse, o zaman Türkiye’de halk iradesine ve hukukun üstünlüğüne dayalı kolonlar temelinden sarsılmıştır.

Türkiye, 2000’li yıllara çok acı tecrübelerden geçerek ulaşmıştır. Türk demokrasisi rüştünü ispat etmiş; devlet, çok şiddetli sarsıntılar karşısında bile dayanıklı kolonlara sahip olduğunu ispatlamıştır.

Ne var ki Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının 2014 yılında halk tarafından seçilmesinden sonraki süreçte; gerek içeride yaşanan önemli gelişmelerin gerekse bölgede ve uluslararası platformda meydana gelen olayların etkisiyle sistem, istikrarsızlığa sürüklenmiştir. Bunda 14 yıllık AKP iktidarının yol açtığı rejim tartışmalarının ve Anayasa ihlallerinin payı büyüktür.

Cumhurbaşkanı her ne kadar halk tarafından seçilse de bu yine bir Anayasa değişikliyle gerçekleşmiştir ve Türkiye’de hatalarıyla eksikleriyle bir Anayasa yürürlüktedir. Anayasa’da meşru yollardan gerekli değişiklikler gerçekleştirilinceye kadar Türkiye’de herkes ve bütün kurumlar Anayasa’ya mutlak surette uymak zorundadır. Devlet binasının ayakta kalması için bu şarttır. Halkın cumhurbaşkanını belirlemek üzere verdiği oy, seçilmiş olan kimseye ne Anayasa ve yasaların üzerinde davranma ne de millî iradeyi kendi üzerinde temerküz ettirme hakkını vermektedir.          

   2014’te halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanı Erdoğan da yenisi yapılıncaya kadar mevcut Anayasa’ya uymak zorundadır. Rejimin selameti, devletin hayatiyeti ve milletin bekası açısından bu elzemdir. Türkiye’nin içeride ve dışarıda büyük tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya bulunduğu hatırlanırsa Anayasa’ya kâmilen ve titizlikle riayet etmenin ne denli önemli olduğu daha iyi idrak edilecektir.

Türkiye’nin mevcut tehdit ve tehlikelere karşı mukavim olabilmesi, ana kolonların sağlamlığına, ayakta kalmasına veya daha sağlam hâle getirilmesine bağlıdır. Bilhassa 15 Temmuz’dan sonraki süreçte devlet kademesinin ve bilhassa cumhurbaşkanlığı makamının birlikte verdiği resmin anayasal düzlemdeki fotoğrafı daha da flulaşmıştır. Bu itibarla Türkiye’nin iç bünyesinde ve etrafındaki tehditlere direnişini zayıflatan fiilî durum bir an evvel son bulmalıdır.  

  Cumhuriyet’in üzerine bina edildiği kolonların takviyesi veya yerine yenisinin konması; meşru yollardan, halk iradesiyle sağlanmalıdır ki devlet ebediyen ayakta durabilsin.

İşte MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin; birkaç gün önce cumhurbaşkanının görev ve yetkileri, Anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi gibi konulardaki çıkışı, bu gerçeklerin ışığında değerlendirilmelidir.

  Türkiye’nin gerçeklerini göz ardı eden ve MHP hakkında ön yargılardan oluşan değerlendirmelerin hiçbirinde isabet yoktur. Mesele enine boyuna incelendiğinde Genel Başkanımızın yerden göğe kadar haklı olduğu anlaşılacaktır.

Hatırlanacağı üzere Genel Başkanımız, mevcut fiili durumun neden bir an evvel ortadan kaldırılması gerektiğini gayet açık ifadelerle; “Cumhurbaşkanı millet tarafından seçildiği gerekçesiyle fiili başkanlığı dayatmakta, görevinin sınırlarından taşmaktadır.” diyerek dile getirmiştir.

Genel Başkanımız, çözüm konusundaki önerilerini de yine aynı açıklık içinde şu ifadelerle ortaya koymuştur:

“Biri bizim için de en doğru olanı Sayın Cumhurbaşkanının yasal ve anayasal sınırlara çekilmesidir. Bu olmayacaksa, ikinci yol fiilî durumun hukuki yol aranmasıdır. Bu durum karşısında AKP başkanlık sistemiyle ilgili inadını sürdürecekse karşımıza iki seçenek çıkacaktır. AKP bir Anayasa hazırlığı varsa, mutabık kalınan diğer maddelerle birlikte TBMM'ye getirmelidir. Vekiller vicdanlarıyla oy kullanacaklardır. Bu anayasa değişiklik teklifi ya 367'yi aşarak kanunlaşacak, ya da 330'un üzerinde kalarak referanduma sunulacaktır. MHP her karara saygılıdır. Bizim düşüncemiz mevcut sistemin güçlendirilmesidir. Milletimiz aksini söyleyecek olursa buna da diyeceğimiz bulunmayacaktır.”

Bu beyanlarda AKP’ye destek anlamında tek cümle bile yoktur. Genel başkanımızın ifadelerindeki temel vurgu, “Anayasa’ya riayet ve millet iradesine müracaat”tır. Destek Türkiye’ye, devlet ve millet hayatınadır.

Buna rağmen ana muhalefet partisi CHP sözcülerinin bir bardak suda fırtına kopararak MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’ye yüklenmeleri, siyaset deryasında karaya oturmak üzere olan gemilerini kurtarmak için sergiledikleri umutsuz bir siyasi manevradır. 

MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin çıkışının AKP’nin ve Sayın Erdoğan’ın işini kolaylaştıran bir hamle olduğunu söyleyebilmek için; izan, idrak ve insaftan ziyadesiyle mahrum olmak gerekir ki maalesef CHP’de bu fazlasıyla mevcuttur. Nitekim CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke’nin edepten yoksun ve saygısızca cümlelerle Genel Başkanımıza saldırması, bunun en bariz işaretidir.

Söylenecek başka söz bulamayanlar, fikir dağarcığı kıt olanlar muhaliflerine küfür ve tahkir ihtiva eden cümlelerle hücum ederler. CHP sözcüsü Selin Sayek Böke’nin Genel Başkanımız hakkında asla söylenmeyecek sözleri sarf etmesi de kendisinin kıratını, seviyesini ve seciyesini; partisinin de fikir perişanlığını ele vermektedir.

Böke, halka rağmen Pensilvanya ve Kandil’den kulağına üflenen özel mesajlarla “sufle siyaseti” yapmaktadır. Halka rağmen gayrimeşru odakların iradesine ram olmakta, bir çeşit siyasi misyonerlikle Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktadır.

MHP’yi arka kapı politikası yapmakla itham eden bazı CHP’lilere, bunu en iyi ana muhalefet partisinin bildiğini; CHP’nin sadece arka kapı değil, merdiven altı siyasetinde de çok maharetli olduğunu hatırlatalım.

Zaten bu alışkanlıkları dolayısıyladır ki CHP’liler, cemaziyülevvellerini bilen halka müracaat etmekten korkarlar. Öteden beri, halk iradesinin değil de kapılı kapılar ardında alınacak dayatma kararlarının ülkeye yararlı sonuçlar getireceğini iddia ederler. 

CHP tepeden inmecidir, halk adına hareket ettiğini öne sürerek halka politika dayatan Jakoben anlayışın Türkiye’deki temsilcisidir. O bakımdan kapalı kapılar ardında, merdiven altlarında pazarlık yapmak; MHP’nin değil, CHP’nin harcıdır. CHP’nin son 60 yıllık siyasi tarihi incelendiğinde pazarlık ve merdiven altı politikasının çarpıcı numunelerine rastlamak mümkündür.

Sözde halkçı bir parti olan CHP, halktan ve millet iradesinden kaçan, korkan bir siyasi oluşum hâline gelmiştir.

Bunun içindir ki Selin Sayek Böke, parti tabanının gözünü boyamak, kamuoyunu etki altına almak için siyasi vals yapmaktadır.

CHP; siyaset otobüsünü halkın arasına değil, ebediyen “ana muhalefet durağı”na park etmiştir. Halka yaklaşacak yerde Kandil’e ve onun siyasi uzantısı olan HDP’ye yaklaşmış, “yanaşma politikası”na demir atmıştır.

Ana muhalefet partisi ve onun peşine düşen yazarçizer takımının isteği yaralı ve onarılamamış bir parlamenter sistem midir? Ülkede krizin ve kaosun derinleşmesi midir? Bu kaosun devamıyla birlikte yeni bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalmak mıdır? Bu anlayış PKK’ya, ABD’ye ve FETÖ’ye hizmet anlamına gelmez mi? 

CHP uzun zamandır Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sergilenen fiilî duruma ve Anayasa ihlallerine sessiz kalmıştır. Mesele MHP Lideri Sayın Bahçeli tarafından gündeme getirilince de açıkta yakalandığı ortaya çıkmış, bir tür savunma mekanizmasıyla partimize ve liderimize saldırıya geçmiştir.

CHP, MHP tarafından böyle daha kaç kez açıkta yakalanacaktır?

CHP yöneticilerinin sürekli Kandil’in ışığında yaşamaktan körelmiş, feri sönmüş gözleri; Türkiye’deki siyasi fotoğrafı göremediği gibi, üç hilalin ışığından da kamaşmaktadır.

Ana muhalefet partisi CHP; siyasi rakiplerinin çene yapısıyla uğraşacağına, politika lokmalarını çiğneyip sindirmesine engel olan diş çürüklerinin nedenlerine odaklanmalıdır. Türkiye’nin meselelerine çözüm üretmek şöyle dursun, kendi bünyesine sorun üreten etkenlerden kurtulmalıdır.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.