08.01.2011 - İstanbul Esnaf Ve Sanatkarlar Odaları Birliğinde Yapmış Oldukları Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliğinde Yapmış Oldukları Konuşma.
8 Ocak 2011

 

TBMM Sayın Başkanvekili,

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Katılımcılar,

İstanbul Esnaf ve Sanatkâr Odaları Birliği’nin Değerli Başkanı,

Muhterem Esnaf ve Sanatkârlarımız,

Basınımızın Mümtaz Temsilcileri,

Hepinizi sevgi, saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

Bugün burada; gözümüzün nuru, ağzımızın tadı, gönlümüzün yarenliği, ihtiyaçlarımızın çaresi esnaf ve sanatkârlarımızla dertleşmek, sorunlarını dinlemek ve buna yönelik görüşlerimizi paylaşmak için bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Şahsen, esnaf ve sanatkâra çok önem veren birisi olarak, sizlerle iç içe olmaktan dolayı son derece mutluyum.

Bizlerin kavuşmasını nasip eden Cenab-ı Allah’a şükrediyorum.

Bu anlamlı toplantıyı tertip eden ve emeği geçen değerli arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.

Bugün zamanlarını ayırıp, İstanbul’un değişik yerlerinden buraya kadar gelerek bizleri dinleme zahmetine katlanan değerli esnaf ve sanatkârlarımıza içtenlikle teşekkür ediyorum.

İnanıyorum ki, burada ulaşacağımız netice ve yapacağımız görüş alış verişi gelecek adına ve bunaldığınız sorunların çözüm yollarını ortaya çıkarmak bakımından çok yararlı sonuçlar doğuracaktır.

Bu vesileyle hepiniz hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

Değerli Katılımcılar,

Muhterem Esnaf ve Sanatkârlarımız,

Büyük İslam düşünürü Gazali’nin ‘derdimi söylemiyorsan, beni anlamıyorsundur’ sözü sanki bugün gerçekleştirdiğimiz toplantı için söylenmiştir.

Biz burada hem dertleri söyleyeceğiz ve sizleri anladığımızı samimi bir şekilde ifade edeceğiz, hem de dertlerin çaresiz olmadığını ve mutlaka bir devasının olduğunu sözlerimizle ispat edeceğiz.

Geçtiğimiz hafta yeni bir yıla girdik. Hepinizin yeni yılını bir kez daha kutluyorum.

Önümüzde yaşanmamış ve çok şeye gebe koca bir yıl durmaktadır.

Her yeni yılda olduğu gibi, bu yıla da umutlarla ve dualarla başlangıç yaptık.

Eminim ki sizler işlerinizin daha bereketli hale gelmesini, bolluk ve zenginliğin hanelerinizden hiç eksik olmamasını temenni ettiniz ve ediyorsunuz.

Borçlarınızdan kurtulmayı, daha çok mal satmayı, alışverişlerinizin fazlalaşmasını, müşterilerinizin çoğalmasını dilediniz.

Niyaz ve yakarışlarınızda hem kendinizin hem de milletimizin iyiye, güzele, refaha ve feraha ulaşmasından başka bir hedef gözetmediğinizden şüphe duymuyorum.

Ekonomik zorluklarla ve beka düzeyindeki tehlikelerle geçen bir yılın ardından olumlu ve iyimser her gelişmeye çok ihtiyacımız olduğu kuşkusuzdur.

Millet olarak huzura, mutluluğa ve güvenliğe hiç olmadığı kadar muhtaç hale geldik.

İnsan olarak amacımız iki cihanda da saadete erişmek ve ihsana nail olmaktır.

Bunun için hem bu dünyanın hem de ahiret hayatımızın hazırlığını olgunluk çağımızdan itibaren yapmaktayız.

Ne var ki, fani dünyanın kökleşen ve kemikleşen sorunlarını bir türlü çözemiyoruz ve hedeflediğimiz müreffeh hayata ulaşamıyoruz.

Madde ve mana dengesini yakalayamadığımız ya da kuramadığımız için karşılaştığımız sorunları da bir türlü çözemiyoruz.

Bu iki alanda eşgüdüm ve dengenin yakalandığı çağlarda, Türk milletinin ne denli hükümran ve kudretli bir seviyede olduğunu konuşmamın bu aşamasında hatırlatmak isterim.

Özellikle millet hayatındaki ticari, ekonomik, hukuki, ahlaki, kültürel, siyasi, dini safhaların karşılıklı ve sıhhatli bir etkileşim içinde olması her alanda beliren sorunların giderilmesinde bize çok değerli katkılar sağlayacaktır.

Hatırımızdan çıkarmamız gereken bir hususu huzurunuzda ifade etmekte fayda görüyorum.

Ekonomik ve sosyal içerikli sorunlar daima ve doğrudan insanı ilgilendirir ve aslında insanın meselesidir.

Sahip olunan ekonomik yapı; insanın psikolojik, sosyolojik, fiziki, kültürel ve inanç ekseninde kurgulandığı ölçüde başarılı ve güçlü olacaktır.

Yalnızca oransal ve rakamsal denge ve uyuma odaklanan, soyut teoriler kapsamında ilerleyen ve merkezine insanı ve kültürel özelliklerini almayan bir ekonomik sistemin başarı şansı yoktur.

Takdir edersiniz ki, hiçbirimiz yalnızca programla çalışan ve düğmeyle hareket eden robot ya da maddi ihtiyaç duyan ve sırf onu tatmin etmek için hareket eden bir varlık değiliz.

Bedenimizle bu dünyaya, ruhumuzla da manevi âleme bağlı olduğumuz tartışmasızdır.

Rızkının peşinde olan, helal haram ayrımını hayatı boyunca gözeten, kazandığı zaman şımarmayan, zor durumda olduğu zamanlarda da hayır dileyen ve sabır gösteren esnaf ve sanatkâr kardeşlerimiz ekonominin mana tarafını en iyi bilen ve yaşayan kişiler olarak her türlü övgüyü hak etmektedirler.

Sabahları besmele ile atılan adımlar, akşamları şükürle indirilen kepenkler Türk milletinin yüzyılları aşan asil taraflarından birisine işaret etmektedir.

Bunu da elbette esnaf ve sanatkârlarımızın onurlu hayatlarında görmemiz mümkündür.

‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’ kutlu tebliğinin somutlaşıp vücut bulduğu kişiler tabii ki sizlersiniz.

Esnaf ve sanatkarlarımız vefanın, şefkatin ve merhametin timsalleri olmuş, bencilliği, nefsine düşkünlüğü kendilerinden uzak tutmuşlardır.

Dün loncaların örgütlenmesinde bu prensipler vardı. İçindeki imrenilecek ahlakın ve terbiyenin özünde bunlar yatıyordu.

Ve ne mutlu ki bu muhteşem özellikler yüzyılların imbiğinde olgulaşarak bugünlere ulaştı.

Gururla söyleyebilirim ki, esnaf ve sanatkârımız hayatın yalnızca maddi tarafını değil, manevi zenginliğini de temsil etmektedir.

Bedenlerin tamir edilip, ruhların tahrip edildiği çağımızda, burada bulunan mümtaz şahsiyetler toplumsal yapının, geleneklerin, kültür hayatımızın en etkili emniyet kemerleri ve güvenceleri arasında yer almışlardır.

Esnaf ve sanatkârlarımız, hayata anlam katan şeyin madde olmadığını, maddeyi mananın ve manevi yükselişin merdiveni yapan düşünce ve şuur olduğunu açıkça göstermişlerdir.

İsraf ile tutumluluk arasındaki kararlı dengenin, hayırlarda öne geçmenin, cömertliğin eşsiz örneklerini esnafımız vermiştir.

Sadece midenin doymadığı, gönüllerin ve ruhların da huzur bulduğu bir ekonomik sistem inşa edilecekse, bunda esnaf ve sanatkârımızın payı ve desteği çok fazla olacaktır.

Adil ve eşitliği gözeten, ahlak ilkelerini içeriğine almış ve özgürlüğü sağlayan bir ekonomik yapının insanımızın huzur ve saadeti için vazgeçilmez olduğunu düşünüyorum.

Esnaf ve sanatkârımız bu zamana kadar en zor şartlar altında üzerine düşen her sorumluluğu fazlasıyla yerine getirdi ve getirmeye de devam ediyor.

Siftahı müşteriden, bereketi Cenab-ı Allah’tan bekleyen anlayıştan başka bir şeyin de ortaya çıkması zaten mümkün değildir.

Erdem, dikkat, titizlik, çalışkanlık, ölçülülük, hamiyet, dirayet, esnafımızın karakterinde bütünleşmiştir.

Yardımseverlik, hoşgörü, mütevazılık, âlicenaplık esnaf ve sanatkârımızın davranışlarında asıl anlamını kazanmıştır.

Cebinde olmasa da, veresiye defterlerinin kapağını açmayı kendisine yediremeyen ve kimsenin hatırını kırmayan yine esnaf ve sanatkâr kardeşlerimiz olmuştur.

Rahmeti ve lütfu Cenab-ı Hak’tan beklemişler ve ilahi rızayı kazanabilmek için gönül yıkmaktan hep uzak durmuşlardır.

Ne var ki esnafımız bugün bitkin ve çaresizdir.

Sorunları üst üste yığılmış ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

İstanbul Esnaf ve Sanatkâr Odaları Birliğine bağlı 153 odaya mensup 255 bini aktif, 750 bini pasif olmak üzere yaklaşık bir milyon kişinin ne türlü meşakkatlerle yüz yüze olduğunu gayet iyi biliyorum.

Esnafımız toplumun ayakta kalması için elinden geleni yaparken, kendisi zorlaşan hayat şartları nedeniyle sürekli olarak sendelemektedir.

Ülkemizin temel direği olan ve etki alanı itibariyle her tarafa hitap eden ve mahalle, sokak aralarında bizlerin yanında bulunan milyonlarca esnafımızın durumu kötüdür ve perişanlık diz boyudur.

Özellikle son sekiz yıldır esnafımız yalnız kalmış, bazı temelsiz ve bütünlükten yoksun tedbirler dışında sorunlarıyla baş başa bırakılmıştır.

Oysa tarih boyunca özellikle de sosyal ve ekonomik çalkantıların olduğu, büyük krizlerin yaşandığı dönemlerde esnaf ve sanatkârlarımızın bir denge ve istikrar unsuru olduklarını hepimiz biliyoruz.

Unutulmamalı ki; esnaf ve sanatkârımız sermaye ve refahın tabana yayılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve bu suretle sosyal dengelerin korunmasında ekonomik ve sosyal hayatın önemli unsurlarından birisidir ve bizim için yeri asla doldurulamaz bir özelliğe sahiptir.

Muhterem Katılımcılar,

Esnaf ve Sanatkârlarımız halkımızın keşfedilmemiş hüner ve becerilerinin bir tezahürüdürler. 

İçlerinden birçok sanayici çıkmış ve sanayileşmeye altyapı hazırlamışlardır.

Esasen bu son derece normaldir ve böyle de olması gerekir.

Zira Batı’yı Ortaçağ karanlığından Sanayileşme dönemine ulaştıran itici güç esnaflar olmuştur.

Bizim tarihimizde ise güçlü ve sıkı kuralları olan lonca sistemi, inançla üst üste örtüşerek toplumsal yapının koruyucu duvarlarını örmüş, usta çırak ilişkisi kapsamında esnaf ve sanatkârlığın bugünlere ulaşmasını sağlamıştır.

İçinden geçtiğimiz çağda, mesela bakım ve onarım hizmetlerinin büyük kısmı sanatkârlarımızın yetenekli gayretleri ile ifa edilmiş ve kültür değerlerimizin yaşatılmasında sanatkârlarımız yine önemli katkılarda bulunmuşlardır.

Az önce de kısmen söylediğim gibi, ekonomik sistemdeki tıkanıklıklar, yanlış politika uygulamalarından kaynaklanan problemler, esnaf ve sanatkârımızı son derece olumsuz etkilemektedir.

Küreselleşme ile esnafların gelir kaynağı ve velinimeti olan müşterilerin yaşama biçimleri, gelir seviyeleri, harcama alışkanlıkları ve tüketim yelpazesi değişmiş, bu dönüşümün en büyük etki ve zararı ise esnaf ve sanatkârımızın üzerinde oluşmuştur.

Uzun zamandan beri esnafımız çoğu zaman siftah etmeden kepenk indirmeye başlamıştır.

Genellikle çalıştıkları yerlerde ikamet ettikleri için, bölgedeki nüfusu büyük ölçüde temsil özelliği de taşıyan esnafımızın sorunları karşısında yalnızca bir imtiyazlı zümreyi zenginleştirmeyi amaçlayanlar hiçbir yapısal tedbir almamışlardır.

İşyeri kirasını dahi ödemekte zorluk çeken; eşinden, dostundan gördüğü destekle hayatın güçlüklerine direnen; üretimden pazarlamaya, ticaretten turizme, ulaşımdan hizmete birçok alanda faaliyette bulunan esnaf ve sanatkârımızın durumu bizi fazlasıyla üzmekte ve kaygılandırmaktadır.

Artan rekabet şartlarında ayakta kalmak için mücadele veren esnaf ve sanatkârımız ulaşılabilir ve ucuz finansman imkânları olmadığından, gerek ürün ve hizmetlerini yenilemek, gerekse büyümek için yeni yatırımlar yapmaktan tamamen uzaktır.

Ürettiğini satamayan, sattığının yerine yenisini koyamayan, müşterisi kesilen esnafımız; kısır bir döngü içerisine hapsolmuş ve çırpınarak sürekli olarak dertlerine çözüm bulacak bir muhatap aramıştır.

Ancak karşısında bu muhatabı şimdiye kadar hiç görmemiş ve bulamamıştır.

Sayın Konuklar,

Değerli Arkadaşlarım,

Sabrınıza sığınarak, öncelikle Türkiye ekonomisinin genel görünümünü bazı makro veriler eşliğinde sizinle paylaşmak ve bir tasvir yapmak istiyorum.

Ekonomik problemlerin katlanarak büyüdüğü ve krizin derinleşerek toplumsal yapıya sindiği bir dönemi geride bıraktık.

Bildiğiniz ve yaşadığınız üzere; Türkiye ekonomisi, yılların ihmali ve ataletiyle 2008 yılının ikinci yarısında tarihinin en ağır sarsıntısının ve açmazının içine düşmüştür.

Nitekim bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 7,3 olan ekonomik büyüme takip eden çeyrekler itibariyle sürekli düşmüş ve son çeyrekte eksi yüzde 6,2 seviyesine kadar inmiştir.

Böylelikle 2008 yılında ekonomik büyüme yıllık yüzde 1,1’e gerilemiştir.

Bu keskin düşüş 2009 yılında daha da hızlanmış ve özellikle ilk çeyrekte ekonomik büyüme eksi yüzde 14,6 oranıyla deyim yerindeyse yere çakılmıştır.

Buna paralel bir şekilde işsizlik, iflaslar ve feryatlar toplumun ve ekonomik sektörün her bir kesiminden adeta fışkırmış ve Türkiye ekonomisi vahim bir ekonomik krizin pençesine bu şekilde düşmüştür.

Ekonomik büyüme tam dört çeyrek diplerde gezinmiş, üretim yangın yerine dönmüş, kapasite kullanım oranları baş aşağı gitmiş ve resesyon sarmalı ekonominin elini kolunu bağlamıştır.

Girdiği komadan sonra, 2009 yılının son çeyreğinde nabız atışları kısmen belirginleşmeye başlayan ekonomik büyüme, belli belirsiz de olsa gözlerini şuursuzca açmış ve ufak bir kıpırdanma ile pozitif bir büyüme sergilemiştir.

Bununla birlikte izleyen dönemler boyunca ortaya çıkan büyüme ekonominin ayağa kalkması için gerekli enerji ve gücü sağlayamamış, bu durum bile düştüğü dipsiz kuyudan çıkması için yeterli olamamıştır.

Kırılan, dağılan ve istikrarsız bir hal alan ekonomik sistem beklentileri ve ümitleri boşa çıkarmış ve hayallerin kriz selinde kaybolmasına yol açmıştır.

Ekonomik büyümedeki deprem elbette diğer sorunların da hazırlayıcısı ve habercisi niteliğinde olmuştur.

Bunlar arasında dikkat çekenlerden birisi borç miktarındaki artıştır.

Değerli arkadaşlarım, buraya hepinizin dikkatini çekmek isterim.

2002 yılında 151 milyar 21 milyon olan iç borç stoku, en son veri olması bakımından kıyaslama yapacağımız geçtiğimiz yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 131 artarak 350 milyar liraya çıkmıştır.

Dış borç stokundaki gelişme de bundan farklı değildir ve acı gerçekler burada da kendisini göstermiştir.

2002 yılında 130 milyar dolar olan dış borç miktarı, yine geçtiğimiz yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 116 artarak 282,3 milyar dolara ulaşmıştır.

Özellikle bu miktar içinde, özel sektörün borç batağına saplanması belirleyici olmuştur.

AB tanımlı borç stokunun Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’ya oranı 2007 yılında yüzde 39,4 oranında iken, bu oran iki yıl içinde yüzde 45,5’e gelmiştir.

2010 yılında da yine aynı oran civarında şekilleneceği anlaşılmaktadır.

Krizin dış ticaret ve üretim yapısı üzerindeki tahribatı bütçe açığının büyümesine yol açmış ve 2008 yılında yüzde 1,8 olan açık, 2009 yılında yüzde 5,5’e fırlamıştır.

Bu yıl için ise tahmin edilen açık miktarı yüzde 4 düzeyindedir.

Dış ticaretteki çözülme ve çöküş hepimizin gündemindedir.

İhracatın arttığını iddia edenlerin, tıkanan ve kapanan ticaret kanallarından sonra zayıflayan ihracat hacmini ısrarla görmemeleri, bir bakıma tehlikenin hala ihmal edilerek savuşturulacağına dair gafletin devam ettiğine işaret etmektedir.

İhracattaki zafiyetlere rağmen, ithalat hızla artış göstermekte, dış ticaret ve cari açık önlenemez bir şekilde yükselmektedir.

Böylelikle kazandığımızdan daha çok harcama yaptığımız gerçeği karşımıza çıkmaktadır.

Döviz gelirinin, giderinden az olmasıyla ortaya çıkan cari açığın kapatılabilmesi için sıcak paraya ihtiyaç duyulmakta, izlenen para politikasıyla da ülkemize gelen para tacirleri hepimizin alın terini ceplerine indirerek sınır dışına çıkmaktadırlar.

Ayrıca enflasyonun rakamsal ve oransal olarak düşmesine rağmen, hayat pahalılığındaki facia niteliğindeki artışa hepiniz şahitsiniz.

En temel gıda maddelerinin ateş pahası olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.

Gıda fiyatlarında ki artış, enflasyondaki gerilemeyi teyit etmemekte ve vatandaşlarımız alış verişlerini gramla yapmaktan başka bir çare bulamamaktadır.

Üstelik başka ülkelerle yapılacak bir karşılaştırma halinde, ülkemizdeki enflasyon oranlarının yüksek olduğu net olarak görülebilecektir.

Mesela 2010 yılında Dünya’nın ortalama enflasyon oranı yüzde 3,3; gelişmiş ülkelerin yüzde 1,1; gelişmekte olan ülkelerin yüzde 5,9 olması tahmin edilirken, Türkiye’de ise Aralık ayında yüzde 6,4 olarak gerçekleşmiştir.

Türkiye ekonomisi, Satın Alma Gücü Paritesine göre Dünya’nın en büyük ekonomileri arasında 16. sırada bulunmasına rağmen, kişi başına düşen gelir sıralamasında çok gerilere düştüğü de bir hakikattir.

Rakam oyunlarıyla zenginleştik masallarının ve gelirimiz arttı aldatmalarının toplumsal bir karşılığı olmadığını en iyi sizler biliyorsunuz.

Bütün iddialara karşı yoksulluk artmakta, gelir dağılımdaki adaletsizlik ve haksızlık devamlı çoğalmaktadır.

Resmi rakamla ifade edecek olursak; 2009 yılında Türkiye’de vatandaşlarımızın yaklaşık yüzde 0,48’i, yani 339 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, yüzde 18,08’i yani 12 milyon 751 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.

2008 yılına oranla yoksul sayısındaki artış hakikaten üzüntü ve kaygı vericidir.

Krizin en büyük mağduru şüphesiz ki işini kaybedenler ve işyerinin kapısına kilit vuranlar olmuştur.

İşsizlik Türkiye’nin kanayan ve artık kangren haline dönüşen en büyük sorunu olarak acımasızlığını sürdürmektedir.

Her hanede yarınından umudunu kesmiş bir insanımız vardır.

Gençlerimiz yılgın ve üzgündür.

Anneler, babalar dertli ve perişandır.

Türkiye ekonomisi yeni iş sahaları yaratamamakta, var olanlar da birer birer kapanmaktadır.

Bugün bir arada olduğumuz esnaf ve sanatkârımız krizin bedelini çok acı ödemiştir ve ödemeye de devam etmektedir.

Bu size reva değildir. Bu olumsuz ve kabul edilmeyecek ekonomik manzarayı asla hak etmiyorsunuz.

Krizi fırsata dönüştürmekle uğraşanlar, ne yazık ki ekonomik çöküşü kendileri için bir fırsat kapısı yaptılar.

Krizin teğet geçeceğini sürekli yineleyenler, ekonomik alaboranın ülkemizi ve milletimizi ne hale getirdiğini bir türlü göremediler, görmek istemediler.

İşte Türkiye ekonomisinin kısaca acı bilançosu bu şekildedir.

Göstermeye çalıştığım ekonomik karanlıkta; açlık vardır, işsizlik vardır.

İflaslar yayılmış, yoksulluk kabından taşmıştır.

Üretim durmuş, tezgâhlar işlemez hale gelmiş, yazar kasalar paslanmış, işyeri kapıları açılmaz olmuş, gözler dalgınlaşmış, yüzler karamsar bir hal almıştır.

Ekonominin imdat çığlıkları attığı bir zamanda, siyasi sorumluluk mertebesindekilerin buna kulağını tıkaması affedilemeyecek bir yanlıştır ve iki cihanda da sorumluluğu büyüktür.

Gelişmeden, zenginleşmeden ve büyümeden yalnızca etrafındakileri baz alarak bahsedenlere ne esnafımız ve sanatkârımız ne de diğer çalışan kesimlerimiz haklarını asla helal etmeyecektir.

Bizim, parti olarak, sorumlulardan mutlaka hesap soracağımızı hepinizin bilmesinde de fayda görüyorum.

Çok Değerli Esnaf ve Sanatkârlarımız,

Kıymetli Katılımcılar,

Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu, samimiyetle söylemeliyim ki iyi yönetilememesidir.

Ekonomiden siyasete, sanattan spora; sıkıntılar, krizler hiç eksik olmamıştır.

Bugüne kadar düzenli ve sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmaya ve sosyal gelişmeye tam manasıyla tesadüf edebilmiş değiliz.

Bu nedenle günlük hayatın karmaşası ve baskısı insanımızı ciddi düzeyde olumsuz etkilemekte, önlenemez bir anlam bunalımı yaşamalarına neden olmaktadır.

Yıllardan beri hep benzer şeyleri konuşmaktan milletimiz inanın bana yorulmuş ve bıkmıştır.

Kriz, işsizlik, yoksulluk, sosyal gerginlikler, ideolojik önyargılar eşliğindeki çatışmalar ne hazindir ki hayatımızdan hiç eksik olmamıştır.

Maalesef ekonomik sorunların ortaya çıkardığı dehşet maliyetlere en başta orta ve dar gelirli insanımız maruz kalmış ve ticari hayat da her zaman bundan fazlasıyla etkilenmiştir.

Diyebilirim ki, ekonominin yükseldiği dönemleri mutlaka şiddetli sarsıntılar izlemiş ve aşağıya doğru bükülmesi bir noktadan sonra sürpriz olmamıştır.

Belirli dönemler itibariyle arz ve talep arasındaki büyük dengesizlikler ve uygunsuzluklar, değişik semptomlarla kendisini açığa vurmuş ve başta üreten, çalışan ve hizmet eden olmak üzere herkesi mağdur etmiştir.

Her kriz bir kaybediştir ve sonucunda hayat standartları arasındaki derin uçuruma sebep olduğundan dolayı eşitsizliğin yayılmasına da zemin hazırlamıştır.

Buna en çok İstanbul’da muhatap olduğunuzdan kuşku duymuyorum.

Bir tarafta lüks ve zenginlikte sınır tanımayanlar varken, diğer tarafta akşam evine ekmek götürmek için her türlü mihnete katlananların bulunduğu adaletsiz ve ahlaken sorunlu bir ekonomik yapı karşımızda durmaktadır.

Bu insani olmayan dengesizliği fırsat eşitliği veya rekabet üstünlüğü ya da başka kavramlarla açıklamaya girişmek insaflı ve vicdanlı bir davranış olmayacaktır.

Dolar milyarderlerine karşılık sefalet şartlarıyla yaşayan milyonlarca insanımız yüreklerimizi acıtmaktadır.

İstanbul zenginliğin ve yoksulluğun ifrat noktasında hissedildiği bir yer olması bakımından dikkat çekicidir.

Bunun son sekiz yılda ne kadar fazlalaştığını en iyi gören de sizlersiniz.

Dünün mağdurları bugünün mağrurları olmuş, dün ekonomik imkânsızlıklar içinde olanlar bugün devlet imkânlarıyla palazlanmış ve gözleri kamaştıracak bir servete ulaşmışlardır.

Esnafımızın, sanatkârımızın problemleri ise katlanmış, çetrefilleşmiş ve içinden çıkılmaz bir hâl almıştır.

İstirham ederim, bunları sadece bir muhalefet partisinin Genel Başkanı olarak ifade ettiğimi düşünmeyin.

Maalesef acı da olsa gerçek bunlardır ve Türk milletinin duyguları, maneviyatı, maddi zenginliği ve ekonomik kaynakları yüzleri makyajlı ve niyetleri maskeli bir kadro tarafından hiç edilmektedir.

Öyle ki, kavramların içi boşaltılmış, değerler yozlaştırılmış, ahlak zedelenmiş, nimet-külfet dengesi bozulmuş, adalet tarumar edilmiş, milli kimlik tahrip edilmiş, kardeşlik bağları zayıflatılmış ve ekonomi batırılmıştır.

Meslekî geleneklerini Anayurdumuz Orta-Asya’dan Anadolu’ya taşıyan ve Ahilik Kültürü ile ticaret ve sanatlarını devam ettiren İstanbullu esnaf ve sanatkâr kardeşlerimiz bu karanlık tablonun en yakın tanıklarıdır ve üzüntü içindedirler.

Bunlar arasında yer alan ve mahallelerinde sosyal ilişkilerin ve güler yüzün mümtaz temsilcileri olan bakkallarımız tedirgindir.

Hoş sohbetlerin çay eşliğinde yapıldığı ve sosyalleşmenin sağlandığı kahvehanelerde sessizlik ve endişe vardır.

Her gün sabahın erken saatlerinden itibaren özlemleri dindiren, yürekleri kavuşturan ve sabırla müşterilerine hizmet etmeyi düşünen minibüsçülerimiz dertlidir.

İstanbul’u baştanbaşa papatya tarlası gibi sarıya boyayan, ihtiyaç duyan her vatandaşımıza anında hizmet götüren, ancak direksiyonu başında akaryakıt zamlarını düşünen, kendisine yönelen tehditler karşısında korumasız olan taksicilerimiz yılgındır.

İçimizi ısıtan, karınlarımızı doyuran, misafirperverlikte sınır tanımayan lokantacılarımız düşüncelidir.

Sıcacık ekmeği sofralarımıza sunan fırıncılarımız hayatın güçlükleriyle boğuşmaktadır.

Kasaplarımız, terzilerimiz, emlakçılarımız, aktarlarımız, kamyoncularımız, manavlarımız, pastanecilerimiz, kırtasiyecilerimiz, marangozlarımız, hırdavatçılarımız, fotoğrafçılarımız, kafeterya sahiplerimiz, tuhafiyecilerimiz, mobilya, konfeksiyon ve ayakkabı imalatçılarımız ve daha bir çok esnafımız sahipsizdir ve kendi kaderlerine terk edilmişlerdir.

Muhterem Esnaf ve Sanatkâr Kardeşlerim,

Sizin sorunlarınızı biliyoruz ve bununla daha fazla gidilemeyeceğinin de farkındayız.

Taleplerinizin hepsi haklı ve son derece de meşrudur.

Allah nasip ederse, parti olarak iktidar sorumluluğunu üstlendiğimizde bunların üstesinden gelmek bizim boynumuzun borcudur.

Sizlerin öncelikli sorunlarınız arasında; neredeyse her tarafa açılan büyük alış veriş merkezleri başı çekmektedir.

Bu yüzden çok sıkıntı çekiyorsunuz ve geleceğe karamsar bakıyorsunuz.

Elbette son derece haklısınız ve bizim de desteğimiz sizinledir.

Biliyorsunuz gelişmiş ülkelerde büyük alış veriş merkezleri şehir dışına çıkarılmaktadır.

Ancak ülkemizde siyasi irade tavrını ve tercihini büyük alış veriş merkezleri lehine koymuş ve esnafımızı hiç dikkate bile almamıştır.

Bu zihniyete göre bakkallar kapansın, kırtasiyeciler iflas etsin, ayakkabı tamircileri tükensin, terziler işlemesin, manav ve kasap çalışmasın. Hatta aç ve yoksul bir halde yardıma muhtaç hale gelsin.

Mantık budur, izlenen politikaların sonu buraya doğru gitmektedir.

2010 yılının Ağustos ayında büyük alış veriş merkezi sayısı 250'ye; işgal ettiği toplam alan ise 6 milyon metrekareye ulaşmıştır.

Alış veriş merkezlerinin yüzde 80'i Ankara ve İstanbul'da yoğunlaşırken, Anadolu'da nüfusu 300 binin üzerindeki illerimizde de bunların sayısı hızla artış göstermektedir.

Büyük mağazaların, alış-veriş merkezlerinin, hipermarketlerin ve zincir mağazaların,  bakkal, büfe ve bayi esnafı karşısında ciddi bir haksız rekabet gücü oluşturduğu açıktır.

Bu haksız rekabet ortamından başta bakkallar olmak üzere, 75 meslek dalındaki esnaf ve sanatkârımız olumsuz etkilenmişler ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır.

Ancak biz buna izin ve fırsat vermeyeceğiz.

Bu kapsamda esnafımızın en önemli beklentilerinden birisi de ‘Büyük Marketler Yasası’dır.

57’nci Hükümet döneminde, 2002 yılında partimizce hazırlanan tasarı, iktidar ortaklarımızın attıkları imzaları geri çekmeleriyle, ne yazık ki o dönem yasalaşamamıştı.

Bu tasarıyla amaçlanan Alışveriş Merkezlerini kapatmak değil, bir düzen getirmeyi gözetmekti.

Bunların hepsinin ötesinde de ekonomik rekabet şartlarını sağlıklı olarak işletilebilmekti.

Diğer yandan bu yasama yılında, partimiz tarafından 25 Mart 2008 tarihinde hazırlanıp, TBMM’ne sunulan “Perakende Ticaret, Alışveriş Merkezleri ve Büyük Mağazalar İle Esnaf ve Sanatkârlık Hizmetlerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Teklifi” halen iktidar tarafından bekletilmekte ve işleme alınmamaktadır.

 Hazırlamış olduğumuz bu kanun teklifi, esnaf ve sanatkârımızdan da kabul görmüş ve desteklenmiştir.

Hükümetin ise esnaf ve sanatkarımıza sözde verdiği desteği ve bir sonuç ifade etmeyen bazı girişimleri haricinde ilgisizliği ve duyarsızlığı hat safhadadır.

Nitekim 2010 Nisan ayında hükümet tarafından açıklanan ‘Esnaf Değişim, Dönüşüm Ve Destek Strateji Belgesi Ve Eylem Paketi de; diğer paketler gibi içi boş çıkmıştır.

Bu pakette somut tek bir adım olmadığını en iyi sizler biliyorsunuz.

Bu bir strateji belgesi ve eylem planı olduğuna göre bazı hususları içermelidir. Eylemlerde ne amaçlanmaktadır, sonuçta nereye varılması planlanmaktadır? Bunların hiç birinin cevabı yoktur.

Böylesine içi boş bir paketin, ambalajlanarak kamuoyuna sunulması esnaf ve sanatkârımızın sorunlarına çare olmamış ve olmayacaktır.

Aradan neredeyse 9 ay geçmesine rağmen bu alanda bir adım dahi atılmamıştır.

Oysa esnaf ve sanatkârımızın sorunları bellidir. Bu yüzden; sorunlara çözüm de somut, ülke gerçeklerine uygun olmalıdır.

Bakınız geçtiğimiz günlerde Halk Bankası’nca, Esnaf ve Sanatkârlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri Kefaletiyle Esnaf ve Sanatkârlara Kredi Kullandırılmasına Dair Bakanlar Kurulu Kararı Resmi Gazete’de yayınlandı.

Buna göre; ertelenmiş, taksitlendirilmiş, tasfiye olunacak alacaklar hesabında borcu bulunan veya yeniden yapılandırılmış kredi borcu olup geri ödeme süreci devam eden esnaf ve sanatkârlarımıza, borçlarının tamamını bankaya ödemeden hiçbir şekilde kredi açılmayacağı kararı kamuoyuna duyurulmuştur.

Esnaf ve sanatkârımıza 2010 yılında kullandığı sözde düşük faizli krediler için bütçeden 150 milyon lira faiz sübvansiyonu sağlandığı iddia edilse de, bunun kalıcı ve bizim de sevineceğimiz bir gelişmeye neden olmadığını söylemek istiyorum.

Hatta bu yıl için verilecek desteğin 327 milyon olarak hedeflenmesi de emin olun bir anlam ifade etmeyecektir.

Kabul etmeliyiz ki, asıl ihtiyacı olan esnaf ve sanatkâr kardeşimiz gerek duyduğu sermayeye ulaşamamakta ve kendisine kredi kanalları kapalı kalmaktadır.

Bugün esnafımızın işleri durgun ve müşterisi azalmış bir halde iken, Halk Bankasından kullandığı kredilerin yaklaşık 3,5 milyara ulaşması üzerine ehemmiyetli bir şekilde durmak gerekmektedir.

Para kazanamayan, siftah yapamayan esnaf ve sanatkârımız bu kredi borcunu nasıl ve ne şekilde ödeyecektir?

Kaldı ki hükümetin sunduğu kredi imkânlarından iki milyona yakın esnaf ve sanatkârımızın yaklaşık 10’u yararlanmaktadır.

Bugün 250 bine yakın esnafımız kredi borcuna sahiptir ve bundan dolayı da sıkıntı içindedir.

Bu itibarla, 2002 yılında 5 bin lira olan kredi limitinin, içinden geçtiğimiz zaman diliminde 50 bin liraya çıkmasının gerçekte hiçbir anlamı ve değeri yoktur.

Günümüzde esnaf ve sanatkârımızın kullandığı kredinin maliyeti yüksektir ve iddia edilenin aksine faiz oranları esnafımızı sıkmakta ve bunaltmaktadır.

Değerli Katılımcılar,

Kıymetli Esnaf ve Sanatkâr Kardeşlerim,

Esnaf ve sanatkârımızın yaşaması için temel olarak ülkemiz ekonomisinin istikrar içinde olması, vatandaşımızın alım gücünün yüksek olması gerekmektedir.

Sizlerin ekonomik olarak zorda olduğunuz gerçeği, vatandaşımızın durumunun da parlak olmadığının açık ve net bir şekilde göstergesidir.

Esnaf ve sanatkârımızın hem yapısal, hem de günümüz şartlarından kaynaklanan sorunlarına yönelik yaptığımız tespitleri şu ana başlıklar halinde ortaya koymamız mümkündür:

Finansmana erişim,

Ekonomik daralmaya bağlı olarak talep yetersizliği,

Mesleki eğitim,

Sosyal güvenlik,

Yüksek vergi ve SGK primi,

Yapay ekonomik yoğunlaşma.

Üzerinden durulmasına ihtiyaç bulunan ve bizi de son derece rahatsız eden bazı açmazları burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

AKP hükümetlerince çıkarılan 5362 sayılı Kanun ile araç sahibi olmayan şoför esnafımızın, şoförler odalarına kayıt olabilme imkânları kaldırılmıştır.

5362 sayılı Kanun gereğince fiyat tarifelerinin esnaf ve sanatkârlar odalarınca hazırlanması gerekirken, 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nun ulaşım ile ilgili hizmetlerde bu yetkiyi belediyelere de vermesi, belediyeler ile odalar arasında yetki çatışmasına neden olmaktadır.

4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu ve bu Kanuna istinaden çıkarılan Karayolu Taşıma Yönetmeliğinin, yurt içinde yolcu ve yük taşımacılığı yapan gerçek ve tüzel kişilere getirdiği zorunluluklar şoför esnafını zor durumda bırakmaktadır.

Ayrıca merdiven altı tabir edilen, seyyar, ruhsatsız, insan sağlığını tehdit eden ve ustalık belgesi olmayan işyerlerinin açılmasına ve çalışmasına müsamaha gösterilmesi,  yasal gerekliliklerini yerine getiren yiyecek imalatı ve satışı yapan esnafımızı, haksız rekabetle karşı karşıya bırakarak, mağdur etmektedir.

Ağaç işleri sektöründe ise yüzde 40’larda olan kapasite kullanım oranının talebin genişletilerek artırılması gerekmektedir.

Berberlik, kuaförlük ve güzellik uzmanlığı sektörlerinde kayıt dışı işyeri açma ve kayıt dışı istihdamın yaygın olması, ayrıca kamu kurum ve kuruluşları bünyesinde sosyal amaçlarla açılan berber ve kuaförlerde devlet imkânlarının kullanılması, sektörde haksız rekabete sebebiyet vermektedir.

Kahveci esnafının çalışma alanına giren ve haksız rekabete sebep olan lokallerin kayıt altına alınması gerekmektedir.

Çin malları dolayısıyla ayakkabı sektöründe yıllardır daralma yaşanmaktadır. Bu konu mutlaka değerlendirilmeli ve gerekli tedbirler alınmalıdır.

İstihdam üzerindeki ağır kamu yükleri terzilik ve konfeksiyonculuk sektörünün dünyadaki rakipleri ile rekabet etme direncini kırmaktadır.

Kaybolmaya yüz tutmuş meslekler grubuna girmek üzere olan ve el emeği ile çalışan terzilere vergi muafiyeti mutlaka tanınmalıdır.

Et ürünleri işlemeciliği sektöründe nitelikli eleman açığı vardır.

Pazarcı esnafı ile belediyeler arasında yer tahsisi konusunda sorunlar yaşanmaktadır.

Burada bir kısmını belirttiğim, esnaf ve sanatkârlarımızın sektörel, bölgesel ve mevzuattan kaynaklanan sorunlarının çözümü için gerekli hazırlıkları ve çalışmaları yaptık ve bu alanda hazırlıklarımızı tamamladık.

Esnaf ve sanatkarlarımızın daha iyiye ve rahata ulaşması, sorunlarının çözülmesi için başlıca önerilerimiz arasında;

Önce sicile değil odaya, daha sonra da oda kanalıyla sicile kayıt yapılması,

Esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtta, esnaf ve sanatkârlardan ustalık belgesi istenmesi; ticaret siciline kayıtta ise ustalık belgesi istenmemesi eşitsizliğinin giderilmesi,

 Esnaf ve sanatkârların ürettiği mal ve hizmetlerin fiyat tarifelerinin tespitindeki ihtilafın çözümü için, Belediye Kanunlarında düzenleme yapılması,

Korsan çalışan taksi ve servislerin önlenmesi bunlar arasındadır.

İlave olarak hükümet etme sorumluluğu üstlendiğimiz takdirde;

Esnaf ve sanatkârlarımızın başta finans ve kredi olmak üzere, vergi, mesleki eğitim ile hukuki ve idari problemlerini ESNAF VE SANATKÂRLAR ANA PLANI ile bir program çerçevesinde çözüme kavuşturmayı hedefliyoruz.

Esnaf ve sanatkârlarımızın sosyal ve ekonomik yaşamdaki etkinlik ve önemlerinin devamı ile güven içerisinde geleceğe hazırlanmalarını sağlamayı arzuluyoruz.

Bunların yanı sıra;

Oniki yıldır yapılamayan esnaf ve sanatkârlar şurasını iktidar olduğumuzda hemen toplayarak esnaf ve sanatkârlarımızın sorunlarına ortak çözüm yollarının bulunması için çalışmalar yoğunlaştırılacaktır.

Esnaf ve sanatkâr tanımını günün şarlarına uygun olarak yeniden yapmayı düşünüyoruz.

5362 Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanununu, esnaf ve sanatkârlar ve bunların kuruluşları ile müştereken yeniden düzenlemeyi ve esnaf ve sanatkârlara yeni açılım ve imkânlar sağlamayı planlıyoruz.

3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu gereğince çıraklık eğitimi uygulama kapsamındaki meslek dallarında işyeri açacaklardan istenen ustalık belgesi konusunda esnaf ve sanatkârlar aleyhine olan durumu düzeltmeyi hedefliyoruz.

Diğer yandan meslekî eğitim sistemimiz, güçlü teorik ve pratik yapısı olan, yaygın, gerekli kalifiye eleman yetiştirecek bir mesleki eğitim yapısına kavuşturulmalıdır. Ve biz bunu inşallah gerçekleştireceğiz.

4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu ve bu kanuna göre çıkarılan Yönetmelik uygulamaları nedeniyle mağdur edilen şoför ve nakliyeci esnafının mağduriyetleri, söz konusu yasa ve yönetmeliklerde gereken düzenlemeleri yaparak önlemek başlıca amaçlarımız arasındadır.

Esnaf ve sanatkârlarımızın kredi ve finansman şartlarını iyileştirmeyi, teşvik araçlarını da elimizden geldiğince geliştirmeyi şimdiden planlıyoruz.

Bu bağlamda;

Halk Bankası’nın halen esnaf ve sanatkârımıza uyguladığı faiz oranı, sübvanse edilmiş halde bir yıla kadar olanlar için yüzde 5, bir yıldan uzun olanlar için yüzde 6’dır.

 

Esnafımıza bu kredi, masraf ve kesintilerle birlikte yüzde 8 ila 9 arasında yansımaktadır.

Maalesef uygulanan faizin yarısından fazla masraf ve kesinti vardır.

Bu masraf büyük oranda esnaf ve sanatkârımızın kredi kullanmasında yardımcı olması gereken Esnaf Kefalet Kooperatiflerinden kaynaklanmaktadır.

Bununla birlikte esnafa kefil olması gereken pek çok kooperatif mali olarak zor durumdadır.

Bu yüzden esnafa daha uygun şartlarda ve kolay erişilebilir kredi sunmayı sağlayacak şekilde TESKOMB’un ve Esnaf Kefalet sisteminin yeniden yapılandırılmasını hedefliyoruz.

Böylece faizin yarısından fazla masraf ve kesintiye son verilerek, esnafın krediye ulaşması daha kolay, maliyeti de daha düşük olacaktır.

Yeni esnaflığa başlayanlara yönelik fon kaynaklı krediler oluşturulması gerekmektedir. Ve bu da bizim yapacaklarımız arasındadır.

Gerek ekonomik krizden, gerekse teknolojideki gelişmelerden olumsuz etkilenmeleri nedeniyle esnaf ve sanatkârlarımız için mevcut teşvik mevzuatından bağımsız bir teşvik sistemi geliştirmeyi istiyoruz.

Kadın girişimcilere fon kaynaklı, düşük faizli krediler oluşturularak iş kuracak kadınlara destek uygulamaları sağlamayı amaçlıyoruz.

Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı yeniden yapılandıracak, KOSGEB destekleri ile esnaf ve sanatkârlara finans, bilgi ve danışmanlık hizmetleri verilerek, bu kesimin hizmet ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi gerekliliğine inanıyoruz.

Mutlaka küçük sanayi sitelerine gereken önem verilmelidir.

Kayıt dışı ticareti önlenmeli ve kayıt dışı ticaretin körüklediği haksız rekabetin önlenmesi için etkin ve akılcı denetim mekanizmaları kurulmalıdır. İşte parti olarak bunları da iktidara ulaştığımızda yerine getireceğiz.

Yürekten söylüyorum, esnaf ve sanatkârımızı vergilerin altında ezdirmeyeceğiz.

Karmaşık vergi mevzuatını sadeleştireceğiz.

Gerçek usule geçtikten sonra tekrar basit usule dönüş imkânı sağlayacağız.

En az geçim indirimi uygulamasını esnaf ve sanatkârlar için de getireceğiz.

Esnaf ve sanatkâr üzerindeki istihdam maliyetlerini azaltacağız.

Esnaf Muaflığı Belgesi alma yükümlülüğünü yeniden getireceğiz ve esnaf muaflığının meslekler bazında kapsamını artıracağız.

Esnaf ve sanatkârların yanlarında çalışanların asgari ücret düzeyindeki gelirlerinden vergi almayacağız.

Özürlü esnaf ve sanatkârlarımıza ve yanlarında özürlü işçi çalıştıran esnaf ve sanatkârlarımıza vergi kolaylıkları sağlayacağız.

Şoför esnafının (taksici, kamyoncu, minibüsçü, otobüsçü vb.) ÖTV ve KDV ödemeden araçlarını yenilemesini sağlayacağız.

Basit usulde vergilendirilen esnaf ve sanatkârlardan gelir vergisi almayacağız.

Esnaf ve sanatkârların, ekonomik kriz yüzünden uğradıkları mağduriyetlerinin giderilmesi için başta kredi ve vergi borçları olmak üzere, prim ve aidat borçlarını yeniden yapılandıracağız.

Girişimciliği teşvik etmek, işsizliği azaltmak ve üretimi arttırmak amacıyla; ilk defa faaliyete başlayan esnaf ve sanatkârları belirli bir süre gelir vergisinden muaf tutacağız.

Emekli olan ve iş yeri açan esnaf ve sanatkârların, emekli aylıklarından yapılan Sosyal Güvenlik Destek Primi (SGDP)  kesilmesi uygulamasını kaldıracağız.

Alışveriş merkezleri ve büyük mağazalar yasasını da mutlaka çıkaracağız.

Değerli Katılımcılar,

Muhterem Esnaf ve Sanatkârlarımız,

Basınımızın Mümtaz Temsilcileri,

Türkiye’nin hiçbir sorunu çözülemez değildir.

Her meselenin bir kolayı vardır.

Yeter ki samimi bir şekilde bunu isteyelim ve üzerine düşelim.

Bu millet hangi geceyi görmüştür de sabaha ulaşamamıştır.

İnşallah başta esnaf ve sanatkârımız olmak üzere, herkesin sorunu çok yakında çözülecek, yüzler gülecek ve umutlar tazelenecektir.

Bugün burada esnaf ve sanatkârlarımızla bir araya gelip, sorunlarını dile getirerek çözüm önerilerimizi anlatmaya gayret ettim.

Gösterdiğiniz nezaketten ve sabırdan dolayı hepinize şükranlarımı sunuyorum.

İşlerinizde bol kazanç ve özel hayatınızda daimi mutluluk ve sağlık diliyorum.

Türkiye’yi tekrar ayağa kaldırmak için sizlerle omuz omuza olmaktan dolayı son derece heyecanlıyım.

Hepinizi bir kez daha saygı ve sevgilerimle selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.