Milliyetçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Sayın İsmet BÜYÜKATAMAN’ın, “12 Eylül Askerî Darbesi”ne ilişkin basın açıklaması. 12 Eylül 2019
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Sayın İsmet BÜYÜKATAMAN’ın,
“12 Eylül Askerî Darbesi”ne ilişkin basın açıklaması.
12 Eylül 2019

 

Siyasetinin temeline “Demokrasi ile Milliyetçilik ikiz kardeştir.” felsefesini koyan Milliyetçi Hareket Partisi 50 yıllık şerefli mazisinde demokrasi mücadelesi vermiş, demokrasinin sürdürülebilir ve güvenilir olması için bedeller ödemiştir. Meclis’in işlemez hâle geldiği dönemlerde sorumluluk üstlenmiş, demokrasinin önündeki tıkaçları büyük bir ustalıkla ve titizlikle açmayı bilmiştir.

  Demokrasi, aziz Türk milleti için bir lütuf değil aksine Türklüğün cevher-i aslisinin gereğidir. Milliyetçi-Ülkücü Hareket, bu değerlerin yok sayılıp vatandaşın sandığa yansıyan hür iradesinin dışında başka bir iradeye ise asla boyun eğmemiştir. Bu dış irade kimi zaman iktidarın ekonomik vb. tehditlerle yıpratılıp siyasetin dış odaklara bağlı güdümlü siyasi yapılara devredilmesi şeklinde karşımıza çıkmış, kimi zaman da şerefli Türk ordusunun içerisine yerleşme imkânı bulmuştur.

  Milliyetçi Hareket, siyasete dışarıdan birileri tarafından şekil verilmek istendiğini gördüğü an, devreye girmiş, sandığın yeniden kurulması da olmak üzere memleket adına tüm demokratik çareleri değerlendirmiştir. Bu sayededir ki toplumsal kutuplaşma, çatışmanın önüne geçilmiş, tarihimizde kara birer leke olarak geçebilecek pek çok hadisenin önü alınmıştır.

 

En güçlü silah, fikir; en güçlü fikir, Türk Milliyetçiliğidir.” şuuruyla üniversitelerimizde hem kendilerini hem de Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş temiz vatan evlatlarını kökü dışarıda bulunan fikir akımlarından, bunların terörist yapılanmalarından korumak isteyen Türk Milliyetçileri şehit edilmeye başlanmıştır. Fikrinden başka silahı bulunmayan pek çok Ülküdaşımız ilki Ruhi Kılıçkıran olmak üzere vahşice şehit edilmiştir. Odalarını silah deposuna çevirdiği hâlde insan haklarından, kardeşlikten, özgürlükten bahseden, profesörlük unvanını kendine kalkan yapan sözde aydınların üniversitelerde beslediği teröristler bir oldubitti ile ülkenin bir Sovyet peyki hâline getirilmesi için terörü araç olarak kullanmışlardır.

Bir memleket zora girdiğinde ortalıkta kimse görünmezken sağına soluna bakmadan meydana atılanlar, harim-i namus çiğnenmesin diye tatlı canından geçenler o memleketin en has evlatlarıdır. Türk tarihi destanlar çağından günümüze bunun bayraklaşmış timsalleriyle doludur. Çok şükür ki bu timsallerden bir tanesi de mensubu olmaktan şeref duyduğumuz Milliyetçi-Ülkücü Hareket’tir.

Komünist teröristlerce şehit edildiğimiz yetmezmiş gibi ordunun içerisine sızmış bulunan mandacı zihniyetin çocukları 12 Eylül 1980 tarihinde üzerimizden tanklarla geçmiş, darbe ile alnımıza vatan hainleriyle bir tutulma lekesi çalmaya kalkmıştır. İşkenceler, insanlık dışı muamelelere hatta darağaçlarına rağmen bu lekeyi kabullenmedik, alnımıza sürmelerine müsaade etmedik.

Savcı Nurettin Soyer’in tarihe utanç vesikası olarak geçmiş ve içeriği iftiralarla doldurulmuş olan iddianamesiyle başta Milliyetçi Hareket Partisinin lideri Alparslan Türkeş olmak üzere yüzlerce Ülkücü dava adamı yargılanmış ve idamla cezalandırılmaları talep edilmiştir. 587 sanıklı “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası” başlamıştır. 29 Nisan 1981 tarihinde her satırı gerçek dışı ifadelerden oluşan 945 sayfalık bir iddianame ile başlayan ve “TCK’nın 146 ve 149. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet oluşturmak” suçlaması ile açılan davalarda, Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu 220 kişinin idamı istenmiştir. 5 yıl 11 ay 8 gün süren yargılama, 7 Nisan 1987 tarihinde sonuçlanmıştır. Mahkeme sonucunda 11 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılan Başbuğumuz merhum Alparslan Türkeş, 7 Nisan 1985 tarihinde tahliye edilmiştir.

Yapılan sözde yargılama sonucunda Ülküdaşlarımız Ahmet Kerse, Ali Bülent Orkan, Cengiz Baktemur, Cevdet Karakaş, Fikri Arıkan, İsmet Şahin, Mustafa Pehlivanoğlu, Halil Esendağ, Selçuk Duracık idam edilmiş, nice dava arkadaşımız çeşitli cezalara çarptırılmış ve bazıları da yargılanma sona ermeden ilahi rahmete kavuşmuşlardır.

Gencecik fidanlarımızı görevli cellatlar aramızdan alırken, “vatan”, “bayrak”, “millet” ve “bağımsızlık” diyen dava arkadaşlarımızı vahşiler katlederken vakarımızdan sesimizi dahi çıkarmadık. Bu alçakça teşebbüsün içerisinde yer alanlarla; vatanın sahiplerine işkenceleri, idamları reva görenlerle şerefli Ordumuzu asla bir ve aynı görmedik. Ordumuzun Peygamber Ocağı, devletimizin baba ocağı olduğunun şuuruyla hareket ettik. Cezaevlerini taş medrese, Hazreti Yusuf’un uğradığı iftiraya mülhem Yusufiye bildik. “Zalimlerin bir hesabı varsa şüphesiz ki Allah’ın hesabı en güzel hesap, adaleti en güzel adalettir.” dedik. Vatan, millet aşkıyla çilehanelerde çile doldurduk ancak kalplerimize ümitsizliğin zerresi giremedi.

Biz, devleti ele geçirenlerin kurduğu göstermelik cunta mahkemelerinde İstiklâl Marşı’nı haykırarak milletin istiklâline sahip çıkanlarız.

Biz, ya İstiklâl ya ölüm parolasıyla ölümü öldürenleriz.

Biz, varlığını Türk varlığına armağan edenleriz.

Biz, celladından helallik isteyen, geride kalanlarımıza davamızı miras bırakanlarız.

Biz Türk milletinin kendi dikeni ile kanayan gülleriz.

Biz, geceyi aydınlatan umut ışığıyız.

Biz, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’iz.

Ne 12 Eylül öncesini ne de kahpe 12 Eylül’ü unuttuk.

12 Eylül’ü unutmayacağız, unutursak kanımız kurusun.” dediğimizde bunu bir laf-ı güzaf zannedenler, kararlılığımızı 15 Temmuz gecesi gerçekleştirilen hain darbe teşebbüsünde gördüler. Türk Milliyetçilerini hedef alan her hareketin gerisinde Türk milletini dize getirme gayretleri yatmaktadır. 12 Eylül öncesindeki haklı mücadelemizin meyvelerini candan aziz bildiğimiz Türk milletinin toplamasına müsaade etmeyip “Bizim çocuklar kazandı.” diyerek geleceğimizi çalanların gayrimeşru çocukları 15 Temmuz’da bu sefer kaybetti.

Haçlı emellerinin günümüzdeki temsilcileri; bir olan, iri olan, diri olan Türk milletinin topyekûn karşı koyuşuyla geri dönmeye cesaret edememek üzere püskürtüldü. Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli önderliğinde Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in duruşu milletimize güven, cesaret vermiştir, vermeye de devam edecektir. Türkiye artık nereden bir saldırı, Türk milletini dize getirmek isteyen bir kalkışma gelecek diye beklemek yerine millî ülküleri ışığında büyük, güçlü Türkiye’yi kurma yolunda önemli adımlar atmaktadır. Bu kutlu yürüyüşte cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürmeye Mete’den beri ant içmiş bulunmaktayız. Bu yürüyüş zaferle sonuçlanana dek sürecek, dünyanın beklediği adalet Türk’ün şefkatli ellerinden dünyaya yayılacaktır.

12 Eylül'ü unutmak kendini inkâr etmektir. Başta Başbuğ'umuz Alparslan Türkeş olmak üzere ebedîyete irtihal etmiş dava adamlarının, gerek 12 Eylül öncesinde verdikleri destansı mücadelede şehadet şerbetini içen, gerekse 12 Eylül’ün idama reva gördüğü her biri ışığımız olan 9 yiğit Ülküdaşımızın ruhları şad, mekânları cennet olsun. O günleri yaşayan ve bugün hayatta olan kıymetli Ülküdaşlarımıza Allah sağlıklı ömürler versin. Unutursak kanımız kurusun.