Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 11 Şubat 2020
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
11 Şubat 2020

 

 

 

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken saygın heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımıza gönül dolusu selamlarımı iletiyorum.

Yöresi, kökeni, mezhebi, anasının dili ne olursa olsun tasada ve sevinçte bir olan, birlikte ağlayıp birlikte gülen, aynı maziden gelip ortak bir geleceği kucaklayan Türk milletinin asil evlatlarına en derin şükranlarımı sunuyorum.

Türkiye son zamanlarda afetlerle, elim kazalarla, vahim hadiselerle deyim yerindeyse kıyasıya boğuşmaktadır.

Felaketler 2020 yılında adeta otomatiğe bağlanmış, peşpeşe eklemlenerek ülkemizi tesir altına almıştır.

24 Ocak 2020 Cuma günü saat 20.55’te merkez üssü Elazığ’ın Sivrice ilçesi olan 6,8 büyüklüğündeki deprem milletimizi derin bir üzüntüye sevk etmiştir.

Depremden Elazığ ve Malatya başta olmak üzere çok sayıda il, ilçe ve köyümüz etkilenmiştir.

37’si Elazığ’da, 4’ü de Malatya’da olmak üzere 41 vatandaşımız depremde hayatını kaybetmiş, sayıları bin 600’ü aşan vatandaşımız da yaralanmıştır.

Türk milleti tek yürek-tek bilek-tek nefes halinde, ortak kader ve kardeşlik bağlarıyla depremzedelere sahip çıkmıştır.

Devletin tüm imkânları seferber edilerek müşfik ve muhtevalı yardım eli darda ve zorda kalanlara anında uzatılmıştır.

Milli birlik ve dayanışma ruhu zamanında harekete geçmiştir.

Elbette bundan memnuniyet duyduk.

Doğal felaketin yaraları milletimizin mümtaz hissiyatı ve iradesiyle sarılmaktadır.

Elazığ ve Malatya’da depremin enkazı kaldırılırken 4-5 Şubat 2020 tarihlerinde üst üste iki gün boyunca Van-Bahçesaray karayoluna çığ düşmüştür.

Düşen çığda 11 askerimiz, 9 güvenlik korucumuz, 2 itfaiye erimiz, 19 vatandaşımız olmak üzere toplam 41 kardeşimiz şehit olmuş, 84 kardeşimiz yaralanmıştır.

Deprem oldu, çığ düştü derken, İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda bir yolcu uçağı inişinden hemen sonra maalesef kaza kırıma uğramış, 3 kişi hayatını kaybetmiş, 180 kişi de yaralanmıştır.

Türk milleti tarih boyunca felaketlere teslim olmamıştır.

Çünkü felaketlere direne direne, facialara ve feci hadiselere meydan okuya okuya bugünlere gelmiş, kutlu varlığını muhafaza etmiştir.

Hiçbir engel aziz milletimizi istikametinden döndüremeyecek, ihlaslı ve iradeli yolculuğundan çeviremeyecektir.

Felaketler karşısında soğukkanlı tavır, sağduyulu duruş, aklıselim sabır yegâne dayanağımız olmalıdır.

Allah’ın izniyle kötü günler geçecektir.

Karamsarlık milli haslete ve imanla dolu gönüllere yakışmayacaktır.

Korku ve kötümserlik yaymaya çalışan aymaz ve ahlaksızlara karşı da azami uyanıklık göstermek milli şuurun doğası gereğidir.

Bu vesileyle gerek deprem felaketinde, gerek çığ düşmesinde, gerekse de yaşanan uçak kazasında hayatlarını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyor, yaralılara geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Allah her türlü afet ve musibetten ülkemizi, milletimizi ve insanlığı korusun diye dua ediyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Özellikle 1999 Gölcük merkezli deprem ile Elazığ Sivrice merkezli depremi karşılaştırıp siyasi fırsatçılık yapan, seninki kötü benimki iyi imasına yeltenen küçük ve güdük bir azınlık bizim gözümüzden kaçmamıştır.

1999 Büyük Marmara depreminde devletin çöktüğünü bugün ise ayakta olduğunu iddia eden sefillerden tutun da, yine 1999’da toplanan deprem yardımlarından memur maaşlarının ödendiğini söyleyen haysiyet fukaralarına kadar kederli günlerimizi daha da karartan provokatörler gizlendikleri deliklerinden başlarını uzatmışlardır.

Bunlar önce ateş edip sonra nişan alan zübükzadelerdir.

Toplanan deprem vergisinin akıbetini sorgulayanlarla, yardım paralarıyla memur maaşlarının ödendiğini söyleyenler aynı iftira çanağının iki yanında ip gibi dizilmişlerdir.

Bilinmelidir ki, Türk devleti ne 1999’da çöktü, ne de 2020’de zaafa uğradı.

Çöken devlet değildir, çürük binalardır, utanmaz müteahhitlerdir, kaçak ve kanunsuz bina ve yapılara göz yuman işbirlikçi yöneticiler, çıkar lobileridir.

Devlet aynıdır, ruh aynıdır, fıtrat aynıdır, duruş aynıdır, dün ile bugün arasında ayrımcılık yapanlar ya kalleştir ya da kifayetsiz muhteristir.

1999 Marmara depremiyle 2020 Elazığ depremini terazinin iki kefesine koyup tartıya çıkarmak ayıp değil midir? Yazık değil midir? Ahlaksızlık değil midir?

Depremin büyüğü küçüğü teknik olarak izah edilebilir, buna diyeceğimiz bir şey yoktur.

Fakat acının küçüğü büyüğü olmaz, gözyaşının biri bini olmaz, enkaz altında kalanların azı çoğu da olamaz.

Siyasi sorumluluğunu paylaştığımız 57. Cumhuriyet Hükümet döneminde 20.yüzyılın en büyük felaketlerinden birisini yaşadık.

17 Ağustos 1999’da merkez üssü Gölcük olan depremden 16 milyon Türk vatandaşı etkilenmiştir.

133 bin 683 konut ve işyeri yıkılmıştır.

Toplamda da 376 bin 479 yapı hasar görmüştür.

Daha da vahimi, resmi verilere göre 17 bin 480 insanımız hayatını kaybetmiştir.

43 bin 953 insanımız yaralanmıştır.

600 bin insanımız evsiz kalmıştır.

İstanbul dahil ülke nüfusunun yüzde 23’ünü oluşturan bir bölgede deprem korku verici derecede etkili olmuştur.

Bu bölgenin gayri safi yurt içi hasıla içindeki payı o dönemde yüzde 34,7; sanayi katma değeri içindeki payı da yüzde 46,7’dir.

Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’ndan Sağlık Bakanlığı’na kadar partimizin sorumluluğunda olan 7 bakanlık doğrudan doğruya depremle mücadelenin görevi gereğince içinde yer almışlardır.

Devlet çökseydi kısa sürede geçici ve prefabrik konutlar nasıl yapılacaktı?

Devlet çökseydi milli güvenlik ve milli bekamızı doğrudan hedef alan depremle nasıl inançla mücadele edilip kanayan yaralar tedavi edilecekti?

17 Ağustos depreminde devletin en az üç gün kafayı kaldıramadığını iddia eden köşe yazarı, bu iddianı ispatlamazsan alçaksın, müfterisin.

Hiç kimse merak buyurmasın, Milliyetçi Hareket Partisi’nin olduğu yerde Türk devleti çökmez, çökemez, çökmeyecektir.

Varsayalım devlet çöktü, hepimiz inançla ele ele veririz, ya Söğüt olur tekrardan Ocağımızı tüttürürüz, ya canımızı hiçe sayar Oğuz neslini sürdürürüz, ya da felaketler karşısında celadet anıtı gibi yükselerek bu devleti, bu milleti, bu aziz vatanı bir kez daha yükseklere taşırız.

Biz varsak çöküş yoktur, çürüme imkânsızdır.

Türklük varsa Türk devleti bakidir, hakimdir, hadimdir.

Depremler arasında siyasi kıyas yapmak Türkiye’nin yürüyüş ve yükseliş ümitlerini baltalamak, birlik ve kardeşlik duygusuna hançer sallamaktır.

Niyet sahipleri, ağızlarından ve kalemlerinden damlayan nifaka dikkat etsinler, akılları varsa da başlarına alsınlar.

Türk devleti ve hükümeti dün gereğini yapmış, bugün de aynısını başarmıştır.

Şu da unutulmasın ki, geçmişi kötülemek geleceği kurtarmaz.

Yapılanları inkar etmek vicdan yıkımına bahane teşkil etmez.

Acılar üzerinden siyasi şantiye kurmak için kolları sıvayanlara Türk milleti itibar etmez, ihtimam göstermez, bunları da hoş görmez.

Gölcük bizimdir, Elazığ da bizimdir.

Feryat bizimdir, fedakarlık da bizimdir.

İstanbul biziz Malatya da ta kendimizdir.

1999’daki acı neyse 2020’deki acı da odur.

Buz gibi havada enkaz altından çığlıkları duyulanlar, bu çığlıkları şefkatle dindirenler bu milletin has evlatlarıdır.

Bedenleri toza toprağa bulanmış, yüzü gözü kan revan içinde kalmış kardeşlerimize vefasızlık ve nankörlük şerefli bir tavır olamayacaktır.

Biz alınganlık yapmıyoruz, sadece üç-beş çürük yumurtaya, kısıtlı sayıdaki defolu zihniyete ayna tutuyor, kendilerini görmelerini ve izlemelerini umut ediyor, bunu sağlıyoruz.

Hiç kimse karanlığa saklanıp taş atmasın, potansiyel nefretini dışa vurmasın.

Dün de, bugün de Türk devleti her imkanıyla muktedirdir, her kabiliyetiyle muvaffakiyet halindedir.

Münafıklar, gıybet ustaları, bozgun kafilesi tezgahlarını başka yere açsınlar, çünkü onlara tenezzül edecek, adam yerine koyacak hiç kimse yoktur, bundan sonra da olmayacaktır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Türk milleti felaketin yıkıntısını emsalsiz yardımlaşma hissiyatıyla kaldırırken buna kulp takan, eksik kalan yıkımı dedikoduyla tamamlamaya çalışan mihraklar da devreye girmişlerdir.

Şov yapan, gerçekleri çarpıtan, karanlıktan medet uman, yardımların yetersizliğini söyleyip arkasını dönünce kıs kıs gülen, duyguları istismar edip yalan ve yanlış bilgileri servis eden bir güruhun varlığı bize göre utanç vesikasıdır.

Ünlü-ünsüz bazı soytarıların sosyal medyadaki kokuşmuş ve provokatif paylaşımları bir başka rezalet ve hezimettir.

Bunların milli ve ahlaki seviyeleri dip yapmıştır.

Muhalif olmak demek muzır ve mumyalanmış şahsiyete sahip olmak demek değildir.

Milli kederde buluşamayan, milli hedeflere ve milli haysiyete nasıl sahip çıkacaktır?

Enkazın altında kalan, fikren ve ahlaken iskelete dönen asıl bunlar değil midir?

Acıları dindirmek, mağduriyetleri bitirmek için insanüstü gayretle mücadele sürerken, devlet ve millet düşmanlarının, terör örgütü yandaşlarının isnat ve iftiralarının tedavüle girmesi tertiptir, tuzaktır.

Bunlar içimizde dışımızda sürünen zehirli yılanlardır.

Elazığ’ın Türk mü Kürt mü olduğunu sorgulayan şerefsizlerle, Malatya’da hasar gören bazı köylerin Alevi olduğundan dolayı ayrımcılığa maruz kaldığını yazıp çizen alçaklar amaçlarına ulaşamayacaklardır.

Millet burnundan solurken fitne aşılamak için çakal mevziisine girenler inanıyorum ki hak ettikleri cezaları alacaklardır.

Türk milleti hamd olsun diridir, Elazığ’da, Malatya’da, Van’ın Bahçesaray ilçesinde varlığını göstermiştir.

Yurdumuzun dört bir yanından harekete geçen yardım konvoyları, toplanan paralar, edilen dualar, dalgalanan inanç ve irade birliği Türk milletinin soylu vasfının müstesna bir tezahürüdür.

Türkiye Cumhuriyeti her zorluğun üstesinden gelecektir.

Hiçbir engel şahlanmış ve ayaklanmış milli ruhun önünde duramayacaktır.

Bir olacağız, Gakkoşlar kadar samimi, dürüst, dost canlısı, cesur yürekli ve ahlaklı duracağız.

Aynı zamanda Malatya kadar istiklalimize ve istikbalimize sahip çıkacağız.

Biz Türk milletiyiz. Biz Türkiye’yiz. Birlikte çok daha güçlüyüz.

Yaşadığımız zor günleri aşmak için olağanüstü gayret sarfeden kadirşinaz milletimizi, fedakârca çalışan devlet ve hükümetimizi, tüm görevlileri canı gönülden tebrik ediyor ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Kimin ne dediğinin bir önemi yoktur, millet ne istiyor, milli haklarımız neyi gerektiriyor ona bakarız, ilhamımızı tarihten, itibarımızı ecdadımızdan, itimadımızı da imanımızdan alırız.

Mazlumların dostuyuz, 100 yıllık maziye sahip Misak-ı Milli’nin sevdalısıyız; zalimlerin, hainlerin, iç ve dış hasımların sonsuza kadar dimdik karşısındayız.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Türk milleti doğal felaketlerle mücadele ederken bilhassa İdlib’de kahredici gelişmelere şahitlik etmiştir.

İdlib krizi, Rusya’nın hava desteğini alan rejim güçlerinin hunhar saldırılarını yoğunlaştırmasıyla farklı bir boyut kazanmıştır.

Önce 3 Şubat 2020’de 7 numaralı gözlem noktamızın bulunduğu Serakib yakınlarında intikal halinde bulunan kahramanlarımıza adice, alçakça ateş açılmıştır.

Bu kapsamda Uzman Çavuş Halil Demir, Uzman Çavuş Serkan Deprem, Uzman Çavuş Şükrü Özler, Uzman Çavuş Uğur Kurt, Uzman Çavuş Uğur Katran, Uzman Onbaşı Kadir Yıldız, Uzman Onbaşı Gökhan Orhan ve tır şoförü İsmail Akatay rejim güçleri tarafından, Rusya’nın mihmandarlığı altında şehit edilmişlerdir.

Zalimler kana doymamış, şiddete ara vermemiş, evlatlarımıza akst etmeye devam etmişlerdir.

Acılarımız henüz tazeyken, dün İdlib’den milli vicdanı heder eden, kederlendiren yeni şehit haberleri gelmiştir.

İdlib’in Taftanaz Bölgesi’nde bulunan gözlem noktasında inşaatı devam eden havaalanı inşaatında çalışma yapan askerlerimize cani Esad güçleri topçu atışıyla saldırmıştır.

Uzman Onbaşı Fatih Saylak, Uzman Onbaşı Enes Alper, Uzman Onbaşı İbrahim Halil Açıkgöz, Uzman Onbaşı Davut Özcan, Uzman Onbaşı İbrahim Albayrak şehit olmuş, beş kahramanımız da yaralanmıştır.

Kanlı Suriye rejimi bir yanda masum sivilleri diğer yanda da Türk askerini hedef almıştır.

Artık buna tahammül edecek halimiz kalmamıştır.

Rejim güçlerine misliyle karşılık verilse de, yüreğimizin yangını katil Esad defolup gidesiye kadar soğumayacaktır.

Aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara şifa diliyor, ailelerine, milletimize, silah arkadaşlarına sabır ve başsağılığı temennilerimi iletiyorum.

Türk milletinin sabrını sınamaya çalışanlar tarihin her devrinde ağır bedeller ödemişlerdir.

Kaldı ki bundan sonra da ödemeye devam edeceklerdir.

İdlib’de evlatlarımızı katledenler insanlık vicdanında çoktan mahkûm olmuşlardır.

Esad katildir, suçludur, gayri meşrudur, husumetin kaynağıdır.

Hem Suriye’yi hem de Türkiye’yi eşzamanlı idare etmeye, durumu kurtarmaya, kontrollü ve sürdürülebilir istikrarsızlık stratejisiyle bölgesel ve tarihsel emellerini gerçekleştirmeye çalışan Rusya iyi niyetli değildir.

Hükümetin Rusya ile ilişkileri tekrardan gözden geçirmesi samimi dileğimizdir.

Rusya, Suriye’deki çatışma ve gerilim ortamının sürekli ve sınırlı bir çerçevede devamını sağlayarak kriz ve kaos üzerine kendi hesap ve hedeflerini kademe kademe inşa etmektedir.

Bunu görmek, bunu idrak etmek lazımdır.

Ne Astana’dan, ne Soçi’den, ne Cenevre’den, ne de diplomatik temaslardan herhangi bir sonuç bugüne kadar çıkmamış, çıkması da beklenmemelidir.

 

Suriye ve diğer komşu ülkelerde haklının gücü değil, güçlünün hakkı revaçtadır.

Gün silahın günü, gün vahşetin günüdür.

Hukukun sözü çiğnenirken, hukuksuzluğun ve eşkıyalığın fermanı okunmaktadır.

Zalimler kendi aralarında nüfuz alanları oluşturarak küçük ölçekli savaşların fitilini tutuşturmuşlardır.

Dünya petrol rezervlerinin yüzde 62’sinin, doğalgaz rezervlerinin de yüzde 40’nın bulunduğu Ortadoğu güç bloklarının acımasız mücadelelerine sahnedir.

Bize göre, Rusya’nın içinde olduğu antlaşma ve mutabakatlar bu ülkenin asıl hedefleri için ara istasyonlardır.

Suriye, resmen olmasa bile Rusya’nın fiili sömürge ülkesi haline gelmiştir.

Esad’ın yuları Moskova’ya bağlanmıştır.

Demem odur ki, şehitlerimizin vebali saldırgan Suriye kadar buna ortam açan, perde gerisinde teşvik ve tahrik eden Rusya’nın omuzlarındadır.

Bu gerçekle yüzleşmek şarttır.

Suriye’de var olan krizi çözmek için siyasi ve diplomatik temaslar aldatmadır, masaldır, oylanmadır.

Esad tahtından indirilmeden ne Suriye’ye ne de Türkiye huzur gelecektir.

Türk milleti gerekirse, artık başka bir seçenek de görülmezse Şam’a girmeyi şimdiden planlamalı ve zalimleri yerle yeksan etmelidir.

Diyorum ki, yansın Suriye, yıkılsın İdlib, kahrolsun Esad.

Ocağımıza ateş düşürenlerin ocağı söndürülsün.

Evlatlarımızı toprağa serenlerin hayat pınarları kurutulsun.

Bugünün konusu hukuk mukuk değildir, zalimlerin tepesine Türk milletinin çelik iradesi inmelidir.

Bilinsin ki, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.

Bir Türk de dünyaya bedeldir. Nitekim muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda gizlidir.

 

Yurdu yaşatmak için can veren kahramanların intikamı mutlaka alınmalı, tertemiz şehit kanı yerde kalmamalıdır.

Merak ediyoruz, uluslararası toplum ne duruyor, neyi bekliyor, neden suya sabuna dokunmuyor?

Bir caniye, bir despota, bir vandala nereye kadar sabır gösterilecek?

Esad savaş suçlusudur, mutlaka yargılanmalıdır, hak ettiği cezayı almalıdır.

Türkiye’de tek adam rejimi var diyen, saray rejiminden bahseden yalancıların Suriye’deki belgeli ve delilli tek adamlık sistemine tepki göstermemeleri, üstelik katil Esad ile diyalog önerileri Baas’çı mantığın kimlere ve hangi oranda bulaştığının da ibretlik misalidir.

Zulme zulüm diyemeyenler zalimlerin kuklasıdır.

Ve de dökülen her kana ortaktır.

Mehmetlerimizi şehit eden alçaklara ses çıkarmayıp Türk devletini ve hükümetini suçlayanlar, gönüllü Esad sözcülüğü yapanlar, Türk milletinin ruh köküne yabancı düşenlerden başkası değildir.

Kılıçdaroğlu ve diğer Esad hayranları vatana ihanet içindedir.

Esad’ın defterini dürmek varken, hatta bu sorumluluk ahlaki, tarihi ve hukuki bir mecburiyetken, temas ve görüşme önerisiyle avunanalar cinayete ve ihanete ortaktır.

Esad devrilmelidir, zulüm şatoları yıkılmalıdır, katiller döktükleri kanların son damlasına kadar hesap vermelidir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye’miz yüksek risk ve tehlikelerle karşı karşıyadır.

Hainler milli varlığımızı tehdit etmektedir.

PKK/PYD/YPG/FETÖ/DEAŞ/ESAD ve emperyalist çevreler Türkiye’nin kuyusunu kazmaktadır.

Ne yazık ki, içimizde bunlara yardım ve yataklık eden işbirlikçiler vardır ve hüviyetleri bellidir.

CHP Genel Başkanı’nın takdir ve tasvip ettiği karanlık oluşumlar zehir saçmakta, ülkemizi uçuruma çekmektedir.

Bugünkü CHP yönetimi Türkiye düşmanları tarafından ele geçirilmiş, kafalarına da esaret çuvalı geçmiştir.

4 Ekim 2019’da, partimizin Başkanlık Divanı kararıyla, CHP-HDP ilişkilerinin incelenmesi, CHP Genel Başkanı’nın suç teşkil eden fiili ve değerlendirmelerinin analiz ve araştırılması maksadıyla üç Genel Başkan Yardımcımızdan kurulan Komisyon görevini layıkıyla tamamlamıştır.

Partimiz iç bünyesinde oluşturulan bu Komisyon marifetiyle Kılıçdaroğlu hakkında 5 Şubat 2020 Çarşamba günü suç duyurusunda bulunulmuştur.

CHP’nin Genel Başkanı ve yönetimi milli güvenlik meselesidir.

İnanıyorum ki, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı gereğini yapacak, adalet yerini bulacak, maşeri vicdan müsterih olacaktır.

Kılıçdaroğlu, bugün FETÖ’nün siyasi ayağını açıklayacakmış.

Oysaki bir boy aynasına baksa ayağı da görecek, boyunu da görecektir.

Bugüne kadar FETÖ’nün siyasi ayağını devamlı gündeme getiren biz olduk.

Ancak bazıları her seferinde bizim düşüncelerimizi maksatlı biçimde çarpıttı, hedef şaşırtmaya çalıştı.

Dedik ki, şayet 15 Temmuz başarılı olsaydı, Yurtta Sulh Konseyi’nin siyasi ayağı kim olacak, ülkeyi kimler yönetecekti?

Yani Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, bürokratlar kimlerden teşekkül edecekti?

Mesela, Kılıçdaroğlu böyle bir durumda görev alacak mıydı?

Söylediklerimiz budur. Arayış ve cevabını aradığımız sorular da bu şekildedir.

Bizim çaycıyla, çorbacıyla, odacıyla, zabıt kâtibiyle işimiz yoktur.

Bunları konuşanlar cambaza bak oyunu içindedir.

FETÖ’nün Cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları kimlerdir?

Eğer bu melun isimler deşifre edilirse siyasi ayak ortaya çıkabilecektir.

TBMM’de herhangi bir kanun teklifi kapsamında değişiklik önergesi verenlere siyasi ayak yakıştırması bize göre hezeyandır, aklımızla alay etmektir.

Bu önergeyi hazırlayıp Meclis gündemine taşıyan milletvekilleri üzerinde kuşku yaratmak, bunların araştırılmasını istemek asıl hedef ve mücadeleyi kösteklemektir.

26.Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ, 29 Ocak 2020’de bir televizyon kanalında yaptığı açıklamalarla gündemin rotasını değiştiren malum iddialarda bulunmuştur.

Gerçekten de 29 Haziran 2009 tarihinde gece yarısından sonra verilen bir önerge üzerinde siyasi ayak tartışması odaklanmıştır.

Özellikle ve altını çizerek ifade etmek isterim ki, Milliyetçi Hareket Partisi 2009 ne söylemişse bugün arkasındadır, gene aynı noktadadır.

Ancak FETÖ’nün siyasi ayağı basit şekilde ve sadece bir önergeye imza atanların zan altında bırakılmasıyla geçiştirilemez, izah edilemez.

5271 Sayılı Ceza Mahkemesi Kanununun 3’ncü maddesine eklenen fıkralardan birisi şu şekildedir:

“Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda soruşturmaları Cumhuriyet Savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır.”

Ayrıca, 5271 Sayılı Kanunun 250’nci maddesinin birinci fıkrasının (a)bendi ile üçüncü fıkrasının son cümlesinde geçen “hali dahil” ibaresi “halinde” şeklinde değiştirilmişti.

Böylelikle muvazzaf askerlerin savaş ve sıkıyönetim hali dışında ağır cezalık suçlarına sivil mahkemelerin bakılacağı hükmü getirilmiştir.

Tartışmanın kaynağı da burasıdır.

Bizim bu değişiklikle ilgili çekince ve eleştirilerimiz bellidir.

Fakat, Sayın İlker Başbuğ yanlış bir yerde iz sürmektedir.

Şayet bugün eski uygulamaya dönülse, yani askeri mahkemeler kurulup, mesela Sincan ve Silivri’deki FETÖ’cü darbecilere tekrar yargılanma imkanı tanınsa doğabilecek tehditler hakkında bir fikir sahibi olan var mıdır?

2009 yılının 25 Haziran’ındaki bir konuyu bugün yeniden kaşımanın kime ne faydası olacaktır?

Sivil mahkemelerin verdiği kararların ihlal ve inkarı nasıl bir gelişmeye kapı aralayacaktır?

Asker şahısların sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açan önergeyi FETÖ’ye bağlamak, FETÖ’nün siyasi ayağıyla ilişkilendirmek aşırı ve zorlama bir yorum değil midir?

Bu manasız tartışmayı tetikleyip tırmandırmak kimin işine yarayacak, hangi çevreleri rahatlatacaktır?

Bunların yanında, 26. Genelkurmay Başkanı görevdeyken FETÖ’cülerle mücadeleyi layıkıyla yapmış mıdır?

Bizim için siyasi ayak Yurtta Sulh Konseyi’nin yürütme kadrosudur.

Bunlar tek tek tespit edilirse, inanıyorum ki, FETÖ’cülerin, kriptocuların, hainlerin, Türk ve İslam düşmanlarının kökü kazınacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha hürmetle selamlıyor, değerli milletvekili arkadaşlarıma Meclis çalışmalarında başarılar diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.