Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 3 Mart 2020
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
3 Mart 2020

 

 

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,

Basımınızın Değerli Temsilcileri,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımızın başında yüksek heyetinizi en derin muhabbetlerimle selamlıyorum.

Ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımıza sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Gönül coğrafyalarımızda hayat mücadelesi veren kardeşlerimize üstün muvaffakiyetler ve muzaffer günler diliyorum.

Üzerinde yaşadığımız topraklar bin yıldır vatandır, bin yıldır Türk milletinindir.

Elbette bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.

Nice şehametlerle, nice şehadetlerle, nice celadetlerle, nice cesaret, feragat ve hamiyet örnekleriyle vatanın ve milletin bekası asırlarca korunmuştur.

 

İnanıyor ve ifade ediyorum ki, Türk tarihinin ruhundan mülhem büyük bir şevkle bugün de korunacak, tam bağımsızlığımız istikbalin parlak ufuklarıyla kucaklaşacaktır.

Vatan topraklarının her karışı, eski hâkimiyet havzalarımızın her köşesi şehit kanlarıyla sulanmış, Türk milletinin hatıralarıyla süslenmiştir.

Anadolu coğrafyasından dört bir yana başımızı çevirip baktığımızda buram buram tüten Türk destanlarını görür, şühedanın aziz anılarını duyarız.

Hatta görmek ve duymakla kalmayız, bunu yaşar, gerektiği zaman yenilerini başarmak için tetikte bekler, yeri gelirse de teyakkuza geçer sefere çıkarız.

Bu seferde manevi güvencelerimiz tertemiz kanlarıyla önümüze düşen aziz şehitlerimiz, kahraman nesillerdir.

Şehitler, tarihimizin ve talihimizin kilit taşlarıdır, milli kader ve kararın yegâne iftihar kaynaklarıdır.

“Ölürsem şehit, kalırsam gazi” diyen bir milletin; “Yâre nişandır tenine erlerin, şehitlik son rütbedir askerin” duruşuna sahip vatan evlatlarının kolunu bükecek, boynunu eğecek, diz bağlarını çözecek ne bir güç ne de bir kudret vardır.

Şehit zamanın şahidi, milli varlığımızın şahabı ve şahikasıdır.

Şehitlerimizin teminatıyla sahip olduğumuz mukaddesat zırhını orasından burasından tahrip edecek bir silah da henüz icat edilememiştir.

Suriye’nin 14 eyaletinden birisi olan İdlib’de 27 Şubat 2020 tarihinde yaşanan şehadetler milletimizi ziyadesiyle üzmüş, derinden yaralamıştır.

Alçak Esad ve ahlaksız destekçileri kanımızı dökmüştür.

Ne olursa olsun, kim hangi saldırıyı yaparsa yapsın, Türk milletinde verilecek kan da bitmez, ayağa kalkacak kahraman da eksilmez.

Kurt kışı geçirir geçirmesine, ama yediği ayazı unutmaz, atılan okları, kurulan tuzakları hatırından ve havsalasından asla çıkarmaz.

İdlib’in Cebel Zaviye Bölgesi’ndeki Balyun Kasabası’nda konuşlu Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına önce karadan roket ve top mermileriyle saldırı düzenlenmiştir.

Hemen arkasından hava bombardımanı başlamıştır.

Rejim uçakları ve destekçileri, bölgeye intikal eden bir konvoy ile kahraman askerlerimizin bulunduğu eski bir belediye binasını alenen hedef almışlardır.

Burada çok sayıda askerimiz şehit düşmüştür.

Oluşan enkazın altında kalan evlatlarımıza yardım etmek isteyen askerlerimiz ise saldırıların devam etmesi üzerine bir başka binaya sığınmışlar, ne var ki burası da ateş altına alınmıştır.

Sonuç itibariyle hunhar saldırıda 34 kahramanımız şehit olmuş, 32 kahramanımız yaralanmıştır.

Bu alçak saldırının içinde Suriye vardır, İran vardır, Rusya vardır, hepsi birden cinayet devriyesine çıkmışlardır.

Türk askerinin kanı bu husumet cephesi tarafından dökülmüştür.

Niyazım odur ki, şehadetleri mübarek olsun.

Zalimlerin kanı kurusun, Türk milletinin ahı tutsun.

Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapılan her saldırıyı nefretle lanetliyorum.

Aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet; ailelerine, silah arkadaşlarına, milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum.

Şu anda tedavi altında bulunan kardeşlerimize şifalar temenni ediyorum.

Karanlık emel sahipleri bilmelidir ki;

Dirimiz asker, vurulanımız şehittir.

Onların dirisi kalleş, vurulanı ise leştir.

Türk milleti şehitlerine minnettardır. Ve onlar ölmemiştir.

Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyiz. Bilâkis onlar diridirler, fakat biz anlayamayız.

Nitekim Allah tektir, ordusu Türk oğlu Türk’tür.

Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacaktır.

Bize namlu çeviren, kurşun atan, bomba fırlatan delik deşik edilmeye, devrilip gömülmeye mecburdur, müstahaktır.

 

Türk milletine meydan okuyan, Türkiye’ye kafa tutan, yiğit evlatlarımıza pusu kurup silah çeken kim varsa dökülen kanlarda boğulmaya sonuna kadar mahkumdur.

Erkeğinden kadınına, gencinden yaşlısına aziz milletimizin her mensubu; metindir, merttir, merhametlidir, sabırlıdır, imanlıdır, yüreği vatan sevgisiyle yoğrulmuştur.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye büyük bir aile şuuruyla kenetlenip, birbirimize dayanarak, birbirimizden güç alarak, milli birliğimizi perçinleyerek bu zor dönemi atlatacağız.

Eğilmez başımızla, yenilmez irademizle biz büyük Türk milletiyiz.

Hiçbir habis ve hain emel Türk milletini pes ettiremez, taviz verdiremez.

Hiçbir zalim, hiçbir zorba Türkiye’ye kanlı dişlerini geçiremez.

21 ilimizde al bayrağa sarılı şehit naaşları muazzam katılım ve sahiplenmeyle omuzlarda taşınmış, dualarla vatan topraklarına emanet edilmiştir.

26 Şubat 2020’de rejim güçlerinin hava saldırısı sonucunda şehit olan Piyade Uzman Çavuş Soner Eres Baykuş memleketi Kahramanmaraş’ta son yolculuğuna uğurlanırken, elleri öpülesi annesi Zeynep Baykuş bakınız ne demişti:

“Kimseye meydan vermeyeceğiz. Bir ölür bin doğarız kuzum. Şehitler ölmez, vatan bölünmez. Şehidim ölmedi benim. Ben şehit anası oldum.”

İdlib şehitlerinden olan Piyade Uzman Onbaşı Ahmet Saygılı 30 Ağustos 2014’deki bir sosyal medya paylaşımında şu mesajı vermişti:

“Biz yere düşeriz, ama iki şeyi yere düşürmeyiz: Kuran-ı Kerim ve Türk bayrağı.”

Şehidimizin muhterem babası Hüseyin Saygılı da; “Vatanımız, milletimiz bölünmez kuzum” diyerek kahraman evladının arkasından gözyaşı dökmüştü.

Çorlu’da toprağa verilen kahramanımız Uzman Onbaşı Birhan Er, 9 Ekim 2013’de sosyal medyada paylaştığı bir mesajında aynen şunları söylemişti:

“Biz yedi yaşında yağmurun altında, soğuktan titreyerek ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ derken şaka yapmıyorduk.”

 

Tekirdağ’ın Saray ilçesinde toprakla buluşan şehidimiz Piyade Uzman Onbaşı Nihat Kara, ne işimiz var Suriye’de diyen köksüzlere tokat gibi cevap vermiş ve şöyle seslenmişti:

“Sizden ricam sakın Suriye’de ne işimiz var diyenlerden olmayın, gittim gördüm tam da olmamız gereken yerdeyiz. Yedi düvel bir olmuş, rejimi, Rusya’sı. Dua edin yeter, selametle.”

Bu çerçevede gönül tellerimizi titreten daha pek çok misal verebiliriz.

Sorarım sizlere; bu kadar asil ve soylu kahraman evlatları sinesinden çıkaran Türk milletine güç yeter mi? Zor söker mi? Kurşun işler mi?

Kahramanlar nöbetteyken ezan susar mı? Bayrak iner mi?

Hele bir söyleyin kurumuş ve kudurmuş Esad hayranları, bu kutlu vatan bölünebilir mi?

Hayır, asla; ne ezan susar, ne bayrak iner, ne de vatan bölünür.

Yine İdlib’de şehit düşen Uzman Onbaşı Emre Baysal evladımızın 50 gün sonra düğünü olacaktı.

Şehidin acılı dayısı Umut Başal ateş düşen ocaklarına aldırmadan inanmışlıkla “Allah’ım bayrağımızı indirmesin” çıkışıyla herkese ders vermişti.

Merhum Şairimiz Mithat Cemal Kuntay, ‘Kimiz’ isimli şiirinde diyordu ki;

Şahlanır göklere inkâr edilen heykelimiz,

Gösterir ufku, ölürken bile solgun elimiz.

Boşa gitmez, heder olmaz, vurulup düştüğümüz,

Zalimin göğsüne çarpar düşüyorken ölümüz.

Canımızdır, acı hissetmeyerek verdiğimiz;

Şaşırırsın, şu asırlar sana anlatsa kimiz...

Vatan için, bayrak için, millet için, sereserpe toprağa düşen kahramanlarımız Türk milletinin şeref timsalleridir.

Şehitlik mertebesi ulaşılabilecek en yüksek mertebedir.

Türk askeri tarih sahnesine çıktığı andan itibaren inançla ve muazzam bir görev aşkıyla pek çok zafere imza atmıştır.

 

Ve asırlardır şehitlerimizin anaları, babaları, eşleri, çocukları onların ardından gözyaşı dökerken ağızlarından tereddütsüz bir tek cümle dökülmüştür: “Vatan sağolsun.”

Düşmanın Sakarya Cephesi’nde ilerlediği, Türk milletinin maddî gücünün tükendiği zamanlarda; bazı mebuslar, Meclis’i Kayseri’ye taşımanın gerekliliğini savunmuşlardı.

Mustafa Kemal Paşa’nın bu mebuslara şu cevabi tepkisi kahramancaydı: “Son mermimi kullanıp, son nefesimi verinceye kadar savunmama devam edeceğim. Düşman gelip beni, bayrağımın altında, şehit olmuş ve al kanlar içinde yatarken bulacaktır.”

Kendi payıma konuşuyorum, görev düşsün, ihtiyaç olsun, bayrağımı alır, silahımı kuşanır, besmelemi çeker koşa koşa cepheye gider, mevziiye girerim.

Allah nasip eder şehit olurum, nasip eder gazi.

Ancak kanımın son damlasına kadar Türklüğün ve Türk milletinin bekası için vuruşur, son takatime kadar da mücadele ederim.

Çünkü aklım hep Türkiye’dir, kalbim Türk milletiyle bir ve beraber atmaktadır.

 

Değerli Milletvekilleri,

İdlib saldırısından hemen sonra Türkiye Bahar Kalkanı Harekatı’nı başlatmıştır.

Arap Baharı’nın isyan dalgasının son etabı olan Suriye’ye karşı Türk’ün bahar kalkanı sınırlarımıza set çekmiştir.

Sorulacak hesabımız vardır.

Alınacak intikamımız vardır.

Aynı anda F-16’lar, SİHA’LAR, İHA’lar, Kasırga Füzeleri, Fırtına Obüsleri zulüm mevzilerini dövmeye başlamıştır.

Rejim unsurları kaçacak ve saklanacak delik aramanın derdindedir.

Bir hususu tarif ve tespit etmenin sayısız yararları vardır:

Türkiye İdlib’de savaş oyunlarının, hegemonya senaryolarının içinde değildir. Buna niyeti de yoktur.

Gaye vatandır, gaye sınır, toprak ve insan güvenliğidir.

Sınır demek devlet demektir.

Sınırları kalbura dönmüş, güvenlik duvarları aşınmış, girenin çıkanın belirsiz olduğu bir devletin egemenlik hakları çiğnenmiştir.

Aynı zamanda devlet demek egemenlik demektir.

Türk devletinin hükümran haklarının başlangıç noktası hudut boylarıdır.

Bu gerçeği görmeyen, bu gerçeği göstermeyen, üstelik bu gerçeği çarpıtan iç ve dış odakların alayı birden aynı şer ekseninde toplanmışlardır.

İdlib Hatay’ın dibindedir. Hatta tarihsel olarak mündemiçtir.

İdlib’den geri çekilirsek eninde sonunda Hatay’dan olmamız kaçınılmazdır.

Böyle olursa Suriye’deki kaosun Anadolu’ya ithali de mukadderdir.

Evimizin önü yanarken omuz silkersek milli onurumuzdan ve milli ömrümüzden mahrum kalırız.

Jeopolitik ve jeostratejik denklemin içinde bağımsız güç olarak var olmak zorundayız.

Tarih bize diyor ki, mücavir topraklarda, komşu ülkelerde önü alınamamış krizler, iç kargaşa ve çatışmalar bir virüs gibi yayılıp eninde sonunda ülkemize bulaşacaktır.

Misak-ı Milli’nin koordinatlarına muvafık şekilde Türk savunma alanı oluşturuyoruz.

Bu savunmayı yapamazsak, bu savunmada tereddüt edersek, herkesi uyarıyorum ki, Anadolu’yu veririz, Anadolu’yu teslim ederiz.

Bir Rus haber sitesinde, çalınan şehir Hatay başlığıyla haber yapılmış, gizli hedefler, sinsi ve yüzsüz arzular deşifre edilmiştir.

Bugün aynı zamanda Hatay’ın ilk ve son Cumhurbaşkanı merhum Tayfur Sökmen’in de 40’ncı vefat yıldönümüdür.

3 Mart 1980’de hayata gözlerini yummuş merhum Cumhurbaşkanı, Hatay’ın 29 Haziran 1939’da anavatan Türkiye’ye katılmasında tarihi rol ve payı olan vakarlı ve vatansever bir şahsiyetti.

Aziz anısını rahmet ve hürmetle yad ediyorum.

Hatay onyıllardır Suriye haritalarında açıkça gösterilmiştir.

Ve şimdi de çalınan şehir Hatay diye haberler yapılmaktadır.

Bu utanmazlıktır, mütecaviz bir Moskov oyunudur.

Hatay Türk milletinin ve Türkiye’nin kardeşlik köprüsü, ayrılamaz, koparılamaz, vazgeçilemez zümrüt örtüsüdür.

Kim Hatay’a göz dikiyorsa, o gözü oyarız, kim el uzatıyorsa, o eli kökünden keseriz.

Hatay’ı tartışmaya açmak, Hatay üzerinde kuşkular uyandırmak cinayettir, hıyanettir, rezalettir. Ve emel sahipleri karşılarında Türk milletinin tamamını bulacaklardır.

Hatay bizim diyen cani Esad rejimi, Suriye’yi tam 402 yıl egemenliği altında tutan cihan imparatorluğunu ne çabuk unutmuştur?

Ne işimiz var Suriye’de gürültüsü koparan aymazlar bu hakikatten haberiniz var mıdır?

Niye Libya’dayız diyenler, 494 yıl orada bulunduğumuzun farkında mısınız? Yoksa safa mı yatıyorsunuz?

459 yıl Mısır’da, 402 yıl Irak’ta, 402 yıl Ürdün’de, 402 yıl Filistin ve İsrail’de, 402 yıl Lübnan’da, 401 yıl Yemen’de, 400 yıl Bahreyn’de, 400 yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nde, 400 yıl Katar’da, 399 yıl Suudi Arabistan’da, 397 yıl Sudan’da, 381 yıl Kuveyt’te, 350 yıl Somali’de, 308 yıl Tunus’ta, 303 yıl Cezayir’de hangi kudret sahibi imparatorluğun hükmünün geçtiğini aklını ve aidiyet bilincini kaybetmiş güruh biliyor mu?

Sayın Kılıçdaroğlu ve ipini ele vermiş siyasi çürükler sizin bunlara dair bir fikriniz var mıdır?

Şayet varsa kimlerin hizmetkârısınız, kimlerin hizasındasınız?

Hadi yok diyelim, o zaman ne işiniz var Türkiye’de, ne arıyorsunuz siyasette?

Misak-ı Milli coğrafyasında bir kuşun kanadı kırılsa, bir kuzu av olsa, bir mazlum feryat etse, bir masumun göz pınarlarından yaş süzülse Türk milleti mesele eder, dert eder, tavır gösterir, bedelini de peşinen ödetir.

Hem içimizdeki hem de çevremizdeki gelişmelere dikiz aynasından, geri görüş kamerasından, kozmopolit prizmadan bakmayız, bakamayız.

Bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın diyemeyiz, elhak o yılanı yuvasında boğazlarız.

Mondros Mütarekesi imzalandığında fiilen hakimiyetimizde olan alanları içine alacak şekilde Misak-ı Milli’nin hudutları çizilmişti.

Gazi Mustafa Kemal de bunu şöyle izah ve ilan etmişti:

“Bu hudut, İskenderun Körfezi cenubundan Antakya’dan, Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablus Köprüsü cenubunda Fırat Nehrine ulaşır.

Oradan Deyr-i Zor’a iner; sonra doğuya uzatılarak Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alır. Bu hudut dahilinde kalan ülkemizin bölümleri Osmanlı camiasından ayrılmaz bir bütün olarak kabul edilmiştir.”

Sayın Kılıçdaroğlu, şimdi anlıyor musun niye İdlib’deyiz? Niye Suriye’deyiz? Niye Libya’dayız?

Bize değil, aziz Atatürk’e kulak ver.

Bizi duymuyorsan bari Atatürk’ü duy, bari muhterem hatırasına riayet et.

 

Değerli Arkadaşlarım,

İnönü ve Kütahya Zaferlerinin ardından 13 Ocak 1921’de toplanan Büyük Millet Meclisi’nde kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa tarihe kazınan şu konuşmasını yapmıştı:

“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini, yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini.

İşte ben bu kürsüden, bu Meclis-i Ali’nin Reisi sıfatıyla, Heyet-i Aliyenizi teşkil eden bütün azanın her biri namına ve bütün mille namına diyorum ki: Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”

Vatana ve millete sokulmak istenen zehirli hançer her seferinde kırılıp atılmış, şehidin şühedanın hakkı ve emaneti hamd olsun zayi edilmemiştir.

Bugün İdlib’de Rusya ikili oynamaktadır.

İran arkadan dolaşıp ateş etmektedir.

Katil Esad tarih ve beşeri vicdan nezdinde ağır ve affedilmez şekilde suç işlemiştir.

Bu kapsamda olmak üzere, 5 Mart 2020’de Sayın Cumhurbaşkanımızla Putin’in yapacağı planlı görüşme kritiktir, çok mühimdir.

Soçi Mutabakatını ihlal eden taraflar arafta değil açıktadır.

İdlib’de Türkiye’nin 12, Rusya’nın 10, İran’ın da 7 gözlem noktası vardır.

Şu işe bakınız ki, saldırıya uğrayan, şehit veren Türkiye’dir.

Bunun karşılığında meşru savunma refleksiyle gereğini ve müdahalesini yapan ülke de Türkiye’dir.

Kremlin Sözcüsü Peskov, Rusya dışındaki tüm ülkelerin uluslararası hukuka aykırı olarak Suriye’de bulunduğunu, Türkiye’nin sorumluluklarını yerine getirmediğini ifade etmiştir.

Bize göre halt etmiş, Rus yalanlarına yenilerini eklemiştir.

Putin, Rusya’nın kimse ile savaşa hazırlanmadığını, kimsenin aklına da savaş fikrinin gelmemesi için elinden geldiğini yaptığını söyleme gereği hissetmiştir.

Putin ne derse desin, kahramanlarımızın bölgede kasıtlı olarak hedef alındığı barizdir.

Saldırıya uğrayan Türk askeri konvoyuyla ilgili önceden Rus yetkili makamlarına bilgi verilmesine rağmen, Moskova yönetimi bunu telaşla inkar etmiştir.

Dahası Rusya’nın operasyonda savaş uçaklarının bulunmadığını açıklamasına rağmen radar gerçekleri başka şeyler söylemektedir.

Düşününüz, ambulansları bile vuran bir barbarlıkla İdlib’de muhatap olunmuştur.

Bu menfur saldırının insanlığa, ikili anlaşma ve uzlaşmalara, evrensel değer ve mirasa aykırılığı ortadadır.

27 Şubat 2020’de rejim uçaklarının arasında bal gibi, buz gibi Rus uçakları da vardı ve ölüm saçmışlardı.

Kimi kandırıyorlar? Neyi anlatıyorlar?

Putin’in varmak istediği yer neresidir?

 

 

Boğazlardan geçirilen savaş gemilerine verilen ve Türk milletinin hafıza kayıtlarında saklı bulunan simgesel isimlerle neyin mesajı ihsas ve ima edilmiştir?

Birisi 93 Harbi’nde, diğeri Birinci Dünya Savaşı’nda Türk topraklarını bombalayan amirallerin isimleriyle anılan gemilerle aba altında sopa mı gösterilmiştir?

Görmedik sanılmasın, bilmediğimiz akla gelmesin.

Çalımızı kıranın çalımını bozarız.

Dalımızı kesenin damını yıkarız.

Türk’e yan gözle bakanın alnının karışlar, kurumuş ağaç gibi budarız.

Biz Rusya’ya güvenilmez derken haksız mıyız? Abartıyor muyuz? Pişmiş aşa su mu katıyoruz?

Rusya’nın sıcak denizlere inme planı tarihi bir hedeftir.

Şimdi de Suriye ve Libya üzerinden Afrika’ya açılma niyeti gizlenemeyecek kadar berraktır. Ve gizli ajandanın sayfaları birer birer aralanmıştır.

Bir yandan yeni silahlarını test ederken, diğer yandan enerji kaynakları etrafında yuvalanıp yığınak yapmaktadır.

Bir yandan nüfuz alanları oluştururken, diğer yandan emperyal güç olarak bölgeye yerleşmenin arayışındadır.

ABD Başkanı Trump’ın bundan habersiz olması, Putin’in çıkarının ne olduğunu Sayın Cumhurbaşkanı’na sorması tam bir akıl tutulması ve kara mizahtır.

16 Temmuz 2018’de Trump ile Putin’in Helsinki’de buluşup Türkiye ve bölge ülkelerinin aleyhine hangi başlıklarda anlaşıp görüş birliğine vardıkları hala sırdır, esrarını korumaktadır.

ABD’nin, Rusya’nın stratejik hedeflerinden, Rusya’nın ABD’nin silindir amaçlarından habersiz olması teoride bile abesle iştigaldir.

Bugün Suriye diye bir devlet fiilen yok hükmündedir.

Rejimin yıkımı esnasında ortaya çıkan toz bulutu en başta Türkiye’yi tehdit etmektedir.

Esad’ın son kullanım tarihi dolduğunda ilk önce fişini Putin çekecektir.

Bunu bilen cani Esad, 2015 yılının Ekim ayında 180 kim’lik sahil bölgesinin tamamını Ruslara rehin vermiş, topraklarını ve hava sahasını Rus askerlerine hibe etmiştir.

Bayır Bucak Bölgesi’nin, özellikle Türkmen Dağı’nın Ruslar tarafından bombalanması bunun bir sonucudur.

Emin olunuz, eğer biz gitmezsek bir gün mutlaka onlar gelecekler, bununla yetinmeyip vatana ve millete kast edeceklerdir.

Biliniz ki, kan ve bal kokusu bir ayıyı çılgına çevirecek, zincirlerinden kopuşuna neden olacaktır.

Hodri meydan, ayı gelirse gelsin, göreceği sadece ve sadece Bozkurt ruhunun dirilişi ve kahramanlığıdır.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Rusya Dışişleri Bakanlığı, Türk askerlerinin olmaması gereken bir yerde olduklarını, Soçi sınırlarının dışında radikal gruplarla yakın temas halinde bulunduklarını açıklamıştır.

Bu tek yanlı suçlamalar bayağı bir yalandır, küstah bir uydurmadır, tepeden tırnağa hezeyandır.

Türkiye ılımlı muhalefet unsurlarıyla teröristleri tefrik edecek dirayet ve basirete fazlasıyla sahiptir.

Soçi Mutabakatıyla İdlib Çatışmasızlık Bölgesi’nin sınırları çizilmiş ve belirlenmiştir.

Türkiye bu sınırlara uymuş ve sadık kalmıştır.

Uymayan Rusya, İran ve rejimdir.

Elbette ve sağduyulu şekilde Türkiye-Rusya arasında akl-ı selimin hakim olması temel dileğimizdir.

İki ülke heyetleri arasında yapılan üç ayrı görüşmenin sonunda tansiyonun düşürülmesi hususunda gevşek ve geçici bir mutabakat temin edilmiştir.

Rusya’nın, Türkiye’nin asla kabul etmeyeceği şekilde değişen şartlara göre sınır belirleme çabası bize göre dayatmadır, masayı dinamitlemektir.

Bu kapsamda, Milliyetçi Hareket Partisi’nin yaşanan İdlib gerginliğiyle ilgili görüş ve önerileri sırasıyla şu şekildedir:

Rusya zorba politikalarını gözden geçirmeli, Astana ve Soçi ilkelerine kesinlikle bağlı kalmalıdır.

Türkiye’nin 30-35 km derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmasına destek verilmelidir.

27 Şubat katliamından dolayı Türkiye’ye özür ve tazminat konusu gündeme getirilmelidir.

Esad unsurları gözlem noktalarımızın gerisine derhal ve önşartsız çekilmelidir.

M-4 ve M-5 karayollarının kontrolü müştereken sağlanmalıdır.

Ülkemiz sınırlarına yığılan sığınmacılarla ilgili alınacak tedbirlerde her ülke destek vermeli, katkı sunmalı, külfet eşit şekilde ve hakkaniyetle paylaşılmalıdır.

Doğru bir kararla sınır kapılarımız açılınca akınlar halinde yollara düşen sığınmacılara insan hakları ve özgürlük ezberini tekrarlayan Avrupa ülkelerinin çirkin muameleleri, tedirgin duruşları, çelişkili durumları, insani felaketlere duyarsız kalmaları acıklı bir tablodur.

Avrupa Birliği insani dramlar karşısında sınıfta kalmıştır.

Biz sığınmacı olsun, göçmen olsun, mülteci olsun, hepsine kucak açmıştık, şimdi ise mesela Yunanistan biber gazı, sis bombası ve polis zoruyla bu insanların girişlerini engellemektedir.

İnsanlar denizlerde botların içinde ölüme terk edilmekte, özellikle Yunan Sahil Güvenliği acımasızca şiddet kullanmaktadır.

Nerede medeniyet, nerede gelişmişlik, nereye gitti insani değerler?

Türkiye’nin haklı mücadelesinden tavizi asla düşünülmemelidir.

Rusya ve İran’ın Suriye’deki varlığı gayri meşrudur.

Aynı zamanda uluslararası hukuka tamamıyla aykırıdır.

Birleşmiş Milletler ve NATO havanda su dövmüş, söz ve beyanatları kuvveden fiile dönmemiştir.

Uyarıyorum, Türkiye’nin şakası falan yoktur.

İdlib meselesi bir beka müdafaasına, bir vatan muhafazasına sabitlenmiştir.

Rusya ve Suriye Türkiye’nin sabrını daha fazla zorlamamalıdır.

Türk milleti; hakkını, hukukunu ve milli haysiyetini sonuçları ne olursa olsun kahramanlık duruşuyla, Kızılelma şuuruyla savunacaktır.

Bizim damarlarımızda dolaşan kan zaferi müjdelemektedir.

Bu uğurda mükafatımız yeri gelirse şehadet, muradımız da her zeminde şirretin kalelerini teker teker devirmek ve yıkmaktır.

Siyaset ve diplomasi başardı başardı, aksi halde Türk ordusu soluğu Şam’da almalı, zalim ve canavar Esad’ın kafasına çuvalı geçirmeli, kanlı ve kirli rejime son darbeyi indirmelidir.

 

Değerli Milletvekilleri,

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve yeminli Esad sözcüleri İdlib’deki mücadeleden yine rahatsız, yine memnuniyetsizdir.

Bre vicdansızlar, bir kez olsun şehitlerimizin katillerine tepki gösterin.

Bre kalpsizler, bir kez olsun milli itirazınızı seslendirin.

Baasçı oldunuz, Esadçı oldunuz, şunu oldunuz bunu oldunuz, korkmayın düşmana düşman derseniz sadece ve sadece adam olursunuz.

Bizim duruşumuz Türk milletinin duruşudur.

Sözümüz Türklüğün senedi ve sedasıdır.

Her şart altında dik dururuz, hiçbir karanlık surete de eyvallah etmeyiz.

Anlaşılan şehitlerimizin acısı bile CHP yönetimini ıslah ve terbiye etmemiştir.

Türkiye adeta varlık yokluk mücadelesi verirken, CHP’li sözcüler siyasi sorumlu peşine düşecek kadar çürümüşler, siyasi rant ve istismara heveslenmişlerdir.

Bu edepsizliktir, erdemsizliktir, gayri milliktir.

Şehitler tepesi boş kalmayacak sözünü beceriksizliğin kılıfı olarak görecek kadar küçülen, küçüldükçe milli ve manevi değerlerimizle arasını kapanmayacak ölçüde açan müfsit CHP zihniyeti karşımızdadır.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu diyor ki, “Millet İttifakı’nın iktidarında şehitler tepesi boş kalacaktır.”

Şehidi bilmez, tepeden anlamaz, vatanı bilmez, milleti tanımaz.

Vay gafil vay. Demek şehitler tepesini boş tutacaksın öyle mi?

Şehitler tepesini boş tutan Türkiye’yi boşa düşürür, Türk düşmanlarına meydanı boşaltarak teslim eder.

Bize göre bunun adı vatana ihanet, şühedaya hakarettir.

Sayın Kılıçdaroğlu, bu sözü söylerken hiç mi gocunmadın? Hiç mi pişmanlık duymadın?

Şehitler tepesi boş tutulunca hainler tepemize üşüşür, zalimler yurdumuzun tepelerine musallat olur, bunu da mı kavrayamadın?

Suriye’nin Afrin Bölgesi’nde icra edilen Zeytindalı Harekatı’nda 9 askerimizin şehit düştüğü yer olan Kel Tepe’nin ismi Şehitler Tepesi olarak değiştirilmiş, şehitlerimizin manevi anılarına 9 Türk bayrağı Hassa Belediyesi tarafından dikilmişti.

Sayın Kılıçdaroğlu bunu da mı inkar edeceksin, buna da mı kara çalacaksın, bu tepeyi de mi yok sayacaksın?

Zannedersem Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, 30 Ağustos 1924’de Dumlupınar’da yaptığı konuşmayı Kılıçdaroğlu hiç duymamıştır.

Ne diyordu aziz Atatürk:

“Bu sahada akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır. Burada gerçeklerini söylediğimiz “Şehit Asker” âbidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, özverili ve kahraman Türk milletini temsil edecektir.”

Sayın Kılıçdaroğlu, senin gibilere rağmen şehitler tepesi hiçbir zaman boş kalmadı, boş da kalmayacak.

Çünkü aziz şehitlerimiz vatanın ve milletin ebedi manevi muhafızlarıdır.

Kılıçdaroğlu sen Suriye’nin muhalefet partisi değilsin.

Esad’ın yancısı, rejimin kuklası değilsin.

Esad’ın kan kardeşi, Mehmetçik katillerinin yoldaşı olamazsın.

CHP’ye oy vermiş kardeşlerimize ihanet etme, yazık etme, haksızlık etme.

Esad ile görüşelim diyen maskaralar yaşadığınız ülke Türkiye’dir.

Ne işimiz var İdlib’de, orada ne için mücadele ediyor Mehmetçik sorularını soranlar, kem konuşmayın, kötü konuşmayın, kifayetsiz konuşmayın, yüzünüz kızarmıyorsa bari milletten utanın, olmadı Allah’tan korkun.

Bugün yaşadıklarımız son bin yılın özetidir, hiç olmazsa sözde aydın kesilip savaşa hayır diyen reziller, objektif olarak geçmişimizi okuyun.

Türkiye’nin çıkarlarına namusluca sahip çıkın.

Merhum Şairimiz Arif Nihat Asya ne kadar da anlamlı söylemiş:

Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı.

Parçalandı bir kıtanın toprakları,

Aslan payını aslan olmayan aldı.

Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı.

Biz kalktık, dağ başını saran dumanı gerekirse nefesimizle dağıtmaya karar verdik.

Biz kalktık, kös kös oturan Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakını Türk milletinin iradesine teslim ettik, sefil akıbetlerini beklemeye bugünden koyulduk.

Sözlerime son verirken beka mücadelemizde devletin, hükümetin, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dağ gibi, çelik gibi, fedakarca arkalarında olduğumuzu inançla paylaşıyor, İdlib’de görev yapan evlatlarımızın gözlerinden öpüyorum.

Hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Gazamız mübarek olsun, kılıcımız keskin olsun, Allah yar ve yardımcımız olsun.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.