Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 16 Mayıs 2017
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
16 Mayıs 2017




Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis parti grup toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyor, en iyi dileklerimi yüksek heyetinizle paylaşıyorum.

Konuşmamın başında bizleri derinden sarsan feci bir kazadan bahsetmek istiyorum.

13 Mayıs 2017 Cumartesi öğlen saatlerinde, Muğla-Antalya karayolunun Sakar Geçidi mevkiinde katliam gibi bir kaza meydana gelmiştir.

İzmir Buca’dan Marmaris’e gitmek üzere hareket eden bir midibüs kontrolden çıkarak şarampole yuvarlanmıştır.

Bu elim ve yürekleri kavuran kazada 24 kardeşimiz hayatını kaybederken 10’u da yaralanmıştır.

Kazanın bilançosu maalesef korkunç boyuttadır.

Öncelikle hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı niyaz ediyorum.

Yaralılara ise acil şifa dileklerimi iletiyorum.

Bu kazanın tüm yönleriyle incelenip aydınlatılmasını özellikle ümit ve temenni ediyorum.

Şunu bilhassa vurgulamak isterim ki, trafik terörünün belinin kırılması artık ertelenmesi, ihmale kurban verilmesi mümkün olmayan bir hedef olmalıdır.

Böylesi felaketlerin tekrar yaşanmaması hususunda lazım gelen idari veya yasal tedbirlerin sırasıyla ve çok acil alınması milli ve vicdani bir beklentidir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, insanımızın hayatını tehdit eden, can güvenliğini riske sokan her türlü kaza ve belaya karşı üzerimize ne düşüyorsa, elimizden ne geliyorsa yapacağımızı kararlı bir şekilde ifade ve ilan ediyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Felaket ve musibetler karşısında insanlığın tecrübe imbiğinde damıttığı başlıca iki tip davranış tarzı göze çarpmaktadır.

Bunlardan ilki, her türlü mütecaviz ve melanet niyet ve teşebbüsleri sineye çeken, alttan alan, hatta teslim olan korkaklıktır.

Unutmayalım ki, korkaklar hiçbir devirde başarı ve zaferin mimarı olamamışlardır.

Bir diğer davranış tarzı ise öz değerlerine bağlı, gücünü inançlarından alan, zorluklara boyun eğmeyip mukavemet ve mücadele ruhunu anında harekete geçirebilen kahramanlıktır.

Ve tarih sayfaları anıtlaşmış kahramanların eliyle yazılmıştır.

Şartlar ne kadar ağır olsa da, gelişmeler ne denli aleyhe dönse de tarihsel mizanda kahraman çığır açmayı bilmiş, parmakla gösterilerek zamanlar üstü kalmayı başarmıştır.

Hem tarih mabedinde, hem de insanların hafızalarında yüzyıllarca yaşayabilenler maceraperestler değil, kahraman kişiliklerdir.

Türk tarihi kahramanlar açısından talihli ve çok şükür bereketlidir.

Çünkü kahramanlığın kaynağı, uzun asırlar boyunca kutlu varlığını kahramanca muhafaza eden elbette büyük Türk milletidir.

Kahraman olmak için yalnızca savaşmak, yalnızca muzaffer olmak yeterli değildir.

Sabır ve aklın marifetine, iman ve vicdanın müesses gücüne, adalet ve ahlakın müessir etkisine bağlı ve hürmetkâr her yürek bir yönüyle kahramandır, kahramanlığı hak etmektedir.

Türk milletinin sinesinden nice kahraman çıkmıştır, bundan sonra da çıkması mukadderdir.

Dedim ya, asıl kahramanlık destanı aziz millet varlığıdır.

Bu alandaki mukayeseli üstünlüğümüz önümüze korku dağları dikenleri devirmiştir.

Milli ruh ve asaletimize gölge düşürmeye kalkanlar her dönemde acıklı sonla tanışmışlar, hak ettikleri mağlubiyetle tasfiye ve telin edilmişlerdir.

Türk milletini tanıyanlar için bu ifadelerim şaşırtıcı olmasa gerektir.

1919’un 15 Mayıs günü İzmir işgal edilmişti.

Kaldı ki, bu işgal girişimi 12 saat önce hem hükümete hem de İzmir Valisine tebliğ edilmişti.

14 Mayıs sabahı İzmir Valisi Kambur İzzet Paşa bir muhabire aynen şöyle demişti:

“Bu söylentileri çıkaranlar kötü niyetli ve hayali geniş kimselerdir. Endişeye mahal verecek bir durum yoktur.”

Bu zavallı ve zelil vali, 15 Mayıs sabahında bile işgal haberlerinin doğru olmadığını iddia ediyordu.

Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa da aynı havada, aynı tutumda, aynı zilletin pençesindeydi.

Ve Türk tarihi bu korkakları, bu teslimiyetçi güruhun isimlerini bedduayla anılacak şekilde kaydetmiştir.

Diğer tarafta ise henüz 31 yaşında olmasına rağmen işgale hayır diyen Hasan Tahsin isimli bir kahraman sıktığı ilk kurşunla her zaman ihtiram ve itibarla yad edilecektir.

Bir yanda kokuşmuş vali ve kolordu kumandanı, diğer yanda ise Hukuk-u Beşer Gazetesi’nin başyazarı Hasan Tahsin; kahramanlıkla korkaklık arasındaki kalın duvarın iki yanındaki isimler olarak milli hatıraya mal olmuşlardır.

İşte böyle bir atmosfer ve ortam içinde parlayan işgal süngülerine, topraklarımızı adımlayan düşman postallarına karşı Anadolu’nun bağrından bir itiraz yükselmiştir.

Bu itirazın milli mümessil ve mübeşşiri Bandırma Vapuruyla 16 Mayıs 1919’da Karadeniz’e açılan, 19 Mayıs 1919’da karaya ayak basan kurucu kahraman Mustafa Kemal Paşa olmuştur.

15 Mayıs’ta işgalcilere sıkılan ilk kurşunla, 19 Mayıs günü Samsun’da atılan ilk adım birbirini tamamlayan, birbiriyle içiçe geçerek halka halka büyüyen istiklal onurunun baki kalacak diriliş meşalesidir.

Bu meşale bir kere yanmış ve yakılmıştır.

Bağımsızlığımız üzerinde hesap yapanlara bu vesileyle hatırlatırım ki;

Ne namerde muhtaç oluruz, ne de alçak heves ve hain çıkarlara aman dileniriz.

Biz de ne Hasan Tahsin, ne de Mustafa Kemal biter.

Bitti gibi görünür, ama hiç olmadık zamanda bir kahraman nesil ortaya çıkar, emaneti can pahasına müdafaa eder.

Nitekim onurumuzla yaşar, vatan ve millet yolunda da onurumuzla ölmesini biliriz.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Gazi Mustafa Kemal umutsuz ve uğursuz bir zaman aralığında bile, milletinin aydınlık ufuk çizgisine odaklanmış yüksek karakter ve kahramanlık mahsulü bir şahsiyetti.

Başka türlü davranmasını bilen, çağının dar kalıplarından taşan, devamlı ileriyi gözleyen, ısrarla iyiyi isteyen, ilkeleriyle hareket eden, milli ülkülere sırtını yaslayan büyük bir komutan, eşsiz devlet ve siyaset adamıydı.

Bu yüzden olacak ki, Cumhuriyetimizin kurucusu aziz Atatürk’e sürekli saldırı ve sataşmalar olmuş, ihtimal ki, arkası da kesilmeyecektir.

Utanma nedir bilmeyen, insanlık nedir anlamayan, vicdanlarında millilik kırıntısı bulunmayan bir avuç işbirlikçi ve kimliksiz sözde tarihçi Atatürk’e dil uzatmışlardır.

Merhum ve muhterem annesi ve manevi kızıyla ilgili aşağılık dedikodu çıkarmışlardır.

Bu dedikoduların ne dinimizde ne de milli ve kültürel hayatımızda yeri vardır.

Bir defa aziz Atatürk’e iftira atanların yediği içtiği haram; esip savurduğu haysiyetsizliktir.

Bu ülkede tarihçilerin köküne kıran mı girdi?

Bu ülkede tarih konusunda atıp tutmak düşman işbirlikçilerinin mesleği mi oldu?

Türkiye’nin yüz karası beşinci sınıf sözde tarihçiler, tarihi şahsiyetlerimizden ne istiyorlar?

Neyi arayıp bulmanın peşine düşüyorlar?

Bakarsanız, bir dizi bahanesiyle Kanuni Sultan Süleyman’ı tartışırlar, yargılayıp hüküm verirler.

Şehzade Mustafa’nın katlinden dolayı suçlarlar.

Hürrem Sultan karşısında zayıf bulurlar.

Devşirmeleri yükselttiği için kızarlar.

Dönerler kanun ve nizamından dolayı kutsarlar.

Ülkeler aldığı için hayranlıkla överler.

Bir bakarsanız 2.Abdülhamid’e kafayı takarlar.

Kızıl sultanlıkla büyük hakanlık arasında gelgit yaşarlar.

Sonra tutarlar, Mustafa Kemalle uğraşır, en olmadık hakaret yarışına girerler.

Bununla da yetinmezler, namus ve şerefle oynamaya kalkarlar.

Nedir Atatürk’e çatmanın, kara çalmanın gerçek gayesi?

Nasıl anlayalım, tarihi şahsiyetlerimiz arasında o iyiydi, bu kötüydü diye ayrımlar yapmanın hedefini?

Aynı bilgiyle zıt ve uçuk yorumlara nasıl ulaşılmaktadır?

Tarihte husumet kazısı yapmak, kutuplaştırıcı beyan ve bilirkişilik taslamak eğer cahillik değilse kesinlikle düşman sevindiren vatan hainliğidir.

Bütün tarihi değer ve büyüklerimiz ruhsuz ve şuursuz, mukallit ve melanet sözde tarihçilerin kerameti kendinden menkul takdir ve keyiflerine bırakılmayacak derecede önem arz etmektedir.

Bunlara sesleniyorum; Türk tarihinden çirkin elinizi çekin, zehirli dilinizi kesin.

İki ucu keskin övgü ve sövgü kümesine Türk tarihi nasıl sıkıştırılacaktır?

Buna kimin ne hakkı vardır?

2.Abdülhamid ve Gazi Mustafa Kemal birbirini tamamlayan Türk tarihinin şerefli ve iftihar ettiğimiz iki yüzüdür.

Milli ve tarihi mirastan nasiplenmemiş yüzsüz ve şerefsizler bunu idrak edemeyeceklerdir.

Bugün Mustafa Kemal’e ağır ima ve iddialarda bulunanların bilmesi lazım gelir ki; yalan ve iftira bumerang gibidir, mutlaka geri dönecektir, bununla da kalmayıp taraf ve taraftarlarını rezil rüsva edecektir.

Anlaşılan yarası olan gocunmaktadır.

Soyu sopu karışık olanlar ilk fırsatta ayaklanmaktadır.

Geçmişinde sorun ve gölge bulunanlar, kanında leke ve virüs dolaşanlar ya da kendi ayıp ve günahlarını kapatmak için telaşa kapılanlar hak ettikleri cevap ve muameleyi bizzat Türk milletinden inşallah göreceklerdir.

Asılsız ve alçakça ithamlarla Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ü gözlerden ve gönüllerden düşüreceklerini sanan varsa, ya zekaları kurumuş, ya da insanlıkları kaybolmuştur.

Bugün abuk sabuk konuşanlar kurucu kahramanlar olmasaydı dede diye kime sesleneceklerini tavsiyem odur ki bir kez daha düşünmelidirler.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Gazi Mustafa Kemal yalnızca hisleriyle değil, yalnızca heyecanıyla değil; aynı zamanda akıl, sabır, ihtiyat, strateji, denge, sorumluluk ve milli değerlerle hareket etmiş, hedeflerine ulaşacağına inanmıştı.

Müşkülatlar karşısında geri adım atan değil, üstüne üstüne giden, sonuç almak için direten, direnç gösteren azim ve irade sahibi bir askerdi.

Zulme ve zulmete boyun eğen değil, bunlara karşı direnen ve kazanan, başka seçeneği aklının ucuna getirmemiş ortak bir değerimizdi.

Mustafa Kemal, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’ni duyar duymaz, “bütün felaketlere rağmen ben, Türk’ün sesini işittirebileceği kanaatindeyim. Bu yolda işe başladım.” demişti.

13 Kasım 1918’de Adana treninden inip Haydarpaşa rıhtımına ayak basınca karşısındaki tablo içler acısıydı.

Düşman donanması zafer bayraklarını açarak İstanbul’a girmişti.

Sahiller Levantenlerin sarhoş çığlıklarıyla, palikaryanın meydan okumasıyla çınlıyordu.

Bu kahredici manzara karşısında bile ürkmedi ve dedi ki; geldikleri gibi giderler.

Çok şükür, gün geldi aynen de dediği gibi oldu.

Tutsak alınmış Anadolu’yu emsalsiz bir kurtuluş mücadelesiyle haçlı bakiyelerinden bir bir temizledi, milli varlığı güvenceye aldı.

Biliyordu ki, esir düşmüş insan yürüyen ıstıraptır.

Bunu kabullenmedi, istilaya katlanmadı, tamam demedi.

Bu maksatla da 98 yıl önce Samsun’a çıktı, Samsun’dan bağımsızlığın kıvılcımını tutuşturdu.

Anadolu’ya taşınan bağımsızlık ideali ve mücadele azmi; Havza’dan alevlendi, Amasya’dan körüklendi, Erzurum’dan yayıldı ve Sivas’tan tüm vatan sathında yankı buldu.

Türk milleti, onun liderliğinde hürriyetini zincire vurmak isteyen zalim tutkulara karşı amansız ve acımasız bir savaş verdi.

Bu savaş haklı ve meşruydu.

“Ya istiklal Ya ölüm” seslenişi Samsun’dan itibaren beliren derin kavrayış, tavizsiz milli duruş, gözleri kamaştıran inanmışlık ve Türk milletine adanmışlıkla gerçekleşmiştir.

Bilinsin ki, 98 yıl önce, Türk milleti etnik topluluklar koleksiyonu olsun diye Samsun’a çıkılmadı.

98 yıl önce, etnik ve mezhepsel aidiyetler millet bilincinin önüne geçsin diye ilk adım atılmadı.

Samsun’a Türk milletinin namusunu, şerefini kurtarmak ve kimseye muhtaç olmadan var olabilmesini sağlamak ve sağlama almak için çıkıldı.

İşgalci mihrakların bayrakları altında, sömürge valileri yönetiminde köle olmamak için Samsun’dan Anadolu’ya ulaşıldı.

Ne kadar övünsek azdır ve ne kadar gururlansak yeterli değildir.

Önemle altını çizmek isterim ki;

Ülkemizin bekası için gösterdiğimiz duruş ve kararlılığı siyaset icabı, zayıflık, acizlik zannederek göz ardı edenler, geçen yüzyılın başlarında milletimizi kurtaran ve devletimizi kuran tarihi misyonumuzu tıpkı dönemin işgalcileri gibi fark edememiş olanlardan başkası değildir.

Bu bakımdan Türkiye'nin milli birliği ve kardeşliğinin devamı için sergilediğimiz sorumlu ve sağduyulu tutumu ve öngördüğümüz uyarıları hiç kimse bir zaaf belirtisi olarak görmemeli, sonu ağır olacak hesap hatasına düşmemelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi 19 Mayıs şuurunu iliklerinde taşıyan, kurucu ve kurtarıcı bir fikre dayanan, işgal ve ihanete asla prim vermeyen, vermeyecek olan muhteşem bir millet eseridir.

Bu eserin kapağında Ne Mutlu Türküm diyene yazmaktadır.

Bu eserin her satırı Türk tarihidir.

Bu eserin her sayfası şehit ve gazilerimiz tarafından mühürlenmiştir.

Bu itibarla, 19 Mayıs’tan intikam almak, 29 Ekim’in rövanşını aramak için pusuya yatmış köksüz ve işbirlikçiler önce bizi aşmak, bizi yenmek, bizi etkisiz hale getirmek mecburiyetindedir.

Milliyetçi Hareket Partisi Samsun’a çıkan irade, Sakarya ve Dumlupınar’da çakan şimşektir.

19 Mayıs; teslimiyet belgelerini yırtıp atan ibretlik ve iffetli cesaretin timsalidir.

Aynı zamanda manda ve himaye çağrılarını bastıran kahramanlığın sedası, yabancı emellerin asla amacına ulaşamayacağını haykıran milli seslenişin ta kendisidir.

Türk milleti bu seslenişe sonsuza kadar sevdayla bağlı ve vefalı kalacaktır.

Ve 19 Mayıs 1919 unutulmamış, unutulmayacak, unutturulmayacaktır.

Cenab-ı Allah’ın himayesi ve aziz milletimizin fedakârlıklarıyla Samsun’da başlayan tarihi yolculuk gün gelmiş başkent Ankara’da Cumhuriyet’le birlikte sonuca ulaşmıştır.

Ne var ki, Türk milletinin kolayca teslim olacağını zannedecek kadar şuurlarını kaybedenler, şimdi daha etkili ve büyük bir oyunu devreye sokmuşlardır.

Nitekim geçen yıllarda Türk milletinin maruz kaldığı tehdit ve tehlikelerin seyrinde bugüne kadar bir azalma, bir hafifleme, bir zayıflama olmamıştır.

Türk vatanının birliği ve dirliği için söz veren, yemin eden Türkiye sevdalılarına yönelik mütecaviz saldırılarda gözle görülür bir artış yaşanmıştır.

Milli ve manevi değerlerimizi tahrip ve imha etmek için bu defa da maşa kullanmaya girişenler dün alamadıkları sonuçları bugün almaya çalışmaktadır.

FETÖ’ye bakınız bunu göreceksiniz.

PKK’ya bakınız bunu fark edeceksiniz.

Hiçbir kötü ve aşağılık oyun başarıya ulaşamayacak, tehditler mesafe alamayacak ve bağımsızlık iradesi kırılamayacaktır.

Elbette 19 Mayıs’ın; ‘Gençlik ve Spor Bayramı’ olarak kutlandığı dikkate alındığında, Türk gençliğine çok büyük görev ve sorumluluklar düşeceği de ortadadır.

Geleceğimizin teminatı sevgili gençlerimizin, Türkiye’nin bugünkü manzarasını endişeyle takip ettikleri açık ve nettir.

Türk gençliğinin, dünün muhterem hatıralarına mutlaka sahip çıkacağına, art niyetlilere ve bunlara çanak tutanlara fırsat vermeyeceğine yürekten inanıyorum.

Temennim, her bir gencimizin huzurlu, mutlu ve gelecek kaygısı taşımadan yaşayacağı günlere yakın bir zamanda ulaşmasıdır.

Bu vesileyle büyük Türk milletinin ve değerli gençlerimizin iki gün sonra karşılayacağımız 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı şimdiden ve içtenlikle kutluyorum

98 yıl önce başlattıkları bağımsızlık mücadelesi neticesinde, bizlere vatan kazandıran başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere; milli mücadele kahramanlarına ve aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, muhterem anılarını hürmetle yâd ediyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’mizin haklı ve meşru beka mücadelesi tüm engelleme ve karşı saldırılara rağmen milli dayanışma ve kardeşlik ruhuyla sürmektedir.

Sınır ötesinden kaynaklanan vahim tehdit dalgası uzun süredir alarm vermektedir.

Terör örgütleri aldıkları küresel destek sonucunda ülkemizin çevresinde konuşlanmış durumdadır.

Türkiye'nin milli birliğini, üniter devlet yapısını ve toprak bütünlüğünü hedef alan terör ve bölücülük sorunu giderek ağırlaşmaktadır.

Bu yakın ve yalın gerçeği görmek, buna göre vaziyet ve pozisyon almak geldiğimiz bu aşamada zorunluluktur.

İçeride FETÖ ve PKK, dışarıda PYD-YPG ve IŞİD bekamızı yarmak ve yok etmek için faaliyetlerine hız vermişlerdir.

Türkiye üzerinde sahnelenen oyunların etapları ve nihai hedefi belirgin ve bilinmektedir.

İlk etapta milli egemenlik anlayışının yeniden tanımlanmasıyla çok kimlikli, çok milletli parçalı bir devlet yapısının kabul edilmesidir.

Bunun bir ucundan tutmak için CHP telaşla devreye girmiştir.

Nihai amaç da Kürdistan’ı kurmak ve kabullendirmektir.

16 Nisan Halkoylamasından çok önceleri CHP ile HDP arasında başlayan yakınlaşmanın, 2019 rezervi ve yeni anayasa hazırlığı kılıfıyla taçlandırma ve siyasi nikahla tescilleme niyeti artık meydandadır.

CHP’li kuryeler cezaevinde bulunan HDP’nin malum eşbaşkanından hevesle aldıkları mesajları taşıyarak milletimize ölümü gösterip sıtmaya razı etmenin kurnazlığına talip olmuşlardır.

CHP yine mayınlı alanlarda dolaşmakta, HDP’yle gelecek planlaması yapmaktadır.

Elbette bu çarpıklık ana muhalefetin kendi bileceği bir iştir.

HDP’ye fahri sözcülük yapmak net biçimde Kandil’e göz kırpmak, İmralı’ya şirinlik yapmak, Kürdistan müteahhitlerine takla atmaktır.

Bunu da milletimiz gayet iyi değerlendirecek, herkese layık olduğu şekliyle muamele edecektir.

HDP eşbaşkanının sözde müthiş fikirlerine bel bağlayan, ağzından çıkanları hazine bulmuş gibi heyecanla kamuoyuna aktaran partinin ismi, şu işe bakınız ki Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’dir.

HDP, terör örgütüyle arasına mesafe koymamıştır.

HDP’den, bölücülüğün reddi konusunda ikna edici, samimi ve hatta nedamet içeren herhangi bir açıklama da duyulmamıştır.

Geçen hafta dört kahramanımız terörle mücadele halindeyken şehit düşmüşlerdir.

Acı yine milletimizi bulmuştur.

20 Temmuz 2015’ten bu tarafa toplam şehit sayımız bin 194’e ulaşmıştır.

Huzurlarınızda bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı dileklerimi tekrarlıyorum.

Türkiye içten ve dıştan kıskaca alınmıştır. Bunun inkarı imkansızdır.

Terör örgütleri, içimizdeki açık veya gizli destekçileriyle Türk milletinin varlığını dinamitlemek için tuzak üstüne tuzak kurmaktadır.

Terörden beslenen etnik bölücülük sorununun, temel hak ve özgürlük arayışı ve meşru bir kimlik talebi şeklinde tanımlayanlar bilinmelidir ki, dökülen her şehit kanında parmak izi olanlardır.

Bunların sözüne güvenilmez, güvenilmemelidir.

19 Nisan 2017’den beri süren operasyonlar PKK’nın vatan topraklarını ne hale getirdiğini, özellikle İncebel Dağları ile Kato bölgesinde nasıl yuvalandığını gözler önüne sermiştir.

Tespit edilen 10 mağarada çok sayıda silah ve mühimmat bulunmuştur.

Ayrıca Şırnak Bestler-Dereler bölgesinde Rus menşeli SA-16 tipi hava savunma füzesi ele geçirilmiştir.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Pekin’de yaptığı bir konuşmasında, Suriye’deki terör gruplarına silah sağlamadıklarını, ancak iletişim kurdukları ve kurmaya da devam edeceklerini söylemesi bizim nezdimizde inandırıcı ve ikna edici değildir.

PKK hızla ve yoğun olarak silahlanmaktadır.

PYD-YPG silah ve cephaneye boğulmaktadır.

Geçen haftaki grup toplantımızda, ABD ile Rusya tarafından terör örgütlerine sağlanan silah yardımlarını sert bir şekilde eleştirmiş, artık buna bir son verilmesi gerektiğini vurgulamıştım.

Ne var ki, ABD sınırlarımızın hemen bitişiğindeki bölücü terör örgütlerinin hamisi rolüne soyunmuş, silah sevkiyatını tırmandırmıştır.

Bundan şu ana kadar da taviz vermemiştir.

ABD, terazinin bir kefesine terör örgütlerini, diğer yanına da NATO müttefiki ve stratejik ortağı Türkiye’yi koymakla tarihi bir hataya sürüklenmiştir.

Ön çalışmalarda bulunmak üzere, aralarında Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarının da yer aldığı Türk heyetinin Washington’da olduğu sırada, ABD yönetimi PYD-YPG’ye silah yardımını resmen onaylamıştır.

Bu skandal bir karardır, ne dostlukla ne de müttefiklik hukukuyla bağdaşacaktır.

Anlaşılacağı üzere, Türkiye-ABD ilişkileri krizdedir, çıkmazdadır, hatta deyim yerindeyse can çekişmektedir.

Ülkemizin bütün ikazlarına rağmen YPG-PKK silahlandırılmaktadır.

Rakka operasyonunu PYD-YPG ile planlayan ABD’nin ateşle oynadığı su götürmez bir gerçektir.

Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün ABD Başkanıyla yapacağı görüşme kritik ve tarihi önemdedir.

Geçtiğimiz Cuma günü Çin’e giderek Kuşak ve Yol Zirvesi Forumuna katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan dün ABD’ye gelmiştir.

Görüşmenin “virgül değil nokta mesabesinde” olacağını bizzat Sayın Erdoğan söylemiştir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin hak ve çıkarlarını temsil edip savunmak üzere muhatabıyla masaya oturacaktır.

Buradan güçlü bir şekilde diyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ardında Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletinin kudreti vardır.

Makamı ve mevkii ne olursa olsun, hiç kimse gaflete düşüp Türkiye’yi aciz görmemeli, terör örgütleriyle aynı seviyeye indirmemeli, küçümseme yanlışına düşmemelidir.

Sayın Cumhurbaşkanı arkasına milletimizin hayır duasını alarak muhataplarının karşısına çıkacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi de milletimizin ve devletimizin tezlerinin sonuna kadar müdafaası şartıyla ABD’de Türkiye’yi temsil eden devlet ve hükümet yetkililerinin gönül huzuruyla yanındadır.

Sayın Cumhurbaşkanı ABD’ye gitmekle isabetli bir karar almıştır.

Şimdi sırayı belgeleriyle ve delileriyle birlikte PYD-YPG’nin Türkiye’yi nasıl tehdit ettiğini anlatmak almıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Pekin’de yaptığı bir değerlendirmede; “ABD’deki görüşmede PYD konusunda nihai kararı vereceğiz. Eğer ittifaka gölge düşecekse başımızın çaresine bakarız” açıklaması oldukça anlamlıdır.

Elbette Türkiye derme çatma bir ülke değildir.

Türkiye çadır devleti hiç değildir.

Eğer ABD’yle ittifak, sırf PYD-YPG-PKK yüzünden ağır şekilde zedelenir, kopma noktasına gelirse, başımızın çaresine bakmamız kadar doğal ve doğru olan bir tercih olmayacaktır.

Yeni bir dünya kurulup yerimizi almaktan ziyade, var olan dünyada hak ettiğimiz mertebe ve saygın konuma yükselmek için 80 milyon tek yürek mücadele etmekten yorulmayacağız, kararlı ve kahramanca duruştan yılmayacağız.

ABD’nin önünde artık iki yol vardır:

Ya YPG-PKK’yla ilişkilerini güçlendirecek, ya da bundan dönüp müttefiki Türkiye’yle tüm pürüzleri aşacak ve el sıkışacaktır.

Ya düşmanlık ya dostluk; ya ihanete payandalık ya da daimi stratejik ortaklık, ABD için başka alternatif kalmamıştır.

Altını çizerek belirtmek isterim ki, Rakka operasyonu için canilerden medet ummak, güney sınırlarımız boyunca PYD-YPG ve PKK’ya koridor açmaya kalkışmak faciadır, cinayettir, Türkiye’yi hiçe saymaktır.

Buna da asla izin verilmemelidir.

Hele hele katile silah sunmak insanlık değerlerini öğütmek, dahası ayaklar altına almak demektir.

Bu alçalmanın hoş görülecek herhangi bir yanı da yoktur.

ABD’nin yanlıştan döneceğini ümit ediyor, Türk milletinin bütünüyle bir ve beraber olduğunu, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yalnız olmadığını bu kürsüden kararlı bir şekilde duyuruyorum.

Türkiye’nin, Afrin’den sık sık yapılan taciz atışlarına son vermesi, planlanan terör koridorunu harabeye çevirmek için ne gerekiyorsa yapması artık hakkıdır, bunun da önüne çıkan olursa sonuçlarına katlanmalıdır.

Bizler, varlık sebebimizin vatanımızın ve milletimizin geleceği olduğunun bilinci içerisindeyiz.

Ne engellerden yılarız, ne de mücadele etmekten yorulur ve korkarız, çünkü biz adı, şanı ve varlığı sonsuza kadar yaşayacak şerefli Türk milletiyiz.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken muhterem heyetinizi bir kez daha selamlıyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.