Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Şefkat ÇETİN’in, kuşatma altındaki Türkiye ve anayasa değişikliğine ihtiyaç duyulan olağanüstü şartlar hakkındaki yazılı basın açıklaması. 1 Şubat 2017
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Sayın Şefkat ÇETİN’in, kuşatma altındaki Türkiye ve anayasa değişikliğine
ihtiyaç duyulan olağanüstü şartlar hakkındaki yazılı basın açıklaması.
1 Şubat 2017

ABD’NİN TERÖRE DESTEĞİ TÜRKİYE İÇİN SÜRPRİZ DEĞİLDİR
BOP DEVAM ETTİKÇE TÜRKİYE HUZURA KAVUŞAMAZ
YENİ SİSTEMDE MİLLETTEN UZAK HDP’YE YAKIN CHP YOK OLACAKTIR
YENİ SİSTEMDE CHP CUMHURBAŞKANI ÇIKARAMASA BİLE MHP ÇIKARACAKTIR
MİLLİYETÇİ ÜLKÜCÜ HAREKET YIKILMADIKÇA TÜRKİYE GÜVENDEDİR

ABD’nin PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’ye zırhlı araçlar vermesi ve bu durumu gizleme gereği duymayarak resmi açıklamalarla doğrulaması Türkiye için sürpriz değildir. NATO müttefikimiz güney sınırlarımızda bir PKK devleti kurulması için uzun süredir her türlü desteği esirgemeden vermektedir. Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden başta PKK ve PYD’nin ise NATO silahlarıyla sayısız asker ve polisimizi şehit ettiği acı bir gerçektir.

Müttefiklerimiz IŞİD ile mücadele bahanesiyle Suriye ve Irak’taki terörü bütün bölgeye ve bilhassa ülkemize karşı bir tehdit olarak kullanmaya çalışmaktadır. Aynı yaklaşım, Türkiye’nin müttefik olmaya çalıştığı Rusya’nın PKK-PYD politikalarındaki ikiyüzlülüğünde de kendini göstermektedir. Astana görüşmelerinin arkasından Suriye’yi parçalayacak bir anayasa taslağının çıkması, akıllara Rusya ve ABD’nin Suriye’yi paylaşmak üzere anlaştığı ikinci bir Yalta sürecinin hortladığını getirmektedir.

Bölgemizdeki yeni paylaşım savaşında ABD ve Rusya’nın gittikçe yakınlaşan politikaları, sadece Suriye’yi değil Türkiye ve İran’ı da tehdit etmektedir. Dört parçalı Kürdistan projesi İsrail’in güvenliği ve enerji kaynaklarına sahip olmak için hayata geçirilmeye çalışıldıkça, ülkemize yönelik tehditlerin sona ermeyeceği malumdur. Bölgemizi yeniden dizayn etmeyi amaçlayan BOP projesi için ABD faaliyetleri devam ettiği sürece Türkiye’nin huzura kavuşamayacağı açıktır.

Zaten ülkemiz uzun süredir Suriye ve Irak üzerinden gelen bir terör dalgasıyla boğuşmaktadır. İçerideki 15 Temmuz darbe girişimi ve dışarıdan gelen terör tehdidinin aynı amaca hizmet ettiği artık anlaşılmıştır. Darbe girişimi Türkiye’de önemli bir kesimin uyanmasına ve akıllarını başlarına almasına vesile olmuştur. Bugün Suriye’yi parçalara ayıran anayasa taslağını dayatanlar, darbe girişimi başarılı olsaydı aynı şeyi Türkiye’de de yapacaklardı. Nitekim darbe girişimine giden süreçte Abant’ta HDP, fetö, AKP tarafından hazırlanan ve CHP’nin de onayladığı anayasa taslağının Suriye’deki bölünme anayasasından farkı yoktu. Dolmabahçe rezilliğinden sonra rafa kaldırılan bu anayasa taslağında Türklük yoktu, milli üniter yapı yoktu, ilk dört madde yoktu. Türkçe’nin resmi dil olmaktan çıkarılması için başlatılan kampanya ile Suriye’ye önerilen anayasada Arapça ile Kürtçe’nin eşit olarak kullandırılması talebi ne kadar benzemektedir. Suriye’ye Arap Cumhuriyeti adının çıkarılması dayatması ile Türkiye’de Türk adını yok etmeye dönük yapılan kampanyalar, ülkemizin nasıl büyük bir felaketin eşiğinden döndüğünü açık seçik ortaya koymaktadır. Sorunlarımıza milli perspektiften bir çözüm getirilmez ise, tıpkı Suriye’deki gibi tıpkı geçmişte Türkiye’de denendiği gibi millete rağmen nelerin yapılabileceği gayet iyi anlaşıldı.

Türkiye’ye dayatılan bölünme anayasası siyasi yollarla elde edilemeyince, darbeyle hayata geçirilmek istendi. Bu yüce millet darbeye de müsaade etmedi. Türkiye’yi toplumsal ve siyasal olarak paramparça edecek açılım gibi son derece yanlış politikaların hepsi iflas etti. Türkiye bir örümcek ağı gibi her tarafımızı saran ihanetin farkına vararak son dönemde ciddi bir milli refleks gösterdi. Türkiye’yle benzer bir kaderi Türk milliyetçilerinin partisi MHP de yaşadı. Ülkemiz üzerindeki hesaplarla MHP’nin ele geçirilmesi girişimleri arasındaki paralellik deşifre oldu. Milliyetçi Ülkücü Hareket vesayet odaklarının hem MHP hem de Türkiye üzerindeki hesaplarını bozacak cesareti ve feraseti gösterdi. Türkiye darbe, terör ve hatalı politikalarla sürüklendiği uçurumun kenarından dönerken, değişen şartlara uyum sağlayabilecek kadrosunu, insan gücünü ve kendi yönetim sistemini hazır hale getirmek zorunluluğu doğdu. Yaşanmışlıkların ışığında devletin yeniden organize edilmesi ve son derece yakınımıza kadar gelmiş tehditlere karşı hazırlıklı hale getirilmesi bir zarureti, MHP’nin inisiyatifiyle karşılık buldu.

İşte bugün Türkiye’de Milliyetçi Hareket Partisi’nin öncülüğünde devlet organizasyonunun yaşadığı tıkanıklıktan kurtulmasını sağlayacak, sorunlara ve tehditlere karşı daha aktif hale getirecek düzenlemeler yapılmaktadır. Önceki anayasa girişimleri ya da çözüm süreci gibi bütünüyle yanlış ve zararlı politikalardan ders alınarak bölücülüğe ve federatif başkanlık sistemine tamamen kapıları kapatan bir anayasa değişikliği yapılmaktadır.

Böyle bir değişikliğe Türkiye’nin ihtiyacı vardır. Çünkü mevcut sistem tıkanmıştır. Bizzat devletin en tepesindeki Cumhurbaşkanının uygulamaları sistemin meşruiyetini sorgulatmaktadır. CHP’nin dayattığı 367 garabetinin ardından 2007’de cumhurbaşkanını halkın seçmesini getiren anayasal düzenlemeyle birlikte sistem içinden çıkılamaz hale gelmiştir. Kenan Evren’den daha fazla yetkiye sahip cumhurbaşkanının bugünkü uygulamalarını engelleyecek ya da denetleyecek hiçbir mekanizma sistemimizde mevcut değildir. Yeni düzenlemelerle sınırsız yetkiler veriliyor iddiasıyla kampanya yürüten hayır cephesine, zaten şu anda sınırsız yetkiler kullanıldığını üstelik hiçbir sorumluluk taşınmadığını hatırlatmak gerekir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin anayasa değişikliği ile ilgili bugün ortaya koyduğu tavır, dün savunduklarıyla örtüşmektedir. Partimize yönelik bilhassa CHP üzerinden yürütülen kampanyanın aksine, MHP’nin bugüne kadar söyledikleri arasında hiçbir tezat yoktur.

Milliyetçi Hareket Partisi 7 Haziran seçimlerden bu yana cumhurbaşkanı anayasal sınırlar içerisine çekilmeli diyordu. Yapılan düzenleme ile cumhurbaşkanının sınırları, yetki ve sorumlulukları tanımlanmaktadır. Sınırsız yetki ve sıfır sorumluluğa sahip cumhurbaşkanı yerine, hem yargı ve Meclis tarafından sorgulanabilecek hem de millet karşısına yapılan işin sahibi olarak çıkarak hesap verecek bir cumhurbaşkanı getirilmektedir.

Biz dün; kuvvetler ayrılığı olmalı, yasama, yürütme ve yargıya müdahale edilmemeli, yargıdaki dosyalar sonuçlandırılmalı diyorduk. Düzenlemeyle yasamanın yürütme üzerindeki denetim mekanizmaları korunmaktadır. Kuvvetler ayrılığı korunmakta, devlet içerisine yerleşmiş vesayet odakları temizlenmektedir. Tıpkı yıllar önce başbuğ Alparslan Türkeş’in 9 Işık’ta belirttiği gibi, kuvvetli ve hızlı icra için yürütmedeki çift başlılık sona erdirilmektedir. Yürütme artık yasamanın içinden çıkmayacak ve mevcut parlamenter sistemin bütün partileri orada temsil edilmeye devam edecektir. Yürütmenin başı olacak Cumhurbaşkanı, milletin en az yüzde ellisinin oyunu almak zorunda olacak, bu durum millet egemenliğini pekiştireceği gibi millete rağmen politikalar yürütülemeyecektir. Atatürk’ün mirasını yemekten başka bir maharet gösteremeyen CHP’nin hırçınlığı, milletten uzak HDP’ye yakın mevcut yapısıyla devlet idaresinde olamayacağını gayet iyi bilmesindendir. Temenni ettikleri gibi yeni sistemde yok olacak olan MHP değil, bizatihi kendi köksüz ve çürümüş ideolojileri ve ittifaklarıdır. Yapılmamış seçimlerden peşinen korkmak CHP âdetidir. Çünkü milletin kendilerine vereceği cevap bellidir. Milliyetçi Hareket Partisi ise hiçbir zaman seçimden korkmamış, milletinden kaçmamıştır. Türkiye’nin milliyetçi, mukaddesatçı ekseriyetini temsil kabiliyetine sahip Partimizin, sistem ne olursa olsun Türkiye’yi yönetme iddiası hep olacaktır. Yeni sistemde CHP cumhurbaşkanı çıkaramayacağını düşünse bile MHP çıkarabilecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak demiştik ki, Cumhurbaşkanı yetkisiz yetkili gibi kanunsuz emirler verip uygulatamasın. Bugünkü anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanı yaptığı bütün icraatlarından sorumlu tutulacak, gerektiğinde yargı önüne çıkarılabilecektir. 7 Haziran sürecinde ortaya koyduğumuz bütün bu gerekçeler, bugün teker teker karşılık bulmuştur. Dün ne diyorsak bugün de aynı şeyi söylüyoruz. Tıpkı dün söz verdiğimiz gibi bugün de anayasanın ilk dört maddesine dokundurtmadık. Cumhurbaşkanının anayasal sınırlarını belirledik. Dün çözüm ortaklığına ve HDP ile yapılan bölücü anayasaya hayır diyorduk, bugün MHP’nin imzası bulunan milli üniter yapının korunduğu anayasaya evet diyoruz.

Türkiye’nin içte ve dışta kuşatılmaya çalışıldığı bir dönemde, Milliyetçi Ülkücü Hareket elbette ki devletinin ve milletinin yanında yer alacaktır. Meseleyi bir kişinin cumhurbaşkanlığının oylamasına dönüştürmeye gayret edenlerin oyunlarına hiçbir Ülkücü alet olacak kadar bilinçsiz değildir. Ülkücü’nün varoluş gayesi, devletin ve milletin bekasını her şeyin üstünde tutmaktır. CHP-HDP bloğunda milli menfaat aramak, Ülkücülüğün sadece sıfatını almış ama şuurundan yeterince nasiplenmemişlerden beklenebilir.

Tayyip Erdoğan nefreti üzerinden yapılmak istenen değişiklikleri engellemeye çalışanların unuttuğu şey, zaten O’nun hâlihazırda sınırsız yetkiye sahip cumhurbaşkanı olduğu gerçeğidir. Bugünkü sistemde yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı bütünüyle elinde tutan ve üstelik hiçbir şekilde yargılanamayan bir cumhurbaşkanını dert etmeyenlerin yapılacak yeni düzenlemeye hazımsızlıklarının asıl sebebi, milli üniter yapının korunmasıdır. Hayır cephesini oluşturan CHP-HDP ikilisinin kendilerini gizleyerek kampanyalarını milletin aklıyla alay edercesine milliyetçi bir söyleme oturtmaları gülünçtür. Bu CHP yönetimi 7 Haziran’da HDP’li hükümet ortaklığına ikna edebilmek için MHP’ye başbakanlık rüşveti veren partidir. Okyanus ötesi senaryoda MHP’yi oynatamayanlar, şimdi MHP’den koparmaya çalıştığı Ülkücüler üzerinden vazifelerini devam ettirmektedir.

Anayasa değişikliği ile MHP’nin yapmak istediği çok açık ve nettir. Devletin bekasını güvenceye almak ve güçlendirmek, devletimizi tehditlere açık hale getiren fiili açmazları ve sistem krizini sonlandırmak amaçlanmaktadır. 15 Temmuz darbe girişimiyle açığa çıkan başka devletlere hizmet eden hainlerin temizlenmesi, o güne kadar uygulanmış hatalı politikalardan dönülmesi, devletin yeniden yapılandırılması iradesi bugün ortaya konmakla kalmamış fiiliyata geçmiştir.

Zaten sınırsız yetkiler kullanan Cumhurbaşkanının tek adam yapılacağı gibi ucuz bir suçlamayla asıl yapılmak istenenin perdelenmesine Ülkücü Hareket müsaade etmeyecektir. Elbette ki devleti idare edenlerin geçmişte ya da bugün yaptıkları her hatanın hesabı sorulmalıdır. Ancak bunun mevcut sistem içerisinde yapılamadığı ortadadır. Ülkücüler siyasi çekişmelerin Türkiye’nin ve Türk milletinin menfaatlerine zarar verecek bir boyuta gelmemesi konusunda her zaman duyarlıdır. Evimizde bir yangın tehlikesi varken, kenarda oturup saçını tarayan bizden değildir. Önemli olan bugün milletimize ve devletimize yönelik kuşatmayı kıracak, gelecek nesillerimizi koruyacak hangi tedbirleri aldığımızdır. Birilerinin yaptığı gibi, kişileri hedef alırken makamları ve kurumları yıpratarak düşmanları sevindirmeye niyetimiz yoktur.

Ülkücülüğün tarifinde, devleti zaafa düşürecek tutum ve davranışlar içerisinde olmak yoktur. Ülkücünün varoluş gerekçesinde, devleti ebed müddet yaşatmak ülküsü vardır. Devleti yaşatacağız ve güçlü kılacağız ki, milletimiz de var olsun. Devletsiz kalan milletlerin akıbetini merak edenlerin, tarihin derinliklerine değil evini yurdunu kaybederek bir sığınak arayan sınır komşularımızın vatandaşlarına bakmaları yeterlidir.

Devletin millet hayatında ne kadar önemli olduğunu en iyi Ülkücüler bilir. Bu yüzden Türkiye’de devletine sadakatle bağlılıkta Ülkücülerden önde bir kesim yoktur. Ülkücülerin aldığı hiçbir karar küçük hesapların eseri değildir. Ülkücü önce ülkem ve milletim sonra partim ve ben diyecek şuura erişmiş insandır. Ülkücü Hareket Türklük davası bilincine sahip, uzun ve çetin bir mücadeleyi göze almış bilinçli insanlar topluluğudur. Bu yüzden teşkilatlıdır, bu yüzden alınan her kararının ardında sonuna kadar durandır. Ülkücü Hareket hiçbir zaman bir başıbozuklar topluluğu ya da başka siyasi emellerin rahatlıkla kullanabileceği zayıflıkta insanlardan oluşmamıştır. Teşkilatıyla birlikte hareket etmeyen, yol her çatallaştığında şaşıranların bir davanın mensubu olmak gibi bir iddiası olamaz. Onlar ya başka davaların emriyle, çıkarlarıyla ya da bilinçsizce hareket eden insanlardır. Milli mücadelenin kahramanı olmak yerine hırslarına yenik düşerek Yunan’a hizmet eder hale gelen Çerkez Ethem ibretlik bir örnektir. Herkesin kendi teşkilatına tabi olması beklenen ve doğal olanıdır. Alınan bir kararın gerekçeleri elbette ki önemlidir ancak bir Ülkücü için daha önemli olan Ülküdaşlarının içinde bulunduğu teşkilatıyla birlikte hareket etmesidir.

Davası Türklük, Türkiye’nin ve Türk milletinin menfaatleri olan Ülküdaşlarımız teşkilatlarının yanında ve emrindedir. Türkiye’yi bölme projesine MHP’yi parçalayarak hizmet etmeye çalışanlar bilsinler ki, Milliyetçi Ülkücü Hareket’in yiğit evlatları, liderimizin etrafında ve kutlu davalarının emrinde bir kale gibi dimdik durmaktadır. Bu davaya gönül veren, ömrünü adayan her Ülküdaşımız şunu gayet iyi bilmektedir ki, Milliyetçi Ülkücü Hareket yıkılmadıkça Türkiye güvendedir. Bu yüzden Milliyetçi Ülkücü Hareket’te görev yapmak gibi çok şerefli bir vasfı ömür boyu taşıyabilmek, Türk milletine yapılabilecek en büyük hizmettir.