25.12.2010 - Siyaset ve Liderlik Okulu 3. Dönem Sertifika Töreni'nde yapmış oldukları konuşma.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
Siyaset ve Liderlik Okulu 3. Dönem Sertifika Töreni'nde
yapmış oldukları konuşma.
25 Aralık 2010

 

Siyaset ve Liderlik Okulu 3.Dönem Sertifika Töreni 25 Aralık 2010

 
Tören videosuna buradan ulaşabilirsiniz

Muhterem Misafirler,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Eğitimlerini Tamamlayan Kıymetli Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bugün burada, 10 Ekim 2009 tarihinde açılışını yaptığımız partimizin “Siyaset ve Liderlik Okulu”nun, üçüncü döneminde eğitimlerini tamamlayan değerli katılımcıların sertifikalarını vermek için bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Böylelikle eğitimlerini tamamlayan kardeşlerimiz, iki ayrı eğitim salonunda toplam 12 haftalık süre içinde ve 72 saat süren çalışmalarını başarıyla sonuçlandırmışlardır.

Bu vesileyle hepsini ayrı ayrı tebrik ediyor, takdirlerimi sunuyorum.

Özverili bir şekilde zamanlarını ve mesailerini ayırarak, siyasete duydukları ilgiyi gösteren ve bunu da aldıkları eğitimle taçlandıran arkadaşlarımın Türk siyasetine değişik düzeylerde değerli katkılar sağlayacağına yürekten inanıyorum.

Partimizin eğitim faaliyetine katılanların bundan sonra, teorinin gücünü ihmal etmeden, pratiğin sağladığı zengin tecrübeleri de göz önüne alarak siyasal çalışmalarını daha şuurlu bir şekilde yapacaklarını düşünüyorum.

Bu tip çalışmalar, uygulamada Türk siyasetine daha rasyonel ve bilinçli bir düzlemde işlevsellik kazandıracak ve hepsinden öncelikli olarak partimizin potansiyel gücüne önemli destekler sağlayacaktır.

Huzurlarınızda, ‘Siyaset ve Liderlik Okulu’nun koordinatörü ve Genel Başkan Başdanışmanı olan Sayın Prof.Dr.Zühal Cafoğlu’na, Eğitim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Prof.Dr.Semih Yalçın’a teşekkür ediyorum.

Buraya kadar gelerek eğitimlere üst düzeyde katkı sağlayan; bilgi ve tecrübelerini esirgemeyen sayın misafir öğretim üyelerine şükranlarımı sunuyorum.

Hepiniz hoş geldiniz.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Muhterem Davetliler,

Adı üstünde, ‘Siyaset ve Liderlik Okulu’nun faaliyetlerinden bahsediyorsak, mutlaka siyaseti de genel hatlarıyla değerlendirmek durumundayız.

Elbette siyasetin teorik izah ve açıklamalarına girmeye ne vaktimiz vardır, ne de buna şu an ihtiyaç bulunmaktadır.

Üç aylık süre zarfında, bu alanda doyurucu ve tatmin edici bilgilerin verildiğini biliyorum.

Ancak yine de, şahsım adına yalnızca siyasetçi özelliğimle değil, eğitime de çok önem veren birisi olarak; siyasetten ne anladığımızı ve nasıl bir anlam yüklediğimizi kısaca ifade etmekte yarar görüyorum.

Öncelikle, siyaseti, birbirinden farklı ve birbirine rakip çıkarların, taleplerin ve eğilimlerin mücadele ve uzlaşma alanı olarak görmek gerekmektedir.

Uzlaşmanın mümkün olabilmesi için başkalarını anlamaya ve kendimizi onların yerine koymamıza çok ihtiyaç vardır.

Zira anlama ve mutabakata dayanmayan siyasal ilişkilerin hiçbir manası olmayacaktır.

Siyaset, çoğulcu bir yapının izdüşümünde aynı zamanda alternatifleri de ortaya çıkaracak ve tercihlerin yapılmasına imkân tanıyacaktır.

Bununla birlikte siyaset en yalın haliyle, şu anda olduğumuzdan daha iyi bir toplumsal seviyeye erişmeyi sağlayan bir ilişkiler ağı olarak tercihlere değer yükleyecektir.

Bir bakıma insanın neden olduğu işsizlik, yoksulluk, savaş, sefalet, etnik ve mezhep temelli sosyo ekonomik problemlere, yine insanın kurguladığı siyaset metotlarıyla çözüm üretileceği aşikârdır.

Siyaseti anlamamak ve siyasal ilişkilerden uzak durmak insanı kendi hayatının öznesi olmaktan çıkarır ve başkalarının vasiliğini peşinen kabullenmesine yol açar.

Bu yüzden aziz Atatürk’ün sevk ve idare ettiği milli mücadele askeri olduğu kadar da, siyasal bir zaferdir.

Mümkün olandan ziyade, iyi olana dönük ısrarlı ve idealist çağrılar siyasetin aydınlığında daha da gürleşir ve hedefe ulaşır.

Kabul etmeliyiz ki, adaletli, adil, ahlaklı ve eşit bir toplumsal ilişkiler vizyonuna ulaşabilmek için hem inat etmeli hem de başkalarıyla diyalog içinde olmalıyız.

Müzakere, uzlaşma ve tartışma kültürünün zayıf olduğu bir siyasal yapıda, sorunların kökünden çözülmesi neredeyse imkânsızdır.

Meselenin daha mahsurlu tarafı ise, bu durum siyasetin tıkanmasına ve kendi kendisini vuracak bir bumeranga dönüşmesine neden olacaktır.

Dikkat ederseniz, siyaset yapı itibariyle çatışmayı, yarışmayı ve uzlaşmayı esas alır ve kurumsallaştırır.

Bunu da siyasal hayatın asli unsuru olan partiler vasıtasıyla yerine getirir.

Fertlerden başlayarak millete kadar, gündelik ihtiyaçların, beklentilerin, isteklerin, ideallerin ve arzuların karar mekanizmalarına taşınması genelde siyaset, özelde ise partiler aracılığıyla gerçekleşir.

Siyasetin bu haliyle karşılıklı müzakere ve ikna süreci olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Konuya ülkemiz ölçeğinde baktığımızda, maalesef siyasetin sürekli gerilim yaratan ve çatışma üreten özelliğiyle karşı karşıya kaldığımız da bir gerçektir.

Bu itibarla, siyaset doğası gereğince çözüm ve çare üretmesi gerekirken, son dönemlerde toplumsal kesimler arasındaki kamplaşma dinamiklerini etkinleştirmiş ve ne yazık ki ihtilafları yaygınlaştırmıştır.

Hal böyleyken, daha iyiye, daha güzele ve daha rahata ulaşmayı arzulayan ve bunun için de siyasetin imkânlarını kullanan insanlarımız ister istemez hayal kırıklıklarına uğramışlardır.

Siyasetin değer erozyonuna uğraması ve asıl mecrasından sapması, siyasi sistem ve yönetime karşı duyulan güveni de zedelemiş ve itibarsızlaşmasına yol açmıştır.

Devletle vatandaş arasındaki irtibatı ve iletişimi sağlayan siyasetin, amacından uzaklaşması ve yozlaşmanın kayalıklarına çarpması emin olun ki geleceğimiz açısından hayırlı sonuçlar ortaya çıkarmayacaktır.

En basit anlatımıyla, sosyal ve toplumsal ilişkilerin kurulduğu yerde siyaset başlar ve buradan itibaren aşama aşama ilerler.

Ne var ki, siyaset toplumsal beklentileri nasıl karşılayacağı üzerine değil de, devlet mekanizmasının ve kaynaklarının ne şekilde kullanılacağı üzerine odaklanırsa hastalıklı ve hoyrat bir içeriğe sahip olması kaçınılmaz olacaktır.

Elbette siyasetin esas itibariyle; ülke, devlet ve insan yönetimi olduğunu ihmal etmiyorum. Ancak yalnızca iktidar ilişkilerine sıkıştırılmasının çok yerinde olmayacağını düşünüyorum.

İlave olarak siyaset; karar alma, uygulama ve uygulatma gücü olan iktidar olgusunu içeriğine alsa da, daha geniş ve kapsayıcı bir sürece işaret ettiği tartışmasızdır.

Eğer siyaset, vatandaş ve toplum beklentilerinden koparılıp, menfaat çarklarında keskinleştirilirse ortaya çıkacak tahribata doğal olarak herkes maruz kalacaktır.

İşte Türk siyasetinin bugünkü açmazları burada aranmalıdır.

Gerçek manasını bulmuş ve hiçbir kötü niyete korunak olmayan demokrasinin siyaseti güçlendireceği ve içine düştüğü sorunlardan kurtulması için can simidi olacağı şüphesizdir.

Bunun olabilmesi için ise, demokrasi kültürünü siyasal zeminde samimi bir şekilde sahiplenecek ve savunacak siyaset aktörlerine çok ihtiyaç vardır.

Ancak söz ve cümle aralarına serpiştirilmiş demokrasi ifadelerinin sahipleriyle, aşılamamış ideolojik önyargılarının belirleyiciliği altında koltuk, statü ve zenginlik kollayan zavallıların bu söylediklerimizi anlaması mümkün değildir.

Nitekim siyaseti kendi kabaran benliklerinin tatmini ve bireysel tutkularının karşılanması olarak kabul edenler, belirli dönemler içinde muktedir olsalar da, uzun dönemde muteber ve saygın kalmaları söz konusu olmayacaktır.

Unutmamak gerekir ki, Türk siyasi tarihi bunun ibretlik misalleriyle doludur.

Geçmişten bugüne, demokrasinin sunduğu imkânlarla siyaseti yönlendirme fırsatı yakalamış ve millet desteğini almış bazı entrikacı kişiliklerin, gücü ellerine aldıklarında milletin değerlerine sırt çevirdiklerine, umutları boşa çıkardıklarına ve gönülleri yıktıklarına çok defa şahit olduk.

Bundan dolayı huzur isteyen vatandaşlarımız karşılarında kavgayı buldu.

Sorunlarından bunalan insanımız, bizatihi kendisi sorun üreten bir siyasal yapıyla muhatap oldu.

Üstelik milletimizin yüzyılların bereketli ikliminde emek emek olgunlaştırdığı milli kabullerine, sözüm ona sahip olunan millet iradesi alanından ölümcül zehir enjekte edildi.

Eğer bugün vatanın birliği ve bütünlüğü tehlike içindeyse, bunun sorumluları siyaseti yanlış ve ihanete varacak bir zihniyetle yorumlayanlardan başkası olmadığı da açıktır.

Şayet siyaset vatandaşlarımızı birleştirmek yerine ayırıyorsa, kavuşturmak yerine uzaklaştırıyorsa ve birlikte yaşama inançlarına düzenlenen suikastlara mazeretler üretiyorsa, bunlar biliniz ki siyasetin gerçek manasından tamamen koptuğuna delalet edecektir.

Böyle bir durumda bile gelişme ve zenginleşmeden bahsedilebilmesi ancak propaganda morfiniyle uyuşmuş biçarelerin başvuracağı bir hezeyan olacaktır.

Eğitim faaliyetlerini yürüttüğümüz iki sınıftan birisine ismini vermekten gurur duyduğumuz rahmetli Prof.Dr. Mehmet Eröz, ‘istiklali elden giden ülkenin kalkınması ne ifade eder’ derken, aslında tam da bunu kast etmiştir.

Bu söylediklerim bir hakikattir ve siyasetin bugün içinde olduğu yapının acı tasviridir.

Yine diğer sınıfımıza ismini vermekten onur duyduğumuz rahmetli Prof.Dr. Erol Güngör’ün sözleriyle ifade edecek olursak; ‘hakikatten kötülük çıkacağını zannetmek için ya sahtekâr ya da geri zekâlı olmak gerekecektir.’

 

Değerli Arkadaşlarım,

Kıymetli Davetliler,

Siyaset en başta bir toplumsal faaliyet alanı, başka bir deyişle insan eyleminin kolektif teşkilatlanma biçimidir.

Doğal olarak hepimizi ilgilendiren müşterek konularda alınan kararlara katılımı gerektirir ve birlikte yaşamanın cazibesini artırır.

Değer ve ahlakla bağını koparmış olan siyaset anlayışlarının, kaos ve kavgaya ortam hazırlaması kaçınılmazdır.

Bu itibarla siyasetimizi mutlaka ahlak ilkeleriyle derinleştirmek ve değerlerle çevrelemek zorundayız.

Ancak son sekiz yıllık siyasal gelişmelere baktığımızda, bunun gerçekleşme ihtimalinin ne kadar tartışmalı olduğu da görülebilecektir.

Siyaset elbette, ‘nasıl’la ilgilendiği kadar, ‘nasıl olması’ gerektiği üzerine da kafa yormalı ve geleceğin milli beklentiler çerçevesinde dizaynını ve planlamasını şimdiden yapmalıdır.

Bizim ortaya koyduğumuz, ‘2023 Lider Ülke Türkiye’ hedefinin arkasında bu anlayış bulunmaktadır.

Dünyayı ‘Türkçe okuma’ kararlığımız ilhamını buradan almıştır.

Tam on yıl önce ‘Yüzyılla sözleşme’ beyanımızı ortaya koyarken, kafamızda bunlar vardı.

Ve ‘Sonsuza kadar var ol Türkiye’ haykırışımızın altında da bugünden geleceğe uzanacak kudretli bir ülkeye duyulan özlem yatmaktadır.

İnanıyorum ki çok değil, yakın bir zaman içinde siyasetimize yön veren milliyetçilik ve demokrasi ilkelerini bir bütünlük ve program dâhilinde uygulamamız halinde, Türkiye’nin mumla aradığı dayanışma ve bütünleşme sancıları kesinkes dinecektir.

Biz parti olarak hem Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin, hem de siyasetin toplumsal merkezi olduğumuzu söylerken motivasyonumuzun ikmal kaynağı burasıdır.

Değişim dinamiklerinin daha da hızlandığı çağımızda, değişen şartlara değişmeyen tepkiler verilmesi tabii olarak uyumsuzlukları, dengesizlikleri ve yanlış teşhisleri billurlaştıracaktır. 

Bu itibarla siyasetin her şey gibi gelişmesi için değişmesi gerekir.

Değişim başkalaşma olmadığı gibi, ilerlemek, gelişmek ve süreklilik kazanmak için elzemdir.

Yeniçağın sorunlarına eski kalıp ve yöntemlerle yaklaşılması, en başta kaynak ve emek israfına yol açacaktır.

Bu çerçevede, siyasetimizin vazgeçilmez prensibi olan milliyetçiliğin, kırk yıllık birikim ve tecrübelerimizin yol göstericiliğinde, sosyo ekonomik meselelere yönelik çözüm üretme kabiliyetini arttırmaya çok ihtiyaç vardır.

Bölgesel ve küresel eksende kökleri farklı yerlere tutunan sorunlara karşı milli ve yerel ölçekte direnç gösterilmesi, milliyetçiliğin gelişen ve değişen şartlar altında olgunlaşan dinamik yapısıyla doğru orantılıdır.

Tunuslu İslam düşünürü İbn-i Haldun altı asır önce; “Evrenin ve toplumların durumları, ilişkileri, gidişleri bir tek süreç içinde ve değişmeyen bir çizgide kalmaz” tespitleriyle değişimin kaçınılmazlığına vurgu yapmıştı.

Milliyetçiliğin küreselleşme karşısındaki pozisyonu, kimlik taleplerine yaklaşımı, etnik sorunlara yönelik teklifleri, ekonomik krizlere karşı önerileri gözden geçirilmeli ve üzerinde mutlaka çalışılmalıdır.

Çevre sorunlarından kadın haklarına, teknolojik gelişmelerden pozitif ve negatif özgürlük alanlarına kadar özellikle Türk milliyetçiliğinin, yeni şartlar altında söyleyeceği sözleri olmalıdır.

Bu görev de şüphesiz hepimizin üzerindedir.

Mesela İzlanda’da patlayan bir yanardağın neden olduğu doğal gelişmeler ve küresel ısınmayı da içine alan iklim değişikliklerinin yol açacağı facialar elbette milliyetçiliğin değerlendirmeleri arasında olmalıdır.

Türk milliyetçiliği bir pergel gibi, başkent Ankara’yı merkezine alan ve 360 derecelik açıyla dünyayı görüş alanına sokan bir vizyon genişliğine sahip olmalıdır.

Elbette yapılması gerekenler yalnızca bunlarla da sınırlı değildir.

İnsanlık artık dikkatini uzaya çevirmiş ve yeni galaksilerin, hayatların arayışına girmiştir.

Bir Türk’ün uzayın derinliklerinde çalışmalarda bulunması ve bu alanda Türk milletinin de olduğunu göstermesi bana göre sahip olduğumuz milliyetçiliğin en temel icaplarından birisi olmalıdır.

İşte böylesi bir siyaset; dünyayı ve insanlığı nasıl algıladığımızı, çağın gidişatına hangi merkezden baktığımızı, nasıl bir gelecek tasavvur ettiğimizi, nasıl bir insan ve millet yapısını hedeflediğimizi de daha belirgin hale getirecektir.

 Bu kapsamda bizim açımızdan, siyasetin ne olduğunu söylemenin yanı sıra, ne olmadığını da ifade etmek, neye inandığımızı ve neyin peşinde olduğumuzu açıklamak adına çok elverişli bir zihinsel çerçeve oluşturacaktır.

 

Bizim için siyaset;

  • Kısa vadeli ve ucuz kişisel çıkarların dirsek dirseğe yarıştığı bir koşu parkuru değildir.
  • Siyasi köklerini inkâr ederek yabancı çekim merkezlerine kapılmışların bekleme odası değildir.
  • Fikri tutarlığının olmadığı, ilkelerinin ayaklar altında çiğnendiği, meselelere günübirlik bakanların toplanma yeri değildir.
  • İnsan, millet ve dünyaya bakışın yabancı tesirlerle her gün, her saat değiştiği kaypak fikirlerin buluşma mekanı değildir.
  • Duruma göre şekilden şekle, kılıktan kılığa girenlerin; durmadan kostüm değiştirenlerin ve nabza göre şerbet verenlerin tiyatro sahnesi değildir.
  • Girdiği kabın şeklini alan, üst üste taktığı maskelerden gerçek yüzü görünmez hale gelmişlerin makyaj malzemesi değildir.
  • Dün söylediğini bugün yalanlayan, bugün söylediğini de yarın unutacak olanların siyaset borsası hiç değildir.

Partimizin kırk yılı aşan mazisi ilkeli ve tutarlı düşüncelerin, ufuk ötesini gören bir vizyon zenginliğinin, sürekli haklı çıkan görüş derinliğinin, Türk milletine hizmet yoluna kilitlenmiş hedeflerin ve bunlara inanmış kadroların eserleri ve izleriyle doludur.

Partimizin kurulduğu ilk gününden beri Türk milleti ailesini samimiyetle sevmek üzerine şekillenmiş milliyetçiliğin, temiz ve erdemli, heyecanlı ve ilkeli tavırlarından, birleştirici ve bütünleştirici rolünden başka bir amaç gütmedik.

Biz kırk yılı aşkın bir süredir yolumuza istikrar ile devam ederken, bir zamanlar tek başına iktidarları yakalamış, milyonlarca seçmenin dönemsel desteğini almış siyasal partilerin yerlerinde bugün yeller esmektedir.

Bizi kırk yıldır var eden ahlaki ve ilkeli zemin, taban ve tutarlılık, bugün siyasette olan diğer partileri silerken, Milliyetçi Hareket Partisi daha asırlarca torunlarımızın gönlünde yaşamaya mutlaka devam edecektir.

Bazen iktidarda, bazen muhalefette, siyasetin inişli çıkışlı yollarında ama asla kırılmadan ilerleyen üç hilal, milletinin güvencesi olarak yüzyıllarca mutlaka yaşayacaktır.

Zira bizim siyasetimizin yol haritasında hiçbir zaman, istismar, aldatma, yalan, riya, iki yüzlülük olmayacak, yalnızca ve yalnızca sabır, akıl, şuur, denge, ihtiyat, heyecan ve dava adamlığı yer alacaktır.

Bu itibarla, vatan, millet, devlet ve bayrak sevdasıyla çıkılan yolda kirli ve ucuz siyasetin batağına saplanamayız.

Anlık başarıların umuduyla, bin bir meşakkatle bugünlere taşıdığımız siyasetimizin geleceğini heba edemeyiz.

Benim sık sık "Dibi görünmeyen kuyulardan su içmeyiz” derken kastım da budur.

Günlük siyaset algısının geçici cazibesine kapılarak bu karanlık kuyudan içilecek suyun yalnızca partimizi ve partililerimizi değil, milletimizin geleceğini de zehirleyebileceğini aklımızdan bir an olsun çıkarmamalıyız.

Milliyetçi Hareket, çalışmaları ile yarım yüzyıla yaklaşan siyasal birikimini, günlük hesaplar ve ucuz siyaset ile heba etmeyecek bir siyasi akla, şuura, öz disipline ve yeterli tecrübeye sahip olduğunu her zaman göstermiştir.

Dün ülkemize yönelik tehlikeler karşısında dik duran kadrolarımız, bugün ise Türkiye’nin karşısındaki temel sorunlar olan “milli beka, milli devlet ve milli kimlik” üzerinde oynanan oyunları sabırla, akılla, sağduyuyla, metanetle, şuurla ve mutlaka demokrasinin kurallarına uygun olarak bozmayı hedeflemiştir.

Bu tarihi aşamada görev üstlenecek olanlar, yalnızca Milliyetçi Hareket Partisi’nin değil aynı zamanda Türkiye’nin makûs talihinin dönüşü ve milletimizin yükselişinin de mimarları olacaklardır. İnancımız budur. Gayretlerimiz bunun içindir.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Muhterem Davetliler,

12 hafta süresince eğitim verdiğimiz okul yalnızca siyaset üzerine değil, siyasetin vazgeçilmez bağı olan liderliği de müfredatına almış ve bu konuda da değerli katılımcılara bilgi ve beceriler kazandırmayı amaçlamış bir eğitim ortamıdır.

Bu itibarla, liderlikle ilgili düşüncelerimi de sizlerle özet olarak paylaşmak istiyorum.

Kabul edilmelidir ki, her fert asırları aşıp gelmiş bir kültür birikiminin içine doğar, zamanla o birikimin taşıyıcısı olur ve geliştirerek yeni bir nesle devreder.

Bizim milletin sürekliğinden anladığımız da budur.

Bu ortak kültürün içerisinde toplumca kabul görmüş yerleşik inançlar ve değer yargıları, bu ortamın içine doğmuş fertlerin de doğal olarak kabul ettiği manevi dayanaklardır.

Her insan için, yaradılışın doğal seyri içinde oturaklılık, kararlılık, duruluk, sükûnet, alışılmışı sürdürmek vazgeçilmez ihtiyaçtır.

Bu açıdan, töreler, gelenekler hayatımızı düzenleme bakımından zembereğin saatte oynadığı rolü oynayarak geleneğe uygun hareketin devinimini ve devamını sağlarlar.

Köklü değişimden, ani farklılaşmadan kaçınan insanoğlu için kabul edilmiş bir felsefeyi, alışılagelmiş bir yaşantıyı sürdürmek vazgeçilmez eğilimlerdendir.

Bu itibarla, tespit edilmiş amaçlar, belirlenmiş inançlar, kalıplaşmış ve otomatikleşmiş düşünme ve sonuca varma alışkanlıkları insanlar için hem huzur vericidir ve hem de hayatın çetinliğini giderici rol oynarlar.

Gelenek de diyebileceğimiz bu genel sonuçlar, giderek aynı olaylar karşısında aynı tepkileri veren bir toplum yapısını ortaya çıkarır.

Bu itibarla geleneksel toplum yapıları, kendi dinamiklerinden kuvvet almayan, doğal hızından daha süratli hareket eden köklü değişimleri sorgularlar, değişim önerilerinden ürkerler veya zorla değiştirilmek istenirse ağır travmalar yaşarlar.

Geleneksel eğilimlerin çok ağır bastığı kitlelere, hazır olmadıkları veya arzu etmedikleri düşünceleri ve hayat tarzını anlatmak, kabul ettirmek ve bir eyleme dönüştürmek liderlik becerileri gerektirmektedir.

Bu ise, kendi kültür kökleriyle bağını sürdüren, ileri hamleler yaparken milletle irtibatını kopartmamış, milli değerlerle mesafesini açmamış, ancak yerinde de saymayan “lider aydınlarla” mümkündür.

Geleneksel toplumda karşımıza çıkan kanaat önderleri varlığı saygı duyulması gereken bir vakıadır. Ne var ki sizleri onlardan ayıracak en önemli husus,

  • Yalnızca mevcudu koruyan değil, kimin çıkarına dokunursa dokunsun, millet yararına ilerleten,
  • Gücünü ve otoritesini günlük toplumsal ilişkilerin menfaat ağından değil, binlerce yıllık kültür köklerinden alan,
  • Değişimi ve ilerlemeyi toplumun dinamikleri ile bütünleyen ve ön alan çalışma ve düşünceleriniz olacaktır.
  • Sizleri bulunduğunuz ortamın bir lideri yapacak ve liderliğinizin gücünü ortaya çıkaracak olanlar;
  • Hedeflere mutlaka ulaşmadaki içtenliğiniz ve tutkunuzun verdiğiniz mücadele ile uyumu,
  • İleriyi görmede yararlanacağınız sezgileriniz ile bilimsel donanımınızın durumu,
  • Geçmişle geleceği, olaylar ve süreçleri, sebepler ve sonuçları sentez yapma kabiliyetiniz,
  • Öz eleştiri yapma, erdem sahibi olma ve kararlılık gibi şahsınıza ait meziyetleriniz,
  • Sorgulama, yeniden yapılandırma, geleceği planlama konusundaki hazırlıklarınız,
  • Söyledikleriniz ile yaptıklarınız, düşündüklerinizle yaşadıklarınız arasındaki uyumluluk,
  • Özellikle unutulmaya yüz tutmuş köklü toplumsal değerleri keşfederek yeniye eklemleyebilme yeteneğiniz,
  • Ve bütün bu tasavvurlarınızı insanlara inandıracağınız ilişkiler ağı, ifade üslubu ve ahlakınız olacaktır.

Bu itibarla, aydının toplumsal liderliği,

  • Ne içinde bulunduğu toplum değerlerinin gerisindeki bir istasyonda kalmış arkadan gelecek yeni bir treni bekleyen bir yolcu;
  • Ne de toplumu orada bırakıp başka bir tarifeye bakarak, farklı bir zamana başını alıp gitmiş bir maceraperest olmamak durumundadır.

Üstelik kendisine aydın diyebilen ve bu sorumluluğu üstlenenler bir de milliyetçi olmakla ayrı bir sorumluluk da almışlarsa, bu milleti oluşturan bütün değerleri gelecek asırlara taşıyabilmenin görevi de omuzları üzerindedir.

Ülkemizde, dünyanın her alanında çalışacak yetişmiş insan gücü vardır. Nereye gitseler en gelişmiş en ileri bilimsel ve teknik kuruluşlar ve şirketlerde çalışacak donanıma sahiplerdir.

Ne var ki bizim ihtiyacımız olan yalnızca mükemmel donanıma sahip aydınların varlığı değil, aynı zamanda milletin değerleri ile bağını kopartmamış ve Türk milleti için yeteneklerini esirgemeyen “gerçek aydınların” vücut bulmasıdır.

Kanaatimce, Türk aydınlarının 18. yüzyıldan beri batıda aradığı, bulduğunu sanarak getirdiği; ama bu toplumsal doku naklinin milli bünyede bir türlü istenen sonuca ulaşamamasının en önemli nedeni de budur.

En büyük temenninim, yalnızca bugün yetiştirdiğimiz gençlerin değil, ülkemin her yanında yetişmekte olan, dünyanın her yöresinde yetişmiş bulunan Türk aydınlarının geleceğe koşarken geçmişle bağını kopartmadan, geleceği geçmişin dinamiklerinden üreterek yol alabilmeleridir.

Değerli Arkadaşlarım,

Konuşmamın bu bölümünde sertifika alacak olan değerli arkadaşlarıma hitap etmek istiyorum.

Titiz incelemeler sonucu, çok sayıda adayın arasından seçilerek burada aldığınız eğitim bugün sona eriyor.

Ancak bilmelisiniz ki ömür boyunca sürecek bir öğrenme, gelişme ve eğitim sürecinin kapıları sizlere ardına kadar açılmış durumdadır.

Burada kazandığınız bilgileri ve yöntemleri geliştirerek milletimizin ihtiyacı olan aydınlar olarak fedakârca hizmet vereceğinizden kuşkum yoktur.

Kendi insanımızdan başlayarak, Türk milletini, İslam alemini ve dünyayı anlamlandıracak, gelişmeleri yorumlayacak bir ferasete kavuşmanız, Türk milletini ilelebet yaşatacak sırlara vakıf olmanız en büyük beklentimdir.

Yıllardan beri büyük bir fedakârlıkla yaptığınız çalışmalarınızın ve aldığınız eğitimlerin karşılığını bulacağınız bir hayat sizleri bekliyor.

Çalışmaktan, araştırmaktan, sorgulamaktan geri durmayınız, daha iyi, daha farklı, daha mükemmel nasıl olabilir sorusunun cevabını ömür boyu arayınız.

Bundan sonraki dönemlerinizde Milliyetçi Hareket Partisi’nin sizlerin çalışmalarına, araştırmalarına ve değerlendirmelerine kapısı ardına kadar açık olacaktır.

Bu vesileyle, sizleri bir kez daha kutluyor, çalışmalarınızda üstün başarılar diliyorum.

Eğitim dönemi boyunca katkılarını esirgemeyen değerli misafir öğretim üyesi arkadaşlarıma ve emeği geçen herkese bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.