Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 6 Kasım 2018
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
6 Kasım 2018

 

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler,

Basınımızın Mümtaz Temsilcileri,

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımıza başlarken sizleri en iyi dileklerimle selamlıyor, hayırlı ve başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Ekranları başında bizleri izleyen her vatandaşıma, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varlık, birlik ve gelecek mücadelesi veren bütün kardeşlerime sevgi ve hürmetlerimi sunuyorum.

Sözlerimin hemen başında ifade etmeliyim ki, Türkiye Cumhuriyeti takdir ve tebrikle anılacak anıtlaşmış bir fedakârlığın kararı ve kıvancıdır.

Geçtiğimiz hafta 95’inci yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyetimiz her türlü bozguncu fikir ve fiile rağmen çok şükür kuruluş ruhuna uygun şekilde ayaktadır.

29 Ekim 1923’ün 95’inci yılında, 200 milyon yolcu kapasitesiyle dünyanın en büyük havalimanın İstanbul’da faaliyete geçmesinden de hakikaten sevinç ve gurur duyduk.

Türk milletine yakışan, devletimizin ve Cumhuriyeti’mizin kazanımlarını teyit eden dev bir eserin hizmete girmiş olması Türkiye için önemli bir atılım ve gelişmedir.

Memnuniyetle ifade etmeliyim ki, Cumhuriyet milli vicdanda kök salmıştır.

Devletimizin kurucu ilkeleri zaman zaman rövanşist baskılara maruz kalıp taciz ve tahriklerle zedelenmeye çalışılsa da 29 Ekim 1923’ün hatıra ve emanetleri bizzat milletin güvencesi altındadır.

Cumhuriyetin ömür ve onurunun dayanağı cumhurun sarsılmaz iradesidir.

Bu irade korunduğu, bu irade ittifakla yaşatıldığı müddetçe Türkiye’nin tarihi yürüyüşüne taş koyacak, çelme takacak, engel çıkaracak hiçbir bedhah amacına ulaşamayacaktır.

Yeter ki biz sağlam duralım.

Yeter ki biz bir olalım, diri kalalım, hesabi değil hasbi davranalım.

Böyle olduğu sürece mütecaviz akınlar surlarımızdan aşamayacak, mütehakkim akımlar tutunacak alan bulamayacaktır.

Büyük Türk düşünürü Yusuf Has Hacib diyor ki:

Diri olursa insan dileğini bulur,

Dilek bulmak için dirilik sermaye olur.

Diri olur insan birbirini arayıp bulur,

Esen olursa ayrılanlar yine kavuşur.

Bilinsin ki, Türkiye Cumhuriyeti kavuşmanın adresi, kucaklaşmanın anlamı, kardeşliğin ahlakı, muktedir iradenin atisidir.

Türkiye Cumhuriyeti geleceğin süper gücüdür.

Elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e hem vefa borcumuz, hem de saygı ve şükran görevimiz vardır.

Bu hafta sonu karşılayacağımız 10 Kasım’da aziz Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 80’inci yıldönümünü yad edeceğiz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk; şahsında temerküz etmiş devlet adamı vasfıyla, muzaffer komutan yapısıyla Türk tarihine damga vurmuş bir değerdir.

Sahip olduğu azim ve kararlılığıyla Türk milletinin yol başçısı olmuştur.

Karanlığı reddeden, esareti tersleyen, bağımsızlığa sevdalı kutlu millet varlığına kurtuluş yıllarında liderlik yapmıştır.

Atatürk Türk milletine kendisini adamış, Milli Mücadele’yi başarıya ulaştırmak için canını dişine takmış inanmış ve ülkü sahibi bir şahsiyettir.

Onun mizacında karamsarlık yoktur.

Onun karakterinde taviz ve teslimiyetin kırıntısı yoktur.

En büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti’ne bir elinde bayrak diğerinde silah olduğu halde vuruşa vuruşa, siyaset ve stratejinin imkanlarını kullana kullana ulaşmayı bilmiştir.

Çaresizliğin hicranıyla kıvranan, yorgunluk ve yoksulluğun ateşiyle kavrulan Anadolu’yu düşman postallarından temizleyip Türk milletini yüksek hedeflere yönlendirmiştir.

Kafa ve kalbinde taşıdığı muasır medeniyetler ideali Türkiye’yi tarihsel çizgisinden koparmadan dengeli şekilde gelişmesini ve güçlenmesini sağlamaya dönüktür.

Türk milletinin kolektif dehasını harekete geçirerek hak edilen hürriyetin bir bağış değil, bir fetih olduğunu tüm dünyaya gösterme başarısı bizatihi Gazi Mustafa Kemal’e, kurucu kahramanlara ve aziz şehitlerimize aittir.

Atatürk, zorluğu yenmiş, zorbalara direnmiştir.

Esaretin perdesini yırtıp atmış, ekalliyetlerin tertiplerini, entrikacıların senaryolarını boşa çıkarmıştır.

İmanın işgali defedeceğini bir kez daha göstermiştir.

Bize göre, 10 Kasım ağıt, matem döneminden ziyade, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün daha iyi anlaşılması, daha iyi tanınması için bir fırsat, bir imkan, bir eşik olmalıdır.

Çünkü hala Atatürk’ü idrak edemeyen, etse bile ifade edemeyen, üstelik hakkını teslimden imtina eden yeminli Cumhuriyet hasımları, yozlaşmış millet ve milliyet muhalifleri vardır, her türlü tezgâhları açıktır, alenidir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin ortak değeridir, Cumhuriyet’in banisidir, Türkiye’nin iftiharıdır.

Atatürk düşmanlığı işgalcileri, ihanete teşne odakları zımnen aklama ve temize çıkarma gayretkeşliğidir.

Fikir, emanet ve mirasına tahammülsüzlük Türkiye’ye kurulmuş, üzeri de çiçeklerle örtülmüş vandal ve vahşi bir tuzaktır.

Bu tuzağa düşemeyiz, Allah’ın izniyle de düşmeyeceğiz.

Atatürk demek, Ne Mutlu Türküm diyene sözüne sadakattir.

Atatürk demek, zehirli hedeflere, zelil hesaplara karşı tam bağımsızlık ülküsünde buluşmak demektir.

Nitekim Atatürk demek Türk demektir, Cumhuriyet demektir, Samsun’dan İzmir’e kadar adım adım, aşama aşama sahnelenen kahramanlık demektir.

“Keşke Yunan galip gelseydi” diyenler, emin olunuz ki, biz değildir, bizden değildir, Türk milletinden de asla sayılmayacaklardır.

Düşmana alkış tutmak zulme ortaklıktır, bunun yanında mazluma apaçık ihanettir.

Başkalarına özenen, aslını inkar eden, neslini hakir gören, geçmişinden utanan köksüzler ne Türk ne de Müslüman olabileceklerdir.

Bir yanda ülkemizi temsil görevini taşırken, diğer yanda düzenledikleri Cumhuriyet resepsiyonlarında Roma ya da Antik Yunan kıyafetleriyle boy gösteren sefirlerin ne kadar derin yabancılaşma çukuruna düştükleri, Bizans kostümleri giyip zulüm 1453’de başladı diyen soysuzlarla aynı çizgide buluştukları tartışmasız ve hazin bir gerçek olarak karşımızdadır.

İşte Türkiye Cumhuriyeti zihni ve aklı sömürgeleşmiş bir zümrenin komplolarına, vicdanı ve irfanı kiralanmış bir azınlığın kumpaslarına rağmen hamd olsun varlığını muhafaza etmiştir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün naçiz vücudu 80 yıl önce toprak olmuştur.

Bu hepimizi bekleyen kaçınılmaz bir akıbettir.

Ancak emek emek kurup bizlere bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti inanıyorum ki, sonsuza kadar bekasıyla baki kalacak, payidarlığının önüne hiçbir menfi ve müstevli kuvvet geçemeyecektir.

Bu düşüncelerle, ebediyete irtihalinin 80’inci yıldönümünde ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle, minnetle, şükranla anıyorum.

Manevi hatırası önünde tazimle eğiliyorum.

Ruhu şad, mekânı cennet olsun diyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’miz her şeyin en güzelini hak etmektedir. Burası kesindir.

Büyük Türk milleti şanına ve şerefine layık bir mertebeye vasıl olmak için sabırsızlanmakta, zaman ve zemini lehine çevirmek için heyecanla beklemektedir. Bu en doğal hakkıdır.

Geçmişimizin azamet ve heybeti istikametinde bir gelecek inşası önümüzdeki en temel gündem ve görevdir.

Milliyetçi Hareket Partisi bu gündem ve görevin sorumluluğuna haiz ve hakkını verecek haysiyettedir.

Fakat üstesinden gelmemiz gereken ağır sorunlarımızın varlığı da bellidir, bilinmektedir.

Asayiş ve adalette sorunlar birikmiştir.

Ahlak ve adabımızdaki tahribat hız ve ivme kazanmıştır.

Sokaklar huzursuzdur, insanımız kaygılıdır, geleceğimiz risklidir.

Diyor ya Yusuf Has Hacib:

Sevinci az, kaygısı çok; öveni az, söveni çok.

Yokuşun inişi var, yükselişin batışı; sevincin kaygısı var, acının tatlısı.

Maalesef trafikte kavga, işyerinde kavga, evde kavga, siyasette kavga hâkimdir.

Uzlaşmaya kulak tıkayanlar, anlaşmaya mesafe koyanlar, tokalaşmak yerine sıkılı yumruklarla pozisyon alanlar toplumsal barış ve huzura kast edenlerdir.

Çatık kaşlar, asık yüzler, sinirli suretler, hoşgörü ve merhamete duyarsız zihniyetler üzülerek belirtmek isterim ki giderek yaygınlaşmakta, gittikçe kalabalıklaşmaktadır.

Bu tablo hepimiz için alarm ve endişe vericidir.

Kadına şiddet vakaları, cinayet haberleri, taciz ve tecavüz fiilleri adeta sıradanlaşmıştır.

Türkiye sosyal ve toplumsal bunalımın kıyısındadır.

Bunlar yetmiyormuş gibi hayat pahalılığı, geçim zorlukları, ekonomik sıkıntılar her insanımızı tehdit etmektedir.

Konkordato ilanları sanki otomatiğe bağlanmıştır.

Arkası önü mutlaka aydınlatılıp araştırılması gereken fabrika yangınları büyük soru işaretlerine neden olmaktadır.

Nedir bu yangınlar? Nasıl yorumlanmalıdır?

Böylesi bir zamanda fabrikalar niye yanar, hatta niye yakılır?

Hiç kimse aklımızla alay etmesin.

Hiç kimse milletimizi aldatmaya kalkışmasın.

Ekonomik teröre, küresel operasyonlara karşı aslanlar gibi mücadele etmiş Türkiye’nin kasten ve kundaklama yöntemleriyle istihdam meşalesini söndürmek, istikbal yürüyüşünü sekteye uğratmak, bu bahaneyle fırsatçılık ve simsarlık yapmak rezilliktir, gayri milliliğin karanlık resmidir.

Buna hiç kimsenin hakkı yoktur.

Fabrika yakmak, yanmasına müsaade etmek Türkiye’yi dinamitlemektir, ekonomik tetikçilere silah ve mühimmat vermektir.

Yani sosyal ve ekonomik yıkıma hizmet etmektir.

Türkiye ekonomisi içine çekildiği kur savaşından ağır hasar almıştır.

Fakat ülke bizimdir, vatan bizimdir, devlet bizimdir, tesisler, fabrikalar, kurumlar milletimizindir, ekonomideki derin yaraları tedavi edip iyileştirmek milli bekamızın gereğidir.

Türkiye ekonomisinde beliren risklerden istifadeye çalışmak, en ufak sallantıda, en küçük esintide korkakça gemiyi terk etmek millete haksızlık ve hakarettir.

Peki ekonomik mağduriyet ve muhtaçlığın pençesine düşen vatandaşlarımız neyini yaksın, nelerini ateşe versin, nerelere gitsin?

Dün açıklanan enflasyon rakamlarını herkes gördü, herkes aklı yettiği kadar, kafası bastığı ölçüde değerlendirdi, analiz etti.

Bir gerçek vardır ki, enflasyon canavarı başını çoktan kaldırmıştır.

Merkez Bankası bu yılın başında enflasyonu yüzde 7,9 oranında öngörmüş, daha sonra yüzde 13,4 olarak revize etmişti.

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.

Geçtiğimiz hafta Merkez Bankası tarafından yapılan açıklamayla yılsonu enflasyonu yüzde 23,5 olarak hedeflenmiştir.

Oysaki, Yeni Ekonomik Program’da yılsonu enflasyon oranı yüzde 20,8 düzeyinde tahmin edilmişti.

Dün açıklanan Ekim ayı enflasyon oranı son 15 yılın en yüksek rakamıdır ve aylık TÜFE yüzde 2,67; yıllık bazda da yüzde 25,24 olarak gerçekleşmiştir.

Gıda enflasyonu yüzde 30’a yaklaşmıştır.

Anlaşılan enflasyonla mücadele kapsamında binlerce firmanın yaptığı yüzde 10’luk fiyat indirimlerinin etkisi sınırlı olmuştur.

Geçen hafta ilan edilen, yılsonuna kadar süreceği söylenen ve altı ana başlıkta düzenlenen KDV ve ÖTV indirimlerinin nasıl bir sonuca kapı aralayacağını kısa sürede görmemiz mümkündür.

Dileğimiz ekonominin hareketlenmesi, piyasaların canlanması, artan maliyet baskısının, TL’deki değer kaybının süratle telafi ve tamir edilmesidir.

Kaldı ki iç ve dış gelişmelerden dolayı kurdaki gerilim hafiflemekte, Türk lirası günbegün değer kazanmaktadır.

Uluslararası derecelendirme şirketi Moody’s, “vergi indirimleri Türk lirasında aşağı yönlü trendi yeniden tetikleyebilir ve hali hazırda güçlü olan enflasyonist baskıları ateşleyebilir” tespitiyle yanlı ve ısmarlanmış görüşleri bir kez daha seslendirmiştir.

Ancak ne yaparlarsa yapsınlar boştur, hevesleri kursaklarında kalacaktır.

Kur geçişgenliğiyle birlikte vergi ve diğer fiyatlardaki indirimlerin insanımızın hayatına doğrudan doğruya yansıması akut bir ihtiyaçtır.

Sormak ve öğrenmek isteriz ki, döviz artınca fiyat etiketlerini anında şişirenler, döviz gerileyince neden aynı tavır ve davranışı göstermiyorlar?

Yetmez ama evet dediğimiz yüzde 10’luk fiyat indirimleri söyleyiniz bana; lütuf mudur, bağış mıdır, ihsan mıdır, ikram mıdır?

Dövizdeki tansiyon azalınca yaptıkları geçici fiyat indirimlerini vatandaşlarımızın adeta gözüne sokanlar mutfaktaki feryadı, insanımızın şikayetini yüreklerinde hissedebilecek alicenaplığa sahipler midir?

Dolar 7 lirayı aştığında zam butonuna gecikmeksizin basanlar, dolar gevşeyip gerilediğinde neden yaptıkları zamdan vazgeçmezler?

Stokçular, karaborsacılar, ekonomik kuşatmadan nemalanmaya çalışan utanmazlar, bu millet sizi tanıyor, bu millet sizi biliyor.

Haksız kazanç, yağmacılık, vurgunculuk ayıptır, ahlaksızlıktır, edepsizliktir.

Boşuna söylememiş Yusuf Has Hacib:                   

Edepsiz kişidir insanın alçağı,

Doğru söz söylemez utanmaz dili.

Dövizin yükselişinden fiyatları artıranlar, inince geri almazlarsa kazandıkları her lira haramdır, zıkkımdır, burunlarından gelecektir.

Hem güçlü hem de suçlulara karşı milletimizin yanındayız.

Vatandaşlarımız nimette en arkada, külfette en önde olmamalıdır.

Bu işleyiş, bu haksız süreç mutlaka değişmeli, dönüşmelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi ekonomik sorunlardan siyasal çıkar devşirmeye niyet etmeyen, buna tenezzülü dahi zül addeden milli asalet ve milli ahlaka sahiptir.

İyiye iyi, kötüye de kötü demeye devam edeceğiz.

Vatandaşlarımızın hakkını hukukunu savunmak, milletimize tercüman olmak en temel, en bariz, en öncelikli hedefimizdir, aynı zamanda da ertelenemez görevimizdir.

Bu onurlu görevden kaçmayacağız, doğru bildiklerimizi söylemekten kralı gelse korkmayacağız, çekinmeyeceğiz.

Biz Türk milleti uğruna Kerem’in arpa tarlası gibi yanmaya devam edeceğiz.

Çünkü biz Milliyetçi Hareket Partisiyiz.

Tencerede pişirip kapağında yiyen, kıt kanaat geçinen sessiz milyonların, gramla alış veriş yaptığından aç yatıp aç kalkan çaresizlerin tavizsiz sözcüsüyüz, korkusuz gözcüsüyüz, sonuna kadar da gönüllerindeyiz.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye’nin tarihsel ve egemenlik haklarından ödün vermesi, milli bekasını tesadüflerin akışına bırakması elbette düşünülemeyecek, elbette akla bile getirilemeyecektir.

Bu nedenle terörizmle mücadele tavsamadan, gevşemeden, gecikmeye mahal vermeden sürdürülmeli, muhakkak surette sonuca ulaştırılmalıdır.

Terör örgütleri neredelerse, teröristler nerelere tutunup yuvalanmışlarsa oraların imhası, dağıtılması acilen sağlanmalıdır.

Türkiye’nin şu an yürüttüğü terörle mücadelesi kararlıdır, takdire şayandır.

Fırat’ın doğusundaki terör yuvaları, yılan çıyan delikleri yok edilmelidir.

Geçen hafta obüs bataryalarıyla sınır ötesinde belirlenmiş hedefler ateş altına alınmıştır.

Türkiye sözünü yere düşürmemiş, ilk etapta lazım gelen müdahaleyi yapmıştır.

TSK, sınırlarımızın diğer yakasındaki teröristlerin beton mevziler inşa etmeye çalıştığı Zor Mağdar’dan sonra 31 Ekim’de Ayn el Arab ile Tel Abyad’a milletimizin net ve sert mesajını açık yüreklilikle vermiştir.

Devamını beklediğimiz bu mücadelenin Türkiye’nin beka meselesi olduğunu anlamak ve görmek lazımdır.

Bu arada TSK ile ABD askerleri Menbiç’in çevresinde 1 Kasım’dan itibaren ortak devriye faaliyetine başlamışlardır.

Türkiye ile ABD arasında varılan ortak mutabakat gereğince 18 Haziran 2018’de başlayan devriye turları ortak icraya dönüşmüştür.

Bunun nasıl bir gelişmeye sahne olacağı yakında belli olacaktır.

Ne var ki, Türkiye’nin Menbiç’e obüs atışlarından sonra ABD ile YPG’nin Türkiye sınırında ortak devriyeye başladıkları da ortaya çıkmıştır.

Görünüşe bakılırsa, ABD aynı anda hem Türkiye’yi idare etmekte, hem de PKK/YPG’yi kullanmakta, daha doğru bir ifadeyle korumaktadır.

Bu yanlıştır, çifte standarttır, ikirciklidir, samimiyetsizliktir.

Güçlü ihtimaldir ki, ABD 6 Kasım seçimleri öncesi yeni bir aldatma ve oyalama sürecini devreye almıştır.

PKK ile YPG’nin birbirinden ayrılacağı, YPG’nin Suriye örgütü haline getirileceği, sonra da YPG’nin diğer gruplar içinde eritilerek tedavülden kaldırılacağı iddiaları dillendirilmektedir.

ABD’nin Türkiye’yi meşgul ederek stratejik amaçlarını gerçekleştirmek, Suriye’nin kuzeyinde terör devleti tesis etmek için her yol ve yönteme müracaat ettiği açıktır, aşikardır.

PKK, YPG’den nasıl ayrılacaktır?

Dahası PKK, PKK’dan nasıl ayrıştırılacaktır?

Böylesi bir hezeyana, böylesi muhal bir hayale hangi mantıkla inanmamız beklenmektedir?

ABD’nin İran’a başlattığı ve bu ülkeyi zora sokacak yeni ambargo sürecinden geçici de olsa Türkiye’yi muaf tutması değerlidir. Buna diyecek bir şeyimiz yoktur.

Ayrıca iki bakanımızla ilgili alınan haksız yaptırım kararının kaldırılması, Halkbankası ile ilgili müspet gelişmelerin olacağı iddiaları yerindedir, hatta gecikmiş bir adımlardır.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile Trump arasındaki telefon diplomasisi diyalogların yeniden kurulmasından dolayı anlamlıdır.

ABD ile Türkiye arasındaki gerginlikten hiç kimse kazançlı çıkmayacaktır.

Bu gerçeği ABD’nin görüp dostluk ve müttefiklik ilişkilerini soğumaya bırakmaması, dürüstlüğün çizgisinden sapmaması iki ülkenin menfaatleri gereğidir.

Türkiye’yi kurnazca ve kurulan tuzaklarla yeni bir çözüm sürecine çekme, yeni bir çözülme fırtınasına sokma arayış ve çabaları varsa, bilinmelidir ki, Türk milleti altın kase içinde servisi yapılan öldürücü zehri asla içmeyecek, bu oyuna kesinlikle gelmeyecektir.

Terörle masa kurulmaz, teröristlerle müzakere yapılmaz, aman dileyerek, seri tavizler vererek akan kan durmaz, cinayetler son bulmaz.

Geçmişte yaşananlar tecrübedir ve hamd olsun Türkiye badireli günleri atlatmıştır.

Terörizmin bitişi konuşmayla olmaz, hainleri yok etmeden milli huzur ve sükûnet gerçekleşemez.

Kürt kökenli kardeşlerimizin terör örgütleriyle herhangi bir illiyet bağı, herhangi bir açık veya örtülü bağlantısı yoktur, bugüne kadar da olmamıştır.

Teröristlerle Kürt kökenli kardeşlerimizi eşitlemek şerefsizliktir, buna da hiç kimse cüret etmemelidir.

Kürt kökenli kardeşlerimiz canımızdır, hepsiyle birlikte anımız birdir, acımız birdir, adımız birdir, nitekim hepimiz Türk milletiyiz.

Bizi ateşe atmak için el ovuşturan, pusuda bekleyen, durum kollayan güç ve çıkar odaklarına, kanlı terör örgütlerine diyor ve sesleniyorum ki:

Nemrut'un ateşini Hz. İbrahim'e gülzar eden Allah, sizin de yaktığınız ateşi bize selamet nuru etsin.

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye terörle mücadele halindeyken Doğu Akdeniz’de sabır ve sinirlerimizi zorlayan gelişmeler yaşanmaktadır.

Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakların üzerine KKTC’yi ve Türkiye’yi yok sayarak çöreklenmek isteyen zalimler koalisyonu egemenlik haklarımızla oynamanın ağır bedelleri olacağını çok iyi bilmelidirler.

Oldubittiye getirilip hukuki ve tarihi haklarımızdan ödün vermemizi bekleyenler yanıldıklarını, yanlışa düştüklerini er ya da geç anlayacaklardır.

Türkiye’yi dışlayarak Ege ve Akdeniz’de asla hakimiyet kurulamaz, buna ne tarih ne de Türk milleti müsaade etmez, etmeyecektir.

Doğu Akdeniz’deki provokasyonlar Türkiye’yi pes ettiremez, aba altında sopa gösterilmesi, tehditvari bir dile tevessül edilmesi meşru haklarımızı kesinlikle gölgeleyemez.

Akdeniz bir zamanlar Türk gölüydü. Biz bunu unutmadık.

Sabrımızı yanlışa yormasınlar, olgun tavrımızı ürkeklik görmesinler, gelişmeleri soğukkanlılıkla izlememizi pısırıklık sanmasınlar.

Türk milleti yeni Barbaros Hayrettin Paşaları sinesinden çıkaracak, korsanlıkların başını ezecek kutlu ve muhkem iradeye çok şükür hala sahiptir.

Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe ne ilimizi ne de töremizi hiç kimse, hiçbir mihrak bozamayacaktır.

Fatih sondaj gemimizin, Barbaros Hayrettin Paşa Sismik Araştırma Gemimizin deniz yetki alanlarımızdaki faaliyetlerine Deniz Kuvvetleri unsurlarımızın refakatinde gerektiği ve gittiği yere kadar devam etmeleri beklentimizdir, temennimizdir.

Türkiye’nin önünü kesmek, büyümesine, gelişmesine ve yükselmesine mani olmak için küresel ve bölgesel ayak oyunları uzun süredir devrededir.

Bu sinsi ve alçak oyunların milli birlik ve dayanışma ruhuyla aşılacağına inancımız tamdır.

Türk’ün öz yurdu Kıbrıs’ta yeni ve tehlikeli müzakere taktikleri dolaşımdadır.

Küresel baskılar, Rum tezleri Türk’süz bir Kıbrıs için oldukça faaldir.

Adına çözüm dedikleri karanlık girdaba Kıbrıs Türklüğünün çekilmesi maksadıyla ne kadar süslü ve ambalajlanmış söz ve vaat varsa pazarlanmakta, görücüye çıkarılmaktadır.

Türk milletinin mücavir bölgelerdeki tarihsel bağlantıları koparılmak istenmekte, derin izlerinin ve eserlerinin bulunduğu coğrafyalar üzerinde kabus bulutları dolaşmaktadır.

Bunlardan birisi de hiç kuşku yok ki Türkmeneli’dir.

Irak Türkmenleri varlık mücadelesini kanları, canları pahasına sürdürmektedirler.

Soydaşlarımızın iradeleri, tercihleri, siyasi hakları görmezden, duymazdan gelinmektedir.

Bildiğiniz gibi, 12 Mayıs 2018’de Irak’ta seçimler yapılmıştır.

Bu seçimlere 204 parti, 27 koalisyon katılmış, katılım oranı ise yüzde 44,5 düzeyinde gerçekleşmiştir.

Irak’taki seçimlere şaibe karışmış, bilhassa Kerkük’te kullanılan oylar Süleymaniye’ye götürülüp orada sisteme işlenmiştir.

6 Haziran 2018’de 172 milletvekilinin katılımıyla Irak parlamentosu toplanmış, seçimde kullanılan oyların elle sayılmasına yönelik bir karar almıştır.

Ancak 9 Haziran 2018’de oyların tutulduğu Bağdat’taki Irak Bağımsız Seçim Komiserliği’ne ait depoda kuşku verici bir yangın çıkmış, demokratik irade darbelenmiştir.

Yanmayan oyların tekrar sayımında sonuç çok değişmemiş, 329 sandalyeli Irak parlamentosu böylelikle şekillenmiştir.

2 Ekim 2018 tarihinde Irak Cumhurbaşkanlığına Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin adayı Berham Salihi seçilmiş, ardından da başbakanlık görevi Şiilerin bağımsız adayı Adil Abdülmehdi’ye verilmiştir.

Ne ibretlik bir manzaradır ki, Irak seçimlerinin üzerinden altı ay geçmesine rağmen hükümet henüz kurulamamıştır.

Irak Türkmenleri yeni hükümette görev bekliyorlar.

Birden fazla bakanlığın siyasi sorumluluğunun Irak Türkmenleri’nde olması bu ülkenin iç barış ve huzur ortamı için tarihi önemdedir.

Müteakiben Cumhurbaşkanı Yardımcılığı ile Başbakan Yardımcılığına belirlenecek Türkmen kardeşlerimizin atanması arzumuzdur, Irak Türkmenlerinin sayı ve temsil kabiliyetleri açısından doğru olanı da budur.

Türkiye’nin bu kapsamda alacağı tutum şüphesiz tesirini gösterecektir.

Hükümeti kurmakla görevlendirilen Adil Abdülmehdi Irak Türkemenlerini hafife almamalı, yok saymamalı, ihmal etmemelidir.

Irak halkının geleceği, Irak’ın siyasi ve toprak bütünlüğü ortak akla, mutabakata, her kesimin eşit şekilde yönetimde bulunmasına bağlıdır.

Biz Irak Türkmenlerini önşartsız destekledik, buna da kararlılıkla devam edeceğiz.

Onların varlığı varlığımız, haklarını savunmak ise boynumuzun borcudur.

Türkmeneli Türk’ündür, Kerkük Türk’ün atar damarıdır, Türkmenler Irak’ın ayrılmaz, bölünme kabul etmez asli ve asil unsurlarıdır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Bitmiş tartışmaları yeniden alevlendirmek hiç kimseye fayda sağlamaz, sağlamayacaktır.

Bayatlamış ve raf ömrünü doldurmuş anlaşmazlıkları tekraren körüklemek maksatlıdır, müflisliktir.

Son günlerde televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde Türklük konuşuluyor.

Türk milleti masaya yatırılıyor, her konunun bilirkişisi olduklarını sanan gafiller, sözde uzmanlar, yarım aydınlar gerçekte cehaletlerine aldırmadan koltuklarına kurulup ileri geri, bilip bilmeden ağızlarına ne gelirse gündeme taşıyorlar.

Andımız bahanesiyle ölçüsü kaçan polemikler yaşanıyor.

Nerede kimliksizliğin tutsağı olan varsa, nerede soyu sopu karışık kişi bulunuyorsa ekranlara geçip ahmak kesiyor veya buldukları gazete sayfalarında yazıp çiziyor.

Bu zevat hele bir cevap versin, her şeyi bitirdiniz, her konuyu çözüme kavuşturtunuz da geriye sadece Türk milleti kimdir sorusuna cevap aramak mı kaldı?

Nedir meseleniz, nereye varmak emelindesiniz, nereye ulaşmaktır derdiniz?

Kırdığınız ceviz kırkı geçti, kırk yıllık oduncu olduğunuzu söylerken baltanız defalarca taşa değdi.

Türk milleti kimdir sorusuna cevap arayanlar, söyleyiniz bize; asıl siz kimsiniz, neye ve hangi melun heveslere hizmetle tembihlendiniz?

Kıyısında köşesinde yer almadığınız bir değerle ilgili beyanat vermek, mensubiyetinden uzak olduğunuz beşeri cevheri dilinize pelesenk yapmak ne haddinize, ne hakkınızadır?

Kimin ne olduğuyla ilgilenmiyoruz.

Kimin neye inandığına bakmıyoruz.

Herkesin aidiyet ve meşrebine, etnik ve mezhebi kabulüne saygı duyuyoruz.

Ancak Türk milletini tartışmak, Türk ve Türkçülük üzerinden kara kampanyalar düzenlemek düşmana koz vermek, emperyalizme selam yollamaktır.

Hiçbir milliyetçi ve ülkücü buna razı olmaz, bu pespayeliğe onay vermez.

Biz ki, “vatanım, ha ekmeğini yemişim, ha uğruna kurşun” diyebilen, diyebilmiş, diyebilecek cesaretteki Milliyetçi-Ülkücü Hareketiz.

Onu bunu bilmeyiz, ona buna bakmayız, onunla bununla beyhude yere vakit geçirmeyiz.

İşimize bakarız, mazisi binlerce yılı bulan Türk milletine mensubiyetle övünür, bununla da onur duyarız.

Büyük davaların, büyük hayalleri olan adamların omuzlarında yükseldiğini idrak ve ifade eder, son tahlilde buna inanırız.

Büyük başarıların büyük hedeflerin sonucunda ortaya çıktığını söyler ve bunu biliriz.

Büyük hedeflerin büyük heveslerin, büyük heveslerin ise büyük düşüncelerin eseri olduğuna gönülden imza atarız.

Tarihi bir millet olmakla, tarih olmak arasındaki temel farkı anlamayanlar, Türklüğü zamanın ve yaşanan anın dar kalıplarına sıkıştırıp ezilmesini ve erimesini amaçlayan sözde aydınlar içimize sızmış yabancı hayranlarıdır, manda ve himayenin yeni nesil varisleridir, televizyonlardan virüs aşılayan kripto ajanlardır.

Türklükte ırk arayan, Türk’ü ırkla sınırlandıran, Türkçülüğü ırkçılıkla bir ve aynı gören kim varsa tarihi ve devasa bir hatanın tam ortasındadır.

Türk milletinin sosyo-kültürel kimliği binlerce yılın, onlarca asrın kaynaşmasıyla oluşmuştur.

Türk dili, Türk töresi, Türk kimliği, Türk kültürü etrafında “zaman” harcı ile oluşan bu muazzam bileşenler İslam dini ile mana ve zenginlik kazanmıştır.

Temelini Türk kültürü ve İslam inancının oluşturduğu, eşref-i mahlukat olan insana ve insaniyete saygıyı esas alan şuura sahip olmak bizim için şeref payesidir.

Milli bekanın devamında yol ayrımına gelindiği ve çarenin tükendiği anlarda kendinden vazgeçecek ilahi fedakârlığa malik olmak bizim için fani hayatımızın yegane anlam ve amacıdır.

Türk milletinin bekası için lazım olan mücadeleyi sürdürebilecek sabır, azim, adamlık, mertlik, kararlılık, alçak gönüllülük, feragat ve cesaret gibi çok özel hasletlerle bütünleşmek bizi biz yapan, bizi hayata bağlayan temel güç kaynaklarıdır.

Yüreğimiz Türk milleti için atıyor.

Nabzımız vatan sevdasıyla çarpıyor.

Gönlümüz aziz şehitlerimizle yanıyor.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket Türklüğün yaşama arzusudur.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket makus talihli ülkemin ümit aşısıdır.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket gönderinde bekleyen al bayrağın rüzgarı, dost için kadife elli, düşman için de çelik bileklidir.

Biz Türklüğümüzle övünürüz, çünkü Türk oğlu Türk’üz.

Türkçülüğümüzle onur duyarız, çünkü kendimizi bildik bileli Türkçülüğün Orhun kaynağından kana kana içtik, inanç ve imanla dolarak bugünlere geldik.

Türk’üz, Türkçüyüz, Türk milleti için sadece yaşamayı değil, gerekiyorsa koşa koşa ölmesini de biliriz.

Türkçülük ırkçılık değildir.

Andımızı okumak, okunmasını istemek, haşa ve kat’a ezanın Türkçe okunmasına çanak tutmak hiç değildir.

Vesayete umut bağlamak, statükoya yaslanmak bizim harcımız olamayacaktır.

Ne ezan sussun, ne vatan bölünsün, ne Türklüğümüz budansın, ne de Türkçülüğümüz buruşsun.

Yaşasın Türk milleti, var olsun Türkiye Cumhuriyeti, kahrolsun bölücülük, kökün kurusun eyyamcılık.

Yeni sömürgecilik, insanlığın binlerce yıllık tecrübelerinden süzülerek gelen milli kültürleri tahrip etmeyi hedeflemektedir.

Gaye kimliksiz insan yığınlarından oluşan, kolay idare edilebilir bir dünyadır.

Bu yıkım süreci bir milletin hayatta iken kendi ölümünü seçmesi demek olan “toplumsal ötenaziye” doğru yol almaktadır.

Tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar pervasızlaşan, Türk ve İslam dünyasına açık tehdit haline gelen “yeni küresel emperyalizm”, teslimiyeti reddeden milletleri parçalamaya odaklanmıştır.

Yenidünya düzeni denen bu tehdidin önündeki en büyük engel milli devletler ve güçlü millet varlığıdır.

Bu nedenle küreselleşme, milli devletlerdeki yönetim iradesinin millet üstü birliklerle paylaşılmasını ısrarla dayatmaktadır.

Bunun olmaması halinde alt kimliklerin tahriki devreye sokulmaktadır.

Senaryonun özü, “ya üste bağlan ve egemenliği paylaş, ya da alta in paylaşarak çözül” biçiminde formüle edilmiştir.

Buna müsaade etmeyeceğiz, bu saldırıya son nefesimize kadar, bedeli her neyse ödeyerek direneceğiz, iblisin bacağını kıracağız.

Biz herkes eşittir Türkiye diyen bir fikri olgunluğa,

Biz milletimizin her ferdini Cenab-ı Allah’ın eşsiz bir emaneti gören manevi doygunluğa,

Hiç kimsenin kökenine, yöresine, anasının diline bakmayan hoşgörü ve vicdani duyuşa sahip Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Ama Türklüğümüzle de, Türkçülüğümüzle de uğraştırmayız, kara çaldırmayız, Türküm, doğruyum, çalışkanım demekten de yorulmayız.

Son olarak, Meksika’da düzenlenen Ampüte Dünya Futbol müsabakasında ikinciliği kazanan Ampüte Milli Takımımızı, teknik heyeti kutluyor, hepsinin alınlarından öpüyorum.

Final maçında penaltı kaçıran takım kaptanımız Gazi Osman Çakmak üzüntüsünden olacak ki “Türk milleti hakkını helal etsin” demiş.

Kahraman kardeşim, müsterih ol, bizim sende hakkımız yoktur, fakat senin bizlerde hakkın pek çoktur.

Hakkını helal etmesi gereken birisi varsa, o da sensin ve arkadaşlarındır; sizlerin bu vatan için, bu millet için, bu bayrak için yaptığınız fedakârlıkları unutursak diyorum ki kanımız kurusun.

Bu duygu ve düşüncelerle muhterem heyetinizi bir kez daha en iyi dileklerime selamlıyor, değerli milletvekillerimize Meclis çalışmalarında ve bütçe sürecince başarılar diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.