Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 10 Ekim 2017
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
10 Ekim 2017

 





Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis grup toplantımızın hemen başında sizleri saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Yurdumun dört bir köşesinde ekranları başına geçip bizi izleyen aziz vatandaşlarımıza en iyi dileklerimi sunuyorum.

Türk ve Türkiye sevdalısı ihlaslı yürekleri şükranla selamlıyorum.

Hep söyledik, her zaman dile getirdik:

Küçük heveslerle kutlu davalar savunulamaz.

Küçük düşüncelerle, küçük düşlerle yüksek ülkülere varılamaz.

İddiası budananların, iradesi buharlaşanların ülke ve milli ilkeler adına söz söyleme hakları olmaz, olamaz.

Azla yetinenlere, aza tamah edenlere tarihin azgın dalgaları, talihin azılı baskıları ağır bedeller ödetir.

Kaldı ki bu zamana kadar da olan budur.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in büyük ülküleri vardır.

Biliyoruz ki, büyüklük Allah’a mahsustur.

Ancak tevazuyu elden bırakmadan, temkinden uzaklaşmadan, tedbirden korkmadan, büyük hedefler peşinde koşmak şuurlu insan ve toplumlara hastır.

Hasta toplumlar ise bir adım sonrasını göremeyen, geleceği okuyamayan, geçmişin kaynaklarından beslenemeyen dağınık ve parçalı bir yapıdadır.

Büyük ülküler yıldızlar gibidir.

Ve de hamd olsun ülkülerimiz büyük, Ülkücülüğümüz zamanlar üstü bir kavrayışa sahiptir.

Geçtiğimiz Pazar günü Ankara Kapalı Spor Salonu’nda muhteşem bir toplantı gerçekleşmiş, Kerkük sevdalıları dünyaya anlamlı ve okkalı bir mesaj vermişlerdir.

Onbinlerce vatan evladı, onbinlerce Kerkük aşığı zalimleri adeta titretmiştir.

Yer gök; “Kerkük Türk’tür, Türk kalacaktır” karar ve beyanıyla çınlamıştır.

Dostluğun, kardeşliğin, kucaklaşmanın, büyük düşünmenin en güzel örneklerinden birisi Kerkük Sevdalıları Buluşuyor toplantısında sahnelenmiştir.

Türkiye’mizin her yöresinden hasretle, heyecanla ve inançla gelen dava arkadaşlarım muazzam bir duruş sergilemişlerdir.

Milli varlığımızın vahim tehditlerle sarsıldığı, etnik bölücülüğün ve komşu coğrafyalardaki kaosun bekamıza meydan okuduğu bir dönemde, başkent Ankara unutulmaz, unutulmayacak, unutturulmayacak onurlu ve omurgalı bir tavra şahitlik etmiştir.

Türkmeneli’nin yalnız olmadığını herkes duydu.

Barzani’nin 25 Eylül korsan referandumunun ayaklarımızın altında çiğnendiğini de gören gördü, görmeyen kendi bataklığına başı eğik bir halde döndü.

Ülkülerimiz, tarihi uyarılarımız, milli kararlılığımız Ankara Kapalı Spor Salonu’ndan taştı, Türklüğün ufuk çizgisine vardı.

Türk milletine yaptığımız çağrılar şükürler olsun ki cevap buldu.

Gelen Onbinler, gelemeyen milyonlar coşkuyla Türkmen kardeşlerimizin haklı davasına omuz verdi.

Pazar günkü mahşeri toplantımız müteyakkız bir azmin müjdesidir.

Ülküdaşlarımla, Türkiye sevdalısı tertemiz vicdanlı kardeşlerimle iftihar ediyorum.

Türkiye al bayrakta buluştu, gökbayrağın altında elele tutuştu.

Türk milleti üç hilalde kucaklaştı, Kerkük sevdasında uzlaştı.

Ne mutlu namus bildiğimiz emaneti bugünlere getirenlere.

Ne mutlu aldıkları yadigârı elden ele geçirenlere.

Ne mutlu mükâfatı çile, madalyası yara, armağanı şehadet olan dava arkadaşlarıma.

Biz ezelden haklıydık.

Sürekli haklılığımızın görülmesini bekledik.

Sabrettik, dayandık, sonuna kadar inandık.

Allah’a şükürler olsun ki, şimdi bize hak verenler çoğaldı.

Hakkımızı teslim edenler ziyadesiyle fazlalaştı.

Utanmadan diyorlardı ya, MHP bitti, MHP eriyor, istifalar çözülmeye neden oluyor.

Yüzsüzce konuşuyorlardı ya, MHP çöküyor, baraj altına doğru gidiyor.

Telaşa lüzum yoktur, bunların alayı ağızlarının payını aldılar.

Şoka girdiler, felce uğradılar.

Bakışlarıyla sanki cenaze evine döndüler.

Sessizliğe gömüldüler, sabırsızlıklarının, sinsiliklerinin kurbanı oldular.

Açık açık söylüyor, buradan kötü niyet sahiplerine sesleniyorum:

Boyun eğenler bizi anlayamaz.

İşbirlikçiler bizi algılayamaz.

Vicdanlarını aldırmışlar bizi kavrayamaz.

Değerlerini öğütmüş olanlar bizi fark edemez.

Köksüzler, kimliksizler, kişiliğini kaybetmişler bizi idrak edemez.

Mesleği ihanet, mektebi fitne olanlar bizi asla özümseyemez.

Biter mi bu dava, kalır mı bu kervan, ölür mü bu sevda?

İnsanım diyen, haysiyetli olmaktan bahseden, milliğin kırıntısını taşıyan kim bu sorulara evet diyebilir?

Bitti derler, öldü sanırlar, daha doğrusu böyle görmek isterler.

Ancak her seferinde duvara toslarlar.

Her defasında kızarmayan yüzleriyle, yaşarmayan gözleriyle mahcubiyet girdabına dalarlar, mağlubiyetin şamarıyla dağlanırlar.

Çok geçmez, yalanları ayaklarına dolaşır, iftiraları boğazlarına durur, eninde sonunda dedikodularında boğulurlar.

Ankara’ya gelenler istifaya değil, isyankar iç ve dış peşmergeye haddini bildirmeye geldiler.

İleriye atılmaya, ülkü davasının iffetini ve ilkelerini muhafaza ve müdafaaya koştular.

Bahtiyarız ki, milletimiz gerçekleri görmüştür.

Aziz dava arkadaşlarım oynanan oyunları tüm aktörleriyle fark etmiştir.

Şehidimize, gazimize, milli değer ve emanetlerimize kıskançlıkla sahip çıkarak yolumuza devam edeceğiz.

Türkmeneli şeref konumuzdur, talan ve yağmasına izin verilmeyecektir.

Türkiye vatanımız, Türkmeneli davamızdır.

Biz Türk milletine mensubiyetle övünen Milliyetçi-Ülkücü Hareketiz.

Brüksel’de Avrupalı olmadık.

Vasington’da Amerikalı olmadık.

Erivan’da Ermeni, Irak’ın Kuzeyinde peşmerge hiç olmadık, bunları aklımızdan bile geçirmedik.

Türküz, Türk milletiyiz, Türk milliyetçisiyiz, Türkiye’nin son siperi, son kalesiyiz.

“Kerkük Sevdalıları Buluşuyor” toplantımızın hazırlık aşamasında emeği geçen, kısa zamanda tüm zorluğu aşan kardeşlerimi, katılımlarıyla bize güç veren, milletimize umut aşılayan onbinlerce dava arkadaşımı gönülden kutluyorum.

Barışmak, kucaklaşmak, büyük davaların ferdi olmak için fırsat arayan bütün vatandaşlarımı Türkiye ve Türk milleti değerleri etrafında birliğe, beraberliğe, ebedi buluşmaya davet ediyorum.

Kim olursa olsun, nerede yaşarsa yaşasın, milli kimlik ve milli vatan altında yaşamayı arzu eden herkese kucağımızı açıyoruz.

Biz, bunun için varız ve buradayız.

Bu nedenle üç hilalin altındayız.

Buluşacağız, kucaklaşacağız, kazanacağız, kutuplaşmaya dur diyeceğiz.

Başaracağız, daha da büyüyeceğiz ve mutlaka iktidara ulaşacağız.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Biz Kerkük, Musul, Türkmeneli dedikçe malum çevre ve zihniyetler sinir krizi geçiriyorlar.

Biz soydaşlarımızı savundukça bunlar çıldırıyor, kontrolden çıkıyorlar.

Varsın çıldırsınlar, hatta beter olsunlar, Allah’tan bulsunlar.

Üç beş köhne medya organı, beş on kendini bilmez kalem sahibi itiraz etti gerekçesiyle yeminlerimizden dönecek, ilkelerimizden cayacak değiliz.

Ülkücülere başıbozuk diyen, devlet dışı görev tanımı mı olur diye yazıp çizen güruhu biz iyi tanıyoruz.

Niyetlerini biliyoruz.

Ülkücü katilleri yine havayı kirletmek için işbaşındadır.

Karanlıkta aydınlık sıfatı kazanmak için çabalayanlar faaldir.

Dünya Gazetesi’nde köşe sahibi olan bildik bir akademisyen de bu koroya katılmıştır.

Atıp tutuyorlar.

Bulanık suda balık avına çıkıyorlar.

Selden kütük kapmak için uğraşıyorlar.

Yel değirmenine karşı Donkişotluk yapıyorlar.

Biz Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılıyız diyoruz, anlamıyorlar.

Irak Merkezi Yönetimiyle ilişkiler güçlendirilsin diyoruz, kafaları basmıyor.

Eğer bölgesel statüko bozulursa, hakim kaos komşu ülkelerin toprak bütünlüğünü iflasa sürüklerse, dahası Irak resmen parçalanırsa Misak-ı Milli’nin uyanacağını söylüyoruz.

Biz geçmişten nasıl koparız?

Nitekim komşu coğrafyalarda bin yıldır varız.

Irak, Suriye ve mücavir bölgelerle bağımızı kesmek, ilişkileri sonlandırmak küçülmek, küçük düşmektir. Biz bunu reddediyoruz.

Şimdi bize, Misak-ı Milli’yi savunduk; Kerkük’ü, Musul’u konuştuk diye kara çalmak için çırpınanlar ne demeye çalışıyor?

Bize ne anlatıyorlar? Kimlerin tetikçiliğine soyunuyorlar?

Biliyorum komik kaçacak, ama bunlar güya Atatürkçü.

Biliyorum şaka gibi, fakat bunlar güya tam bağımsızlık savunucusu.

Bunlar ki, gavura dost, Türk’e düşmanlıkta eşikleri aşan, sınırları zorlayan çürük yumurtalardır.

İsimleri vatan, gönülleri satan olmuş, görmüyorlar; nitekim ya haberleri yok, ya da rezaletleri çok, saklamaya çalışıyorlar.

Bir zamanlar Lenin’e gönül vermiş, sonra Mao’nun peşine takılmış, orak çekiçle umutlanmış, Moskova’nın yoluyla avunmuş, dikiş tutmayınca Vashington’da Sam Amcalarına tutunmuş, işler sarpa sarınca da Atatürk’e başını çevirmiş eski tüfekler neyden bahsediyorlar?

Aziz Atatürk’ten sonra bunların istikameti hangi sapağa, hangi uçuruma, hangi mihnet ve melanete çevrilecektir?

ABD’nin kripto elemanları iseler söylesinler bilelim.

İsrail’in kuryeliğine, karanlık süvarisi olmaya özeniyorlarsa, açıklasınlar öğrenelim.

Türk düşmanlarına köle olmuşlarsa, Türkiye hasımlarının piyonluğuna tehditle tamam demişlerse yardım dilesinler, biz ettik siz etmeyin desinler, gereğini yapalım.

Aslında ne dediğimizi bal gibi anlıyorlar.

Neyi anlattığımızı buz gibi görüyorlar.

Yalnızca kabullenemiyorlar, yediremiyorlar, sindiremiyorlar, efendilerinden zılgıtı yiyince de üzerimize üzerimize geliyorlar.

Gelsinler bakalım, göreceklerine de şimdiden ve peşinen hazırlansınlar.

Tarihe sırt dönmek, coğrafyaya yüz çevirmek bizim harcımız değildir.

Bin yıl hakimiyetimizde bulunan, şunun şurasında bir asır evvel oyunlarla elimizden alınan topraklarla ilgilenmemiz hakkımız, milli görevimizdir.

Türk askerini sırtından vuran alçaklarla yanak yanağa verip zehir imal edenler bize Misak-ı Milli hususunda ayar veremez, hizaya getiremez.

Yerimizi biliriz, herkesin de bilmesini isteriz.

Yurdumuzu biliriz, bilmeyen varsa bedel ödemek pahasına öğretiriz.

Yönümüzü biliriz, yolsuz ve vatansızlara Osmanlı tokadını indiririz.

Şunu bir defa kesin hatlarla, keskin ifadelerle söylemek isterim ki; Misak-ı Milli Atatürk’tür, aynısıyla Türk milletinin hayat alanındaki tavizinin son sınırıdır.

Mustafa Kemal, Misak-ı Milli’yi doğrudan doğruya Türk milletinin Anayasası olarak belirtmiştir.

Ve de Misak-ı Milli’yi şöyle tarif etmiştir:

“Vatanın dış düşman karşısındaki durumunu ve yerini tespit eden kutsal bir kuraldır.”

Hatta aziz Atatürk, daha da ileri gidip şöyle demektedir:

“Misak-ı Millimizde muayyen ve müspet bir hat yoktur. Kuvvet ve kudretimizle tespit edeceğimiz hat, hatt-ı hudut olacaktır.”

Misak-ı Millî, Osmanlı İmparatorluğu’nun son Meclis-i Mebusan’ın 28 Ocak 1920’de kabul ettiği altı maddelik bir bildiridir ve Türk milletinin sözüdür.

Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedi, Milli Mücadele’nin zafere ulaşmasını sağlayan ruh ve var oluş beyannamesidir.

Şimdi dikkatlerinize sunmak istediğim tarihi belge ve deliller vardır ve sırasıyla şöyledir:

Merhum Ali Fuat Cebesoy, Misak-ı Milli isimli eserinde, Mustafa Kemal’in ta 1907’de sınırları çizdiğini anlatır.

Ardından Gazi Mustafa Kemal, 28 Aralık 1919’da, yani Ankara’ya gelişinden bir gün sonra, Ziraat Mektebi’nde bir bir Misak-ı Milli’nin sınırlarını etrafına açıklar.

1920’de Kütüphaney-i Kanaatin bastığı yeni Misak-ı Milli haritası her şeyiyle meydandadır.

1921’de kabul edilen İstiklal Madalyası Kanununa göre, belirlenmiş madalyanın arka yüzünde Misak-ı Milli haritası vardır.

Ayrıca 1924 yılında, dönemin muhterem milletvekillerine yılbaşı hediyesi olarak Misak-ı Milli haritası dağıtılmıştır.

Bu haritada, “Batum, Halep, Rakka, Deyr-i Zor, İdlib, Süleymaniye, Musul ve Kerkük” Türkiye toprağı olarak gösterilmiştir.

Zoruna giden varsa, hoşuna gitmeyen bulunuyorsa bizim meselemiz değildir.

Onlar doğruca müstevli kalıntılarının, haçlı hısımlarının dizinin dibinde soluklarını almalıdırlar, yakında da inşallah alacaklardır.

Tarihin çağrısına kulak tıkayanlar, istikbalin aydınlığına gözünü kapatan yersiz yurtsuzlardır ve vatan düşmanlarıdır.

Misak-ı Milli Türk milletinin yeminidir, Türk milletinin varlığının aslında ucu açık sınır alanıdır.

Bu yemin tutulmalıdır, bu yemin yaşatılmalıdır.

Yemin nedir bilmeyen, yeminleri bozan, bozmaya kalkan ne bizdendir, ne de bu millete dost ve samimidir.

Şimdi anlaşıldı mı niye 82 Kerkük.

Şimdi belli oldu mu niye 83 Musul.

Bugünden 84’ü söylemeyeyim, çünkü 85’in heyecanı kalmayacaktır.

Misak-ı Milli’den vazgeçmek gelecekten vazgeçmektir.

Misak-ı Milli’den vazgeçmek istiklal haklarımızı pazarlık konusu yapmak demektir.

Misak-ı Milli’nin ana felsefesi; “Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada işgal edilmemiş, çoğunluğu Osmanlı ahalisi olan böl­geler kesin Türk yurdudur ve parçalanamayacaktır” anlayışına göre bina edilmiştir.

Bize ne işiniz var Kerkük’te diyorlar, ama ABD’ye dönüp ne arıyorsunuz Irak’ta, ne geziyorsunuz Suriye’de demiyorlar, diyemiyorlar.

Çünkü diyecek takatleri yoktur, inançları yoktur, ahlakları yoktur.

Çünkü seciye ve sicilleri bozuk, mensubiyetleri ise meçhul ve karanlıktır.

Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizi silip Türk milletini yüz yıllık bir tarihe sıkıştırmaya kalkışanlara tekrar sesleniyorum: Tarih coğrafyaya dar geliyor, Türk milleti zincirleri kırıp yükseliyor.

Bizi mahkum etmek isteyenlere çekin elinizi, kesin dilinizi diyorum.

Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz ikazında bulunuyorum.

Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunacağız, ancak bu durum tersine dönerse, bu ülkeler dağılırsa biz bu alt üst oluşa seyirci kalamayız, dışardan bakamayız.

Misak-ı Milli’nin mirasıyla ilgilenmek hakkımız olduğu kadar ecdadımızın bize yüklediği tarihi görevdir.

Bu görevden kaçmayacağız.

Bu görevi Allah’ın izniyle de yerine getireceğiz. Mesela Kerkük’ü, Musul’u, Batı Trakya’yı, Kıbrıs’ı son nefesimize kadar aklımızdan çıkarmayacağız.

O zaman sözde Atatürkçü, özde mandacıların; layık oldukları yerde, tutsak ve rezil bir şekilde yaşamaktan başka seçenekleri olmayacaktır.

Henüz yaraları sarılmamış, sancıları dinmemiş, zalim sonuçları bitmemiş Birinci Dünya Savaşı’nın kanlı ve kara kaplı defteri Misak-ı Milli güneşi doğduğunda kapanacak, tarih rayına ve rotasına Allah’ın izni, milletimizin müdahalesiyle girmiş olacaktır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

4-5 Temmuz 2017’de yapılan beşinci Astana Zirvesi’nde Suriye’deki çatışmasızlık bölgeleriyle ilgili ortak çalışma grubu oluşturma ve görüşmelere devam kararı alınmıştı.

14-15 Eylül 2017’de yapılan altıncı Zirve’yle, Suriye’de kilit öneme haiz İdlib konusunda uzlaşmaya varılmıştı.

Türkiye, Rusya, İran ve Suriye çatışmasızlık bölgesi üzerinde ve Heyet Tahrir Eş Şam’a operasyon hususunda anlaşmaya varmışlardı.

Türkiye bazı şartlarının kabul edilmesiyle söz konusu zirvede olumlu tutum takınmıştı.

7 Ekim’de İdlib’e operasyon başlamıştır.

24 Ağustos 2016’da başlayan Fırat Kalkanı Harekatı’nın 29 Mart 2017’de bitiminden yaklaşık altı ay sonra, sınırlarımıza 45 km’lik mesafede bulunan İdlib, milli güvenliğimizi temin ve tahkim etmek amacıyla gündeme gelmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin’in geçtiğimiz günlerde Ankara’da yaptıkları görüşmeden sonra İdlib operasyonu için geri sayım başlamıştı.

Anlaşıldığı kadarıyla, İdlib’in içini Türkiye, çevresini de Rusya kontrol altına alacaktır.

İlave olarak, gözlemci kuvvetlerin faaliyetlerini eşgüdüm içinde yürütmelerini sağlamak için “Müşterek Koordinasyon Merkezi” kurulacaktır.

Operasyonun görev tanımı ise, “Esad rejimi ile muhalifler arasında çatışma yaşanmasını engellemek ve muhtemel ateşkes ihlallerini gözlemlemek” şeklinde belirlenmiştir.

Türk Dışişleri Bakanı ülke olarak amacımızın; çatışmaları tamamen önlemek ve de Cenevre Sürecini canlandırmak olduğunu kaydetmiştir.

Bilindiği üzere, İdlib bölgesi farklı terör örgütlerinin bir araya gelerek oluşturduğu Heyet Tahrir Eş Şam’ın kontrolündedir.

Elbette sınırlarımızın hemen dibindeki İdlib’te huzuru sağlamak ancak ve ancak terörün buradan sökülüp atılmasıyla mümkün olacaktır.

Konu sadece Özgür Suriye Ordusu unsurlarıyla halledilecek cesamet ve seviyede değildir.

Türk Silahlı Kuvvetleri muharebe maksadıyla İdlib’e girmeyecekse de, her ihtimal ve saldırıya hazırlıklı ve tedbirli olması hayati önemdedir.

İdlib’in terörden arındırılması, güneyden Akdeniz’e açılmak isteyen bölücü terör cephesinin El Bab’ta aldığı derin yarayı daha da derinleştirecek ve önüne aşılması imkansız engeller dikecektir.

Aynı zamanda Suriye’nin kuzeyindeki El Kaide türevlerinin tasfiye ve temizliği açısından mühim bir rol oynayacaktır.

Türkiye’nin güvenliği için İdlib asıl sahip ve sakinlerinin hakimiyetine girmelidir.

Güney sınırlarımız boyunca sahneye koyulan ihanet kampanyası mutlaka kaynağında mahvedilmeli, kanser hücreleri ürediği alanlarda yok edilmelidir.

Bu durum Türkiye için bir varoluş meselesidir.

İdlib’te geri duramayız, Afrin’deki fitne ve düşmanlıklara sessiz kalamayız.

Bölgemizde servisi yapılan Bizans entrikalarına, konusu ölüm ve vahşet olan dehşet verici kapışmaya Türkiye milli gücüyle, birlik ruhuyla karşı durmalıdır.

HTŞ, IŞİD, FETÖ, PYD-YPG, PKK ve benzeri katil ve cinayet örgütlerine Türk milletinin gazabı, Türk devletinin kudreti gösterilmelidir.

İdlib operasyonu kolay olmayacak, zaman alacaktır.

Gelişmelerin seyri buna işaret etmektedir.

Ama sabırlı, akıllı, stratejik davranmak; gerektiği yerde silahlı mücadeleden de kaçınmamak lazımdır.

İdlib’te terör örgütlerinin direnişindeki dozaj, kaçabilecekleri alanlar, alabilecekleri destek ve takviyeler, Astana ruhuna bağlılık, ittifak içindeki ülkelerin ilişkileri, hepsinden önemlisi de bölge halkının bakışı operasyonun akışını etkileyecektir.

Burada dikkat edilmesi gereken en temel sorumluluk sivillere zarar verilmemesidir.

Esad rejiminin hafta sonu İdlib’te, bir pazar yerini havadan bombalaması 10 kişinin hayatını kaybetmesine, 30 kişinin de yaralanmasına neden olmuştur.

Bu bir cinayet, insanlık dışı bir saldırıdır.

Türkiye olarak sınırlarımızı tam bir güvenliğe almak, sınır ötesinden kaynaklanan her türlü tahrik, taciz ve tertiplere karşı teyakkuz halinde bulunmak şarttır.

Özellikle yeni bir göç dalgasına, yeni bir sığınmacı yığılmasına karşı önlemleri Suriye sınırında alıp insani krizi burada karşılamak da acil bir ihtiyaçtır.

Türk milleti beka mücadelesinde tek ses, tek bir nefestir.

Canilere hak ettikleri acıklı ders kesinkes verilmelidir.

Türkiye’nin geleceğini tehdit eden, terör devleti oluşumuna çanak tutan, bunun için zaman kollayan her mihraka, her alçağa bu dünyayı dar etmek bizim için şanlı bir hedeftir.

Bu hedefe ok gibi saplanıp terörü imha etmek için lazım gelen güç ve irade Türk milletinde vardır, bunu da herkes görecektir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Astana mutabakatı bölgesel uyum ve istikrar için ümitlenmemizi sağlamaktadır.

Tüm dünya sınırlarımızın dibinde konuşlanmıştır.

İspanya’nın Katalonya Özerk Bölgesi’ndeki referandumu tanımadıklarını ilan eden ülkeler, Irak’ın Kuzeyinde suskundur, ağızlarını bıçak açmamaktadır.

Trump yönetimi ise Barzani’nin korsan referandumunu meşruiyet açısından sorgulamamakta, sadece zamansız bulmaktadır.

ABD, hiçbir zaman Barzani’ye referandumu yapmayın dememiştir.

Zamanlamadaki sorunları paylaşmıştır.

Beyaz Saray yönetimi ikircikli ve ikiyüzlü davranmıştır.

Ve Türkiye’nin bölgede inisiyatif almasından rahatsızdır.

ABD binlerce kilometre uzaktan gelip operasyon yapacak, bu doğru olacak; Türkiye yanı başındaki musibet ve felaketlere milli çıkarları doğrultusunda tepki verip müdahale edince yanlış olacak.

Böyle bir dünya nerede vardır?

Böyle bir acizlik nasıl kabul edilecektir?

Bizim bu şekilde düşünenlere söyleyeceğimiz şudur:

Ya haddinizi bilin, ya da yankiliğinizi gidin kendi topraklarınızda sergileyin.

Barzani’nin arkasından itekleyenler, onu şevklendirenler Trump’ın çevresindeki karanlık yüzlerdir.

ABD sudan bahanelerle sanal kriz arayışına yeltenmiştir.

ABD Konsolosluğunda çalışan, çarpık ve kuşkulu ilişki ağları olan bir şahsın bir süre önce tutuklanmasından sonra Büyükelçilik skandal bir karara imza atmıştır.

8 Ekim 2017’den itibaren, Türkiye’deki tüm ABD diplomatik misyonlardaki göçmen olmayan vize hizmetleri askıya alınmıştır.

Elbette buna mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde anında misilleme yapılmıştır.

ABD vize engeliyle neyi amaçlamaktadır?

Hani dosttuk?

Hani iki ülke hiç olmadığı kadar yakındı?

Bu masalları Trump anlatmıyor muydu?

Kısa zaman içinde değişen ne oldu?

Kimin damarına basıldı?

Kimlerin uykuları kaçtı, kimler kabus yaşamaya başladı?

İki devlet arasındaki inatçı gerilimlerin vatandaşlarına zarar olarak yansıması hatadır.

ABD’nin, dostluk, müttefiklik, stratejik ortaklık vizesinin süresi sanıyorum dolmak üzeredir.

Bu hezeyanın, akıl tutulması anlamına gelen kararın iki ülke arasındaki uçurumu derinleştirmekten başka işlevi olmayacaktır.

ABD’nin yanlıştan dönmesi, yangına körükle gitmekten kaçınması ümit ve temennimdir.

Hiç unutulmasın, ABD’nin 241 yıllık bir mazisi vardır; Türk devletinin mazisi ise binlerce yıllıktır.

Biz asırların mesafesini vizeyle aşmadık, zorlukları izin ve icazetle göğüslemedik.

Hamd olsun, hangi geceyi gördük de sabahına ulaşmadık.

ABD’nin vizeyle değil, insanlığın değerleriyle, küresel adalet ve vicdanın seviyesiyle, mazlumların dertleriyle ilgilenmesi ve bir müttefikini kaybetmemesi tavsiyemdir.

Zulümle abat olanın akıbetinin berbat olacağını ben değil, maneviyatımız söylüyor, tarih diyor, insanlık vicdanı ifade ediyor.

Vize buhranını sağduyu, sorumlu devlet ve siyaset aklıyla sonlandırmak, insanlarımıza ve ABD vatandaşlarına engel çıkarmaktan vazgeçmek herkesin öncelikli görevi olmalıdır.

Bir Kızılderili sözünde aynen şöyle denir: “Dur, dinle. Hep konuşursan hiçbir şey duyamazsın.”

Son olarak Ampute Futbol Milli Takımımızın, Avrupa Şampiyonası final maçında, İngiltere’yi 2-1 yenerek Avrupa Şampiyonu olmasından gurur duyduğumu belirtmek istiyorum.

Ter akıtan, emek veren tüm evlatlarımızı, teknik kadroyu yürekten kutluyor, hepsinin alınlarından öpüyorum.

Hepsine helal olsun diyorum.

Sözlerime son verirken muhterem heyetinizi bir kez daha saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Hepinize başarılarla dolu bir hafta diliyor, sizleri Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.