Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 6 Nisan 2021
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
6 Nisan 2021

 

 




Saygıdeğer Milletvekilleri,

Değerli Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımız münasebetiyle yapacağım konuşmaya geçmeden evvel yüksek heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında televizyon ekranlarından veya sosyal medya platformlarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en iyi dileklerimle birlikte şükranlarımı sunuyorum.

Bir yılı aşan süredir beşeriyet vahim bir salgının pençesinde adeta kıvranmaktadır.

Ülkemiz bütün imkanlarını seferber ederek tehlikeli virüse karşı teyakkuz halindedir.

 

Maalesef KOVİD-19 kaynaklı vaka ve vefat sayısında tedirgin edici bir artış gözlenmektedir.

Mutasyonlu virüsün bulaşma hızı endişeleri günbegün kamçılamaktadır.

Elbette sağlık her şeyin başıdır.

Bizlere düşen kontrollü ve tedbirli bir hayat planlamasıdır.

Salgın döneminin insan ve toplum hayatına, siyaset ve sosyal ilişkiler ağına, ekonomi ve ticaret alanına yıkıcı ve çok yönlü tesirleri olmaktadır.

Bu olumsuz tesirleri en aza indirmek, hazmedilebilir seviyelere çekmek maksadıyla devlet ve hükümetimiz yoğun çaba harcamaktadır.

Sürece destek vermek, arkasında durmak vatan sevgisiyle mücehhez her insanımızın başlıca sorumluluğudur.

Maskeyi kola değil ağza takmak, sosyal mesafeyi beklenen ölçülerde tutmak, hijyen ve temizlik şartlarına titizlikle uymak virüsle savaşta en önemli kozumuzdur.

Aşılama çalışmaları memnuniyet verici düzeylerdedir, bu çerçevede disiplinli, sistemli ve şeffaf bir süreç ilerleme kaydetmektedir.

Dünya genelinde hala KOVİD-19’un tedavisinde kullanılan aşıya erişim zorluğu yaşayan ülkelerin varlığı biliniyorken, Türkiye’de yapılan aşı sayısı 17 milyonu bulmuştur.

Hatta yerli aşı üretimi konusunda ümit verici gelişmeler yaşanmaktadır.

Bilinmelidir ki, virüs bizim irademizden daha güçlü değildir.

Brezilya’da günde 3 bin kişinin öldüğü düşünüldüğünde, Türkiye’mizin hastalığa karşı nasıl dirençli olduğu, nasıl mücadele ettiği nesnel gerçeklerle ortaya çıkacaktır.

İnanıyorum ki, güç birliği yaparak, inanç birliği yaparak, kurallara harfiyen uyarak musallat olan musibeti Allah’ın izniyle yeneceğiz.

Sağlık Bakanlığımıza güveniyoruz.

Doktorlarımızdan hemşirelerimize, hasta bakıcılarımızdan diğer tüm sağlık çalışanlarımıza kadar virüsle birebir mücadele eden cesur yüreklere hem minnet duyuyor hem de fedakârlıklarını takdir ve tebrik ediyoruz.

Bugünleri aşacağız, virüse asla teslim olmayacağız.

Türkiye haritası kırmızıya boyansa da, umutsuzluğa kapılmayacağız.

Özellikle KOVİD-19’u kutuplaşma malzemesi yapıp karamsarlık ve kuşku aşılamak için sürekli faal halde bulunan zillet lobisine Türk milleti prim vermeyecek, bu siyaset kalpazanlarına aldırış etmeyecektir.

Son bir yıl içinde, insanüstü emek sarfeden sağlık çalışanlarımız neyi eksik bırakmış, neleri ihmal etmiş, hangi müdahalelerde gecikmişlerdir?

Türkiye’yi kötü göstermek için fırsatçılık yapan, ahlaksızca ganimet avcılığına soyunan siyaset virüslerini, sorarım sizlere, kul affeder mi? Millet hoşgörür mü? Allah bağışlar mı?

Neredeyse Türkiye’nin hastalıktan kırılmasını, siyasi ve ekonomik kaosa düşmesini, demokrasi dışına sapmasını heyecanla bekleyen, mesela CHP’nin, mesela İP’in, mesela HDP’nin ülke ve insan sevgisinden bahsedecek sütü ve lokması helal tek bir kişi var mıdır?

Dertte yoklar, tasada yoklar; çilede yoklar, sıkıntıda yoklar; ama sıra istismara geldi mi, sırayı iftira yarışı aldı mı, bunların teker teker gizlendikleri deliklerinden çıktığını herkes görmekte ve bilmektedir.

Biz, öylesine adil ve müşfik bir vicdana sahibiz ki, KOVİD-19’u polemik konusu yapıp silah gibi kullananlara bile sağlık, sıhhat ve selamet dilemekten tereddüt etmedik, etmeyiz, bundan sonra da etmeyeceğiz.

Çünkü biz onlar gibi olmayacağız.

Onlar gibi küçülmeyeceğiz.

Türkiye’nin KOVİD-19’la mücadelesine gölge düşürmeye kalkışanlar bize göre yüzsüzler lobisidir.

Karanlıktan aydınlığa taş fırlatıp, virüs döneminden iktidar devşirir miyim diye kirli hesap yapanların mahcup ve mağlup olacağı günler çok uzak değildir.

Adımız bir olduğu kadar acımız birdir.

Acımız bir olduğu kadar sevincimiz birdir.

Sevincimiz birse sevgimiz bindir.

Nitekim biz Türk milletiyiz, biz büyük bir ülke olan Türkiye’yiz.

Ortak hassasiyetlerde bir araya gelemeyenlerin aidiyet bunalımıyla malul, ahlak kriziyle mahut, akıl tutulmasıyla mahkum olduklarını her ortamda söyleyeceğiz, bunların pis tezgahlarını başlarına geçireceğiz.

KOVİD-19’dan dolayı hayatlarını kaybeden aziz vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.

Ailelerinin acılarını paylaşıyorum.

Şu anda evinde veya hastanede şifa arayan vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.

KOVİD-19 hastalığına karşı özveriyle ve cansiperane direniş gösteren başta Sağlık Bakanımız olmak üzere, Bilim Kurulumuza, bütün sağlık çalışanlarımıza teşekkür ediyor, üstün başarılar diliyorum.

Kim ne söylerse söylesin, biz hepsinin yanındayız.

Biz Türkiye’mizin safındayız.

Biz sağlıklı günlere ulaşmanın hedefindeyiz.

Tefrikaya kulağımız kapalı, tezvirata sırtımız dönüktür.

Siyasi işportacıların oyunlarını mutlaka bozacağız.

İnanırsak yaparız, yaparsak geleceğimizi perdelemek için kuyruğa girenleri aramızdan söküp atarız.

Duanın iffetine güveniyoruz, bilimin itibarına ümit bağlıyoruz, tıbbın imkanlarıyla yokuşların aşılacağını düşünüyoruz.

Her gecenin bir sabahı vardır, ve o sabah yaklaşmıştır.

Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez.

Başaracağız, bir musibetten bin hayrın çıkacağını hep birlikte görüp yaşayacağız.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Muhatap olduğumuz her tehdidin ya bir dış bağlantısı ya da menfur iç arka planı vardır.

Hiçbir hadise veya gelişme tesadüfen ortaya çıkmış değildir.

Bölgesel ve küresel olayların akış istikameti dikkatli bir gözle, uyanık bir şuurla analiz edildiğinde karşımızda belirginleşen bulmacanın eksik kalan boşlukları da mutlak süratte dolmuş olacaktır.

 

Elbette durduğumuz yer, savunduğumuz fikriyat, sahip olduğumuz fıtrat, baktığımız menzil, bastığımız mecra karmaşık meselelerin düğümünü çözerken ilk yardım işlevi görecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi, dünyayı başkent Ankara vizyonuyla kavramaktadır.

Bu kavrayışın odak noktası milli ve manevi değerlerdir, Türk kültür ve tarihinin değişmez emanetleridir.

Eğer başkalarının dolduruşuna gelirsek, estirilen işbirlikçi rüzgara boyun eğersek, kurulan tuzakları, kurgulanan senaryoları isabetle idrak edemezsek teslimiyetçiliğin anaforuna düşmemiz kaçınılmazdır.

Fakat biz teslimiyetçi değil Türk milliyetçisiyiz, Türkiye sevdalısıyız, vatan ve millet aşığıyız.

Çok şükür basiretimiz bağlı değildir.

Vicdanımız nasırlı değildir.

Duruşumuz muvazaalı değildir.

Hem ülkemizde hem de uluslararası arenada ne olup bittiğinin idrakindeyiz.

Kimin kiminle yürüdüğünü görecek, buna karşı tavır alacak kadar feraset sahibiyiz.

Feragatimizin de sınırı olmadığı konusunda iddialı sayılırız.

Türkiye’yi meşgul eden iç ve dış vakaların birbiriyle ilişkisini yorumlayabilecek, bunu tutarlılıkla anlayabilecek, sonra da anlatabilecek çevik ve çelik bir dirayetin tarafıyız.

Dünyaya yüksekten baktığımızda, doğudan batıya, kuzeyden güneye var olan, ateşi devamlı körüklenen, çapı sürekli genişletilen istikrarsızlık sarmalının neye ve hangi maksatlara tekabül ettiğini bilhassa Türk milliyetçileri maharetle okumalıdır.

Bu okuma sonucunda risk ve tehditlerin seyisleri eliyle hazırlanan seyir defterini fazla zahmete katlanmadan değerlendirmek, akla karayı tefrik etmek mümkün ve muhtemeldir.

Lütfen dikkat buyurunuz; 2014’den beri suların durulmadığı Ukrayna’nın doğusunda vahim bir gerilim atmosferi tekraren vasat bulmuştur.

Kırım’ın ilhakı kuşkusuz hala kanayan bir yaradır ve Milliyetçi Hareket Partisi bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa, bu işgale, bu yayılmacı politikaya sonuna kadar karşıdır.

Bizim nezdimizde Kırım Ukrayna’dır, Akmescit ise hatıralarımızın simge şehirlerindendir.

Ayrılıkçı bölgelerle Kiev yönetimi arasındaki cepheleşme sertleşmiştir.

Rusya, Ukrayna sınırında savaş helikopterlerini uçurmakta, Rus yanlılarını tahrik ve teşvik etmektedir.

Buna karşılık Ukrayna Genelkurmay Başkanı, Rus yanlısı ayrılıkçıların Donbas bölgesinde 10 defa ateşkes ihlali yaptığını vurgulayarak Avrupa’nın kalkanı olduklarını söylemiştir.

ABD Başkanı Biden ise Ukrayna Devlet Başkanı’na açık desteğini bir telefon görüşmesi aracılığıyla vermiştir.

NATO uçaklarıyla Rus uçakları 29 Mart 2021 tarihinde tehlikeli bir it dalaşına girişmişlerdir.

Karadeniz ısınırken Kafkaslar her an patlamaya hazır barut gibidir.

Aynı Biden, Mora ayaklanmasının 200.yıldönümü vesilesiyle Yunanistan Başbakanı’nı arayarak tebrik etmiştir.

Doğu Akdeniz’de henüz sağduyu ve sükûnet egemen olmamışken, bu tebrike neden gerek duyulduğu, tarihten husumet çıkarmak için neden bu dönemin seçildiği bir başka tartışma konusudur.

Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın 14 Nisan’da ülkemizi ziyareti söz konusuyken, bu ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın sevinç içinde ABD desteğini ilan etmesi, dahası Türkiye’ye provokatör ithamı sadece akıl tutulması değil, çevremizdeki kuşatmaya da delildir.

Bu densiz ve kâğıttan kaplanın, ülkemizi Doğu Akdeniz’de istikrarsızlığın ana unsuru olarak göstermesi ayıplı ve ahlaksız bir üsluptur.

Bu çirkin üslubun görünen ve görünmeyen paydaşlarının olduğu açıktır, bunların hüviyetleri bellidir.

Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan geniş coğrafya ve deniz alanında gerginlik farklı boyutlar kazanarak tırmanmaktadır.

 

Özellikle Dedeağaç’a asker ve mühimmat yığan ABD’nin Yunanistan’ı maşa gibi kullanma arzusu, Akdeniz ve Karadeniz ekseninde stratejik üstünlük kurma arayışları ya doğrudan ya da dolayı Türkiye’yi baskılamaktadır.

ABD Savunma Bakanı’nın S-400 füze ve hava savunma sistemini elimizden çıkarma çağrısını ısrarla dile getirmesi zamanlama itibariyle oldukça manidardır.

Çin’in İran’la 400 milyar dolarlık anlaşma yapması, Rusya’nın Cerablus ve El Bab başta olmak üzere Fırat Kalkanı Bölgesi’ni balistik füzelerle vurması, ABD’nin Rusya’yı düşman, Çin’i rakip görmesi, Suriye’nin doğusunda terör örgütü PKK/YPG’ye silah ve enerji kaynaklarıyla destek vermesi bölgesel ve küresel tansiyonu yükseltmektedir.

Diğer taraftan zillet ittifakının yalan ve dedikoduları yoğunluk kazanmaktadır.

Terörist Demirtaş üçüncü ittifak kartını masaya koymuş ve adına da sözde demokrasi ittifakı demiştir.

Bu gelişmelerin hepsi birbiriyle eklemlenmiştir.

Ürdün’de darbe girişimi, Mozambik’te sıvılaştırılmış doğalgaz temelli iç karışıklıklar, Myanmar’da darbe sonrası yükselen toplumsal çalkantılar, Körfez ülkelerindeki açmazlar, dünyanın 54 ayrı noktasında kızışan çatışmalar emperyalizmin kumpas şiddetini arttırdığına işarettir.

Böylesi bir yerküre ölçeğinde Türkiye’deki işbirlikçi damar ihanet ve melanet nöbetine girmiş, kâbus senaryolarını ülkemize ithal etmek için harekete geçmiştir.

Önce 126 eski büyükelçinin sorunlu ve şüpheli bildirisi yayımlanmıştır.

Bunlar arasında yer alan, parti üyemiz ve Aydın eski milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu’nu kesin ihraç talebiyle ve tedbirli olarak Disiplin Kurulu’na sevk ettik.

Yani şaşmaz ve tartışma kabul etmez irademizi gösterdik.

Montrö tartışmaları, Kanal İstanbul anlaşmazlıkları derken, Türkiye 4 Nisan’da 104 emekli amiralin bir nevi muhtırasıyla sarsılmıştır.

Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi Lozan Antlaşması’nın tamamlayıcısı bir halkası, ayrılmaz bir parçasıdır.

Aynı zamanda bizim kırmızıçizgimiz, Karadeniz’in barış ve istikrar güvencesidir.

Kaldı ki, hiç kimsenin de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açtığı, feshedelim dediği falan da yoktur.

Türkiye’nin kendi egemenlik sahasında iç deniz yolu açmasının Montrö’yle nasıl bağı kurulmaktadır?

Bu zorlama, zekâ özürlü yaklaşımın failleri herkesi kendileri gibi aptal ve ahmak mı zannediyorlar?

Vehimlerinin ve gizli emellerinin esiri olan 104 emekli amiral Türk demokrasi tarihinin kara bir lekesidir.

Bu lekeyi temizlemek demokrasinin, hukukun ve milli iradenin tarihe karşı namus, şühedaya da vefa borcudur.

Dünyanın olağanüstü bir dönemden geçtiği, ülkeler arası cepheleşmenin derinleştiği, Türkiye’ye yönelik husumet bloğunun kalabalıklaştığı bir zaman aralığında, demokrasi düşmanlarına yeşil ışık yakan, gel gel yapan 104’lükler büyük bir suç işlemişlerdir.

Bu suç cezasız kalamaz, kalmayacaktır.

Hayret etmemek elde değildir, mavi vatanımızı bu çürüklerle nasıl savunmuşuz?

Milli egemenlik haklarımızı bu darbe sevdalılarıyla nasıl muhafaza etmişiz?

Bu 104 emekli amiral bozuntusunu bir araya getiren, ortak bir bildiriye imza attıran, gece yarısı muhtıra iştimasına sokan asıl motivasyon nedir? İplerini tutan zihniyetin eşgali ve robot resmi kimleri göstermektedir?

Üzerinde durulması ve sorgulanması gereken bir diğer muamma ise şudur:

Mezkur kokuşmuş bildiri, günü birlik ve lokal bir tepki midir?

Bir tür kripto haberleş midir? Yoksa zincirleme bir reaksiyonun ilk etabı mıdır?

Bir süredir ülkemizin maruz kaldığı siyasal ve ekonomik sorunlar birbiriyle ilgisiz ve kopuk değil, aynı karanlık amaca, aynı kriz güzergâhına ortaklaşa, yalnızca farklı yollardan ulaşma gayretidir.

Bize göre 4 Nisan çıkışını detaylarıyla ele almak şarttır.

Bunlar denizci değil, denizcilerin ve denizciliğin yüz karalarıdır.

Söz konusu muhtıra, emeklilikte canı sıkılan, aksiyon arayan, biraz da adımızdan söz ettirelim diyen bir grup meczubun işi değildir.

Bunları deniz nasıl tutuyorsa, hukuk da öyle tutmalı, netice itibariyle cüretlerinin bedelini ödemelidirler.

Gece yarısı bildirisi neyin nesi, hangi mihrakların sesidir?

Bu aklı kim vermiştir?

Sağır odalarda ki müşahitler kimlerdir?

Bu emekli amirallerin madem bazı konularda düşünce ve itirazları vardır, o halde resmiyette faal halde olan 106 partiden birisine katılarak sabahtan akşama kadar ahmak kesip laf salatası yapmalarının önünde esasen bir engel olmayacaktır.

Her zeminde görüşlerini anlatabilmelerinin önü açıktır.

Televizyonları rahatlıkla kullanma hakları vardır.

Akşamları farklı televizyon ekranlarında sahnelenen tartışma programlarında 3 ya da 4 emekli askeri görmek adeta moda, adeta alışkanlık haline gelmiştir.

Ne var yani, bunlara 104 kişi daha eklenebilir, 104’ü de sırayla boy gösterebilirlerdi.

Bazı sözde hukukçular ve çarpık siyasetçiler diyor ki, emekli amirallerin yayımladığı açıklama bir darbe çağrısı değil, tam tersine bir demokrasi çağrısıdır.

Neymiş, düşünce ve ifade özgürlüğüne saygı esasmış.

Bu çağrı bal gibi darbe çağrısıdır.

Bu bildiri demokrasiyi hedef alan torpidodur.

Bu bildiri hukuk gaspı, milli iradeye doğrultulmuş silahtır.

Emekli ve erdemsiz bu amiraller bildiride aynen şöyle tehdit savurmuşlardır:

“Aksi halde Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidiyle karşılaşabilecektir.”

Bu ifadeler neyin dayatması, neyin habercisidir?

Aksi halde diye başlayan muhtıra bildirisinin neresi ifade özgürlüğü, neresi demokrasi çağrısıdır?

Buna demokrasi ve ifade özgürlüğü diyenler vesayetçi odaklar, demokrasi karşıtları, emperyalizm piyonları, Türkiye düşmanları, damgalı darbe çığırtkanlarıdır.

Akılları sıra, 15 Temmuz’un rövanşını almaya çalışan, ara rejim özlemiyle yanıp kavrulan utanmazlara Türk milleti haddini bildirecek güce de, cesarete de, hamiyete de fazlasıyla haizdir.

Hiç kimse sinir uçlarımızla oynamasın.

Darbeler sayfası kapanmıştır.

Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’mizi hiçbir alçak tahrik edemeyecek, karanlık bir tünele çekemeyecektir.

Darbe demek uçurum demektir.

Darbe demek hıyanet demektir.

Darbe demek kan, gözyaşı ve mağduriyet demektir.

Darbe demek tarihin gerisine düşmek demektir.

Darbe heveslileri, bildiri başında zaman öldüren hayasızlar, muhtıracı münafıklar, elindeki silahı millete çevirmeyi aklından geçiren vatansızlar önce bizim bedenimizi çiğnemek mecburiyetindedir.

Ve böylesi bir an geldiğinde ya şerefimizle şehit oluruz, ya da şerefsizleri birer birer toprağa gömeriz.

Sayın Cumhurbaşkanımızın yine Marmaris’te bulunduğu bir zamanda, kamuoyuyla paylaşılan 4 Nisan bildirisi ayaklarımızın altında çiğnenmiştir.

Şimdi bu bildiriye imza atanların hesap verme vakti gelmiştir.

Bir kez daha söylüyor ve beklentimizi açıklıyorum:

İbreti alem için, 104 emekli amiralin rütbeleri sökülmelidir.

Emeklilik hakları ellerinden alınmalı, emekli maaşları kesilmelidir.

Bildiriyle ilgili adli ve idari soruşturma derinleştirilerek tekemmül ettirilmelidir.

Arkasında kim var, önünde kimler duruyor, alayı ortaya çıkarılmalı ve milletimize teşhir edilmelidir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Bizi bir başka dehşete düşüren husus ise 4 Nisan bildirisine yönelik muhalefet partilerinin aldığı sakat ve sancılı pozisyondur.

CHP, geçmişiyle müsemma tavrını yine sürdürmüştür.

Hatırlatmak isterim ki, merhum İsmet İnönü, 7 Mayıs 1960’da bazı yabancı gazetecilere verdiği demeçte şunları söylemişti:

“Siyasi rejim baskıya yönelirse ordu mensupları vaziyeti vatandaş olarak, entelektüel olarak incelerler. Değerlendirme sonucunda ne olacağını kimse bilemez.”

Bu beyanattan 20 gün sonra 27 Mayıs darbesi yaşanmıştır.

İnönü’nün, “Şartlar tamam olduğunda ihtilal meşru bir haktır” sözü CHP’nin engebeli yol haritası, dağınık ana fikri, esasen tarihi yanılgısı ve yozlaşmış düşüncesidir.

Darbeler tarihi bir bakıma CHP tarihidir.

Darbelerle yüzleşmek CHP’yle yüzleşmektir.

Statükocularla, vesayetçi mihraklarla hesaplaşmak CHP’yle hesaplaşmak demektir.

Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz’a tiyatro demiş, FETÖ’ye zeytin dalı uzatmıştı.

Bir ara darbe olursa “Tankın üzerine ilk ben çıkarım” diyen bu yandan çarklı, 15 Temmuz gecesi korkakça, atlaya zıplaya tankların arasından sıyrılıp Bakırköy Belediye Başkanı’nın evinde soluğu almıştı.

Kılıçdaroğlu 4 Nisan bildirisine karşı duruşuyla da bizi şaşırtmadı.

Dedi ki, “Bu sahte gündemler tutmaz, halkımızın tek gerçek gündemi sofrasıdır.”

Be hey kendini bilmez, be hey demokrasiden bihaber; 4 Nisan bildirisinin neresi sahte gündemdir? Sahte olan sen misin yoksa gündem midir?

Ekmeğimize kan doğramak isteyen darbe meraklılarına daha hangi hallerde tepki göstereceksin?

Soğan, patates, patlıcan kadar; milli iradenin onuru, hayat ve varlık hakları yok mudur?

 

Kılıçdaroğlu’nun iskelesi hasarlıdır, rotası savruktur, dümeni kırıktır, pusulası bozuktur, çarmığı kopuktur, halatı kesiktir, güvertesi göçüktür, zihniyeti batıktır.

104 emekli amiral arasında bulunan ve güney sınırlarımızda PYD’nin olmasını isteyen muhtıracı Türker Ertürk’ü CHP’ye alan, parti saflarına katan, heyecanla yakasına rozeti takan kimdir?

CHP yönetimi bir kere daha demokrasiyle ters düşmüştür.

Bir kez daha darbe hasreti çeken çapulcularla birleşmiştir.

Ve 4 Nisan bildirisinin görünmeyen imzası Kılıçdaroğlu’na aittir.

CHP’li bir Grup Başkanvekili de, emekli amiralleri kast ederek, “Vatansever eleştirileri tebrik ediyorum” diyecek kadar alçalabilmiş ve seviyesizliğin markası olmuştur.

Türk milletine parmak sallamanın adı ne zamandır vatanseverlik olarak tanımlanmaktadır?

Bu dil kepaze bir dildir, bu dil zehir ve zillet dilidir.

Darbe dönemlerinin asil kadrosu olan Öztrakların CHP’ye yuvalanmış bugünkü temsilcisi de diyor ki, “Amirallerin açıklamasından darbe çıkarmak olsa olsa sivil darbecilere mahsus bir özelliktir.”

Bu tiplerin alameti farikası; utanmaz bir yüz, yaşarmaz bir gözdür.

Kemal Derviş’le dar alanda kısa paslaşmalar içinde olan Öztrak’ın aldığı kripto bir mesaj mı vardır?

4 Nisan bildirisine tepki göstermek, itiraz etmek için daha neyin olması beklenmektedir?

CHP yönetimi, demokrasi için ağır bir tehdittir.

CHP yönetimi, Türkiye siyasetinin ayrık otu, çıbanbaşıdır.

CHP yönetimi, darbeci genetiğini, cuntacı özelliklerini saklamakta beis görmeyen faziletsiz, faşist ve fuzuli bir zihniyetten başkası değildir.

İP yönetiminin trajik ve tenakuz dolu açıklamaları ise rezaletin daniskasıdır.

Hatta 104 emekli amiralin içinde İP’li bir yöneticinin de bulunması tam bir suçüstü halidir.

İP’in bir milletvekili “Bu metinden bir darbe çıkarılamaz” derken, bir başka yöneticisi “Bildiride kullanılan dilin rahatsız edici” olduğunu ifade etmiştir.

Hıyarım var diyene tuz alıp koşan İP’in Başkanı ise 104 emekli amirali zevzeklikle, yani gevezelikle suçlamıştır.

Bu ifadeler hüsran vericidir.

Yani demokrasiyi karalamak, kundaklamak ve kapısına kilit vurmak için alt yapı çalışması yapan 104 şuursuz sadece gevezelik mi yapmıştır?

Bu nasıl bir açıklamadır? Bu nasıl bir lakaytlıktır?

İP’in Başkanı, zevzek arıyorsa, önce etrafını kolaçan etmelidir.

Şu anda Meclis grubunda değil, parti yönetiminde bu zevzeklerden bol miktarda bulunmaktadır.

4 Nisan bildirisine zevzeklik demek asıl ve su katılmamış zevzekliktir.

Darbe heveslileri zevzek değil, zillettir, zelildir, demokrasi muhalifidir.

CHP ile İP tencere kapak misali, yuvarlana yuvarlana birbirlerini bulmuşlardır.

4 Nisan bildirisine karşı milletin yanında duramayanlar, zulmün yanındadır.

4 Nisan bildirisine karşı, amasız fakatsız cümle kuramayan kim varsa; PKK ittifakında kucaklaşan, terörist Demirtaş’a övgüler yağdıran, FETÖ’ye toz kondurmayan siyasi kadavralardır.

Cumhur İttifakı olarak Allah şahit bunlarla sonuna kadar mücadele edeceğiz.

Milletimizin tarihi haklarını çiğnetmeyeceğiz.

Gerçek demokrasiyi biz savunacağız.

Sahici özgürlüğü biz sahipleneceğiz.

Üstünlerin hukukunu değil, darbecilerin hukukunu değil, milletin hukukunu ve haysiyetini biz muhafaza edeceğiz.

Meşhur bir anketçinin, bir televizyon kanalında, “104 amirale demedik laf bırakmıyorlar, yazıklar olsun” sözünü de aynen muhatabına iade ediyor, bu vatanın, bu milletin nimetleri gözüne dizine dursun diyorum.

Asıl sana yazıklar olsun, 4 Nisan bildirisiyle parlayan gözlerin, milli iradeyle inanıyorum ki kararacaktır.

Dilerdik ki, bu 104 emekli amiral, Doğu Akdeniz’deki beka mücadelemizle ilgili vatansever bir çıkış yapsalardı.

Keşke, terörle mücadeleyle, verilen şehitlerle ilgili de tek bir kelam etmiş olsalardı.

Hem muhtıracılar hem de siyasi muhipleri yalanlara bel bağladılar.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adı askeri kurs önergesinden çıkarıldı dediler, yalan söylediler.

Harp Akademileri’ne Giriş Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle algı operasyonları yaptılar, yalana bin yalan eklediler.

Milli Savunma Üniversitesi müfredatından Atatürk İlke ve İnkılap Tarihi dersi kaldırıldı dediler, yalan üstüne yalan ürettiler.

Bir tuğamiralin cüppeli bir fotoğrafı üzerinden saldırdılar, oysaki açılan soruşturmayı görmezden geldiler.

Bir tümgeneral kandil mesajı yayımladı diye yaygara kopardılar, çuvalladılar, yaş tahtaya bastılar.

Kandil mesajı paylaştı diyerek bir kahraman askerimize iftira atmak tek kelimeyle adiliktir, terbiyesizliktir, edepsizliktir.

Demokrasiye kefen biçenler, sandıktan ümidini kesip sokağa oynayanlar, beyhude yere heveslenmesin, çünkü kursakları yarım kalmış karanlık heveslerle doludur, gerekirse, zamanı gelirse yenileri de eklenecektir.

Demokrasi onurumuzdur, milletin emaneti baş tacımızdır.

Onurumuza leke düşürmeyeceğiz, milletin emanetlerine haram ve hain elleri dokundurmayacağız.

 

Değerli Milletvekilleri,

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan, 17 Mart 2021 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne gönderilen HDP’nin temelli kapatılması hakkındaki iddianame eften püften bahanelerle 31 Mart 2021 Çarşamba günü iade edilmiştir.

Gerekçe olarak usul eksiklikleri gösterilmiştir.

Terörle mücadele kararlılığının zirve yaptığı, kahraman güvenlik güçlerimizin can pahasına mücadele ettiği bir süreçte, Anayasa Mahkemesi’nin HDP’yi arkalayan ve kollayan tutumu bizim nazarımızda hükümsüz, milli vicdanda yok hükmündedir.

Dağda elde edilen stratejik ve tarihi üstünlüğü, TBMM’de kaybettirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Anayasa Mahkemesi adil ve hakkaniyetli bir karar vermemiştir.

Bu mahkeme üyelerine soruyorum; bu aziz vatanda bulunmamızın da usul eksiklileri var mıdır?

Bölücü terörle mücadelenin usul sorunlarını da tespit ettiniz mi?

Bugün HDP iddianamesini, usul eksikleri var diyerek gerisin geriye Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na iade eden zevat, bir saatliğine de olsa dağda, ovada ya da sınır ötesinde hainlerin karşılarına çıkabilecek yürekliliği gösterebilecekler midir?

İddianame kapsamında yok şurası olmamış, yok burası eksik kalmış diyen Anayasa Mahkemesi’nin başkan ve üyeleri bunu gidin de şehit analarına anlatın, yetim yavrulara söyleyin, dul kalan gelinleri ikna edin.

Biz millet ne diyorsa ona göre hareket ediyoruz.

Biz aziz şehitlerimizin kemiklerini sızlatmamanın derdindeyiz.

Milletin çığlığına bigâne kalan, HDP’ye zaman kazandıran Anayasa Mahkemesi’nin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü umursamadığını, böylesi bir hassasiyeti de taşımadığını görüyoruz.

Halen Anayasa Mahkemesi Başkanlığı makamını işgal eden şahsın, geçmişte Polis Akademisi Başkanıyken, 1 Ağustos 2009 tarihindeki PKK açılımına nasıl ev sahipliği yaptığını, 12 kötü adamı nasıl ağırladığını, o görevdeyken hangi şaibeli işlere karıştığını biz gayet iyi biliyoruz.

O tarihlerde Polis Akademisi’nde sözde Kürt Çalıştayı düzenleyen zat bugünün Anayasa Mahkemesi Başkanı’dır.

Bu şahsın HDP duyarlılığı, ihanet ve çözülmeye teşneliği yeni bir vaka değildir.

 

Anayasa Mahkemesi’nin mevcut haliyle milletimizin vicdanında karşılığı yoktur ve Mahkeme Başkanı’nın tarafsızlığı söz konusu değildir.

Bu mahkemenin kapısına kilit vurularak yeni baştan yapılandırılması bir adalet, siyaset ve demokrasi sorumluluğudur.

Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi’nin bir darbe mirası olduğu ortadadır.

Merhum İsmet İnönü, 1954 seçimleri kampanya döneminde ilk mitingini 9 Nisan 1954’de Malatya’da yapmış, buradaki konuşmasında Anayasa Mahkemesi ihtiyacına temas etmiştir.

Ayrıca ve daha önemlisi, 12 Ocak 1959’da toplanan CHP’nin 14.Büyük Kongresi’nde yayımlanan “İlk Hedefler Beyannamesi”nde Anayasa Mahkemesi’nin kurulması hedeflenmiş, 27 Mayıs darbecilerinin ilk icraatı da bu hedefi hayata geçirmek olmuştur.

Anayasa Mahkemesi ayet hükmü değildir.

Zamanın ruhuna, milletimizin beklentilerine müzahir şekilde yapısı değişebilecek, daha verimli, daha etkin çalışması sağlanabilecektir.

Hiç kimse bize durum hatırlatması yapmasın, biz neyin ne olduğunun farkındayız.

Bu nedenle Anayasa Mahkemesi bugünkü haliyle devam edemez, inandırıcılığından ve güvenirliğinden bahsedilemez.

Türk milleti yeni ve tarihi özelliklerine uygun bir yüksek mahkeme kurmaya muktedirdir, buna da hakkı vardır.

Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasıyla ilgili teklifimizi sulandırmaya çalışanları, bu görüşümüzün yalnızca bizi bağlayacağını ifade edenleri şaşkınlıkla izlediğimizi, alayının sözlerini not ettiğimizi, sırası geldiğinde önlerine koyacağımızı herkesin bilmesinde yarar olacaktır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iade edilen iddianameyi vaki eksiklikleri gidererek süratle Anayasa Mahkemesi’ne tekrar göndereceğini, usul açısından ilgili mahkemenin iddianameyi iade hakkının artık bulunmadığını açık seçik ifade etmek isterim.

PKK’nın siyaset ayağı HDP kapatılmalıdır.

Bölücülüğe neşter vurulmalıdır.

Terörün kökü kurutulmalıdır.

Hainlere merhamet mazlumlara ihanettir.

CHP’nin HDP’nin kapatılmasına karşı çıkması, dokundurmam diye feryat figan etmesi sonuçsuzdur, adalet terazisi zilletin ağırlığını asla çekmeyecektir.

Kılıçdaroğlu çok meraklıysa, olağanüstü kongreyi toplamalı, HDP’nin CHP’ye katılımını sağlamalıdır.

Hodri meydan, cesareti varsa buyursun denesin, HDP’yle yasak ilişkiyi resmi bir birlikteliğe dönüştürsün, elbette bunun vebaline de sonuna kadar katlansın.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun, hepiniz Cenab-ı Allah’a emanet olun.