04.01.2011 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
04 Ocak 2011

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Parti Meclis grubumuzun yeni yıldaki bu ilk toplantısına başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sorunlarla yüklü bir yılın arkasından ulaştığımız 2011 yılının milletimize, ülkemize, demokrasimize huzur, mutluluk, istikrar ve güzellikler getirmesini diliyorum.

Bu yılın, Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli ve hayati gelişmelere sahne olacağı hepinizin malumudur.

Ne var ki AKP’nin dokuzuncu yılına giren iktidar döneminde çok ağır sorunların altında ezilen aziz milletimiz 2011 yılına karanlığın, korkunun ve karamsarlığın toplumun her kesimini sardığı bir ortamda girmiştir.

2011 yılında;

  • Türkiye’nin önündeki temel sorun ve sıkıntıların hafiflemesi bir yana, şartların daha da ağırlaşacağı,
  • Her alanda yaşanan bunalımların tahribatının katlanılamaz boyutlara ulaşacağı,
  • Ekonomik ve sosyal sorunların daha da derinleşeceği ve,
  • Milli birliğimizin temellerini yıkmayı amaçlayan etnik tahriklerin ve hain saldırıların hız kazanacağı görülmektedir.

Bildiğiniz üzere, önümüzdeki Haziran ayında milletvekili genel seçimleri yapılacak ve sonucunda 24.Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi tecelli edecektir.

 Aziz milletimizin iradesi sandıkta somutlaşacak ve gelecek dört yılda görev yapacak olan siyasi iktidarı belirleyecek ve tayin edecektir.

Bunun yanında, muhalefet görevini de üstlenecek olan siyasi partiler belli olacak ve millet egemenliği varlığını çok şükür bir kez daha gösterecektir.

1946 yılından bu tarafa ağır aksak da olsa işleyen çok partili siyasi hayatımız; seçimlerle birlikte demokratik tercihler ve desteklerle daha da olgunlaşarak yoluna devam edecektir.

İnancım bu yöndedir.

Elbette milletimiz beklediği, hak ettiği huzurun ve refahın gerçekleşmesini talep etmektedir.

Çatışma ve kamplaşmadan, gerilim üreten iktidar politikalarından bezmiştir.

İşsizlik ve yoksulluk altında ezilen ve sefalet şartlarında hayatlarını sürdüren milyonlarca vatandaşımız hükümetin ihmalinden ve iflas etmiş politikalarından artık bıkmıştır.

Fakir-fukara küçük yardımlarla avutulmaktan ve istismar edilmekten yorulmuştur.

Milletimiz yapacağı seçimle iyiyi, güzeli, doğruyu, zenginliği ve güvenliği güçlü bir şekilde istediğini ortaya koyacak ve doğal olarak bu alanlardaki tarafını açıklıkla belli edecektir.

AKP tarafından, cepheleşmenin ileri aşamalarına taşınmış olan toplumsal yapı seçimlerle birlikte nefes alacak ve çıkacak neticeye göre geleceğini yorumlayacaktır.

Ancak önümüzde her anlamda çok zor ve sıkıntılarla dolu bir süreç vardır.

Türkiye seçimlere, iktidarın neden olduğu çok ciddi bir beka sorunuyla gitmektedir.

AKP’nin yürüttüğü demokratik açılım adı verilen yıkım projesinin puslu ışığı altında şımaran ve büyüyen bölücülük, önümüzdeki en önemli meseleler arasında yer almaktadır.

İktidar partisiyle bölücüler arasındaki kontrollü ve planlı gerginlik, seçimler yaklaştıkça daha da artacak ve perde gerisinde anayasa taslağı için pazarlıklar kızışacaktır.

Maksat Türk milletini daha çok incitmek, eziyet etmek ve son aşamada bölmektir.

Bu tezgâhın bir ucunda Adalet ve Kalkınma Partisi vardır; diğer tarafında ise etnik bölücülüğün tüm unsurları yer almaktadır.

Ana Muhalefet Partisi de gelişmeleri duyarsız, tepkisiz izlemekte; bir anlamda iktidarın değirmenine su taşımaktadır.

Zannedersiniz ki, AKP terörle ve bölücülükle mücadele etmektedir ve milletimizin hakkını savunmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın unuttuğu, ancak seçimler yaklaşınca birden bire hatırladığı; ‘tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak’ ifadelerinin AKP zihniyeti bakımından inandırıcılığı ve karşılığı yoktur.

İktidar partisi seçim hamlesi yapmakta; aldattığı, kandırdığı milliyetçi-muhafazakâr eğilimdeki vatandaşlarımıza şirin görünmeye çalışmaktadır.

Eğer bugün Türkiye; hain projelerin cirit attığı bir yer haline gelmişse; ayrışma ve bölünme endişeleri doruk noktaya çıkmışsa bunun sorumlusu köksüz Adalet ve Kalkınma Partisinden başkası değildir.

Şimdi de, daha düne kadar kol kola olduğu bölücülüğün siyasetteki uzantıları ile karşıt kutuplara çekilmişler ve taktik gereği olarak karşılıklı söz düellosuna tutuşmuşlardır.

Ancak milletimiz bu defa AKP’nin çirkin yüzünü kapatan makyajlara kanmayacak ve demokrasinin er meydanı olan sandıkta sırtını yere serecektir.

AKP’nin gerginlik üzerinden planlandığı politikaları artık başak vermeyecek ve iktidara nasıl geldiyse öyle gidecektir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Sekiz yılı geride bırakan ve dokuzuncu yılına giren AKP iktidarının hesaba çekilmesi inşallah bu yıl gerçekleşecektir.

İktidar yandaşlarının devlet kaynaklarını yolsuzluk ve hırsızlıkla talan etmelerine, yapılacak olan seçimlerle dur demek söz konusu olacaktır.

Demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlemesi, ayar ve ölçüleri kaçan siyasi yapıyı önümüzdeki süreçte eski dengesine tekrar kavuşturacak, milletimizin çözüm bekleyen sorunları birer birer ele alınabilecektir.

Biz buna talibiz ve Türkiye’ye her iddia sahibi siyasi partilerden daha fazla hizmet etmek; gece demeden, gündüz demeden çalışmak için milletimizin desteğini ve yetkilendirmesini istiyoruz.

Bugün maalesef iyi yönetilmeyen, üstelik problemleri çoğalmış ve yayılmış bir ülke gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Bunlar yetmiyormuş gibi Türk milletinin ve devletinin aşağılık projelerle dağılmanın ve parçalamanın eşiğine kadar getirildiğine şahit oluyoruz.

İşte bu tehlikeli ortamda milletimizin geleceği hakkında yapacağı tercih ve seçim bir kez daha varlığını gösterecek ve kesin hüküm ortaya çıkacaktır.

Demokrasinin yol göstericiliğinde yapılacak olan seçimle birlikte;

  • Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün sağlanıp sağlanamayacağı,
  • Sarsılan kardeşlik bağının tesis edilip edilemeyeceği,
  • Bölücülüğün ve kanlı terörün kökünün kurutulup kurutulamayacağı,
  • Yolsuzluğun ve yoksulluğun hesabının sorulup sorulamayacağı,
  • Kriz, kargaşa ve kaosun bitip bitmeyeceği,
  • Çatışma ve istismar politikalarının sona erip ermeyeceği
  • İşsizliğin, gelir dağılımındaki adaletsizliğin son bulup bulmayacağı,
  • Hayalci ve teslimiyetçi dış politikanın devam edip etmeyeceği netlik kazanacak ve her şey berrak bir biçimde açığa çıkacaktır.

Türk milleti geride kalan yılların ağır faturasını, bu seçimde iktidar partisinin önüne teker teker koyacaktır.

Ve kendisine yönelik oyunların ve senaryoların içinde olan AKP hükümetine hak ettiği dersi de mutlaka verecektir.

Demokrasinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi halinde, siyasetin akışı ve ilerleyişi değişecek, özellikle milletimizin tercih ve müdahalesiyle Türkiye girdiği karanlık tünelden çıkacaktır.

Bu kapsamda, üzerinde dikkatlice düşünmemiz gereken bir konu daha vardır.

Her iktidarın yıllar geçtikçe yozlaştığı ve heyecanını kaybettiği bir gerçektir.

Bu itibarla, ufku daralan, yapacakları biten ve takati kalmayan hükümetlerin yerine daha dinamik ve hazırlıklı hükümetlerin gelmesi demokrasinin doğası gereğidir.

Açıklıkla söylemeliyiz ki, iktidar değişimi ihtimalinin olmadığı ülkelerde demokrasiden bahsetmek mümkün değildir.

Bu haliyle demokrasi her siyaset anlayışına hükümet etme umudu kazandırır ve buna ulaşmak için gerekli vasıtaları da herkese eşit olarak sunar.

Demokratik prensiplerin hüküm sürdüğü bir sistemde, iktidarda bulunanlarla muhalefette yer alanlar sürekli yer değiştirirler. İşin doğası böyledir.

Aksi takdirde adına demokrasi denilen; gerçekte ise otoriter yönetimlerin vasat bulduğu bir yapı belirecektir.

Bütün hatasına, yanlışına ve kötü idaresine rağmen iktidarın mağduriyet alanına sığınıp el değiştirmeden sürmesi, demokrasinin alanını daraltacak ve ilkelerini zedeleyecektir.

Bu şartlar altında AKP hükümetinin üçüncü dört yılda da ülkeyi yöneteceğini iddia etmek ve hatta temenni etmek demokrasinin sunduğu çarelere duyarsız kalmaktır ve alternatifleri dışlamak anlamına gelecektir.

AKP hükümeti yetersiz kalmıştır ve ülkemizi karanlığın içine çekmiştir.

Bu iktidar zamanında milletimiz dağılmanın, devletimiz parçalanmanın sınırına dayanmıştır.

Ekonomi batmış, ahlak çökmüş, değerler erozyona uğramış, Türklük hiç muhatap olmadığı hakaretlere maruz kalmıştır.

Türkçe saldırıya uğramış, ikinci dilin kamusal alanda kullanılması ve eğitim dili olmasının alt yapısı devlet eliyle oluşturulmuştur.

Toplumun her kesimi iktidarın politikalarından şikâyetçi hale gelmiştir.

Sırf bu sıraladığım hususlar dahi başlı başına bir iktidarın değişmesi için yeterlidir.

AKP hükümetinin enerjisi bitmiş, dermanı tükenmiş, tahammülsüz bir ruh hali içinde kendi kendini yemeye başlayan siyasal bir garabete dönüşmüştür.

Sorunları çözememiş, dertlere deva olmamış, özlemleri dindirememiş ve sofralardaki ekmeği büyütememiştir.

Bir iktidarın değişmesi için yeter ve gerek şartların hepsi oluşmuş, sıra bunun sandıkta gösterilmesine gelmiştir.

Bu kapsamda olmak üzere, son zamanlarda AKP lehine estirilmek istenen suni rüzgârın ve bu partiye ait servisi yapılan yüksek oy oranlarının hiçbir doğruluğu ve gerçekliği yoktur.

Kamuoyu oluşturulmasına dönük bu çabaların önümüzdeki genel seçimlerde yeniden bir AKP iktidarı çıkarmaya matuf olduğu açıktır.

Üstelik insaf ve vicdan tanımayan, ahlaken de çok sorunlu olan bu girişimlerin, partimizin muazzam gücünü küçültmek gibi bir amaca da hizmet ettiği aşikârdır.

Zira AKP’nin kurguladığı ihanet projelerinin sonuç alması ve bölücülerle ile girdiği işbirliğinin meyvelerini toplayabilmesi için Milliyetçi Hareket’in zayıflaması gerekmektedir.

MHP’nin güç kaybettiği yalanını sürekli pompalayan yozlaşmış AKP hükümetinin; bizden devşirmeyi planladığı oylarla Türkiye’yi bölmek ve etnik temelde ayrıştırmak için yeni bir dört yıla ihtiyaç duyduğu anlaşılmaktadır.

Ve üniter yapıyı bozmak ve Türklüğün dışlanacağı yeni bir anayasa yazmak için AKP’nin gelecek dört yıl daha iş başında olması hedeflenmektedir.

PKK açılımının, Türkiye’nin temelini dinamitleyebilmesi için AKP’nin varlığına ihtiyaç vardır.

Türk milletinin etnik öbeklere ayrılarak yok olmasını iştahla bekleyen iç ve dış mihraklar AKP’nin dört yıl daha yıkım işine devam etmesini istemektedir.

Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı seçimleri için şimdiden hazırlık içine giren Recep Tayyip Erdoğan; önümüzdeki genel seçimleri de kendisi için bir dönüm noktası olarak görmektedir.

Bilinmelidir ki Başbakanlığı yozlaştıran, değersizleştiren ve işgal ettiği makamı milletimizin hayrına kullanmayan bu zihniyet Çankaya yokuşunda soluksuz, aciz ve bitmiş bir halde kalacaktır.

Milletimizin iradesine saygısızlık edercesine siyaset plan ve dizaynı bir sonuç vermeyecek ve AKP iktidarı egemenliğin asıl sahibinden gecikmiş olan şamarı mutlaka yiyecektir.

AKP’nin milli duyguları siyasi malzeme yapması sonuç vermeyecek, Türk milleti bu ikiyüzlülüğe aldanmayacaktır.

Önümüzdeki genel seçimde; zalimin azı dişi sökülecek, bölücünün uzayan eli kesilecek, ihanetin beli kırılacak ve iki dilli hayat talebi kursaklarda kalarak özerklik fitnesinin hayalleri kararacaktır.

Bunlara yol açan, kapı aralayan, teşvik eden, destek olan iktidar partisi AKP’nin de defteri dürülecek ve hesap vermek üzere Yüce Divan yolu ardına kadar açılacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Yeni yılın bu ilk günlerinde, geride kalan yılların miras bıraktığı ve sürekli ivme kazanan tehdit ve tehlikeler üzerinde özenli bir şekilde durmak gerekmektedir.

Bunlardan birinci derecede sorumlu olan da AKP iktidarından başkası değildir.

Özellikle sahibi ve uygulayıcısı AKP olan yıkım projesi sonucunda; Türk milletinin bin yıllık kardeşlik duygusu travma geçirmiş, alt etnik kimlik grupları seferber olmuş ve Türkiye bölücülüğün çıkmaz sokağına hapsedilmiştir.

İki dilli hayat taleplerinin yaygınlaşması, bazı belediyelerde ikinci dilin kullanılmasının önünün açılması, resmi işlemlerin Türkçe dışındaki mahalli bir dilde yapılması esasında PKK açılımının bir sonucudur.

İlaç kupürlerinin hazırlanmasında, nikâh işlemlerin yapılmasında, camideki vaazların ya da sağlık işlemlerinin yürütülmesinde ve tabelaların yazımında Türkçe dışında başka bir dilin kullanılması Türk milletini etnik ayrışmanın eşiğine kadar getirecektir.

Bununla birlikte iki dilli eğitim ısrarları neticesinde, anaokulundan üniversiteye kadar mahalli ölçekte kalması gereken bir dilin devreye girmesi, Allah korusun birliğimizi ve bütünlüğümüzü tamamen ortadan kaldıracaktır.

Kültürümüzün öğrenildiği, değerlerimizin öğretildiği; örflerimizin, adetlerimizin ve ülkülerimizin verildiği yer eğitim sistemidir.

Milletimizi bir arada tutan, birlikte yaşamasına zemin hazırlayan, vatandaşlarımız arasında ortak duygu, bilinç ve hislerin oluşmasına yol açan da yine eğitim sistemidir.

Eğer farklı okullarda ve farklı lisanlarda eğitim verilecek olunursa; unutulmasın ki bizi biz yapan, milletimizi bir araya getiren, müşterek idealler etrafında toplayan ne varsa yıpranacak, içi boşalacak ve bir anlam ifade etmeyecektir.

Bugün, iki dilli hayatın; yasa ve kural tanımadan uygulanmaya geçildiği birileri tarafından söyleniyorsa, bu eşkıyalığın ve başkaldırının cesaretlendiricisi kesinlikle Adalet ve Kalkınma Partisi’dir.

Bu çerçevede olmak üzere, TRT Şeş’i açan ve faaliyete geçiren AKP hükümetidir.

Siyasi partilerin propaganda çalışmaları esnasında başka bir dili kullanmalarının önünü açma girişimi ve çabası yine AKP hükümeti tarafından gösterilmiştir.

Nitekim Başbakan Erdoğan ve hükümetinin ikinci dil isteklerine karşı müsamahakâr tavırları, siyasi taktik icabı takındıkları hoş görülü tutumları hepimizin bildiği gerçekler arasındadır.

AKP hükümetinin affı mümkün olmayan gafleti ve hıyanete uzanan yanlışları neticesinde; siyasi bölücülük kimlik taleplerini yoğunlaştırmış ve sözüm ona kitleselleştirmek için durmadan uğraş vermiştir.

Bölücü terörün mesafe alması için önündeki bütün pürüzler bizatihi hükümet eliyle kaldırılmış ve dağdaki canilerin rahat hareket etmelerinin yolu açılmıştır.

Bu şartlar altında yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı ve burada alınan kararlar yeni bir oyalama sürecinin hayata geçtiğini göstermiştir.

Tek devlet, tek bayrak, tek millet ve tek vatana dönük vurgular yalnızca sözde kalmış ve ufukta görünen seçim sandığı nedeniyle bir AKP manevrası olduğuna dönük izlenimlerimizi kuvvetlendirmiştir.

Söz konusu Kurul bildirisinde ifade edilen; “halkımızın her zaman ortaya koyduğu, kardeşlik ve huzur içinde bir arada yaşama kararlılığının Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve beraberliğinin en güçlü teminatı olduğu”yla ilgili kararlılık beyanları havanda su dövmekten başka bir manaya gelmemiştir.

Bir defa, milletimizin birlikte kardeşçe yaşamasına karşı sergilenen kötülüğün ve verilen tahribatın müsebbibi Milli Güvenlik Kurulu sıralarında oturan AKP hükümetidir.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ve toplumsal barışı uygulamaya koydukları yıkım projesiyle sarsan Başbakan Erdoğan ve hükümeti olmuştur.

Tahriklerin önünü açan, bölücü taleplerin azmasına kapı aralayan şüphesiz yine AKP zihniyetinden başkası değildir.

Sonuçsuz ve samimiyetten yoksun Kurul kararlarının göz boyamak ve milletimizin milli hislerini istismar etmek için kurgulandığı açıktır.

Nitekim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçtiğimiz yılın son günlerinde gerçekleştirdiği Diyarbakır gezisi ve ortaya çıkan vahim ve ibretlik gelişmeler bize başka bir fikir vermemiştir.

Milli Güvenlik Kurulu kararları arasında Türkçenin öne çıkarılması, Sayın Cumhurbaşkanı’nın karşılama törenleri sırasında pankartlarda ve afişlerde Türkçe dışındaki bir dilin kullanılmasıyla çiğnenmiş ve anlamsız bir hale getirilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada ise, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan ziyaretin ne öncesinde ne de ziyaret sırasında iki dilli tabelaya rastlanılmadığı ifade edilmiştir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü karşılama törenleri esnasında; Türkçe afişlerin yanında mahalli dilin de yazıldığı pankartların görülmediği yönündeki sözlerin bizim açımızdan hiçbir hükmü yoktur.

Bu konuda 30 Aralık 2010 tarihinde yaptığımız basın açıklamasında dile getirdiğimiz görüşlere üzüldüğünü söyleyerek Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin iki dilli hizmet konusundaki uygulamalarını gizlemeye çalışan Sayın Cumhurbaşkanı’na şu gerçekleri Türk milletinin önünde hatırlatmak ve kendisinden açıklama beklediğimizi belirtmek isterim.

  • Sayın Cumhurbaşkanı’na ilk tavsiyemiz her şeyden önce Diyarbakır belediyesinin resmi internet sitesine bakmasıdır.

Diyarbakır Belediyesi’nin resmi internet sitesi Türkçe ve Kürtçe iki dillidir.

Belediye hizmet birimleri Kürtçe ve Türkçe isimlerle sitede yer almaktadır.

Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti de resmi sitede iki dilli yansıtılmıştır.

  • Cumhurbaşkanı Gül, Diyarbakır Belediyesi’ni ziyaretinde, Belediye reklam panolarında Kürtçe ve Türkçe yazılı hoş geldiniz afişleriyle karşılanmıştır.
  • PKK’nın şehir yapılanması KCK, İmralı canisinin talimatıyla Diyarbakır Belediyesi’nde eş başkanlık uygulaması başlatmıştır.
  • Teröristbaşının atadığı eş başkan Cumhurbaşkanı Gül’ü Belediye’ye gelişinde karşılayan resmi teşrifat ekibi arasında yer almıştır.
  • Diyarbakır Belediye Meclisi kararı ile 97 yerleşim biriminin trafik tabelalarına iki dilli isim yazılması kararlaştırılmış, Valiliğin itirazı üzerine mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı almış olmasına rağmen iki dilli tabelalar Sayın Cumhurbaşkanı’nın ziyareti sırasında da kaldırılmamış olup bugün de yerinde durmaktadır.
  • Diyarbakır Belediyesi su ve kanalizasyon idaresi 2011 yılında su faturalarının Kürtçe basılması kararı almıştır.
  • Aynı şekilde Diyarbakır Belediyesi nikâh, imar, su, kanalizasyon, ulaşım, temizlik, zabıta, acil yardım, ambulans, defin, turizm, gençlik, spor, meslek kursları, sosyal hizmetler, kültür ve sanat hizmetleri alanlarında da Türkçe ve Kürtçe’nin bir arada kullanılmasını, belediyeye ait toplu taşıma araçlarında güzergâhı gösteren tabelalarda yerleşim birimlerinin Kürtçe isimlerinin yazılmasını kararlaştırmıştır.
  • Diyarbakır Belediye başkanı şehrin tüm girişlerine Türkçe ve Kürtçe hoş geldiniz tabelaları asacaklarını açıklamıştır.

Bunun yanı sıra, imar planına açılan yeni yerleşim birimlerine Kürt tarihini hatırlatan isimler vereceklerini de belirtmiştir.

Belediye Meclisi’nin yeni isimleri kabul etmesiyle cadde ve sokaklara iki dilli tabelalar asılacaktır.

Devlete, Anayasaya ve kanunlara meydan okuyarak fiili durum yaratmayı amaçlayan bu kararlar Sayın Cumhurbaşkanı’nın Diyarbakır ziyaretinden kısa bir süre önce Aralık 2010’un ikinci yarısında alınmıştır.

Sayın Cumhurbaşkanı bütün bunları bilerek bu belediyeyi ziyaret etmiştir.

Bu bakımdan Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki tespit ve eleştirilerimizden üzüntü duymasına gerek bulunmamaktadır.

Üzüntü ve endişe duyulacak bir durum varsa, bu da Sayın Cumhurbaşkanı’nın etnik bölücülere cesaret ve meşruiyet kazandıracak fiiller içine girmesi, bunun sonucu Cumhurbaşkanlığı makamının yara almış olmasıdır.

Belediyeler kamu tüzel kişileridir. Belediye hizmetleri de kamu hizmetidir.

Bu durumda belediye hizmetlerinde resmi dil olan Türkçe’nin kullanılması zarureti tartışmaya açık değildir.

Cumhurbaşkanı’nın başkanı olduğu Milli Güvenlik Kurulu’nun 2010 yılının son toplantısından sonra yapılan açıklamada “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dilinin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeye yönelik hiçbir girişimin kabul edilemeyeceğinin bilinmesi gerektiğine dikkat çeken” ifadelere herkesten önce Sayın Cumhurbaşkanı’nın uyması ve saygı göstermesi gerekli ve kaçınılmazdır.

Cumhurbaşkanı Gül iki dilli belediye hizmet uygulamasının birçok örneğini sergileyen ve bölücülüğün odağı haline gelen Diyarbakır belediyesini ziyaret ederken bunu unutmuştur.

Bunun sonucu Milli Güvenlik Kurulu bildirisi bizzat Cumhurbaşkanı tarafından delinmiş, sıfırlanmış ve hükümsüz hale gelmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı yukarıda sıraladığımız gerçekler ve haklı endişeler ve görüşlerimiz karşısında neden rahatsız olmakta, neyi üzüntüyle karşılamaktadır?

Ortada üzülecek, rahatsız olunacak bir şey varsa, o da Cumhurbaşkanı Gül’ün devletin başı sıfatıyla Diyarbakır’da sergilediği tutum ve davranışlardır.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın Diyarbakır’da sivil toplum temsilcileriyle yaptığı toplantıda dile getirdiği ve basına da yansıyan bazı beyanlarını çok vahim bulduğumuzu açıkça ifade etmek isterim.

Bu çerçevede, 2 Ocak 2011 günkü basında yer alan Sayın Cumhurbaşkanı’nın “ha diyince olmuyor, kullandığımız dile dikkat edelim, toplumun diğer kesimlerini rahatsız etmeden, hazmettirerek sürecin işlemesi lazım” sözleri üzerinde herkes çok iyi düşünmelidir.

Bu sözlerin anlamı açıktır:

√       Sayın Cumhurbaşkanı etnik bölücülerin taleplerinin bir anda karşılanamayacağını,

√       Her şeyin bir sırası ve zamanı olduğunu,

√       Türk milletinin sindirim ve hazım sorunu yaşayacağını bu sürecin hazmettire hazmettire, alıştıra alıştıra ilerletilebileceğini söylemektedir.

Başbakan Erdoğan’ın da 2009 yılında PKK açılımı konusunda ABD’de yaptığı bir konuşmada aynı kelimeleri kullanarak hazım sürecinden bahsettiği hatırlanırsa, PKK açılımında Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın niyet ve amaç birliğinin ötesinde eylem birliği içinde oldukları kendi ifadeleriyle ve bütün yönleriyle ortaya çıkmış olacaktır.

Ankara’da Türkçe diyen Sayın Cumhurbaşkanı, bu sözlerini Diyarbakır’daki tutum ve davranışlarıyla boşa çıkarmış ve devletin itibarını deyim yerindeyse yerlere sermiştir.

Bu gelişmeler ışığında; Cumhurbaşkanlığı yeminde ifade edilen hususlara riayet edilmemiş ve vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü konusunda hassasiyet gösterilmemiştir.

Merakımız yanı başında sallandırılan afişlerdeki farklı bir dili fark edemeyecek kadar gerçeklerden kopan birisinin; ettiği yemine bağlı kalarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini bundan sonra nasıl koruyacağıdır.

Ancak bilinmelidir ki; Milliyetçi Hareket Partisi var olduğu müddetçe milletimizin dağılmasına yönelik beyhude girişimlerin sonuç vermesi, Türkçe’nin zayıflatılması ve Türk kimliğinin yok edilmesi asla mümkün olamayacaktır.

Daha önce defalarca söylediğimiz gibi; biz herkesin ana diline saygı duyuyoruz ve konuşulmasında, kamusal alana çıkmaması ve eğitim dili olmaması kaydıyla bir sakınca da görmüyoruz.

Bugünkü süreçte millet bütünlüğünü parçalayıcı bir özellik taşıyan açılım denilen yıkım sürecinin acı ve vahim seyri ülkemizi bir felakete sürüklemektedir.

Cumhurbaşkanı’nın beyanlarını, hükümetin inşa ettiği sonu meçhul karanlıklar ve tuzaklarla dolu gidişatı bir de bu zaviyeden değerlendirmek gerekmektedir.

Bu itibarla sorumluluk mertebesinde bulunanların söz ve davranışlarıyla anayasa suçu işlediklerinin farkına varmaları kendi hayırlarına olacaktır.

Türk’ü, Türkçeyi, Türk milletini; siyasi fantezileri uğruna değersizleştirmeye, küçültmeye ve içini boşatmaya çalışanları emin olun ki ne millet ne de yüce Allah affedecektir.

Böylesi bir alçalmanın içinde olanlardan hesap sormak da bizim en öncelikli görevimizdir ve bu milli görevi yerine getireceğimizden de hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Türkiye çalkantılı ve kırılgan bir dönemden geçmektedir.

Siyasi hayatımızdaki açmazlar ve bunalımlar, elbette ekonomideki gelişmelere de yansımakta ve geleceğe dönük iyimser beklentileri tahrip etmektedir.

Hali hazırda vatandaşlarımızın en büyük sorunu geçim zorluğudur ve ne yazık ki hükümetin gündeminde bununla mücadele edecek bir niyet bulunmamaktadır.

Kriz fırtınasından ağır darbe yemiş olan ve her tarafından dökülen ekonomik sistem bir türlü ayağa kalkamamış, aş ve iş üretememiştir.

Bununla birlikte hükümetin geliştik, büyüdük ve zenginleştik iddialarının vatandaşlarımız nezdinde hiçbir önemi ve kıymeti olmamıştır.

Geride kalan yıl içinde yine işsizlik en büyük sorun olmuş, yoksulluk ve gelirsizlik bir sel gibi her tarafı etkisi altına almıştır.

Sıcak para sahipleri geçtiğimiz yılda da çok kazanmışlar ve elde ettikleri karlarını ülke dışına çıkarmışlardır.

En son açıklanan dış ticaret rakamları, ihracattaki artışın ithalatın gölgesinde kaldığını göstermiştir.

Nitekim Kasım 2010’da yıllık bazda ihracat artışı yüzde 6 düzeyinde kalırken, ithalat yüzde 35,7 oranında yükselmiştir.

Ayrıca mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre 2009 yılının Kasım ayına göre ihracat yüzde 2,5 düşmüş, ithalat ise yüzde 5,1 artış göstermiştir.

İhracattaki temponun yavaşlamasının iç ve dış piyasalardaki olumsuzluklarla yakından ilgisi olduğu kuşkusuzdur.

Bu itibarla Başbakan Erdoğan’ın 29 Aralık 2010 tarihli ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında dile getirdiği; ‘ihracatta tarihi rekorlar elde edildi’ sözleri gerçeği yansıtmamaktır.

İthalat ve ihracat arasındaki makas iyice açılmış; 2009 yılında kriz nedeniyle yüz milyar doların altına gerileyen ihracat geçtiğimiz Kasım ayında bu miktarın az da olsa üstüne çıkmıştır.

Bu kapsamda, 2009 yılında 39 milyar dolar olan dış ticaret açığı, 2010 yılı Kasım ayında 68 milyar dolara ulaşmıştır.

Dış ticaret açığının çoğalması doğal olarak ithalat artışından kaynaklanmış ve ülkemiz yeniden cari açığa dayalı bir büyüme sürecinin içine hapsedilmiştir.

Sıcak paraya dayalı ve bağımlı ekonomik büyüme işsiz kardeşlerimizin ve evine ekmek götürme çabasında olan yoksul vatandaşlarımızın umutlarını yok etmiş ve hayallerin sönmesine neden olmuştur.

Başbakan Erdoğan’ın her fırsatta gündeme taşıdığı sözde yüksek büyüme oranı, ekonominin güçlenmesine vesile olamamış ve yaygınlaşan problem alanlarını azaltmamıştır.

Geçtiğimiz yılın ilk çeyreğinde yüzde 11,8 olan ekonomi büyüme, ikinci çeyrekte yüzde 10,2, üçüncü çeyrekte ise yüzde 5,5 oranında gerçekleşerek sürekli azalan bir seyir izlemiştir.

2009 yılında yüzde -4,7 olan ekonomik büyümenin, 2010 yılında yüzde 6 ile yüzde 8 arasında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.

Takdir edersiniz ki, inişli ve çıkışlı bir patika izleyen büyüme oranının mevcut haliyle, insanımızın refahına olumlu bir katkıda bulunması söz konusu olmayacaktır.

AKP iktidarı yönetimindeki ekonomi politikaları, vatandaşımızın cebine daha fazla para girmesine yol açmamıştır.

Üniversite mezunu gençlerimizin iş bulmaları neredeyse hayal olmuştur.

Çiftçimiz, esnafımız, işçimiz, memurumuz ve emeklimiz huzura ve rahata ne hazindir ki ulaşamamıştır.

Başbakan Erdoğan’ın her konuşmasında 2002 şartlarıyla bugünü karşılaştırması da insanımızın karnını doyurmamıştır.

Milletimiz istatistikî bilgileri değil, bereket ve bolluk artışının sağlanmasını beklemektedir.

İnsanı dışlayan ve sosyal kaygıları gözetmeyen ekonomi politikalarının hiç kimsenin yararına ve lehine bir sonuç ortaya çıkarmayacağı bugün net olarak anlaşılmış durumdadır.

Kredi kartı sorunlarının arttığı, tüketici kredilerindeki batağın fazlalaştığı, gıda fiyatlarındaki zammın çoğaldığı, iflasların ve feryatların yükseldiği, işsizliğin alev topu gibi yaktığı bir ekonomik sistemin iyi işlediğini iddia etmek için ya şuursuz ya da devlet kaynaklarını sömüren iktidar yandaşı olmak gerekecektir.

Bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın içi boş iyimser mesajları ve pembe tablolar çizen sözleri aldatmadır, yalandır ve kandırmacadır.

Başbakan Erdoğan sahte bahar havası estirmek ve toplumun her kesimini manipüle etmek için her yolu denemektedir.

Mesela çiftçilerimiz biriken borçlarından dolayı kritik bir noktaya gelmişken, Başbakan’ın Ziraat Bankası faiz oranlarının indirilmesiyle ilgili müjde vermesi trajik komik bir durumdur.

1 Ocak 2011’den itibaren tarımsal kredi faiz oranının yüzde 13’den yüzde 10’a çekilmesi yerindedir, ancak çiftçilerimizin meselesi tek başına bu değildir.

Karşımızda, borç faizini düşürerek çiftçimizin yüzünün güleceğini düşünen bir Başbakan portresi bulunmaktadır.

Bu zihniyetin nedense aklına, çiftçilerimizin bankalara, tarım kredi kooperatifine dağ gibi biriken borçları gelmemektedir.

Haciz kıskacında bunalan, ürünü para etmeyen, ektiğini dahi alamayan üretici kardeşlerimiz AKP iktidarının gündeminde yoktur.

Takipteki tarımsal kredilerin tüm bankacılık sektörü içindeki payı bu hükümet döneminde yükselmiş ve yüzde 4,13’ten, yüzde 5,14’e çıkmıştır.

Üzülerek ifade etmeyim ki, çiftçimiz borçlarının ağırlığı altında ömür tüketmektedir.

Traktör ipotekli, mazot ateş pahası, gübre zamlı ve ürün maliyetleri almış başını gitmiştir.

Bu şartlar altında tarımsal kredi faizlerinin düşürülmesinin hiçbir anlamı olmayacaktır.

Alacaklılar deyim yerindeyse çiftçimizin şapkasına dahi gözlerini dikmişlerdir.

Perişanlık diz boyudur ve kış aylarında çayı dahi veresiye içen, pazara ayda bir giden çiftçi kardeşlerimizin hali içler acısıdır.

Eğer buna sevinen varsa, böylesi bir kendini bilmezliğin hesabını sormak da bizim boynumuzun borcu olacaktır.

Aynı şey esnafımız ve sanayicimiz için de geçerlidir.

Başbakan’a göre bankadan borçlanmak bir gelişmedir ve vatandaşlarımızın iliklerine kadar faiz batağına saplanmaları yerinde bir uygulamadır.

Bu devran Allah’ın izniyle Haziran ayında bitecektir.

Muhterem çiftçi kardeşlerimizin, değerli esnaflarımızın elleri AKP iktidarının yakasında olacaktır.

Bu yılın ilk altı ayında yüzde 4 maaş zammı alacak olan ve enflasyon farkından kaynaklanan küçük zam farklarıyla avutulan memurlarımız AKP hükümetine gününü mutlaka gösterecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin güçlü iktidarında ise herkesin sorunu çözülecek, ekonomik problemler son bulacak ve refah her haneye yağmur gibi yağacaktır.

Son olarak şunu söylemeliyim ki; Türkiye’nin; içinden geçtiği yüksek gerilimi uzun süre taşıyamayacağı, bu yükü daha fazla kaldıramayacağı ortadadır.

Bu felaket gidişatının ne pahasına olursa olsun önlenmesi Türkiye için çok ciddi bir beka meselesi haline gelmiştir.

Bu karanlık sürüklenişi durduracak, bu çıkmazı çözecek yegâne güç seçim sandığıdır.

Tek çıkış yolu milli iradenin hakemliğidir, Türk milletinin şaşmaz sağduyusuna başvurulmasıdır.

AKP dönemi ile sandık başında hesaplaşılmadan, bu devşirme kadrolar milli irade yoluyla tasfiye edilmeden Türkiye’nin düzlüğe çıkması ve ufkunun aydınlanması mümkün olmayacaktır.

Milliyetçi Hareket, iktidarın yegâne alternatifi olarak Türkiye’yi yönetmeye ve ayağa kaldırarak aydınlık bir geleceğe taşımaya hazır ve kararlıdır.

Gayret bizden, himaye ve yardım Cenab-ı Allah’tan, takdir ve destek aziz milletimizdendir.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.